- 379 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Söz Ola..."
Dünyada söz sahibi olan güçler kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için insanı olmayan nice nice haince yöntemler uyguladıkları bilinmektedir. Yöntem olarak altın kural öncelik; böl ve yönet taktiği… Fazla geriye gitmeye gerek yok örnek aramaya: Tito’nun Yugoslavya’sı vardı. İçinde çeşitli halkların bir arada barış içinde yaşadığı güzel bir ülke. Ki, Tito II. Paylaşım Savaşı sonunda ülkesine ABD ve Stalin ordularını sokmadan kurmuştu devletini. Hatta bu ülke doğu ve batı blokuna dâhil olmayan 3. Dünya ülkelerinin başını çekiyordu.
AB ülkeleri, Avrupa’nın ortasında büyük bir devlet olmasını hazmedemediler. Irkçı söylemlerle ülkede iç savaş çıkartıldı. Büyük kıyımlar, dayanılmaz acılar yaşandı. Ülke bölündü. Tarihe karışan Yugoslavya toprakları üzerinde 7 devlet kuruldu. Tam barış var mı O topraklarda yetesiye? Elbette hayır.
ABD’nin siyah derili kadın dış işleri bakanı, BOP planı çerçevesinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında yirminin üzerinde ülkenin sınırlarının değiştirileceğini söyledi. Ve plan adım adım uygulanıyor. Irak, Libya kan gölüne döndü ve parçalandı… Halk ayaklanmaları, işgallerle ülkeler bölünüyor. İnsanlar ölüyor! Ve demokrasi getireceğiz safsatası haliyle sarı bir yalan. Sonuç: Ülkelerin zenginlik kaynaklarına el konuyor.
ABD ve AB ülkeleri, Sevr Antlaşması ile parçalayamadıkları ülkemizi evet Türkiye Cumhuriyetimizi tıpkı BOP planıyla parçaladıkları ülkelerin akıbetine uğratmak istiyorlar. Batının, Doğu Sorunu olarak ifade ettikleri paylaşım planı olan Sevr Antlaşmasını güncelleyerek önümüze koyuyorlar.
Atatürk ve silah arkadaşları Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı Ulusumuzun maddi ve manevi bütün güçlerini seferber ederek zafere ulaştırdı. Ve yıkılan Osmanlı’nın külleri üzerine yeni bir devlet kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti. Genç cumhuriyet, Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma amacıyla hızla kalkınma savaşımını başlattı. “Yurtta barış, dünyada barış” şiarıyla bölgesinde ve dünyada barışı önceleyen örnek bir konuma geldi.
“Sü* uyur, düşman uyumaz.” Demiş atalarımız. Düşman demeye hakkımız yok devletlere. Ki, her devlet kendi yurttaşlarının çıkarı için politika üretir. Adını andığımız batılı devletlerin zenginlik kaynaklarımıza, boğazlarımıza aç kurtların kana olan dayanılmaz iştahları gibi iştahları hiç bitmedi, bitmeyecektir.
Bundandır ülkemizin fay hatlarını kaşımaları. 70’li yıllarda sağ sol çatışması yaşandı. Deyim yerindeyse kan gövdeyi götürdü. Yine aynı yıllar içinde mezhep ayrılıkları körüklendi ne dayanılmaz acılar tattık ulusça. Ve 80’lerde ayrılıkçı terör patlak verdi. Sorun hala çözümsüzlük girdabında! Ve darbelerle demokrasimiz onulmaz zarar gördü.
Ulus olarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda dış düşmana karşı tek vücut olma başarısını gösterip işgalci düşmanları yurttan attık. Günümüzde de bölgemiz ve dünyada güçlü saygın bir devlet olarak yaşama adına kısır siyasi çekişmeler, kişisel çıkarlardan feragat etmeliyiz. Kale içten fethedilir denir. İç cepheyi güçlü kılmak adına aramızdaki farklılıkları zenginlik kaynağı olarak görmek bizleri birbirine bağlayan bağları güçlendirmek gerekir. Tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşında tek vücut olduğumuz gibi…
Bu topraklarda, eserleri ve de özdeyişleriyle insancıl duygularımızı kabartan ne güzel insanlar yetiştirmiş. Barış içinde, huzurlu yaşayabilmek adına gönül insanlarımızın sözlerinin engin anlamlarını içselleştirelim artık.
“Söz ola kestire başı, söz ola kestire savaşı, söz ola ağulu aşı bal ile yağ eder bir söz.” Yüzyıllar ötesinden söylemiş Türk Dili’nin büyük ustası Yunus’umuz bu sözleri. Ve “İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür. Ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür.” Diyor Mevlana hazretleri. Sözün önemini böylesine yücelten Anadolu ve Türk dünyasında daha nice gönül insanlarımız yaşamış. Bu sözlerden ders alınsaydı zamanlarının iki Türk ve Müslüman cihangiri; Yıldırım ve Timur birbirlerine şöyle hitap ederler miydi?
“Rum diyarında melik olan Yıldırım Bayezid. Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık âleminin en büyük kısmını tab’amız haline getirmiş bir hükümdarız. Bu görülmemiş işi, tek başımıza yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler miras almış değiliz. Aklını başına topla ve Kara Yusuf’la Ahmet Celayir’i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının.
Bayezid: Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Şöyle mi ẓan idersin ki, ben Acem padişahları gibi olam, veya askerüm deşt-i Ḳıpçaḳ-i Tatarı gibi avare ola veya Hint taifesi gibi başıboş ola. Bizim askerlerimiz, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, bizim askerleri Şam ve Halep askerlerine de benzetmeyesin.”
Bu iki cihangir 1402’de Ankara Savaşı’nda karşılaşır. Savaşın galibi olur göreceli olarak. Timur kazanır. Sonuç: Türk birlikteliği ve de İslam zarar görür. Bu iki cihangirin Yunus ve Mevlana’nın altın değerindeki sözlerini bilmedikleri düşünülemez. İkisinin de yanlarında devirlerinin bilim insanlarının var olduğunu tarih bize fısıldıyor. İkisinde de hırs ve kibir, büyüklük taslama akıl melekelerini kör etmiş elbette.
Aynı biçimde Yavuz ve Şah İsmail mücadelesi… Türk ve Müslüman iki güçlü karakter… Mezhep ve iktidar kavgası… Yıldırım-Timur örneği birbirlerine hakarete varan sözlerle mektuplaşmalar. Sonuç: Tıpkı Ankara Savaşı’nın akıbeti gibi… Kaybedenle aynı… Ve her iki savaşta askerlerden öte binlerce masum insanın acılar yaşaması… Sıkı durun:
“ Hain, terörist, fetöcü, cibilliyetsiz, zürriyetsiz, haysiyetsiz, namert, şerefsiz, kalibreniz, nebbaş, tezek, müsvedde, edep yoksunu, edep fukarası vs. olduk.” Bu sözleri siyasilerimizin azgınlarından çıkıyor. Muhatapları da aynı sözleri söyleyene aynı tonda iade ediyor. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı olarak karpuzun ortadan bölünmesi gibi bölündük. Gazeteci Uğur Dündar’ın deyişiyle “Bir devlet iki millet haline geldik.” Siyasilerimizin yüzünden düşen bin parça. Yüzü gülen, azıcık espri yapan siyasi şahsiyetleri gören beri gelsin.
“Bir tatlı tebessümün bin vuslata (kavuşma) bedeldir diyordu sanat güneşimiz Zeki Müren…
Sözün özü, “Balık baştan kokar”, “Hoca kabahat ederse cemaat ….” Öncelikle bu güzel ülkenin kaderini elinde tutanlar olmak üzere, siyasilerimiz, kanaat önderlerimiz ve de hepimiz hoyratlığı, hodkâmlığı bir tarafa bırakıp Yunusların, Mevlanaların barıştan, dostluktan yana tatlı dilleriyle konuşmalıyız. Aksi takdirde şehit kanlarıyla sulanarak kurulmuş bu güzel ülkeyi gelecek kuşaklara güvenle Misakı Milli sınırları içinde teslim etme olanağı tehlikeye girer.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.