- 237 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZEBANİ BAŞI İŞSİZ KALINCA
Zindanda kimse kalmayınca zebani başı kara, kara düşünmeye başladı.
Çoktandır geleni gideni yoktu
-Ya insanlar çok akıllandı, yada bu işte bir terslik var dedi.
Gündüzleri avluya çıkıyor geriye kalmış olan birkaç mahkumla sohbet edip vakit geçiriyordu.
Yüreği bir hayli yumuşadığından kalanlara baba gibi davranıyordu.
Fakat bir şey içini kerpeten gibi sıkıyordu, oda işini kaybetme korkusuydu.
Sonunda korktuğu başına geldi ve yüce meclis kararını bildirdi.
Artık bu zindanda zebani başına ihtiyaç yoktu.
Bu haberi alan zindancı başı üzerine zimmetli ne varsa teslim edip, düşünceli bir şekilde evine geldi.
Kapıda bunu koca kari karşıladı.
Koca kari zindancı başını dalgın görünce!
-Hayrola herif dedi.
-Sorma hatun bugün işime son verdiler.
-Nedenmiş o?
-Neden olacak zindanda artık kimse kalmayınca, başının çaresine bak dediler.
Bu yaştan sonra ben ne yapabilirim ki, tarlada çalışamam fabrikada isçilik yapamam yüklü bir sermayemde yok ki bari bir iş tutayım.
Bilemiyorum bende şaşkınım.
Koca kari ayni zamanda falcılıkta yapıyordu.
Çok uzun bir zaman ötesini görebiliyordu.
Küresini alıp baktı ve,
-Yakın bir zamanda zindanı dolmuş olarak görüyorum dedi.
-Sen ne diyorsun kadın kocaman zindanı nasıl doldurursun, orta çağdamı yasıyorsun?
-Ben doldurmuyorum, insanların dört bir yandan koşarak geldiğini görüyorum sadece.
-Senin gözlerin kör oldu galiba.
Bilmezmisin ki kaç yıldır gelen giden olmadı.
Bunun böyle olacağı çoktan belliydi.
-Ufkunu karartma herif ben o gelenleri görüyorum.
Köylerden kasabalardan insanlar yola çıkmış akın akın geliyorlar.
-İnşallah dediğin gibi olur.
Zindancı başı biraz düşünenden sonra kendi, kendine konuştu.
-Ben ne akılsız adamım yahu, kendi işimi neden başkalarına bırakıyorum ki diye söylendi.
Çabuk hanım bana yol hazırlığı yap.
Koca karı kısa zamanda bol miktarda yiyecek hazırlayıp deveye yükledi.
Zindancı başı da yüklüce bir parayı yükün arasına yerleştirdi.
Koca karıyla vedalaşıp hemen yola çıktı.
Kah dağları aştı, Kahta çöllerden geçti ve altı ay gibi bir yolculuktan sonra yolu bir kasabaya düştü.
Kasabanın ileri gelenleriyle tanışandan sonra oraya yerleşmek istediğini söyledi.
Parasının olduğunu söyleyince kasabalılar itiraz etmediler.
Zamanla bir iki toprak parçası alıp birde ev yaptı.
Kısa bir sürede herkesle tanıştı, fakat mesleğini de nereden gelip nereye gittiğini de kimseye söylemedi.
Adının da Salman olduğunu söyledi.
Topluma uyum sağlayabilmek için hemen sakal bıraktı.
Böylece de itibarini biraz daha artırmış oldu.
Çünkü orada sakalsızları kimse sevmiyordu.
Hatta genç delikanlılar bile sakallıydı.
Adet olsaydı kızlarada sakal bıraktıracaklardı.
Saçlarıysa bir hayli uzundu.
Daha doğrusu garip bir toplumdu.
Salman böylelerini daha önce hiç görmemişti.
Bir gün çarşıda geziniyordu, baktı ki demirci kapıda uyukluyor.
Hemen zindanın avlusunda uyukladığını hatırladı.
Anladı ki demircide işsiz.
Yanına varıp dürterek demirciyi uyardı.
Sıçrayan demirci karşısında zebani gibi Salmanı görünce şaşırdı ama sonra tanıdı.
Salmanın boyu posu diğerlerinden çok farklıydı.
Nereye giderse gitsin heykel gibi kendini gösteriyordu.
-Baktım ki uyuklarsın demirci, anladım ki işler kesat gidiyor.
-Sorma Salman eftendi çoktandır ki ekmek paramı bile çıkaramaz oldum.
-Sana biraz tırpan siparişi versem yaparmısın?
-Ne kadar olacaktı?
-Söyle üç yüz civarında falan.
-İyide üç yüz tırpanı ne yapacaksın?
-Bende bir dostumdan sipariş aldım, onun zamanı olmadığından ben ilgilenirim dedim.
Aralarında anlaşmayı yapandan sonra Salman peşin olarak ödemeyi yaptı.
Yüklüce de bir bahşiş verdi.
O dönemde henüz traktör icat edilmemiş TV, bile yoktu.
Bozuk bir iki radyo vardı onlarda hali vakti yerinde olanlardaydı.
Akşam olupta haber saati yaklaşınca insanlar ajansları dinleyelim diye o evlerde toplanırlardı.
Şehir ve beldeler arası ulaşım çok seyrekti.
Mecbur kalmadıkça insanlar kasabalarını terk etmezlerdi.
Yolculuklarda çoğunlukla ya yürüyerek, yada at ve eşek sırtında yapılırdı.
Hatta deveyi bile ilk defa görüyorlardı ki oda Salmanın sayesinde olmuştu.
Salman işine devam etti, demircide kendi işine.
Bir zaman sonra tırpanlar hazır oldu.
Bu arada kasabada bir ikilik yaşanıyordu.
Durumu iyi olup elinde parası bulunan aileler, kendi aralarında fakirlerin tarlalarını satın alabilmek için yarışa girmişlerdi.
Gizliden gizliye korkunç bir rekabet yaşanıyordu, fakat su yüzüne yansıyan yoktu.
Bu durum Salmanın gözünden kaçmadı.
Ekmek parasının orada yattığını gördü.
Ufak bir yatırımla kurtarabilirdi.
Neticede oda öyle yaptı.
Salman bu ileri gelen ailelerin birkaçıyla gizlice görüşüp, onlara epeyce para yardımında bulundu ki satın almada zorluk çekmesinler.
Rekabet dahada kızıştı ve Salmanda tüm tırpanları hediye olsun diye halka dağıttı.
Verdiği her tırpanın ucunda birer ikişer tane kurumuş insan kellesi gördü.
Kasabalılar bunu göremediler ve tırpanları kapış, kapış ettiler.
Salmanın ne kadar cömert bir insan olduğunu konuşup durdular.
Bir sabah kalktıklarında Salmanı bulamadılar ama geriye bırakılmış mektubu buldular.
Bir kağıt parçasında tarlasını da, evini de kasabalılara bıraktığını, gördüğü iyilik ve misafirperverliklerinden dolayı teşekkür ettiği yazıyordu.
Salman devesiyle uğradığı komşu kasabayı ve arka arkaya birkaç kasabayı pas geçip sonunda birisinde karar kıldı.
Adının Zekeriya olduğunu, çok uzaklardan geldiğini ve kasabaya yerleşmek istediğini söyledi.
Yine yüklüce bir para ödeyince iki parça toprak ve bir ev sahibi oldu.
TV, hâlâ icat edilmemiş millet yine cızırtılı radyolardan ajansları dinliyordu.
Bir akşam toplanmışlar haberleri dinliyorlardı ki hayretler içerisinde kaldılar.
Çok uzaklarda bir kasabada halk toprak yüzünden biri birini tırpanlamış.
Ortada iki yüze yakın ölü varmış.
Kasabada kavga çıkınca çevre köylerde kavgaya karışmış.
Bir çokta ölümcül yaralı varmış.
Zekeriya radyo dinlemeyi sevmezdi ama kasabalılardan birisi haberi yetiştirdi.
Şaşırmış gibi "vay anasını olacak iş değil, çıldırmış olmalı bu herifler" dedi.
Haberi getirense Zekeriyanin şaşkınlığını diğerlerine iletti.
Kasaba günlerce bu haberle çalkalandı ve herkes olmaz böyle şey dedi.
Akılsız, budala, sersem gibi kelimelerin hepsini de kullandılar.
Aradan zaman geçti Zekeriya kasaba halkıyla can ciğer oldu.
Sakalıda olduğu için itibarı yerindeydi.
Bazı yerlerde ileri geri iki laf edince birileri buna camiye imam ol dediler.
Teklifi açıktan yapamadılar çünkü caminin imamı vardı.
Hatırı sayılır birde akraba gurubu.
Zekeriya "bu işler bana göre değil" deyip teklifi geri çevirdi.
Fakat nezaketli davranıp teklif sahiplerinin gönlünü aldı.
Bir gün Zekeriya çarşıda tabanca yapan bir dükkanın önünden geçiyordu ki, dükkan sahibini uykuda buldu.
İçeri girip hal hatırdan sonra işlerin nasıl gittiğini sordu.
Dükkancı yakındı ve çoktandır daha bir silah bile satamadığını söyledi.
Aslında tabancaya herkesin ihtiyacı varmış fakat pahalı olduğu için kimse alamıyormuş.
Zekeriya dükkancıya beş yüz adet tabanca siparişi verdi.
Dükkancı şaşırdı ama hem para peşindi, hem de bahşişi fazlaydı.
Teklifi hemen kabul edip işine başladı.
Bu kasabada kendi arasında akraba sayısına göre üçe ayrılmıştı.
İlk iki gurup çok yamandı fakat üçüncünün bir numarası yoktu.
O daha çok başına bir iş almamak için arada hakem rolü oynuyordu.
Çünkü her kavgada kabak hep onun başına patlıyordu.
İki yaman guruptan kimse kimseyle evlenmezdi.
Evlenenlerin ölüsü çıktığı gibi, birkaç ölü daha çıkardı.
Dükkancı tabancaların hazır olduğu haberini ilettiğinde, Zekeriyada tarlada Zeynep kızla konuşuyordu.
-Zeynep kızım nasıl bakalım bugün?
-Hiç sorma Zekeriya emmi berbat mı berbat.
-Sevdiğin oğlana vermiyorlar diyemi?
-Babam ve ağabeylerim derini yüzeriz eğer düşmana selam verirsen diyorlar.
-Seni vermek istedikleri de yaşlı birisi galiba?
-Benden on yedi yaş daha büyük.
-Baban ne diyor bu işe?
-Verdim kurtuldum illada varacaksın diyor.
-Sen ne diyorsun peki?
-Çarem yok Zekeriya emmi, başka ne yapabilirim ki?
-Sevdiğin çocukla konuş kaç buralardan, yoksa bir ömür acı çekersin. Bir kez ölmek on kez ölmekten iyidir.
Hem unutma ki aşıkların yeri cennettir.
-Sahimi söylüyorsun Zekeriya emmi?
-Benim ömrüm hep kutsal kitapları okumakla geçti kızım.
Orada hep bunlardan bahseder.
Zindancı Zekeriya Zeynep kıza bir miktarda para verdi.
Bu para onlara gidecekleri şehirde uzun süre yeterdi.
Zeynep kızın gözleri parladı ve tarlayı bırakıp acele eve döndü.
Zekeriya da doğru siparişlerini almaya gitti.
Dükkana girdiğinde ustada tabancaları sandıklara yerleştiriyordu.
-Bırak öyle kalsınlar usta.
-Götürmeyecekmisin?
-Düşünüp taşınıp bunları halka dağıtmaya karar verdim.
Mademki silahı seviyor ve alacak paraları yoktur, hediyem olsun isterim.
-İyi ama bunlara çok para ödedin.
-Bırak usta yahu mal dediğin insanlardan daha mı değerli?
Varsın gönülleri yerine gelsin, dağıt herkese.
Silah ustası şaşkına döndü ama bir iki silahı da kendisine ayıracağı için sevindi.
Onları ikinci kez satıp para kazanacaktı.
Zekeriya namluların ucunda da kurumuş insan kelleleri gördü.
Silah ustası haberi uçurunca ahali dükkana akın etti.
Evde olmayanlarda temsilci olarak küçük çocukları gönderdiler.
Zekeriya silahların yanısıra bol miktarda mermi verdirmeyi de ihmal etmedi.
Silahlar akşam boyu kapış, kapış edildi fakat sabah olduğunda Zekeriya,yı evinde bulamadılar.
Arkada kırık bir kağıda yazılmış teşekkür kalmıştı.
Halk Zekeriya,nın bir gecede sırra kadem bastığına üzüldü.
Zekeriya devesiyle yine yol alıp, birkaç kasaba atlayandan sonra bir köye geldi.
Köy kalabalıktı ve sadece iki cızırtılı radyo vardı.
TV, traktör, ve araba henüz oraya da gelmemişti.
Millet aksam toplanmış ajansları dinliyordu ki olanlar oldu.
Uzaklarda bir kasabada bir kız yüzünden bütün gece silahlar konuşmuş.
Ortada üç yüzden fazla ölü varmış.
Vay akılsız kasabalılar, bu kadarda cahillik olurumu dediler.
Ağızlarına geleni söylediler.
Bu köyün ortasından bir ırmak geçiyordu.
Irmağın üzerinde sadece derme çatma bir köprü vardı.
Belli ki bunlar biri birlerini fazla ziyaret etmiyorlar.
Zekeriya köyü kuş bakışı gözetlemeye aldı ve parçanın büyüğüne misafir olmaya karar verdi.
Büyük parçada minareyi gördü fakat karşı tarafta bir şey göremedi.
Neme gerek deyip büyük parçaya giriş yaptı.
Parçanın ileri gelenleriyle tanışıp orada kalmak istediğini söyledi.
Yüklüce bir paradan bahsedince tabi ki dediler.
Zekeriya bu kezde adının Halil olduğunu söyledi.
Halil alışık olduğu üzere bir iki parça tarla alıp birde ev yaptı.
Bir zaman sonra köy halkıyla içli dişli oldu.
Bu süre içindeyse karşı yakaya hiç uğramadı.
Zamanla gördü ki bunlar biri birlerini ziyaret etmiyorlar.
Hatta küçük çocukların dışında konuşan bile yok.
Kaderin azizliğidir ki bunları biri birine komşu yapmış.
Halil olayın nedenini sorduğunda onlar kafir dediler.
-Peki onlar size ne diyor?
-Onlarda bize kafir derler.
-Aranızda kavga gürültü yaparmısınız?
-Tövbe haşa bugüne kadar görülmüş şey değil.
-Bir arada nasıl geçiniyorsunuzya?
-Bir arada değiliz ki, arada ırmak var.
Onlar bize saygı gösterirler, bizde onlara.
-Malınız davarınız hiçmi karışmaz?
-Ara sıra karışırlar ama yine ayırırız.
-Ayırırken kavga yapmazmısınız?
-Sen delimisin yahu niye kavga yapalım.
-Peki kimse kimsenin arazisinden bir şeyler çalıp çırpmazmı?
-Senin dediğin tipte burada adam yoktur.
-Simdi benim anlamadığım sizin caminiz var ve dua ediyorsunuz.
-Evet öyle yapıyoruz.
-Öyle yapıyorsunuz da onlar neden namaz kılmıyorlar?
-Bize neki ne yaparlarsa yapsınlar onlarda Müslüman bizde.
-Müslüman diyorsunuz da benim bildiğim Müslüman oruç tutar, namaz kılar, hacca gider zekat verir.
-Onlarda oruç tutar zekat verirler.Hacca ise her iki taraftan da giden olmaz.
-Niye gitmezler?
-Kimsede hacca gidecek para yokta ondan.
Daha biz köyümüzün dışına çıkmadık, ta hacca nasıl gidelim.
Oralarda kaybolur gideriz.
-Müslümanlığın şartı ama.
-Bizde gücümüzün yettiğini yerine getiriyoruz.
-Namazda kılmıyorlar diyorsunuz?
-Yahu bize ne elin namazından niyazından.
Yalan dünya değilmi geçinip gidiyoruz işte.
Zebani Halil ne yaptıysa da köylülerin aklını çelemedi.
-Ben yanlış yere geldim galiba, ama umudumu kesmemeliyim.
Benim bildiğim insanlar kavga yapmadan duramazlar, bekleyelim bakalım dedi.
Bir gün zebani Halil tarlasına gidiyordu, çokta düşünceliydi.
Arkadan yaşlı bir kadın "Beni bekle zebanibaşı" dedi.
Halil irkilmiş vaziyette dönüp baktı ki, elinde tillesine dayanarak bir kadın geliyor.
Kadının beli öylesine bükülmüş ki, kafası neredeyse dizlerine değiyor.
Kadın yaklaştığında,
-Sende kim oluyorsun dedi Halil.
-Ben ki bir zamanlar bu dünyaya hükmedeceğimi sanmıştım.
Ne zamanki senin orayı gördüm vazgeç bu sevdadan dedim.
Neyin peşinde koştuğunu biliyorum Halil, bu insanlar senin bildiklerinden değiller.
Bunlar yaşarken unutmuş olsalar bile ruhları seni hemen tanıdı.
Senin zindanı unutmadılar.
Bunları bir daha oraya götüremezsin.
Yanıldığını gördün işte, ne yaparsan yap çaban boşuna.
-Sen kimsin kadın?
-Ben ki gençliğimin en güzel yıllarını senin zindanda çile çekerek geçirdim.
Rabbime dualar ettim beni nefsimden uzak tut diye.
Kimselere kötülüğüm dokumasın istedim hep.
-Beni nasıl tanıdın?
-Günaha girip fala baktım.
Falda senin yola çıktığını gördüm.
İnsanların gökyüzüne doğru akın, akın gidişi falıma girdi.
Anladım ki uğursuzluk yeryüzüne inmiş.
Ben bir koca karıyım, ne yapabilirdim ki?
Ne kadar bağırabilirdim, bağırsam bile kim duyardı ki beni.
Şükürler olsun ki bunlar dinleyen insanlar.
Sen dinlemeyenleri sürdün bu işe.
Sana tavsiyem buraları en kısa sürede terk etmen.
-Sen bana bir şey yapamazsın koca karı, bende tahmin ettiğinden daha çok para var.
-Yanılıyorsun zindancı başı, bu insanların oraları yaşayandan sonra parada pulda gözleri kalmadı.
Senin aklını çeldiklerin oraları görmeyenlerdi.
Şimdilik onlar toy sayılır.
Bir dahaki sefere onlarıda şaşıramayacaksın.
-Benimle iddiaya mi girmek istiyorsun?
-Seninle her iddiaya girerim zindancı.
Bu insanlardan sana ekmek yok.
Nasibini başka yerde ara.
-Köyden elim boş dönmem koca karı.
En az birkaç tane yollamalıyım.
-Yeminler olsun sesimi çıkarmayacağım zindancı, ne yaparsan yap.
Fakat sana bir can bile yok bu köyden.
Zebani Halil kadının ciddiyetini anlayınca, "varsın öyle olsun bende başka kapıya giderim" dedi
Bu kez köyü terk edip kaçmadı.
Köyün iki yakasıyla da vedalaşıp ayrıldı.
İnsanların akın, akın yukarıya başı bozuk bir şekilde çıkması paniğe neden oldu.
Başı bozukluğu gören meclis başkanı,
-Çağırın ulan bana zindancı başını diye bağırdı.
Koşarak bir bekçi gelip durumu anlattı.
-Zindancı başının işine çoktan son verdiniz efendim.
-Bulup getirin şunu bana diye başkan yine bağırınca, bekçi acele atını eyerleyip yola çıktı.
Zebani Halil baktı ki karşıdan bir atlı tozu dumana katarak geliyor.
Yanına geldiğinde adam atıyla birlikte kazıklamasına çakıldı.
Halil daha bir şey söylemeden bekçi,
-Çabuk seni yukarıdan istiyorlar dedi.
-Gelemem şu anda çok işlerim var.
-Başkan çok kızgın, sonu kötü olacak gibi.
-Eski ücretle kesinlikle çalışmam, eğer iki katına çıkarırlarsa işimin başındayım.
Bekçi zindancı Halil,e laf anlatamayınca soluğu başkanın huzurunda aldı.
-Başkanım kendisini buldum ama gelmiyor.
İlla da ücretimi iki katına çıkarsınlar diyor.
-Üç yapıp çabuk getir şunu bana, bu ne rezalet böyle.
Bekçi bir kez daha aşağı inip Halil,e ücretinin üçe çıktığını söyleyince yıldırım gibi yetiştiler.
Zebani Halil gidip önce zırhlı elbiselerini giydi.
O elbiseler içinde çok daha korkunç görünüyordu.
Görenlerin dişleri korkudan biri birine vurmaya başladı.
-Toplanın ulan meydana diye bağırdı.
Herkes sessiz sedasız toplandı.
Oturun deyince de hep birlikte oldukları yere çöktüler.
-Sizin yüzünüzden issiz kaldığımı biliyor muydunuz?
Az kalsın aç kalacaktım.
Siz kimsiniz ve nereden geldiniz?
İçlerinden bir kişi çıkıp hikayeyi anlattı.
Bir başkası da çıkıp bir başka biçimde anlattı.
Anlaşıldı dedi Halil.
Sanki bir şey bilmiyormuş gibi.
Zindan yuvarlak biçimde yapılmış, ortası arena gibiydi.
Bütün hücreler meydana bakıyordu.
Zebani Halil mesleği boyunca rahat durmayanları meydana çıkarır, herkesin gözü önünde falakaya yıkardı.
Bunu daha çok göz korkutmak için yapardı.
Diğerleri olayı görünce kolay, kolay hır çıkaramazlardı.
Bunlara kuralları tek tek okuyup anlatandan sonar hücrelere yerleştirdi.
Ortalık yatışandan sonar özel odasına çekilip namazını kıldı.
-Şükürler olsun ya rabbim işime tekrar kavuştum.
Zaten cömertliğinden şüphem yoktu.
Amin deyip palaskasını kuşanandan sonra copu elinde hücreleri tek tek ziyaret etti.
Oradakilerin hepsinide sevdiğini, fakat işini daha çok sevdiğini, kanun ve nizamlara karşı gelecek olanları başka bir hücrede ağırlayacağını, dik kafalılık hokkabazlık yapanların canlarına okuyacağını anlattı.
Nizamı bozmadıkları taktirde, istedikleri kadar kalabilirlermiş.
Zamanı gelende çıkıp gidecekmiş.
Kim öle kim kala.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.