- 260 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KRALİYET AİLESİ YERLERDE SÜRÜNÜRKEN
Ağır bedenli otçul hayvanların kuraklıktan dolayı göç ettikleri bir gece aslan sürüsü avlanmaya çıktı.
Bütün gece av aradılar fakat bir şey bulamadan döndüler.
Göç edenlerden geriye kalanlar hızlı hayvanlardı ve aslanlar bunlardan bir tekini bile yakalayamadılar.
Sabah güneşin doğmasıyla birlikte kuru otlar üzerine uzandılar.
Fakat hepsinin de açlıktan mideleri gurulduyordu.
Sürünün başı olan baba aslan keşif yapmak için sürüden ayrılıp etrafı gözetlemeye başladı.
Baktı her taraf kurumuş, bufalolar, inekler, zebralar akın akın yöreyi terk ediyorlar.
Bunlar çok uzaklarda yeşil otların bulunduğu alanlara göç ediyorlardı.
Aslan arkalarından baka kaldı.
Kuraklık öylesine sert vurdu ki yıllardır yağmur bile yağmadı.
Mevsim çabucak değişiyor ve her şey kuruyup gidiyordu.
Eğer bu böyle devam ederse, tüm etçil hayvanların geleceği tehlikedeydi.
Kuraklıktan dolayı tüm otçul hayvanlar zayıflamış, herkes boğazına ot bulmanın savaşını veriyordu.
Çoklarının kemikleri çıkmıştı.
Böylesi bir ortamda çiftleşip sayılarını çoğaltmaları da tehlikeye girmişti.
Artık kimse gönül rahatlığıyla çiftleşemiyor, hep karınlarını doyuracak ot peşinde koşuyordu.
Günü karnı tok geçirenler mutlu oluyordu.
Bir taraftan çiftleşip çoğalamıyor, diğer taraftan da azda olsa birçokları vahşi hayvanlara yem oluyordu.
Buda sayılarında hızla düşüşe neden oluyordu.
Eğer bunun üzerine birde salgın hastalık gibi bir şey gelirse, gelecekleri tam olarak tehlikede demekti.
Çünkü bu arık bedenlerle hastalığa karşı direnmek bir hayli güç olacaktı.
Aslan kafasında böylesi düşüncelere dalmışken tilki yanına yaklaştı.
Oda sessizce etrafına bakınıyordu.
-Görüyormusun tilki kaderde demek ki buda varmış.
Zaman bizi nereden nereye getirdi.
Bir zamanlar bu mevsimde buralar bufalolardan geçilmezdi, şimdi ise kimseler kalmadı herkes çekip gitti.
Bize de arkalarından bakmak kaldı.
-Ne diyeceğimi bilemiyorum sevgili kralım, bende tam anlamıyla çaresiz vaziyetteyim.
Kaç gündür eve elim boş gidiyorum, çocukların mideleri kazınıyor.
Artık koca karıda beni suçlamaya başladı.
Beceriksizliğimden tutunda, sünepeliğime kadar ne varsa sayıp döküyor.
Artık benden erkek olmazmış, çocuklara bile bakamayacak haldeymişim.
Bu konuşmaları çalılar arasından dinleyen yılan, demokrasiye geçin efendiler dedi.
Dalgın olan aslan, bir şeymi söyledin tilki deyince,
Yok efendim yılan yine bizi dinliyor olmalı dedi tilki.
Yılan çoğunlukla böylesi konuşmaları kaçırmaz, en yakınlarına kadar sokularak onları dinlerdi.
Tilki bir iki hoplayışta yılanın yerini tespit etti.
Bakın efendim buradan bizi dinliyor dedi aslana.
Aslan gelip ne yapıyorsun burada gizlice felaket tellalı deyince, yılan şuradan geçip gidiyordum sesinizi duyunca kulak misafiri oldum efendim.
Hep öyle der fakat hiçbir konuşmayı da kaçırmaz dedi tilki.
-Bakın efendim konuşmalarınıza kulak kabartıp dinledim.
Görülüyor ki tehlike kapıyı çalmış vaziyette, fakat bu ağlayıp sızlayarak geçiştirilecek bir olay değil dedi yılan.
Elimizden ne gelir yılan, yapacak neyimiz kaldı deyince aslan.
Demokrasiye geçin efendim dedi yılan.
Açlığın demokrasiyle ne ilgisi var? demokrasi gelince yağmurmu yağdıracak deyince aslan, demokrasi her şeyin ilacıdır dedi yılan.
Ve devam etti.
-Bakın efendim krallık sisteminde gerek kraliyet ailesi, gerekse onun yakın çevresi bir nevi harem sistemine sahiptir.
Bu arada kralın sistemi açık işlerken, diğerleri gizilde kalmıştır.
Açlığın sebebi bu harem sistemi diyebilirim.
Aslan yılanın hava anamızı aldatıp cennetten kovulduğuna sebebiyet verdiğini bildiği için, ona hep kuşkuyla yaklaşırdı.
Yılan ne derse desin kafasına basmadığı bir şeyi asla yapmazdı.
Durum böyle olunca yine kuşkuyla yaklaştı.
-Simdi sen şu açlıkla harem sistemi arasındaki ilişkiyi açıklarmısın bana yılan.
-Bakın efendim harem sisteminde bir erkek birçok dişiyi meşgul eder.
Kral ve yakın çevresinden korkan dişiler, gönüllerinin çektikleriyle çiftleşemezler.
Buda sarayda çok çocuk yapılmasının önüne geçer.
Dolayısıyla nüfusun artışı düşer.
Bu otçul hayvanlarda da böyledir, güçlü olanlar diğerlerinin çiftleşmelerinin önünü keser.
Eğer siz demokrasiye geçer herkese özgürlüğünü verirseniz, çiftleşme olayı daha genç kuşaklara kadar iner.
Şu anda baskı altında yaşayan bu kesim, yani gençlik gönül rahatlığıyla çiftleşemiyor.
Yaşlılarsa bu işe yetişemiyor.
Bundan dolayıda nüfus artmıyor.
Nüfus artmayınca da sizin av sayısında düşme oluyor.
Eğer siz demokrasiye geçipte herkesi özgür bırakırsanız, nüfusta bir patlama olacaktır.
Çünkü o zaman genç kuşak çiftleşmeye başlayacak.
Simdi siz bu genç kuşağın önünü kesip sonrada nüfus artışı bekleyemezsiniz.
Kendi kızlarımızı sokağa mı salmamızı söylüyorsun deyince aslan, tilki devreye girdi.
-Bakın efendim yılanın anlattığı olay daha çok kullarınız için geçerli, böylesi bir durum sarayı etkilemez.
Siz kraliyet ailesi olarak zaten sarayda yaşıyorsunuz.
Saraya ise kimsenin yaklaşacağı yoktur.
Evliliklerinizde krallıklar arasında yaptığınız için sizin için sorun yoktur.
Bu daha çok aşağı kesimi ilgilendiriyor.
-Diyelim karar alıp öylesi bir sisteme geçtik,fakat bunu nasıl oluşturacağız,malum her şey lafla olmuyor.
Onuda kokarcaya sorun deyince yılan, az ötede konuşmalara kulak kabartan kokarca aniden dikkat kesildi.
Aklına hemen yılanın kafasında bir şeyler olduğu geldi.
Çünkü olacakları önceden gören kokarca, kel ibik kuşunu araştırma yapmak üzere denizaşırı bir adada yaşayan yunuslar ülkesine göndermişti.
Oraya demokrasinin beşiği derlerdi.
Kokarca denizaşırı bir ülke olduğunu, orada yunusların yaşadığını haber almıştı.
Yunuslar zengin bir sistem oluşturmuşlar, aç ve açıkta kalan yokmuş.
Devlet denen kurum herkesi güvence altına almış.
Tam bir demokratik sisteme sahip oldukları için kimse kimsenin hayatına karışmazmış.
Tüm yunuslar işlerini gönüllü yaparmış, zor kullanan olduğunda ise sistemin polis yunusları işi halledermiş.
Burada gençler sevişmeye çok erken yasta başlar ve nüfusun yok olması diye bir korkuları olmazmış.
Kokarca bu sistem hakkında bilgi sahibi olmak için bizzat kendisi gitmek istemiş fakat denizleri aşamayacağına kanaat getirince bu işi kel ibik kuşu vasıtasıyla çözmeye kalkmış.
Heyecanlanışı bundandı, acaba yılan bu sırra ulaşmış olabilirmiydi.
Aslan kokarcanın yanına gelip, bizden gayri bildiğiniz bir şey varsa, paylaşmak isteriz.
Biliriz ki siz ot ve karıncalarla da ömrünüzü uzatırsınız fakat gel gör ki bizde dizginlenemeyen bir mideye sahibiz.
İsterdik ki bizde ufak sofralara kanaat getirelim fakat bunun birde yaradılışı var.
Malum yaradılışa boyun eğmek gerek.
Böylesi zor günlerde bizlerde bir bilgeyle yola gitmek isteriz, eğer bu bilge bizi can dostluğuna kabul ederse.
Aslanın bu sözlerinin arasına sıkışmış tehdidi algılamakta gecikmedi kokarca.
-Herkeste bilir ki biz buralarda hep kralımız aslanın gölgesinde gezindik.
Eğer haşmetlimiz olmasaydı, insanoğlu çok daha önceden canımıza okumuştu.
Biz tarihte firavuna aklıyla hizmet veripte, Mısırlı soydaşlarımızı açlıktan kurtaran zatları ve onların geriye bıraktıklarını biliriz.
Zamanı geriye getiremesekte, aklı hep yanımızda taşıdık.
Madem söz konusu olan hayvanlık, bununda ötesinde tehlikede olan etçil hayvanlar ise, bunun başında da kraliyet ailesi bulunduğuna göre, aklımızı sarayın hizmetine vermek bir onur olsa gerek.
Bildiğiniz gibi yılan dostumuzu her ne kadar sevmesem de, görüşlerinde haklılık payı olduğunu inkar edecek zavallılardan da olamam.
Eğer haşmetli kralım izin verirse, yunuslar ülkesinde mektuplaştığım profesör bir dostum var, onu buraya çağırabilirim.
Kralımız kendi kulaklarıyla duysun isterim.
Aslan öylesine çaresizdi ki, her öneriye yatacak hale gelmişti.
Demek ki bilgi karşısında bazen mevki bile secdeye kapanabiliyordu.
Aslan bu öneriye boyun eğerken, hayvanların akın akın yöreyi terk edişlerini de izliyordu.
Açlıktan kemikleri çıkmış, zar zor ilerleyenler bir tutam ot umuduyla yollara dökülmüşlerdi.
Bunların bırakın çiftleşip nüfus çoğaltmasını, organlarını bile kaldıracak güçleri kalmamıştı.
İste bunları yeniden diriltip, çoğaltıp yem yapmaya çalışıyordu bilgeler.
Aslan onay verdiğinde, kokarca gagasına bir mektup tutuşturarak kel ibik kuşunu yunuslar ülkesine gönderdi.
Aslan içi biraz serinlemiş vaziyette sürünün yanına döndü.
Baktı ne oynayan var, nede enerji sarf ederiz diye kuyruğunu kırmaştıran.
Kraliyet ailesi yerlerde sürünüyordu.
Bu durum aslanı fena halde etkiledi fakat yapacak fazla bir şeyi yoktu.
Ve zamana boyun eğdi.
Profesör yunus çok çabuk geldi ve küçük bir mağaraya kendini zor attı.
Hava sıcak ve nefesini tutmuş aslanı bekliyordu.
Konuşacak çok az bir zamanı vardı, bu zaman zarfında söyleyeceklerini söyleyip, acele denize geriye dönmeliydi.
Aslan, tilki, at, kurt, kokarca, ve yılan hemen toplantı yerine geldiler.
Yunus başladı herkesin merak ettiği demokrasiyi anlatmaya.
Nede olsa vakit nakitti.
-Bakın efendim demokratik sistem özgürlükler rejimidir.
Bunu eğer kurallarına uygun kullanabilirsen, herkes içinde kendine uygun bir şeyler bulabilir.
Eğer kullanamaz isen, anında kılıca dönüşür ve giyotin görevi yapar.
Nedir bu giyotin deyince aslan, bir nevi kelle alma aleti,bu aletle rejim dışına düşenlerin kellelerini alıp müzeye kaldırırlar dedi tilki.
-Sen şu sizdeki işleyen halini anlat dedi aslan.
-Oraya geliyorum efendim, zaten zamanımın dar olduğu bilincindeyim.
Bu sistemde şu benim oğlum, şuda kızım demeyeceksin, herkesi yasalar önünde eşit göreceksin.
Aslan tuhafça bakınca tilki devreye girmek zorunda kaldı.
-Efendim bu bahsedilenler kraliyet ailesini çok geç etkiler.
Belkide hiç etkilemez, onun için merak etmeyin ve siz yine sarayda istediğinizi uygulayın.
Bu daha çok alt tabakalar için geçerlidir.
-Böylesi bir sistemin getirisi götürüsünden daha fazladır.
Madem siz göç ve yokluktan bahsediyorsunuz, öncelikle sığırlar arasında varolan harem sistemlerini dağıtacaksınız.
Bunu dağıttığınız anda, tüm genç hayvanlarda bir kucaklaşma göreceksiniz.
İste bu kucaklaşmadır sizin geleceğinizi garantiye alacak olan.
Bunlar kucaklaştıkça, hızlı bir nüfus artışı olacaktır.
Bu artıştan çoğu ölse bile, kalanlar size yetecektir.
Bunu yapmadan kimse durduğu yerde nüfusu artıramaz.
Yani bazı şeylerin yerinden kalkması gerek.
Bu kalkanlar kendilerine uğraş alanları bulmalı.
Yoksa durduk yerde düşünmekle bir şey çözülmüyor.
Fakat bu genç kuşağı yaşlılardan korumalısınız, onlar bu davranışı kabul etmeyip ortalığı velveleye verebilirler.
Onlar öleceklerini bilseler bile eski sistemde ısrar edeceklerdir.
Ancak yaşayandan sonra alışacaklardır.
Eğer bu işe bir kuşak direnebilirseniz, gelecek olan kuşaklar buna sahip çıkacaklardır.
Çünkü bu sürede yaşananlar onların hayat tarzlarına dönüşecektir.
Bazı eski kafalılar güya bilgelik yapıyormuş gibi, bu işe çomak sokmak isteyebilirler, bunlara asla fırsat verilmemeli.
Bırakın tüm hayvanları özgürce yayılıp sulansınlar vadide.
Yunuslar çok cinsel yaratıklar oldukları için sistemlerini de ona göre kurmuşlardı.
Bunlar çiftleşmeye çok genç yasta başlar ve bir ömür boyu bunu devam ettirirler.
Hemcins, karşı cins demedikleri gibi, çok zaman sahilde yüzen insanlarada saldırıyorlardı.
Yani insan gönüllü olsa yapmayız demiyorlardı.
Fakat bu deniz sistemini karada aslanın hüküm sürdüğü bir topluma uygulamak imkansız bir şeydi.
Yinede bir yerden başlamak gerekirdi.
Yunus ülkesine dönenden sonra aslan kararını verdi, kesinlikle demokrasiye geçilecekti.
Hemen bir anayasa yazılması talimatı verdi.
Genç kuşakların koruma altına alınması talimatını verdi.
Herkes cinsel anlamda özgür olup çok doğum yapılmalı dedi.
Kimse kimseye baskı yapamayacak, baskı yapmaya kalkanlar ise giyotinle tanışacak.
Doğurduğuna sahip çıkamayanların ellerinden doğurdukları derhal alınıp, özel bölgelerde yetiştirilecek.
Ve aslan bu söylevlerden sonra anayasa nında çerçevesini çizmiş oldu.
Alim ve entelektüeller hemen yasanın yazım işine başladılar.
Herkesin acelesi vardı ve bir an evvel özlenen sisteme geçilmeliydi.
Aradan iki yıl gibi bir zaman geçti ve Allah tan mıdır nedir yağmur yağmaya başladı.
Yağmur öylesine yağdı ki her yer sanki yeniden canlandı.
Dağları taşları yeşile kesti.
Açlıktan derisi çıkanlar tombul tombul oldular.
Nüfus artışı da yağmura paralel yürüyünce bütün vadi dolup taştı.
Artık aslanların ne koşmalarına, nede çok uzaklara gitmelerine gerek kaldı.
Armut gibi topluyorlardı.
Otoburlar ise yiyip, sulanıp çiftleşiyorlardı.
Zamanla iklim değişti ve göç olayıda ortadan kalktı.
Artık herkes olduğu yerde avlanıyordu.
Bir tehlike ise gecikmeden vadiye başını uzattı.
Çok uzaklarda yaşam savaşı veren etçiller guruplar halinde gittikçe vadiye yaklaşıyordu.
Buda kaçınılmaz bir savaşın ufukta olduğunu gösteriyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.