- 534 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İnsan1
İnsan girift bir varlık. Gece gündüz isyan eder adını şükür koyar. Şükretmek nedir sorusunun cevabı herkese göre değişiyor. Kimine göre bir lokma ekmeğe bir yudum sıcak çorbayı verene teşekkür etmektir şükür, kimine göre ise aza kanaat etmektir...peki doğrusu nedir? Herkesin doğrusu farklıdır, kimseninki kimseye benzemez. Birinin şükrettiğine bir diğeri burun kıvırıp şükretmek aklına bile gelmeyebilir. Birinin çok dediğini diğeri az bulabilir. Azlık çokluk konusunda farklı farklı tavırlar sergileyen insan, başına gelen olaylar karşısında da değişik tepkiler verebiliyor.
Nasıl ki maddi varlıklara sahip olmakla ilgili insanlar aynı olamıyorsa göğüslemek zorunda kaldıkları zorluklar ve katlanmaya mecbur oldukları dertler karşısında da farklılıklar gösterebiliyorlar...dünyaya gelen her canlının yürüdüğü hayat yolunda ayağına batan dikenler mutlaka vardır. Hiç sıkıntı çekmemiş, hani derler ya bir eli yağda bir eli balda veya tuzu kuru dedikleri insanın bile kim bilir ne türlü dertleri sıkıntıları, içinden çıkamadığı problemleri, altından kalkmakta zorlandığı, açmazları vardır...kimse kimsenin ne çektiğini bilemez anlayamaz...
Birbirimize en çok serzenişte bulunduğumuz bir husus işte tam da bu anlamak mevzusundadır. Anlayamıyorsun beni deriz, ne olur anla beni deriz, anlayışsızsın empati yapamıyorsun deriz, deriz de deriz...insanlar birbirini ne kadar anlayabilir ki? Mümkün müdür birebir karşındakinin acısını sızısını tasasını kaygısını hissedebilmek...gerçekten anlayabiliyor muyuz birlikte olduğumuz insanın psikolojisini yahut da çektiği acının derecesini yoksa boş yere anlamaya çabalıyor ve sonra seni çok iyi anlıyorum diyoruz lakin aslında değil anlamak fark etmekten bile aciziz işin gerçeği...
Anlamak nezakettir, dinlemektir, şefkattir, dikkattir, susmaktır, sessizliktir...illa seni anlıyorum demek değildir...anlamak tutmaktır kaldırmaktır bağrına basmaktır gözlerinin içine bakmaktır...anladık diyelim, ne kadarını anlayabiliriz ki, bir insanı tümüyle anlamak imkansızdır. Çünkü her saniye değişen bir varlıktır, bir an sevinçli sonraki anda üzgün daha sonra kızgın en sonunda küskün olabiliyor...bu söylediğim duygu değişimleri her birimiz için geçerlidir...
İnsanları tanımlarken bu sakin bir adam deriz mesela, o adamın içine bastırdığı ne büyük öfkeleri olabileceği hiç aklımıza gelmez. Ne kadar neşeli bir kadın diye düşünebiliriz, kalbinde ne büyük hüzünlerin gömülü olduğunu bilmeden...etrafımızdaki insanların iç dünyaları duygular mezarlığı gibidir dışlarından hiç bir şey anlayamazsınız, görünürde canlıdırlar fakat içleri çoktan ölmüştür.
Peki konumuzun başlığına geri dönersek, isyan nedir o zaman? Şükretmeyi ve anlamayı bir tarafa bırakıp isyanı konuşmak istiyorum izniniz olursa. Bu o kadar hassas bir konudur ki aslında, çift taraflı yazabilen bir kaleme benzer bir ucu kırmızı diğer ucu mavi yazan. Diyelim ki kırmızı uç hep sinirli öfkeli isyankar tarafımız olsun, mavi uç ise sakin tevekkül eden şükreden yanımız. Bir gün kırmızı uçla yazarız kendi yazımızı bir başka gün mavi uçla...sürekli değişip durur yazgımız...
İsyan nedir sorusunun cevabı şükrün içinde barınan derinlerde gizlenen bir duygudur diyebilir miyiz? Bence olabilir neden olmasın, saf bir şükür hali veya daima isyan hali mümkün değildir. Duygular sarkaç gibi birinden ötekine geçip geri dönmektedir. İşte bu ikisinin ortasında durup bu duyguları izleyen gözlemleyen ve bu duyguların etkisinde kalarak kendisini tanımlayan varlığa insan diyoruz. Peki öyleyse ne yapacağız? şükreden biri olmayı kuşkusuz hepimiz çok isteriz ve öyle birisi olarak tanınmayı da. Fakat bazen duygularımız kontrolden çıkar ve freni patlamış araba gibi bizi de önümüze çıkan herkesi de yıkar geçer...
İsyan etmeyen varlıklar da vardır elbet, mesela ağaçlar, ah canım gülüm ağaçlar...karşımıza inşaat başladı, geçen yıl bu zamanlar kar kış kıyamet iken on beş dönümlük yerdeki yetişmiş pek çok ağacı söküp vinçlerle kaldırıp kamyonlara yükleyip attılar gözlerimizin önünde bu manzara cereyan edince gözyaşlarımı tutamamış ve cep telefonuma videosunu çekmiştim.
Üzerinden bir yıl geçtikten sonra işte tam bu zamanlarda kıyıda göstermelik bıraktıkları üç ağacı geniş topraklarıyla alıp korumaya aldıklarını gördük. E madem bunu başarabiliyordunuz niçin daha evvel sayısız ağaca kıydınız cansız kütük muamelesi yaparak bahar gelip çiçeklenmesinler yeşerirlerse vah yeşile kıydılar demesinler diye yapraklarının dökük olduğu kış günü kar kıyamet varken söküp atmasaydınız da onları da korumaya alsaydınız da katliam yapmasaydınız olmaz mıydı diye geçirerek içimden isyan ediyorum...
Ağaçların sessiz haykırışlarını duymuştum gözyaşlarım boynuma doğru şelale gibi akarken. Şimdi göstermelik yaptığınız her şeyi görebiliyorum, sahtekarlıklarınızı, her tarafa doğa manzaralı panolar astığınızı, kanat sesleri arasında ailenizle mutlu olacağınız doğanın artasında evler dediğiniz bu yerdeki bülbülleri nasıl yuvalarından ettiğinizi de ve su deposunu sivri balyozlarla parçaladığınızda nasıl oluk oluk şelale gibi suların aktığını kepçeyi her daldırışınızda kepçeden kıpkırmızı toprağa bulanmış suların boşaldığını da. O sular bu güzelim koruluğun kanlarıydı bana göre, canhıraş çığlıklarını duymuyordunuz kaçışan canlıların ezilen hayvancıkların her kazıdığınızda göklere yükselen inleyişini toprağın...
Gülhan Çeliktaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.