- 604 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-6
1
Guillaume Apollinaire - Mirabeau Köprüsü
Gönderen : Ucanistanbullu
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından
Ve şu bizim aşkımız
Olur mu durasın şimdi anımsamadan
Sevincin geldiğini ancak acının ardından
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın
Ve aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın
Köprüsü altından kollarımızın
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi
Akıp gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Günler geçiyor günler haftalar yaman
Ve dönmüyor geri
Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
apollinairenin en güzel şiiridir.pariste yaşanan hayatın akışını resmeder nehrin akışını zamana özdeş tutmuştur şair.çevresine olup bitenlerin durağanlığında seyirci kalmıştır hayata.yorgun bir mutluğun özlemiyle sevgilisini anımsar şair.beklenti hayatın normale dönmesi yönündedir.bu döngüyü yaşayan şairin şikayetçi olduğu yalnızlığının kalıcılığını vurgular paristeki hayatın çalsana saat insene ey gece derken.ama nafile... düzenli bir hayat bulunmaz insanların bakışında.tutsaktır bir bakıma keşmekeşliğe.sıradanlığın küçümsendiği bir sağanaktır hayat pariste herkesin hayatından bir şeyler kopardığı fırtınalı dalgalar içinde.
2
Louis Aragon - Bırakıp Gittin Beni
bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için
ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
intiharın kıyısında gezindiği hayatı elsanın gözlerinde aratır aşkla dolu bir sarhoşluğu.dadaist şairlerde bulunan bunalımla parisin sığıntı hayatlarında arar ölümsüzlüğü adeta.bir rüya gibi gelir insanlara hissedilerek okunduğunda şiirleri.umutsuz hayatlara ayna tutar özgürlük tutsaklarına adeta.modern şiirin bütün öğeleri bulunur poetikasında.umutsuzluk yaşam biçimi gibi bir romantik bakış sunar salonlara sinemasal hayatı arayan yolculara.ayağına düşen gölgene acıdınmı sen hiç derken şairin bir dünya büyüttüğünü sezdirmek ister aşkına.
3
Antonin Artaud - Yakarı
YAKARI
Kafalar ver, bize ateş olsun, kor olsun.
Göksel yıldırımlarla yanmış kafalar,
Uyanık kafalar, adamakıllı gerçek kafalar,
Yansıyarak senin varlığından gelsin.
İç’in göklerinde doğurt bizleri,
Sağnaklı uçurumlarla delik deşik
Ve bir esrime dolaşsın içimizi,
Bir cırnakla akkor halindeki.
Açız işte, açız, doyur bizi Yıldızlar arası sarsıntılarla.
N’olur göksel lavlar aksın
Kan yerine damarlarımızda.
Ayır bizi, böl, parçala bizi,
Ateşten ellerin keskin yanıyla.
Ölünen o yeri ölümün de uzağında
Aç işte üstümüze o alev kubbeleri.
Silkele, beynimiz sarsılsın,
O senin görgün ve yordamın içre,
Yeni bir tufanın pençeleriyle,
Bozulsun zekâmız, alt üst olsun..
artaud denince deliliğin dibini bulmuş bir zekanın tanrısal iradeye savaş açması akla gelir.bir nevi inancın insan benliğine işleyen kalıplarıyla savaşır şair.amaç özgürlüğü elde etmek mi sanmam.yaşamın gizine ulaşma arzusu tükenmiştir aykırılığın cehennemine varınca.belkide tarihin en aykırı şairidir insanın içini acıtan hayatıyla.masumane bir gözlemle hayatı kabullenme noktasında insan bencilliğinin zehrini kusar riyakar bakışlara.nolur göksel lavlar aksın kan yerine damarlarımızda.hayatın sınırlarını yoketme biçimidir vahşet tiyatrosu.hala güncelliğini koruyan şiirleriyle susturulmak istenir insani şaşaa.acısını tarihe gömen yazgısıdır hayatını sahneye çıkaran.
4
El Desdichado
Garibim,yaslıyım, yok derdime çare bulan,
Kalesi elden gitmiş Aquitaine’li beyim ben:
Bir tek yıldızım söndü, darmadağın sazımdan
Karasevda’nın kara güneşidir akseden.
O mezar gecesinden, ey tesellim bir zaman,
Pausilippe’i, İtalyan denizini ver geri,
Ve o çiçeği, dertli gönlüme merhem olan,
Çardakta asmalarla sarmaş dolaş gülleri.
Phoibos, Amor muyum?… Lusignan mı, Biron mu?
Kraliçenin öptüğü alnım hâlâ kırmızı;
Mestolmuşum mağarada yüzüyorken su kızı…
İki kere muzaffer, aşmışım Acheron’u:
Orphée gibi duyurmuş sazımın her kirişi
Kâh bir peri çığlığı, kâh bir kız iç çekişi.
gerard de nerval
Çeviren: Afif OBAY
aşk hayatı konusunda talihsizlik yaşadıktan sonra hayal aleminde yaşamaya başlar.mitolojinin etkisinde kaldığından vefasız aşkı için çok üzülmüş olmalı ki hayatını zehir etmiştir bu ayrılık.kimi insanlar aşkı daha derinliğine yaşar.ayrılık için bir bahane bulamazlar ve sağlıklarından olurlar.bu da tanrısal bir alamettir insanlar için.hele nerval gibi tarihin acısını kalbinde hisseettiyse.şiirleri oldukça dokunaklıdır.ve o çiçeği dertli gönlüme merhem olan derken tabiata karşı ne kadar duyarlı olduğu anlaşılır.çılgınlık derecesinde saplantıya dönüştürmüş olduğu kadın için defalarca tedavi görmüştür akıl hastanesinde.sevgilisinin ölümü üzerine pariste kendinim asmak suretiyle intihar etmiştir.
5
cehennemde bir mevsim-arthur rimbaud
Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne
bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların
döküldüğü bir şölendi.
Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik
edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.
Bayrak açtım adalete karşı.
Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı.
Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.
Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak
üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak
geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.
Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir
düşteymişim.
"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp
tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.
"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle
bağışlanmaz günahın."
Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha
bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda
kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,
öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için
kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları.
şiirlerini henüz 17 yaşındayken yazmış bir şair kimliğiyle şiir anlayışını tartışma konusu yapmıştır daima.pariste geçirdiği hayat tartışma konusu olmuştur.verlainle arkadaşlığı magazin konusu olmuştur şiir meraklıları için.serseri hayatınna son verdikten sonra şiiri bırakmıştır erken yaşta.sanata olan inancı kısa sürmüştür hayat onu inancını yitirmesine neden olan sınavlardan geçirmiştir.bu şiirinde doğunun görkemini yaşatır yitirilmiş şölenlerde atılan kahkahaların anlamsızlığında
6
bu gece en hüzünlü şiir
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu
Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta
Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı.
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.
Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece
Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında
Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim
O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.
Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla
Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi.
Ota düşen çiy gibi, düşmekle şiir cana
Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.
Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana
Hepsi bu. uzaklarda şarkı söylüyor biri.
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca
Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi
Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana
Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim
Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona
Ellere yar olur. öpmemden önceki gibi.
O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla
Artık sevmiyorum ya severim belki yine
Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda
Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca
Belki bana verdiği son acıdır bu acı
Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona
pablo neruda
bu şiiri rastgele seçtim birlikte okuyalım.bir imge çağlayanı gibi akıyor şiir.sevgili vazgeçilmez tutkusunu hissettiriyor her an.saçlarından öpmek gibi geceyi solmuyor kalbine düşen ilham.insanlık için bir sevda büyütmüş özgürlük aşkı.tenin şehvetiyle alevleniyor özlem.kavuşmak imkansız gibi görünse de sevdadan yana coşkundur yürek.belki bir gün yeniden sevme hayaliyle hayatın içinde aşka yer bırakmıştır şair.uzaklaştığı kötülük dokunamaz kalbine asla ışıyan gözlerine nefreti yakıştırmadığı yüceliklerde gezinen kalbinde yeşerttiği devrim
7
Yannis Ritsos - An
Harabeye dönmüş bir denizci mahallesi. Uykulu gece lambaları.
Köhne meyhaneler sıra sıra dizilmişler umutsuzca
Devlet hastanesi kapısında bekleyen yoksul kadınlar misali.
Karanlıkta sokak. Erkenden uyumayı düşünmüş herkes.
Fakat ansızın
Aydınlanıyor meyhaneler son iskemlesine dek,
Bir delikanlının ak pak kahkahasıyla. Ve hemen akabinde
Duyulur sesi sonsuz, değişmez, yenilmez denizin.
şehirler denizle iç içe geçmiştir.martıların çizdiği rotaya göre yaşar bilgiçler.nedensiz yaşayan insanlar için uğraktır sahiller ve rıhtımlar.kumsalda yaşayan bir dalgınlığı böler bir budalanın kahkahası şiir böyle bir tablo çiziyor zaman içindeki anda.denizin tembelliğe karşı yenilmez yazgısıyla yaşar insanlar zorlukları bölüşen yoksulluğa karşın.bir nedeni yok tarihin içinden zaferle çıkan insan talihinin.bir ulviliği taşımaz hayatın yüküne rağmen pervasızlık.şair bunları anlatıyor galiba
8
Rainer Maria Rilke - Güz Günü
Gönderen : Ucanistanbullu
Tanrım, tam zamanı. Ne görkemliydi yaz.
Düşsün günışığına gölgen
ve rüzgâr okşasın çayırları.
Yetişsin buyruğunla güz meyveleri de;
eriştir erginliğe, bağışla,
birkaç sıcak gün daha; ve son tadı
akışsın keskin şaraba.
Yuva kurmaz artık, yurtsuz olan.
Yalnızdır, yalnız kalır uzun zaman:
uykusu kaçar, okur, sarılır mektuplara ve yeniden
dolaşır durmadan tedirgin
dökülürken yapraklar yollara.
takvimlere bir serenaddır şiir.gün ışığı tanrının varlığıyla aydınlatır yüzleri.bir bakıma tanrının lütüfkarlığıdır bağışlanmış güzellik.ve yolculuktur tabiat içinde insanın rölü.her gün biraz daha değişerek arayış içinde acının olgunlaştırdığı ruhla.insan için tanımı zor bir çabadır güzelliğin dışına çıkma özgürlüğü tanrı buyruklarının dışında arama gayreti.
9
BALKON
Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı
Ey beni şâdeden yâr, ey tapındığım kadın.
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O cânım akşamları elbette hatırlarsın.
Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı.
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söylediysek çoğu ölmeyecek şeylerden!
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kâinat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,
Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var.
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Seçerdim o karanlıkta gözbebeklerini
Mestolur, mahvolurdum nefesini içtikçe
Bulmuştu ayakların ellerimde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde
O "mestinâz" güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücudundan kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler,
Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır?
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler.
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!
derin sezgilerle yazılmış bir şiir.güneşlerki en derin
denizlerde yıkanır
derken aşkın tabiatı yeniden anlamlandığı üzerinde durur.
sevgilinin hayali asla solmayan bir renkle
uçurum korkusunu yaşatır adeta.
duygu adeta ölümsüzleşir o anlarda
ifade gücünü coşkunluktan alan bir pınardır aşk.
Charles BAUDELAIRE
Çeviri : Cahit Sıtkı TARANCI
10
Helena
Gök! benim... geliyorum ölüm mağaralarından,
Duymaya çarpışını sahile dalgaların,
Görüyorum altın kürekli kadırgaların
Belirişini şafakla karanlıklardan.
Ünlüyor kralları şimdi bu yalnız eller,
Tuzlu sakalları parmaklarımı eğlerdi;
Ağlıyordum. Onlar utkularını söylerdi
Ardında gemilerin uzaklaşan körfezler.
Duyuyorum boynuzların, süel boruların.
Kalkışına tempo tutuşunu küreklerin
Boğuyor gürültüyü türküsü tayfaların.
Şanlı burnunda gemilerin, coşkun tanrılar,
O eski gülüşleriyle dövdüğü denizlerin
Yontuk, dost kollarını bana uzatıyorlar.
Paul Valery
Çeviren: İlhan Berk
bir çeşit mitolojik şiir denemesinin ilk örneklerinden.şair fazlasıyla özgür olduğuna inanıyor dalgalar aşkla vuruyor kıyılara.denizcilerin yaşamı denizin tuzunu taşıyor tenine.hiç sönmeyecek zafer sarhoşluğuyla uğurlanır gemiler.güç ve kudreti hissetmiştir şair.ve inancı karşılığını bulmuştur tabiat üstü güçlerin verdiği güvenle.
11
Ted Hughes - Çığlık
Gönderen : Ucanistanbullu
Çocukluk odamın duvarında bir resim gibi duran
Güneş vardı. Ve mezar taşım vardı,
Düşlerimi paylaşan, gülerek yeyip içen benimle.
Günboyu ustalığını ilerletirdi doğan
Ve gece bile sürerdi bu büyülü uğraş.
Tembel tembel yatardı dağlar bulutlu kamplarında
Ve bir güzel aktarırdı toprağı solucanlar.
Tunç et tunç bir susuzlukla kıpırdardı,
Ana kucağında yeni doğmuş bir bebek gibi
Yatardı elinin altında güneşin.
Ve o anlamsız demir ağırlıklar
Birdenbire küt diye düşen insanın üstüne
Bir yiğitlik ve yerini bilme duygusu verirdi bana salt.
Başları ezilmiş tavşanlar gördüğümde yollarda Bilirdim Samanyolu’nun büyük çarkıyla döndüğümü.
Üstlerinde çiy gibi kan damlalarıyla dana başları sırıtırdı
Maskeler gibi tezgâhlarda ve dans ederlerdi güneş ve ay.
Sonra arkadaşım, içinden bir şey çıkarmak için
Kestikleri yüzü dikişler içinde,
Kaldırdı elini,
Gülümsedi bir yarı-komanın içinden,
Taştan bir tapınak gülümsemesi.
Ve ben de açtım ağzımı kutsamak için -
Ama sessizlik tıkandı boğazıma bir yumruk gibi.
Taştan bir hançer gibi, sert, kenarları çentikli,
Donup camlaşmış dilsiz bir lav topu:
Çığlık
Kendini kustu.
masumiyetini yitirmiştir hayat.çocukluğunu anlatan kesitlerle tamamlanıyor şiir.belkide şairi intiharın eşiğinde tutan bu yalansız hayatın zorladığı sadakattır.kutsal ruh kudretiyle güvende tutar bu düzeni zaman zaman varlığını hissettiren yakınlıklarla.çığlık kendini kustu derken başıboş hayatın kabullenme noktasında vazgeçilemezliğe karşı yenik düşeceği inancını taşır şair.bir zorunluluksa hayat asla yenilgiye uğramaz erdem.
12
Paul Verlaine - Duygusal Söyleşi
Buz tutmuş o ıssız eski park içinden
İki hayaletti demin kayıp geçen.
Gözleri sönmüş, gevşemiş dudakları,
Güç duyulur neler fısıldaştıkları.
Buz tutmuş o ıssız eski park içinde
Geçmiş günlerden söz etti iki gölge.
- Eski coşkumuzu anımsıyor musun?
- Ne diye anımsayayım istiyorsun?
- Yüreğini yine titretir mi adım,
Yine girer miyim düşüne? - Yok canım!
- Ah o dudaklarımızın birleştiği
Anlatılmaz mutluluk günleri! - Belki.
- Gök masmaviydi, umut koskocaman.
- Umut kaçtı kara göğe darma duman.
Böyle geçtiler yoz yulaflar içinden;
Yalnız geceydi sözlerini işiten.
bir an için hayatı yaşama biçimleri üzerinde düşünülmüş sözcükler.hayatın tuhaflığı üzerine yazılmış şiirler.hayat hangi şartlarda aşka fırsat tanır.ve aydınlığını doğanın duyumsuz tanıklığından alır anılar.büyülenmiş sevgilinin coşkusu sönmeye mahkumdur bu dokunaksız lirizm içinde.yalnız geceydi sözlerini işiten.kaç kişiliktir hayat bunu sorgular ümidi sahnelemenin güçlüğüyle.
13
GÜNEŞ TAŞI’NDAN
...
sözsüz konuşan sessizlik,
bir şeyler söylüyor mu? duyuluyor mu bir çığlık?
yeni bir şey olmuyor mu zaman geçtikçe?
-olmuyor bir şey, yalnızca güneş
göz kırpıyor, bir devinim sayılmaz bu,
geri vermiyorlar bize hiçbir şeyi, zaman dönemez
geri, sonsuza dek cansızdır ölüler
ve ölemezler
bir başka türlü, dokunmak yasaktır onlara,
donmuş bir halde, kendi ıssızlıklarında,
gömütlerinden gözlerler bizi,
umarsızdırlar, bizi de fazla izlemezler,
şimdi yaşamlarının bir yontusudur ölüm,
sonsuza dek hiç olmuş bir varlık,
bir hiçtir her dakika da,
yüreğinin atışını kollar bir hayalet kral
ve son bakışın, biraz değişse de
belirir bir maskta:
yaşamımızı simgeleyen bu anıt,
deneyimsiz ve yabancı gibi duruyor,
çok az benziyor bize,
-ne zaman gerçekten bizim oldu yaşam?
ne zaman kendimiz gibi olduk?
kötü tanınıyoruz, bir baş dönmesi ve boşluktan
başka bir şey değiliz, bir çiziğiz aynada,
dehşet ve kusmuk tanımlar bizi, hiçbir zaman
bizim olmadı yaşam, hep başkalarının oldu,
hiç kimsenin değildir yaşam, yaşam bizimdir-
ötekiler hep yediler güneşin ekmeğini,
...
...
biziz ötekiler-
ben kendimden başka biriyim, davranışlarım
bana daha çok benziyor, başkaları gibi
davranırken, kendim olmak için başka biri olmalıyım,
bırak kendini, başkalarında
ara kimliğini, başkaları da yok
eğer ben yoksam, başkalarıdır veren bana
varlığımı, ben kendim değilim,
ben diye bir şey yok, hep biz varız,
yaşam başka biridir, senin ve
benim ötemde, hep ufukta,
bizi öldürür ve yabancılaştırır yaşam,
yüzümüzü ortaya çıkarır sonra da, onu eskitir,
varlık için açlık çekeriz, ah ölüm, ekmeğimiz,
Mary, Persephone, Heloise, gerçek yüzümü
görmem için gösterin bana
yüzünüzü, öteki yüzünüzü de,
sonsuza dek hepimizin olacak yüzüm,
yüzü olacak ağacın ve ekmeği yapanın,
şöförün, bulutun, denizcinin,
güneşin ve buharın yüzü olacak,
Peter’i ve Paul’ü imleyecek, bu yalnızlar takımını da,
uyandırın beni,
çoktan doğdum ben:
yaşam ve ölüm
bir anlaşma yaptı içinizde, gecenin hanımı,
berraklığın kulesi, şafağın kraliçesi,
ayın bakiresi, denizin annesi,
dünyanın gövdesi, ölümün evi hep usumda,
hep yuvarlanıyorum doğduğumdan beri,
...
Octavio PAZ
Çeviri: Nice DAMAR
şair bir bakıma sorguluyor hayatı yaşamın bize verdiği rölle.kendilerini bu röle kaptıranlar için anlamsızdır aynalar ve güneş.yapmacık davranışlar hayatımızdaki hakikatı uzaklaştırmıştır bizden.yeniden bulmak arzusu çaresizdir bu durumda.ölüm unutulmaya mahküm bir anlaşmadır içimizde.o günden sonra yol alıyoruz berraklığı bulmak için.şiir bu durumu ifade etme güçlüğü yaşıyor.inşa edilen şehirler içinde yabancılık çeker yazgısına şair.sözsüz konuşan bir sessizlik içinde dinler zamanın müziğini.
14
Rüzgarın Yırtık Yeri
Şair: Metin Altıok
Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı,
Sen kimin yetimisin,
Kimi bekliyorsun durduğun yerde?
Sağır bir günün sonunda dilsiz bir gece
Sarıp sarmalıyor seni,
Gökyüzü gıcırtıyla kapanıyor üstüne.
Bak ömrün yarılandı,
Karanlığı kullanmayı öğrenmelisin.
Yazısı akmış ıslak bir sayfa elinde,
Yara bere içinde morarıyor şiirlerin.
Artık tutunacak kimsen kalmadı,
Nasıl biliyorsan öyle düğümle zamanı.
Bütün ölümleri gör,
Birini evlat edin kendine.
Oysa sen, boş bir kabın taş darası.
Yine de denkleştirip gidiyorsun hayatı.
Tuzağa yem, hançere bağ oluyorsun.
Zehire katıyorlar seni, şair ne duruyorsun
Gemilere bin, trenlere atla.
Kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan
Kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.
Ne kadar tıkasan kulaklarını,
Duymamaya çalışsan
Göğsünde bir titreşimdir konuşmaları.
Görmesen seslerden anlıyorsun.
Kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı.
Çakılısın buzdan çivilerle
Boynu bükük bir haçın üstünde.
Yerde buluyorsun kendini her sabah,
Yeniden gerilmek üzere,
Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
Daha ne bekliyorsun durduğun yerde?
Katmerli yalanı gördün, yalınkat gerçeği,
Bilicinin ürpererek söylediği
Sevgi gereksinimlerini gördün kimilerinin,
Tırnaklarını denemek için
Yılanın deri değiştirmesini,
Gülüşün kurdunu, sineğini gözün;
Yüreğinde bir ağaç gürültüyle devrilirken,
Aksayarak yürüyen umudun arkasından
Gülün kanayan hüznünü gördün.
İşte tanıksın ölümün pazarlık ettiğine
Toptan ve perakende,
Pantolon ütüsünün keskinliğine,
Bozulup bütünlenmesine paranın,
Mevsimsiz bir çocuğun kekre yüzüne,
Yabancı işçiliğine martının
Deniz olmayan bir uzak ülkede,
Daha binlerce, binlerce şeye.
Yaz bunları ve imzala sana yetecekse.
Bana delik deşik bir yürekle
Pası küflü, çürümeyi söyle.
Yangın yerlerinin katran gözyaşlarını,
Bana göçüğün kırık kemiklerini,
Sancısını suyun, rüzgarın yırtık yerini
Ve bunlardan payına düşeni söyle.
Ne kadarı kaldı babandan,
Sen ne ekledin üstüne,
Acının sana getirdiği ürem ne?
Şair bana mutluluktan söz etme,
Beyaz baston kullanan bir dille.
İşte tanıksın daha nelere?
Testi gömüyorlar göğsüne eskisin diye,
Keçe gibi kimi zaman, parlatmak için
Bakır kaplara sürüyorlar seni
Şair hiçbir tansık bekleme,
Dolaş yıkıntılar, çöplükler içinde,
Sen ey gülünç ve deli mesih;
Ölmeyi bilmediğine göre,
Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
Pelteleşmiş yapışkan haçını
Islık çalarak sokaklarda sürükle
madımak katliamında barbarların fitnesiyle kırk aydınla birlikte yakılarak öldürüldü.suçlular
bulunamadığından bir faili meçhul olarak kaldı ölümü. şiir türkiyenin yaşam anlayışını korku
ve güvenle birlikte bir izlek sunar geri kalmışlığa.yaşadığı dönem gözönünde tutulduğunda
toplum baskısının ne denli ürkütücü boyutlarda olduğu görülür.günümüzün sinik kültürü
bu tür duyarlıkları yoketmiştir.
15
Cascando / Samuel Beckett
1.
neden sadece halinden
ümit kesilsin
sözcük barınaklarının
düşük yapmak kısır olmaktan daha iyi değil mi
sen gittikten sonra saatler öyle ağır ki
hemen hep sürüklemeye başlayacak
arzunun yatağını kör gibi tırmalayan pençeler
eski aşklar büyütünce kemikleri
seninkiler gibi gözlerle dolmaya görsün yuvalar
hemen olması hiç olmamasından daha iyi değil mi
yüzlerine sıçrayan karanlık arzu tekrar
söylüyor dokuz gün asla yüzdüremedi batan aşkı
ne de dokuz ay
ne de dokuz ömür
2.
tekrar söylüyorum
öğretmezsen öğrenemem
tekrar söylüyorum bir son var
son defanın bile sonu
yalvarmanın son seferi
sevmenin son seferi
rol yapmayı bilmemeyi bilmenin
söylemenin son seferinin bile bir sonu var
beni sevmezsen sevilemem
seni sevmezsem sevemem
bayat sözlerin yayığı gene kalpte
eski lavabo pompasından aşk aşk aşk diye fışkıran ses
dövüle dövüle kesilmiş sütün suyu
değiştirilmesi imkânsız sözcükler
korkutuyor gene
sevmemek
sevmek ve seni değil
seviliyor olmak ve senin tarafından değil
rol yapmayı
rol yapmayı bilmemeyi bilmek
ben ve seni sevecek olan diğerleri
severlerse seni
3.
sevmezlerse sen
insan hayatında inancın durduğu yer.bunu arar yapıtlarında beckett.hikmetin kayalıklarında köleliğe dönüşmüştür eylemsizlik hali.haklı bir itiraza mahal bırakmamıştır insan ruhunda acılara neden olan bukağılar.bilginin tanrıyı arama safhasına geçmek için düşünür kalıplar içinde bir deney faresi gibi bilinmezliğin kuyusunda.keşfedilmek istenen ruhu güven duymaz bataklığa davetteki oyunun sahteliği.duygu arayışın öznesi olmak ister.bilginin boşluğa bakan aynası anlamlandırmaya yetmez hayatı.
16
charles bukowski-yaprakların trajedisi
kuraklığa uyandım ve eğreltiotları ölüydü,
saksı çiçekleri mısır gibi sararmış;
kadınım gitmişti
ve boş şişeler kanı çekilmiş cesetler gibi
sardı beni işe yaramazlıklarıyla;
güneş hala iyiydi ama,
ve ev sahibemin notu bükülmüş
hoş ve talepsiz saramışlığında; şimdi gereken
iyi bir komedyendi, eski tarz bir şakacı
absürd acı üzerine şaka yapacak; acı absürddür
çünkü vardır, hepsi bu;
dikkatle traş ettim eski bir jiletle
bir zamanlar genç olan ve
dehası olduğu söylenen adamı; ancak
yaprakların trajedisi bu işte,
ölü otlar, ölü bitkiler;
ve karanlıklar bir hole yürüdüm
ev sahibemin dikildiği
tüm nefretiyle dediğim dedik,
sallayıp şişman, terli kollarını
canın cehenneme diye yırtınıp
yırtınıp kira kira diye
çünkü yamuk yapmıştı dünya
ikimize de.
her şeyin sonuna gelinmiştir.şair küçük dünyasıyla hayatın anlamı üzerinde durarak sorgular çevresini.güneş hala iyiydi, derken hayattan alınacak tatların varlığından söz ediyor.hayatı berbat hale getiren insanların anlayışsızlığı olmalı.tabiat bütün çürümüşlüğüyle insanın yalnız kaldığı anları anımsatır.suç bulunamazdı bu durumda insanlar için.an için yaşamak bir nevi yüce idealleri terketmek anlamına geliyordu..şair belki yanlış yerde duruyordu dağınık haldeki insancıllığıyla.insanlardan anlayış beklemek mümkün değildi bu durumda.onca ihtişama rağmen küçük hesaplarla yaşayan bir şehrin yazgısını anlatır bütün çıplaklığıyla şair.belki etik bulmuyor olabilir ev sahibinin konuşmalarını.hayatın çekilmez yüzüdür her iki taraf içinde yalnızlık korkusunu yaşatan şehrin müziğini dinlemek.anlayışsızlık bir nevi iletişimsizlik gibi insanları çekilmez hale getiriyor.anlaşılıyor gibi yapılacak tek şey kirayı zamanında ödemek.
17
susarak-aziz nesin
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde...
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde ...
gerçekten insanlar hayal gücüyle sınırlamış yenilikleri.her şeyin bir tekrar olduğu sanısını uyandırır sözler.ama benzerlerin dışına çıkmak için geceleri anlatmakla bir farklılık getiriyor sevgisine.insan kalıpların dışına alışılmışlığın imkanlarını kullanmakta çıkabilir.çünkü sonsuzluğu yakalamak gibidir hayat.şair yalnızca özlemle anlatıyor duygularını.gösteriş ve yapmacık aşkların tuzağına düşmeden en doğal haliyle bir kıymet kazandırıyor zamana.şair bir başka seven yok benim sustuğum biçimde derken aşkla anlamlandırılmış bir hayatın kavgasına dikkat çekiyor.insan suskunluğuyla protest bir tavır takınabilir.bunu anlamakla insanların saygısını kazanma isteğini dile getiriyor.
18
8.10 Vapuru
Şair: Cemal Süreya
Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar
Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar
Sesinde ne var biliyor musun
Söylenmemiş sözcükler var
ikinci yeninin en önemli şairidir.sözcükleri insanı yormaz bir rüyada yaşadığınızı hissedersiniz.onun için şiirlerini sevda sözleri adıyla kitaplaştırmıştır.sadece tabiatı tasvire girişmemiş şiirden coşkulu bir ırmak yaratmıştır.içinde hayata dair ne varsa sessizlik içinde çağlar imgelerinde.bir bulutun yürüdüğünü görürsünüz içinizi hoş tutan bir yaz akşamı serinliğinde.eğilip bükülmeyen türkçesiyle şair çağa tanıklığını hala sürdürür dalgaların kıyıya vuran köpüklerinde.bir çocuğun gülümsemesi görünür aynalarda onca tutsaklık eşkaline rağmen canavarların.bir vatan ve kadın için yaşama sevinci büyütür ev içlerinin ılıklığında
19
BURSA’DA ZAMAN
Bursa’da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.
Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.
Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk..
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
Ahmet Hamdi TANPINAR
tanpınar türk edebiyatının önemli bir kişiliğidir ortaya koyduğu yapıtlarıyla.maneviyat yüklü şiirleri bir çok yazarı derinden etkilemiştir.bir kuşak onun kitaplarıyla mukaddesatı tanımış dini düşüncenin derinliğine inme imkanı bulmuştur.metafizik boyutu inkar edilemez bir gerçeklikle yaklaşır insan tabiatına.ibadet ahlak ve inanç üzerinde en değerli yapıtlar veren bir öncü olarak görme kifayetiyle yaklaşabiliriz anlam dünyasına.yazar insanın eşyada bıraktığı iz üzerinden insan ruhunun maddeye işleyen yaşanmışlığı aktarır yapıtlarıyla.okuyanlar bilir yazılarını insanın huzuru bulmada katedeceği yol varoluşçuluk düzeyinde bir arayışa yönlendirir çizdiği metaforlar.insan doğasındaki itikat olgusuna kattığı fıtrattaki ilahi bilgiyi keşfetme yolculuğuna çıkarar hikmete talip olanları.
20
Yeryüzü Ayetleri-furuğ ferruhzad
O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti
Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.
Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar
Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.
Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.
Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler
Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi
Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.
Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.
Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.
Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.
Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna
Ola ki…
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu…
Ah tutsağın sesi…
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi…
Çeviri: Onat Kutlar – Celal Hosrovşahi
ifade gücü yüksek şiirler yazdı şair.nerden bilebilirdi bir ulus onurunu kurban verdiğini karanlığa.yitirilmişliği yok etmeyecektir soğuk namlular.evet güneş ölmüştü ve hakikat betonlaşmış dudaklarda gülümsemeyi unutmuştu.bir hülyaya dalma şansı tanımaz yalnızlığın dışına çıkma zorluğu.yaşamın fotoğrafına bir anı düşürmek yordamıyla çiçeklere yaklaşmanın hüznüyle aynalardaki suretine içerler yazgısına düşen yenilgilerin.aydınlıkta görmüştür yaşantısını.bunu yoketmek istemiştir uygarlık katilleri.bunların raporunu tutmamıştır politik labratuvarlar.sahneyi izlemek zorunda bırakılmıştır şair öldürdüğü tutkularından bir ülke yaratma sevdası için.
21
uygarlık
Sevginle temizlersin beni bedeviliğimden
Gözlerim ışıldıyor kum ve çakılla
Beni sudan kasır-a sokarsın bütün gece
Beni hüznün mavisine sokarsın
Senin huzurunda soruyorum:
Sen kimsin ey sevgilim?
Peçeyi kaldırarak yüzünden
Bir daha soruyorum: Bu dedikleri o uygarlık mı?
nizar kabbani
kum ve çöl teması islam öncesi arap şiirindede kullanılmıştır.şair peçeyi kaldırarak yüzünden bir daha soruyorum derken davranışların bilgiyle çelişir durumda olmasını açıklıyor.mevlanavari bir ifade şekli.çoğu kez şiirin imgedeki başarısı ıskalanır tuttuğu aynadan ziyade şaire gözler çevrilir.kıyamın yaşandığı bir coğrafyanın ortasında şair çağı okuma kılavuzu olarak islamı tanıma gereğini duyar.ama müslümanların kuranla bir ilgisi yoktur.bunun nedenlerini kıyamet alametlerine bağlar bir çok islamcı düşünür.başka bir açıklaması yok çünkü.papanın şeytanın kimliğini açıklama iddiası gibi.modern çağın tımarhanelerini dolduran bu anlam yanılsamasıdır bir bakıma uyumsuzluklar.
22
BENİM BİR SEVGİLİM VAR
Küçük yaşta çok düşünmüş sıçan yemiş saçlı çocuklar
Önlerinde derme çatma kapkara tahta boya sandıkları gibi
Benim bir sevgilim var
Sabahleyin kapısı önünü yıkayan kadınlar gibi
Kara sürmeli doğmuş bembeyaz kuzular gibi
Benim bir sevgilim var
Çifte minare avlusunda hasır sandalyesine çökmüş
Toprak yüzlü ihtiyarların ağzında kıtlama şeker gibi
Benim bir sevgilim var
Alnından beyaz akıtmalı lacivert atlar gibi
Han kapılarını demir kelepçelerle tutan kilitli taşlar gibi
Benim bir sevgilim var
Kümbetleri bekleyen eski yazılı aşklar gibi
Dut ağaçlarının gölgesiyle oynaşmış bin yıl
Bin yıl rüzgarları hala öpememiş
Toz toz uçuyor kil kırmızı dudaklar gibi
Benim bir sevgilim var
Mevlamın bir çiçeği
Kakülü yayla çiçeği
Ne güzeldir bilseniz
Sabah zamanı güvercin gerdanı gibi
Toprak testide soğuk su gibi
O bakar ben susarım
Benim bir sevgilim var
Düşmeyi bekleyen dağ taşları gibi
Kavuşmadan çürüyen vadi suları gibi
Çığlıklar boğazımda
Büküp büküp ağıtlara yol verir gibi
Ah annemin saçları gibi
Kara tren yolları gibi
Kemik taraklar gibi
Akşam üzerleri bakılan kahve telvesi gibi
Benim bir sevgilim var
Akasyaların söğütlerin istiklal marşı gibi
Benim bir sevgilim var
Yaz ortasında nemli soğuk
Sırtımda Diyarbakır surları gibi
Benim bir sevgilim var
Makamdan makama canım efendimlerle geçen
Gece yarısı şarkıları gibi
Benim bir sevgilim var
Kıpkırmızı saçları Kızılırmak sazlıkları gibi
Benim bir sevgilim var
Halden hale giren dumanlar gibi
Ağzımda baldan tatlı meyveler gibi
Benim bir sevgilim var
Taş baskı yemenilerde eski desenler gibi
Sandıklarda uyumuş eski kokular gibi
Yasla gelen kara bir bayram gibi
Mezarımı bekleyen taze selviler gibi
Kurban kesmiş kanlı bıçaklar gibi
Görenin aklı dağılır
Uzak sularda yüzen çok dargın buzlar gibi
Dağları eritmiş mavi dumanlar gibi
Teri kaya renkli teni kaynak suları
Memeleri maden renkli
Durmaz gözyaşlarım siyah kuyu gözlerine inince
Benim bir sevgilim var
Elleri çayır çimeni gibi yumuşak
Koynunda incecik ayva tüyleri
Durmaz ellerim nehir boyları gibi baldırları
Eteklerinin etrafı amanın amaaan
Sarı da siyah kandil ışığı gibi
Kara da kara yara kabuğu gibi
Benim bir sevgilim var
Namaz niyaz gibi annemin duaları gibi
Düşüp düşüp toprağa
Toprakların içmediği yağmurlar gibi
İşte benim sevgilim
Çivisini bu delirmiş dilimle ben çakarım
Alın siz de asın duvarlarınıza
Yatmadan önce okuyup üfleyin
Siz de okuyun sevgilinize üç defa
Sizin de uykularınıza yükseklerden bir taş düşsün
Değirmen gibi döne döne
Yatağınızda düşleriniz delirsin
Zehriyle delirmiş dilim
Hayalini yutkuna yutkuna öğütsün
Benim bir sevgilim var
Karanlığa okunan ezanlar gibi
Çökmüş mezarlarda kemiklerin içinden
Kaval üfler gibi geçen rüzgarlar gibi
Benim bir sevgilim var
Konuştukça ballanıp düşen dutlar gibi
Gördüm onu dünya gözümle
Un ufak dağılmış yedi kat yerin altında
Bin parçası da kırık Selçuklu aynalarında
nihat genç
nihat gençin bundan başka bir şiirinide biliyorum.bir romancının şiire ilgisi kuşkusuz entellektüel düzüydedir.nihat genç öykülerinde de çocukluğuna bir yolculuğa çıkar.aslında başarılı bir şiir.önyargısız bir saflığı anlatıyor.anadolu insanının öğretmeni olmuş mustafa kemal.ışıktutmuş karanlığa.bun içgüdüsel olarak açıklanabilir bir ilericiliktir ve insanın tekamül aynasında içinde devrimleri barındırır.bir insanı kaybetmek modern çağın barbarlarının işlediği cinayetle açıklanabilir ancam.imgelerin çizdiği tabloda bu coğrafyanın sancıları belirir her çeşmenin susuzluğunda.halk dilini ve kültürünü felsefeyle tanıştırmaktır sanat.bizi kararsız bırakan koşulları aşmanın nefretiyle zehirlenmiş mefküremiz.shakespearein romeo ve julyetinde olduğu gibi.yazar dünya edebiyatı üzerine yazılar yazmış bu edebiyatı besleyen kaynaklara ilgisiz kalmamıştır.üniversite gençliğine gönderilmiş bir mektuptur kitapları.
23
Yahya Kemal Beyatlı - Aşk Hikayesi
Ah o akşam o trenden gülüşün!
O gülüş kalbime aksettiği an
Duymadım ilk ateşin düştüğünü;
Şavka benzer bir ışık zannettim.
Macera başlamak üzereymiş o gün.
Sürecekmiş bu ateş yıllarca.
Bir taraftan Yakacık,mor dağlar...
Bir taraftan da deniz ,şuh adalar...
O gün ömrümde ,kader,
Geçecek aşkı resimleştirmiş
Bu güzel çerçevede.
Yine dün geçtim o yoldan;
Aynı raylarda tirenler geçiyor...
Karşı dağlar,hep o dağlar...
Kıyı hep aynı kıyı
Ve deniz aynı deniz;
O gülüşten bir eser yok yalnız;
O güzel çerçeve bomboş!
Belki kalbim daha boş!
şair pariste olduğu yıllarda parisin renkli hayatına ilgisiz kalmamış şiiri bunu tarif eden bir sezgiyle yazıldığı kanısına varmıştır.türkiyeye dönükten sonra hayatındaki gizem kaybolmuş hislerini anlatma güçlüğünü yaşamıştır tekdüze bir hayatın içinde.o yıllarda istanbul kültürü mevlevihaneden geçiyordu.ıtriyi bütün duygusallığıyla dinlemiş istasnbulun güzelliğine aşık olmuş,kederini bu şehirle eş tutmuştur.kendi gökkubemiz verdiği şiirleri için devrin şairleri eleştiri yöneltmiş eskide kaldığını iddia etmişler.sessiz gemi şiirinde ölüm gerçeğini bir meçhul yolculuk olarak tasvir eder.şiiri ikinci yeniden ve günümüzün karmaşasını anlatan kent şiirinin gerisinde kalmıştır.o günlerin ritme uzak hayatı renksiz ve müziksizdi şairler için.daima bir sancı arayışına girmiş devrin yazarları anadolunun yoksulluğuyla meşgul olmuşlar.sonraki dönem insanların büyük şehre aktığı karmaşaya şahit olacak türkiye kültür çatışmasını yaşayacak kalkınma mücadelesine yöneltecek dikkatleri.günümüz istanbulu bu uğultuyu şiire taşımış çok yönlü kültürüyle her fikri yaşatan bir melodram içindedir.yahya kemal bu günleri görseydi nasıl bir şiir yazardı bilinmez ama kökü mazide olan atiyi aramaktan yorgun düşen aydınların iç çelişkilerini yazardı galiba.
24
harcamalar
Mektuplar aldım sevindim,
Birinde denmiş geliyorum
Öbüründe yazılmış geleceğim.
Bekledim bekliyorum.
Bir yaşam verdim.
Açtım bir başkasını,
Uzun-uzun yazmış gel.
Okumadan arkasını
Gittim gidiyorum
Bir başka yaşama bedel.
Biri demiş sen, biri demiş ben.
Seni ben anladım, beni sen.
Bir yaşam daha verdim
Beklerken giderken dönerken.
Kaldı elimde üç beş mektup,
Üç beş yaşam.
Bir onları da açsam okusam
Önceki yaşamları unutup
Ya beklesem, ya da gidip arasam
özdemir asaf
başvurduğu anlatım şekli basit mantık oyunlarıyla açıklanamaz.türk aydını milli kültürle hesaplaşmaya girer daha yolun başında.rejim için tehlikeli sayılacak kişiler hapishaneyi bir okul haline getirir.özdemir asafta bunlardan biridir.sevgiye inanmış zekasıyla bie eleşriri getirir hayata.yaşamın geometrisi şekillenir şiirlerinde.güven duyulacak insanların sevdasıyla yaşar fikirleri.zaman zaman iddialı şiirler ortaya koyar.zaman zaman özlemiyle büyüler hayata karşı duranları.özdemir asaf kendi dünyasını anlatmaya yeterli görmez insanların inandığı akıldışılıkları.onun için hayat şans tanımaz böyle çırılçıplak hayata bakan önyargısız kabullenmeleri.bir kenti ve yaşamı inşa etme kaygusuyla toprağını ve insanını tanımak ister onun için.
25
AKŞAMIN YARISINDA
herkes öteki gibi duruyor... akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor ’Zaman’ denen karanlık...
hiçbir şeyde yok gibi ve herşeyde var;
sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim! durma yetiş eski yazlara!
nedense bir durgunluk var saatlerde...
herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok... ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?
HİLMİ YAVUZ
hilmi yavuz türk şiirinin zirve isimlerinden.anlatmak istediği doğu fikriyatı değildir bir çöl olarak tasvir ettiği miskin hayat avareliğini eleştirmesi.felsefi şiirlerde yazmıştır felsefenin sınırlarında yaşadığı hayal kırıklıkları ve umuda bırakılan zaman izleğindeki doğum sancılarında arar görkemini doğunun.inanmışlığı inanca bağlar her insan gibi.mevsimleri insan hayatıyla ilişkilendirir tabiatı anlama çabasında.
26
ablam için gazel
Ablam çiçekli basma giyerdi.
Gurbet ustasıydı,
Sıla mı,hüzün saatleri mi?
Eylülün ilk haftasıydı.
Saçlarını tarasa akıp giderdi onlarca keder.
Darılsa bana kumral bir yalnızlığa başlardı.
Verandanın köşesinde siyah- beyazdı sesi.
Ablam yaşasaydı solgun şarkılar söylerdi.
Eylül müydü albümden düşmüş sonbahar mı?
Ne güzel güldü bütün özlemi sarardı.
Bir gün kalbi kuş uçmayan atlaslara gömüldü.
Yaşasaydı kuş olup cezayir menekşelerine konardı.
ne yazık ki kaybettiğimiz bir şair ahmet ada.şiirin yalnız şövalyesi çeşitli dergilerde okurdum şiirlerini.poetikası üzerinde durulmamış bir şair.oda toplumun derin yoksulluklarla yaşadığı hayat çelişkileri üzerinde durdu şiirlerinde.bir avuç mutluluğun heba edilme korkusuyla yaşadı.yeni türkiyenin toplumsal yapısı üzerine ürün verdi.seçkinci değildi ama hayata inanmış bir masal ustasıydı.kültür dünyamızın çoraklığı bir çok şair gibi onuda unutulmuşluğa mahküm etti.
27
huruf-i melal
Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün
topladım bu hurûfât tozlarını.
Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum,rutubetli
sabrını yarıladım,badem çiçekleriyle
tazelenen gönül bağını yağmurlu
vedalara bağışladım...
Ki orada, o cefa yurdunda, tüyleri su
duasına çıkmış figan
içinde kavrulan bir
titreyiş
tin sen...
Habersizce varılan bu ıssız
yolculukta, yüzüme üflenen siyah
dakikaları sen
say!
Sensay, helak
oluş provasında çırpınan acziyet
liflerini.. O panik
halinin şiddetinde gezinen kasvet
ve muhabbeti...
Ve artık bütün aynaları ihmal
et; geri çekil ve seyret: Hangi betbaht
sine tahammül gösterebilir senin göz
bebeklerinle hükmettiğin bu vahşi dansa? Ruhumda
doğuştan gelen bunca metalik kusuru böyle
çabuk ve muntazam kim
setredebilir? Bundan böyle dudakların hangi
harfe kilitlenecek, son defa kalbine
sensor!
Ben ki, bu ummanı çoktan
kuruttum! Kuru bir gül
deseni gibi saçlarının huzurunda sedef
seccadelere saçıldım...
Dilinin oyuklarında çocukları
uyandıracak başka ne kaldı
diye sormayı hiç düşünmedim o tuhaf limon
ağacında sudan bir sebeple sendelerken.
Avucunun tiklerini her saat başı rüzgarın
kumuyla ovmanın anlamı ne
demeden önce, ayak bileklerine varoluş
kımıltısı zerkeden sarışın heyecanına dönüp
bakmayı aklımdan geçirmedim.
Kederli silüetini iyiliklerle dondurdum..
Sesindeki zayiata alıştım..
Kalbimi mecalsiz
bırakan kaybediş
sözleriydi iki yakana bütün
teferruatıyla iliştirdiğim fısıltılı
dilekler. Ruhumun ihyası
adına kınına sokulduğum o kadim kelimeler
bile alnımın çatısına biraz
olsun pey vermedi..
İyi ki bu yaşta beni kabahatli
kılacak çocuksu huylarım var
diyerek sürdürdüğüm sersemlik
halim, giderek seni
daha çok soldurmanın naçiz sıfatı
olmakta gecikmedi...
Çok uyumaktan sararan dişlerim
için biriktirdiğim bu mayhoş lezzet,
senin dumanlı susuşuna çarpan beyaz
mecazi bir kokuya dönüştü.
Ağlamaktan kırıldığın gibi sükûn
buldu herşey..
Sonunda hayata yaptığın yas
dolu teklif, irili
ufaklı bir çok ham hevesi söktü
aldı benden..
Günün birinde lalelerle serinlemek
hayali, meçhul bir zamanın koyu
karanlık girdabına sıkıştı
kaldı..
Ve göğsümde yeis
içinde didişen kimse için değilim ben! sayhası, senin
sesinle ıslandığım her gün sanki
biraz daha kabardı..
...
Nihayet bitti!
Ve başladı o keten rüyanın ömrümü
sızlatan hışırtısı diyebilecek
kadar uzun ömürlü
olmam gerekmeyecek..
Belki de o mel’un
tuzağı bir daha hiç
demeneyecek, mazinin ıslak
teniyle nabzımı uyuşturmayacak, babaların
hareli sırrını büyük
bir iştahla kazıyacağım hayatın
canını sıkan toplu fotoğraf
albümünden..
Belki de neden
sonra yanılacak hafızam..
İkiz bir harf
gibi sayıklanacağım dünyanın sonunu
sayıklayan o mûtena sarnıçta.
Hiç kalbim kalmayacak! ..
İhsan Deniz
onu yönelişler dergisinde yazdığı şiirlerle tanıdım.ifade gücü yüksek şiirler yazıyordu.süleyman çobanoğlunun dile getirdiği gelenekle bir bağ kurma inceliği şiirlerine bir naiflik kazandırmıştır.sonraki kuşak onun şiirlerindeki hastalık derecesesinde lirizmin bir hayal oyunu olduğunu anlayacaktı.poetikası bir çok şair için şiiri anlama kılavuzu olmuştur.bütün bir islam coğrafyasının susadığı membalara ulaşma isteğiyle tarih yolculuğuna çıkarır kullandığı kelimeler.ihsan denizin anlaşılması için kıyamet saatine inanmakla başlamaktır gök sofrasına
28
Anneler Günüymüş
Şair: Ahmet Oktay
Pancurları dövdü tüm gece yağmur,
şafakla açtım: dupduruydu gök.
Çektim içime güllerin kokusunu,
çoktan kesilmişti karşı koruluk
yine de bekledim bülbül sesini.
Kim bildi ki sözlerin imlemimi?
Gözaltında olduğumuz koğuşta,
Son firarda da enselenen Mansur
şöyle demişti sıtma nöbetinde:
’nerde benim eski nefti kaputum? ’
Unutmam, Haziran’dan gün almıştık,
ürkmüştüm güllerin curnatasından:
sözlemiştim okuldaşım Mehmet’le;
sancır yüreğim hala, tutuklanmış
bana ’Cemiyetin Asılları’nı
verdikten az sonra Gençlik Parkı’nda.
Bugün ’Anneler Günü’ymüş. Yıl olmuş
şuramda pıhtılaşan yara. Bir gül
aldım, zifiri çingene kızından;
savurdum komşu köşkün terk edilmiş
bahçesine. ’Yeşert’ dedim her yeri.
saygı duyduğum yazarlardandı.yakın zamanda kaybettik.düş gücü
yüksek şiiriyle kelimelerden bir kale inşa etmişti.zamanın korkularıyla
yüzleşir şiirlerinde bu şiirindede baş vurduğu ironik dil insanların acılarını
kutsayan bir anlatımı yeğlemiştir.ortak yaşama kültürü özgürlükleri
tanımamıştır halka.onun için kelimelerimizin tutsaklığını yaşamıştır hafızamız.
29
yaban balı özgürlük kokar
Yaban balı özgürlük kokar,
Toz, güneş ışını kokar,
Bir kızın ağzı -menekşe
Ve altın -hiçbir şey kokmaz altın.
Tereotu su kokar,
Aşk ise elma,
Ama biz, biliyoruz artık
Yalnız kan kan gibi kokar…
Romalı yöneticinin halkın önünde
Topluluğun ölüm bağırtıları altında,
Ellerini yıkaması boşunadır,
İskoçya kraliçesinin* sıska avuçlarını
Oğuşturması boşunadır
Kan damlalarını silmek için
Kral sarayının boğucu karanlığında…
Anna Ahmatova
ilk çağ helen kültürü bütün zamanları varetmiş düşüncesini yıkmak adına çok şeyler yazıldı.karanlıkta kan kokusu anlamsızdır.insanın yitiğine kavuşması kadar kolaydır yenilgilere inanması.klopatranın intiharı mitolojinin sona erdirilme başarısına gülümser zeus.ordan paris doğmuştur.gizemle alay edilir bir zaman.şans tanınması bundandır barbar kavimlere
30
Adın Bahardı
Kente yanlızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı
Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın bahardı
Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın bahardı
Yılmaz Erdoğan
fikir dünyasını açmış bize sanatçı.hayır geçmişe duyulan özlem değil.başka bir zamanı yaşamaktır hayat konusunda kayba uğramadan.şairin tutkuyla bağlı olduğu kentler var.özlemini çektiği yarınlar.bir kadın bunu verebilir mi insana.ansızın hayatımıza giren trenlerle yokluğunu duyumsarız anıların.kısa öykülerle yolculukları anlamlandırma çabası öykünmelerle son bulur daima.uzaktan sevmenin bahanesidir yalnızlık.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.