- 324 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUHİBBİ VE MUHLİSİ
Yukarıdaki mahlaslar, Kanuni Sultan Süleyman ve boğdurarak öldürttüğü oğlu Şehzade Mustafa’ya aittir. Osmanlı padişahları ve şehzadelerinin önemli bir kısmı şairdi. Değişik adlar kullanarak şiirler yazarlardı. Kullandıkları bu takma adlara da “Mahlas” denirdi.
Fatih Sultan Mehmet’in Avni, II. Beyazıt’ın Adli, Genç Osman’ın Farisi, IV. Murat’ın Muradi, III. Selim’in İlhami mahlaslarıyla şiirler yazdıkları bilinmektedir.
Tarihler ve tarihçiler; gelişen olayları ve ekranda görünenleri resmederler. Bir fotoğrafçı edasıyla anı geleceğe taşırlar. Ne yazık ki bize öğretilen tarihlerde çoğu kez olayların sadece olumlu yönleri kuşaklara aktarıldı. Tarih yazıcılar, fotoğrafı resmedeceklerine ressamlığa soyunup süslemeler yaptılar. Bu durum, tarihin objektif olarak algılanmasına gölge düşürdü. Bu sadece bizim ülkemizde değil, bütün dünyada böyle oldu. Ancak, demokratik kültür geliştikçe birçok ülkede tarihi olaylarla yüzleşme ve tarihten ders çıkarma konusunda irade belirdi. Umarım bizim ülkemizde de bu irade gereği gibi belirir ve yeni kuşaklar objektif tarih anlayışıyla yetiştirilirler.
Kanuni Sultan Süleyman ve oğlu Şehzade Mustafa’nın görünürdeki dünyalarının yanı sıra, duygusal yapılarını öğrenmek için onların duygu dünyalarına da girmek gerekir. Sultan Süleyman’ın Muhibbi ve Şehzade Mustafa’nın Muhlisi mahlaslarıyla yazdıkları şiirler, onların duygusal dünyaları hakkında önemli ipuçları verir.
Kanuni Sultan Süleyman devri, Türk hâkimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanuni Sultan Süleyman, büyük bir azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi.
Buna rağmen şiirlerinde duygusaldı:
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyede vahdet gibi”
Sözleriyle “dünyada bir nefeslik sağlık gibi mutluluk olamaz, saltanat dedikleri dünya kavgasıdır, gürültüden uzak olmak gibi büyük bir saadet ve baht açıklığı olamaz” demek istemişti.
O, aynı zamanda sevdiğine her şeyi feda edecek kadar da gözleri kapalı bir âşıktı. Hürrem Sultan’a yazdığı şu şiir sevgisini ne güzel anlatıyor:
…
“Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım
Hayatım hasılım, ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim
Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım
Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim!
Hürrem Sultan’a bu kadar düşkün olan cihan sultanı kuşkusuz onun etkisinde de kalacaktı. Tarihin geri döndürülemeyen çarkı, bu büyük aşkın da etkisindeydi.
Saraya Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisi hâkimdir. Osmanlı-İran ilişkileri gergindir. Gelen İran elçilerine “cevabımızı Halep’te vereceğiz” diye kapıyı gösterirler. Entrika ayyuka çıkar. Bir yandan Şehzade Mustafa’ya: “Baban-padişah çok yaşlı, yeniçeriler seni seviyor. Rüstem Paşa ve Hürrem yönetiyor koca imparatorluğu” derler. Öte yandan, üretilen bu sözler, en güvendiği kişiler vasıtası ile mektuplarla padişaha ulaştırılır. Eklemeler yapılır: “Şehzade Mustafa padişah tahtına göz dikmiş. Yeniçeriler onu istiyor. Üstelik İran’la Tahmasb ile de anlaşacakmış, hatta İran Şahının kızıyla evlenecekmiş, ardından saraya karşı isyan edecekmiş…”
Olan olur. Hile ustası bir ekip, şehzadenin mührünün benzerini kazıtıp, kopya mühürle İran’a Tahmasb’a mektuplar yazar. Aynı sözler, şahın kızıyla evlenme talebi, isyan aynı şekilde yazılan mektuba yansıtılır. Şehzadenin böyle bir talebi karşısında şüphe dahi etmeyen İran Şahı hemen cevabını verir.
Elbette gelen cevap da, geciktirilmeden Padişah’a sunulur. Oğlunun isyan edeceği, İran şahının kızını alacağı vb…Böylece, üretilen dedikodu belgelenmiş de olur.
Şehzade Mustafa’nın bütün bu olup bitenlerden haberi bile yoktur.
İşte budur evlâdı atadan ayıran düşmanca hile ve taktik. Şehzade Mustafa, babasının yerine tahta oturacağına, Hürrem Sultan’ın oğullarında birisi oturmalıdır. Şehzadenin katli için bir fetva dahi uydurulur, gerekçe hazırlanır. Fetvayı kimin verdiğini de siz tahmin edin.
Sırf bu gaye için, otağı hümayun kapısının önünde evlâdı boğulup öldürülürken, cihan sultanı bir babanın içerde habersizmiş gibi durmasının manzarası resmedilmiştir tarihe.
Sonra ne mi olur?
Ne olacak, padişaha ihbar mektuplarını getiren Şemsi Ahmet Paşa, sipahi ağasıyken Rumeli valisi olur. Padişahın en yakını, musahibi olur. Rüstem Paşa, azledildikten iki yıl sonra yeniden sadrazamlığa getirilir. Neredeyse hazine kadar serveti ardır. Devlet kapılarında rüşvet ve irtikâp onun zamanında olağanlaşır. Çürümüşlük başlar. Cinayeti işleyen Zal Mahmut Ağa da hanedan damadı olur ve daha sonra da Anadolu Beylerbeyliği görevine atanır.
Şairler, bu ekibe özellikle Rüstem Paşa’ya iğneleyici sözlerle hicviyelerini yazmaya devam ederler. Boşnak asıllı Rüstem Paşa şair düşmanı kesilir.
Kanuni’nin sütkardeşi Mehmet Çelebi, şehzadeyi öldürtmesi sebebiyle padişahın yüzüne çok ağır sözler söyler ve son nefesine kadar padişahla görüşmez.
Halk arasında büyük prestij ve saygı kaybeden Kanuni de etkilenmiştir oğlu için. İçini kemiren pişmanlığa şu şiirle yanıt verir:
Yapragın döksün ağaçlar bu cihan oldı hazan
Ata oğlına kıyar oldı aceb oldı zaman.
Sen Muhibbi olasun sende mahabbet bu mudur
Mustafa gibi ciger-kûşene şefkat bu mudur.
Mustafa’nın da şiirleri vardır. O da babası gibi duygusal ve içten şiirler yazardı. Aşağıdaki mersiye ona aittir:
“Rif’at istersen eğer mihri cihan ara gibi
Sür yüzün herdem yere eyle tenezzül ma gibi
Her kaba yeldür değül baki bu nakşi rüzgar
Fi mesel dünya misali alemi derya gibi
Süzeni müjganlarından geçmedi dil risdesi
Yolda kaldım ey Mesiha Hazreti İsa gibi
Pelevani alem olmuş kalbi istiğna ile
Tubi çari dehr elinde oynadur alma gibi
Katradan kemdür vücudum Mustafa emma aceb
Nazmedüp dürler döker tad’un senün derya gibi.”
16. yüzyıl Türkiye’sini en fazla meşgul eden ve o zamanın en netameli konusu olan Şehzade Mustafa’nın boğdurulması hakkında şiir yazmaya cesaret eden Taşlıcalı Yahya Bey, ölümden son anda kurtulmuş, ama hayatının geri kalan kısmını sürgünlerde sürünerek geçirmek zorunda kalmıştır.
Taşlıcalı Yahya Bey Şehzade Mustafa için şunları söylüyordu.
“ Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı
Tohındı mihr-i cemâli bozuldı erkânı
Vebale koydılar âl ile Al-i Osmânı
Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o canibe döndürdi şâh-ı devrânı
Yalancının kun bühtanı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumımı yakdı nâr-ı hicrânı
Cinayet etmedi cânî gibi anıın câm
Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı
N’olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm
Yazuklar ana reva görmedi bu rayı gözüm”
Taşlıcalı Yahya Bey, Şehzade Mustafa’ya reva görülenleri hazmedememişti. Türk halkı devşirmeler saltanatına dönüşen Osmanlı uygulamalarını hiçbir zaman benimsemedi. Yüzyıllarca bu dramatik olaylar hakkında üretilen türküler, öyküler ve şiirler, olaylarda mağdur olanlarla halk arasında kültürel bir bağ oluşturdu.
Siyaseti bıraktıktan sonra evine kapanıp yeniden edebiyatla uğraşmaya başlayan Bülent Ecevit bu dramdan etkilenmiş olacak ki yazdığı son şiirlerinden birinde Şehzade Mustafa olayına değiniyordu. Şiir, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1553’te boğdurttuğu büyük oğlu Şehzade Mustafa ile şehzadenin üzüntüden ölen kardeşi Cihangir’i konu alıyor ve Mustafa, Ecevit’in mısralarında Cihangir’e:
İki büyük suçumuz var
Seninle benim Cihangir
Biri sevmek biri sevilmek
Bunca büyük suçlarla
Padişah olunmaz
Biz insanız Cihangir
Bizden tahtlara han olmaz
Sıcağına bak yüreğimizin
Aktıkça gözlerden gözlere
Nasıl eritir birbirini
Tahtların karlı doruğunda
Gazetelerde yayınlanan bu şiir, Hürrem Sultan’ın sağlığında okunup yazılsaydı Taşlıcalı Yahya Bey’in başına gelenler kuşkusuz Ecevit’in de başına gelecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.