- 2951 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEVLEVİ TARİKATINI BOZAN SELANİK'Lİ SABATAİST YAHUDİ BEYBABA VE SAPIK TARİKAT MELAMİLİK...
Mevlevilik Tarikatını bozan ve verdikleri düzmece raporlarla Tarikatlerin kapatılmasına sebep olan Selanik’li Beybaba konusuna ilerde değinilecektir.Şimdi ilk önce Sabataycıların tarihsel olarak Din Tarikat ve Eğitim alanına nasıl sızıp nufuz ettiklerine bir bakalım.
Son iki yazımıza mevzu olan Sabataycılar uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek fazla gerçekleşmez.
Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman irtibata geçerler.
Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren, adı geçen liman kentlerinde yabancı tüccar ve misyonlarla irtibatlarının artmasıyla, yabancılara ve Batı’ya açılmaya başlarlar.
Ticari hayatta atılımlar gerçekleştiriler. Ticari sahada Rum ve Ermenilere rakip olacak hale gelirler. Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancılarla artan irtibatları zamanla eğitim konusunda da Batı’ya açılma eğilimi gösterirler.
Tanzimât sonrasında mektep ve medreselerde yer alırlar. Ayrıca bu süre içinde Osmanlı Rumelisinin birçok yerine dağılıp yerleşirler.
Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Teselya, Tırhala, Mora, Girit, Sakız, Drama, Edirne gibi yerlerde Sabetaycı aileler oluşur.
Hatta bir bölümü Balıkesir’in bazı kazalarına yerleşirler. Zamanla müslüman ailelerle daha sıkı ilişkilere girerler.
Özellikle, Bektaşilik, Mevlevîlik, Melamilik gibi tarikatlar içerisinde yer almaya başlarlar.
Bunun ilk örnekleri, Üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Nûr El-Arabî’nin Mısır’da Ezher’de tahsilini tamamlamasının ardından Rumeli’de Yanya’ya göç etmesinden sonra görülmüştür.
Seyyid el-Hacc Muhammed Nûr el-Arabî, aslen Kudüslü Seyyid İbrahîm’in oğlu olup, 1228 Hicri tarihinde Mısır’da Mahalletu’l-Kübra kasabasında doğmuştur. Ezher’de tahsilini tamamlamış ve Nakşibendî tarikatına girmiştir.
Sonradan, Bugün Yunanistan’ın Arnavut bölgesinde kalan Yanya şehrine göçmüştür. Nakşibendî-Müceddidîliğin, Melâmiyye kolunu kurmuştur.
Bunun dışında Muhammed Nûr El-’Arabî, Halvetî Şa’bânî, Ekberî ve Uveysî silsilesine de sahip olmuştur.
19. yüzyılda Melamîliği tekrar canlandırmıştır. Birçok ünlü halifesi vardır. Fatih türbedârı’ Amiş Efendi, Tibyânu’l-Vesâil sahibi Harîrîzâde Kemaleddîn Efendi bunlar meyanındadır.
Yanya’dan sonra Selânîk ve Üsküp’te ikâmet eden Muhammed Nûr el-’Arabî son olarak Ustrumca’da ikamet etmiş ve 29 Cemaziyelahir 1305 tarihinde burada vefat ederek, vefat ettiği odada gömülmüştür.
Tasavvufta, Melâmet ve Vahdet-i Vücud ekolüne bağlı olan, Nûr El-’Arabî Hazretleri 17’si Arapça, diğerleri Türkçe olmak üzere 55 civarında eser kaleme almıştır.
Buna karşın, Selanik ve Üsküp’te kendisine intisap edenlerin önemli bir bölümü Sabetaycı kökenliydi. Bunlar arasında, Ali Örfî, Usturumcalı Hacı Süleyman Bey, Selanikli Osman Zevkî Bey önde gelenlerdendi.
Şeyh Muhammed Nûr El-’Arabî’nin vefatından sonraları, Rumeli ve İstanbul’da Melâmilik genellikle Sabetaycıların kontrolünde bulunmuştur.
Hatta Üçüncü devre Melâmiliğine ait dergâhların bazıları, aynı zamanda gizli Sabetaycı sinagogları olarak faaliyet göstermekteydi. Halen de İstanbul ve İzmir’de az sayıdaki Melâmîlerin çoğunluğu Sabetaycı kökenlilerden oluşmaktadır. (1)
Üçüncü devre Melâmîliğinin yanısıra, Sabetaycı kökenliler, 19.yüzyıldan itibaren Mevlevîlik, Bektâşîlik ve Celvetîlik gibi tarikatlarda yoğun bir şekilde yer almışlardır.
Mevlevî tarikatındaki bunun ilk önemli örneği, Selânikli Mevlevî Es’ad Dede’dir. Hüseyin Vassâf, Mehmed Es’ad Dede ile ilgili yazmış olduğu ancak basılmamış halde kalan "Es’adnâme" adlı eserinde, Esad Dedenin hayatını anlatırken şu şekilde bir başlangıç yapar:
"Arif-i esrar-ı Mesnevî Mehmed Es’ad Dede, Selanik tüccarından ve avdetî(Dönme)lerden Receb Efendi’nin sulbünden 1259 Hicri, 1258 Rumî (Milâdi 1843) tarihinde dünyaya gelmiştir. Mahall-i vilâdeti Selânîk’te Kadı Abdullah Efendi mahallesidir.
Hususi muallimden tahsil-i ilme başlayıp, henüz sinn-i büluğa vâsıl olmadığı bir çağda iken âlem-i menâm (Rüyâ) da görür ki, bir kuyuya düşmüş; Server-i âlem (SAV) Efendimiz Hazretleri şeref-zâhir olup mübârek yed-i saâdet-münevverlerini uzatıp Cenâb-ı Es’ad’ı kurtarmıştır.
İşte bu neş’e onun hâlini diger-gûn etmiş, mertebe-i celîle-i İslâmiyyet’de sâhib-i makâm ve nâil-i merâm olmasına sebeb-i lutf-i İlâhî olmuştur." (2)
Hüseyin Vassâf’a göre İslâm’a bu rüya sonucunda iyice ısınıp bağlanan, Mehmed Es’ad önce Selanik’te bazı hocalarda tahsil görür.
Selanik Vilayet kaleminde bir süre çalışır. O sırada Selanik’te Bedeviyye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Osman Efendi diye birisine bağlanır. Sonra da İstanbul’a gelerek medreselere girer uzun zaman medrese tahsili görür.
Kısa zamanda zekâsıyla temayüz eder. Birçok kitap okuyup, toplar geniş bir kütüphane kurar. Çeşitli dini ilim dallarında icazetler alır.
Ders okutmaya başlar birçok talebesi olur. Fatih’teki Tahir Ağa tekkesi, Yenikapı Mevlevihânesi ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinde bulunur. Buralarda Mesnevi dersleri okutur. Altı kez Hacc ve Umre yapar.
Birçok kimseye icazet verir. İcazet verdikleri arasında, Es’adnâme kitabının müellifi Hüseyin Vassâf, Tahiru’l-Mevlevî Şeyh Muhammed Zâhid El-Kevseri gibi ulema ve meşâyihten ünlü kimseler vardır.
Tahir Olgun(Tahiru’l-Mevlevî), Yenikapı Mevlevihânesi’nin ünlü Mesnevihanlarından olup, bir çok eser telif etmiştir. Şapka kanunununun ardından, İstklâl mahkemesinde, İskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanmıştır.
Birçok eseri yayınlanmış olan Tahiru’l-Mevlevî 1951 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Eyüp’te Kırkmerdivenlerdedir.
Mehmed Es’ad Efendi 12 Şa’bân 1329/11 Ağustos 1914 tarihinde Pazartesi günü vefat etmiş olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi mezarlığına defnedilmiştir.
Ancak, mezarı Mevlevihanedeki diğer mezarlar gibi tekkelerin kapatılmasının ardından 1926’da kaldırılmış, mezarı Fatih’te Âşık Paşa mahallesindeki Tahir Ağa tekkesinin haziresinde, Salahaddin Uşşakî’nin ayakucuna nakledilmiştir.
Halen mevcut olan ve demir parmaklıkla çevrili mezarın demir çerçeve içindeki mermer kitâbesini şu şekilde okuduk. Kitabe Hüseyin Vassâf’a aittir:
Huve’l-Hayyu’l-Bâkî Mesnevî-Hân, kenz-i esrâr u hikem Es’ad Dede Âlem-i devrânda dervîş-i hümâ-pervâz idi
Feyz-i nutkun ahz edenler, dediler tarîhini .Gitdi sû-yi lâmekâna, nâsih-i mümtâz idi
Mesnevî-Hân-ı şehîr Mehmed Es’ad Dede Efendi hazretlerinin ruh-ı pür-fütuhları için Fatiha
12 Şa’bân Sene 1329 Yevmu’l-İsneyn 25 Temmuz Sene 1327
Mevlevî Es’ad Dede’nin bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere 16 eseri vardır. Farsça gramerle alakalı olarak " Numune-i Kavâid-i Farsi" adlı bir eseri basılmıştır.
Vakfettiği yazma eserlerin 700 cilde yakını bugün Beyazıt Devlet kütüphanesindendir. Günümüzdeki ünlü Sabetaycı Bezmenler ailesi bu zâtın neslinden gelmektedir. (3)
Mevlevîlik’teki ikinci önemli Sabetaycı da Selanik Mevlevihanesi Şeyhi İshak Dede olayıdır.
Karakaş Sabetaycılarının önemlilerinden olan İshak Dede, Mevleviliğe intisabından bir süre sonra Selanik Mevlevihanesinin postnişînliğine yükselir.
Aynı zamanda güçlü bir sabetaycılık eğitimi de alan İshak Dede, Mehmed Es’ad Dede’nin aksine Sabetaycı geleneği ve inancını gizliden güçlü bir şekilde sürdürür.
Sabetaycılar içerisinde hahamlık(Ogan) mevkiine yükselir. Selanik’teki Sabetaycı mezarlığının bitişiğinde olan Mevlevîhanenin şeyhi olarak maruf günlerde Mevlevî ayin ve erkânını sürdürdüğü gibi, bu mevlevihanede çifte kimlikli mürtleriyle birlikte gizliden Sabetaycı ayinlerini de sürdürür.
Mübadele sonrasında İzmir’e gelen İshak Dedenin ölüm tarihini maalesef tespit edemedim. Dışişleri Eski bakanı Prof. Dr. Emre Gönensay, İshak Dede’nin torunlarındandır. (4)
Bektaşilikte yer alan Sabetaycıların bir bölümünü şu şekilde sıralayabiliriz:Sabetaycı ve Mason Mesut Koman Baba
Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesi son postnişîni Sabetaycı Küçük Abdullah Baba Sabetaycı ve Mason üstadı Teoman Güre (İlhâmî) Halifebaba
İzmir’de hazine avukatlığı yapmış olan Sabetaycı Feyzi Akeren Baba Selânikli Ali Aydın Baba Mason ve Sabetaycı Yenişehirli Hüseyin Hüsnü (Erdikut) Baba. Sabetaycı ve Mason olan Hüseyin Hüsnî Erdikut Baba bir şiirinde masonluğunu şu şekilde itiraf etmiştir:
Bir adım Farmason bir adım Hüsnî Hakk ile hâkk olup tutmuşum destiPîrimden bilenler sözüm hemrâz olurlar (5)
Sabetaycı Hüseyin Coşkun Eren Sabetaycı Prof. Ragıp Üner Mustafa Kemal Atatürk’ün başhekimi Sabetaycı Dr. Hasan Ragıp Erensel Halifebaba.
Sabetaycı Ali Gâlip Eren Halifebaba Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesinin haziresinde medfun olan Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey. Haydar Bey’in Kazlıçeşme dergâhındaki, mezar taşında, gerek Üsküdar-Bülbülderesi gerekse Maçka’daki Sabetaycı mezarlığındaki mezarlarda çokça rastlanıldığı gibi fotoğraf bulunmaktadır.
Mezar şahidesinin üzerine Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey’in mezar şahidesine seramikten mamül bir fotoğrafı konmuştur. Şahidesinde şu kitâbe mevcuttur:Hû Dost Tabib Binbaşı Ehl-i Beyt’e bende ah, Haydar Bey
Hüseynî-meşreb ve pâkîze-meslek, ma’rifet-perver..
Sahâvet-pîşe iken kalbinden gitti Muharremde Şehîd-i Kerbela’ya intisabı oldu rûşenter Niyâz etti çıkardı bir güher tarîhini Remzî.Oldu reh-yâb Mevlâ’ya Bi-hakk-ı Murtazâ, Haydar.18 Muharrem 1343
Haydar Bey’in kızkardeşi olup 1929’da vefat eden Zehra Hanım da aynı mezara gömülmüş olup, şahidenin arka yüzüne onun için şu kitâbe yazılmıştır: Huve’l-Bâki.Burada beraber medfûn olan,Hemşîresi Zehra Hanımın Ruhuna El-Fatiha.1929
Emekli Albay Sabetaycı Cavid Aker Baba.Emin Uras Baba.Eski Ziraat vekili Sabetaycı Nedim Ökmen
Ali Oktay Cever. Ali Oktay Cever, aynı zamanda Mason üstâdı olup, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasına Bağlıdır. (6)
Sabetayistlerin Rufai tarikatına sızma hareketleri:Sabetaycılar, Bu tarikatlerin yanısıra, Rufâi tarikatına sızarlar. İstanbul’da, Fatih’te Ümmi Kenân tekkesinin kurucusu Selânikli ünlü Kenan Rifâî de bu cemaatin bir mensubuydu.
1867’de Selanik’te doğan Kenan Bey, burada önce Alliance Israélite ve Terakki mekteplerine devam eder, daha sonra İstanbul’da Galatasaray Sultanisi ve hukuk mektebini bitirir. Medine, İstanbul ve başka şehirlerde muallimlik yapar.
Medine’de iken Rifâî şeyhlerinden Şeyh Hamza Efendi’den icazet aldığını ileri sürer. İstanbul’da Fatihte halen mevcut olan Ümmü Kenan tekkesini kurar.
Tekke 1909’da Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye yaptırılır. 1925’e kadar tekke faaliyetini sürdürür. Geniş meşrepli olup, bir sosyete tarikatı şeklinde faaliyetlerini sürdüren Kenan Rifâî (Büyükaksoy) 7 Temmuz 1950 yılında vefat ederek Merkez Efendi mezarlığına defnedilmiştir.
Kenan Rifâî’yi takiben bir çok Sabetaycı aile mensubu halen merkez Efendi ve Kozlu mezarlıklarına defnedilmeye devam etmektedir.
Kenan Rifâî’den sonra Kubbealtı cemiyeti şeklinde faaliyetini sürdüren cemaatin başına Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kızkardeşi Semiha Ayverdi geçer. (Ölümü: 1993)
Sabetaycılar, Tarikatlerin yanısıra, ticari alan başta olmak üzere diğer alanlarda da boy göstermeye başlarlar.
Sabetaycıların Sufi İslâm tarikatlarına yoğun bir şekilde sızmış olmalarının temelleri, Sabetaycı Musevî yorumunun Kabbalist esasa dayanmasıdır.
Sabetay Sevi’nin zâhiren müslüman olduktan sonra önce Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâyî tekkesi, sonra ise ünlü Niyazî Mısrî ile kurduğu söylenen ilişkilere dayandırılmıştır.
İlkin en önemli adımları eğitim alanında atarlar. Fransız Ve Türkiye Yahudilerinin birlikte Selanik, İzmir gibi Batıya açık ticari liman kentleri başta olmak üzere faaliyete geçirdikleri Alliance Israélite okulları buralardaki Sabetaycıların ilgi göserip devam ettikleri okullar olmuşlardır.
Daha sonra Robert koleji başta olmak üzere diğer yabancı okullarda da Sabetaycılar yer almışlardır. (7.2)
Ancak Sabetaycıların eğitim alanındaki asıl atılımları, kendi kurdukları, Terakki ve Feyziye mektepleriyle olmuştur. Bu her iki mektep grubunun temelleri Atatürk’ün Selânik’teki öğretmeni Şemsi Efendi (Şimon Zwi) tarafından atılmıştır.
Sabetaycıların Kapancılar koluna mensup olup, 1851 yılında Selanik’te Koca Kasım mahallesinde Abdi Efendi ile Rabiâ Hanım’ın oğulları olarak dünyaya gelen Şemsi Efendi Selanik rüşdiyesini bitirir.
Bunun yanısıra hususi dersler alır. Önce Arapça ve Farsça dersler alır. Ayrıca, İbranice öğrenir. Daha sonra Selanik’teki Alliance Israélite okulunda Fransızca dersler alarak bu dili öğrenir.
Rüşdiyeyi bitirdikten sonra hemen öğretmenliğe merak saran Şemsi Efendi genç yaşta, okula gitme imkânı bulamayan Sabetaycı çocuklara hususi öğretmenlik yapar.
Bir ara Aynaroz gümrük kâtipliğinde de çalışan Şemsi Efendi, 1871 yılında Selanik’e tekrar döner. Hedefi Selanik’te Sabetaycı Cemaat mensuplarına yönelik Avrupaî tarzda eğitim yapan okul açmaktı.
İlkin burada Yabancı bir okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başlar. Şemsi Efendi bununla kalmayarak, 1872’de ilk hususi mektebini açma izni alır.
Selanik’te Sabri Paşa caddesinde, Çarşamba tekkesi karşısında tek katlı bir binada ilk mektebini açar. Sadece Sabetaycı Cemaat mensubu çocuklara yönelik olarak hizmet veren bu mektep, Sabetaycıların Terakki ve Feyziyye mekteplerinin nüvesini oluşturacaktır.
Avrupâî usulde eğitim veren Şemsi Efendi’nin bu mektebinde daha sonra Mustafa Kemal Atatürk de okuyacaktı. Bu, Şemsi Efendi’nin "Atatürk’ün Hocası" ünvanını almasına neden olacaktı.
Ilgaz Zorlu’ya göre Şemsi Efendi aynı zamanda en büyük Sabetaycı Kabbalistlerden ve Kabbala üstadlarından biriydi. Hatta kendi mektebinde Sabetaycılık eğitimi verdiği de bilinmektedir.
1879 yılında Selanik’te Terakki mektebi kurulur. [Selanik’teki Terakki mektebi ile ilgili olarak bkz. Esin Eden& Nicholas stavroulakis, Salonika, A Family Cookbook, Talos Press, Athens, 1997.] Kabbala mistisizminden etkilenen Şemsi Efendi, Karakaşlarla Kapancılar grubunu yeniden birleştirme çabalarına girer.
Hatta bu amaçla, kendisi Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Karakaşlar grubu ile anlaşarak 1884’te onlara ilk Feyziye mektebini kurar. Bu mektepte öğretmenliğini sürdüren Şemsi Efendi ilk kurduğu tek katlı mektepde de öğretime devam eder.
İlk önce kısa bir süre mahalle mektebine devam eden Mustafa Kemal de, bir süre sonra Ali Rıza Bey tarafından mahalle mektebinden alınarak Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedilir.
Mustafa Kemalin ilk ciddi öğrenimi bu mektepte olur. Daha sonra Askeri Rüşdiyeye kaydolan Mustafa Kemal bu sırada Fransızca öğrenmek için Selanik’teki Alliance Israélite okuluna da bir süre devam eder.
Selanik’teki bu ilk Feyziyye mektebinin yanısıra ikinci Feyziyye Mektebi İstanbul Üsküdarda Bülbülderesinde, Feyziyye Camii’nin yanında Kâbile Hafize Hanım adlı Karakaşlardan bir Sabetaycı kadın tarafından inşa edilmiştir.
Bugün mevcut olmayan 1310/1892 tarihli mektebin kitâbesi şu şekilde idi:Kâbile Hâfize Hanımdır Sebep
Bir vasiyyetle yapıldı hâliya Sağlığında terk edip nakd-i helâl.İşbu dâr-ı ilmiyyeyi acîb derya.Eyledikçe tıfl-ı kudek Besmele.
Şâd ola ruh-ı şerîfi dâima.Çâr harf imdâd ile tarîh Nebîl.Söyledim cevher gibi ben de ânâKıl salâ etfâle bu mısra’la
Mekteb-i pür-feyze gel subh u mesâ.1310 (8)
Habbezâ kim Vâdi-yi Bülbül’de ashâb-ı kerem.Yapdılar bu ma’bedi Elhakk latîf u dil-nüvâz.Münzevî bir zâhid Hakk-bîne benzer guyiyâ.Hakk’a el açmış bu kabristan için eyler niyâz.Şahrâh üzre dikilmiş ’aşk ile eyler nidâ.
Es-Salâ Yâ mü’minîn gel benle eyle keşf-i râz.Re’fetâ itmâmına yazdım zehî tarîh-i tâmm.Abidâ gel Câmi’i Feyziyye’de eyle niyâz.1300
Bu Sabetaycı Cami, 1956 yılında yine Dilber ailesi mensupları tarafından tamir ettirilmiştir. Karakaşların önemli bir sülalesi olan Dilberlerin aile mezarlıkları Bülbülderesinde, İpekçi ailesinin mezalarının yanıbaşındadır.
Caminin abdest muslukları ise, yine Karakaş cemaat mensuplarından, İbrahim Asaf ve Ayşe German çifti tarafından hayrat olarak yaptırılmıştır.
Bizzat yaptığımız tesbitlere göre kıblesi yanlış olan Sabetaycı Feyziyye (Bülbülderesi) camiinin bakım ve onarımı halen cemaatin Karakaşlar kolunun mensuplarınca deruhte edilmektedir. (9)
Feyziyye Camii ve Sabetaycılar:Feyziyye Camii ise, Bülbülderesinde bulunan Sabetaycı mezarlığının dibinde , bu cemaatın karakaşlar grubu mensuplarından Dilberler ailesinden Yusuf adlı biri tarafından Sabetaycı cemaatten para toplanarak 1300/1882 tarihinde bu mezarlık için yaptırılmıştır. Re’fet adlı biri tarafından söylenen kitâbesi şu şekildedir:
1912’de Balkan Harbi sonrasında Selanik’in Osmanlılar tarafından kaybedilmesi üzerine, Şemsi Efendi buradan göç etmek zorunda kalır. Önce, İzmir’e yerleşmek isteyen Şemsi Efendi (Şimon Zwi) İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır.
İstanbul’da Fatih Kız Lisesine Fransızca öğretmeni olarak tayin edilir. Ancak bir süre sonra sağlığı bozulmaya başlar.
1917 yılında İstanbul’da vefat ederek, Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Selanikli-Sabetaycılar mezarlığında, Karakaşlar bölümünde defnedilir.
Yine cemaat mensuplarından Makbule Hanım adlı birisiyle evlenmiş olan Şemsi Efendi’nin Makbule Hanım’dan Ma’rife ve Yektâ adlı iki kızı olur.
Müziğe ve eğlenceye meraklı olan Ma’rife düzgün bir eğitim almaz, evlenip biri erkek üç çocuk sahibi olur. Okumaya ve Fransızca öğrenmeye meraklı olan Yektâ ise, ablası gibi güzel olmamasına karşın iyi bir eğitim alır.
Sonra, Şemsi Efendi’nin akrabası ve yetiştirdiği İbrahim İhsan’la evlenir ancak bu evlilik bir gece sonra sona erer. İbrahim İhsan hakkındaki siyasi suçlamalardan dolayı Selanik’i terkeder.
Yektâ’nın İbrahim İhsan’dan Veli adlı bir oğlu olur. Annesi ve Şemsi Efendi tarafından büyütülen Veli Efendi de Şemsi Efendi ile birlikte İstanbul’a göçeder.
1934’te ki soyadı kanununda Zeren soyadını alan Veli Efendi sonra Nazime Hanım diye yine kapancılardan bir bayanla evlenir. Veli Zeren 1983 yılında İstanbul’da vefat eder. (10)
1877–78 (93) harbi sonrasından başlayarak, Balkanları terk ederek İstanbul vesair şehirlere göç etmek zorunda kalan Sabetaycılar, Selanik ve çevresinde kurdukları müesseseleri de yeni geldikleri yerlere taşıdılar.
Feyziye ve Terakki mektepleri sadece İstanbul’da değil İzmir, Bursa, Manisa ve İzmit gibi merkezlerde de kurulur. Özellikle Sabetaycıların, İstanbul’da Nişantaşı, Şişli ve Teşvikiye semtleri çevresinde kümelenmeleriyle her iki cemaate ait bu mektepler lise olarak Teşvikiye’ye taşınır.
Şişli Terakki Lisesi ve Işık (Fetö)liseleri olarak faaliyet gösteren bu mekteplerden Terakki Lisesi son yıllarda buradan taşınır. Feyziye mektebi ise halen burada Işık Lisesi (Fetö)olarak faaliyetini sürdürmektedir.
Her iki mektep’te uzun süredir Sabetaycı cemaat mensubu olmayan birçok öğrenci de öğrenim görmektedir. Feyziye Mektepleri vakfına bağlı kurum daha da genişleyerek, son yıllarda Işık Üniversitesini kurar,
Bu üniversitenin rektörlüğünü halen İstanbul Üniversitesi eski rektörlerinden Karakaşlar cemaatine mensup, Prof.Bülent Berkarda yürütmektedir.Sabataycılardan bir sanatçı ölünce alkışlanarak Teşvikiye Camiinden ahirete uğurlanır.Ve ışığı bol olsun temennisinde bulunulur.
***
Tarîkat, yol demektir. Tasavvuf lisânında ise meslek, evrâd, ezkâr ve mânevî bakımdan Hakk’a ermek için intisab edilen ve tâkib olunan yol mânâsında kullanılır.
Seyyid Şerif Cürcânî’nin (k.s.) târifi ile tarîkat; menzilleri (mânevî yoldaki konak yerlerini) geçip mesâfe alabilmek ve yüce makamlarda terakkî edebilmekten (yükselip ilerlemekten) ibârettir ki, bu da Allah Teâlâ’nın yoluna sâlik olanlara (girenlere) mahsus bir sîret, yani hâl-tavır-ahlâk ve gidiştir.
Bu anlatılanları, şöyle hulâsa edebiliriz:Tarîkat; insanın, İlâhî ahlâk ile ahlâklanmayı öğrenip hâl olarak yaşayabilmesi ve nihâyet Allâh’ın rızâsını tahsil edebilmesi için, bir mürşid-i kâmil ve mükemmilin terbiyesinden istifâde ve istifâza maksadiyle tâkip ettiği yoldur, usûldür.
Sünnî tarîkatlerden bazılarının isimlerini şöyle sıralayabiliriz:Nakşibendiye, Kadiriye, Rifâiyye, Yeseviye, Kübreviye, Mevleviye, Halvetiye, Şâzeliye...
Zamanla bunların şûbe ve kolları da teşekkül etmiştir. Tarîkatler arasında ortak esaslar bulunduğu gibi, farklı yönler de vardır. Dileyen herkes kendi hilkatine-fıtratına, kendi meşrebine, ruh yapısına ve mânevî zevkine göre bir yol tutar.
İslam dininin on iki hak tarikatından Kadiri ve Nakşi hariç diğer onu bozuldu. Bunların son ve hakiki mürşidleri yerlerine kimseyi bırakmadılar. Takdir-i İlahi böyle idi ve bu yollar sonlandırıldı.
Lakin, bunu kabul edemeyen bazı tarikat mensubu kişiler, tamamen kendi kararları ile yollarını devam ettirmek ve mürşidlik iddia etmek yolunu tuttular. Bunların hiç birinin ve bunlardan sonra yerlerine gelen hiç birinin Rasulullah (s.a.v.) efendimizden manevi icazetleri yoktur.
Bu tarikatler yollar zamanla, kendilerini Müslüman gibi gösteren Sabetayistlerin ellerine de geçmiş ve iyice tahrif edilmişlerdir. Mevlevi tarikatında, bozulana kadar böyle saçma sapan, kendi etrafında dönme şeklinde bir sema olmadı.
Ney denilen musiki aleti hiç bir manevi değer ifade etmedi. Tasavvuf ehl-i Müslümanlara, tasavvuf ehli olmayan müslümanlara caiz olan şeyler bile haram iken, zikir ehline mübahlar bile haram iken müzik aletleri nasıl olur da ibadet olarak kullanılabilir..
Konya MEVLEVÎ tekkesinde son zamanlarda BEYBABA aında bir Yahudi dönmesi üç sene şeyhlik yaptı. Ve (tarikatı) bu hale getirdi.
Bu dönme, evvela tarikata intisap edip MEVLEVÎ tekkesine alındı ve uzun zaman yemeden-içmeden ibadet etti…
Fakat yemez-içmez ibadet eder, diye şöhret yaptı.
Bu arada da tekkenin şeyhi vefat etti. Bu Yahudi dönmesi, yemez-içmez ibadet eder, şöhretiyle postnişîn yapılarak, bütün MEVLEVÎ müridleri kendisine (biat ve) inabe ettiler.
Bu usta Yahudi epey bir zaman müridleri tam kendisine bend edinceye kadar çalıştı. Bütün müridlere hakim olduğuna dair iyice kanaati hasıl olunca, yavaş-yavaş menfur fikirlerini işlemeye başladı.
’’Biz, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hazretlerinin yolcusuyuz. Halbuki o Şemseddin-i Tebrizî ile sohbette şarap içtiler bilahare nasuh bir tevbe ederek bu dereceye kadar yükseldiler.’’ gibi, güya şeytanca nasihat ederek müridleri içkiye hazırladı.
Biz de içeriz, bilahare tevbe eder yükseliriz” dedi. Ve içkiler içildi. Tam sarhoş olunca dışarıda adamları vasıtasıyla hazırladığı kötü kadınları da içeri aldırdı. Sarhoşların önünde kadınlar dönmeye raksetmeye başladılar.
Yoksa Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hazretlerinin SEMA’ı ile bunların uydurdukları birbirine tamamen zıttır.
1931 Yılında Adana ili Karaisalı ilçesinin pos ormanından kestirilen keresteler, Bayraklı deresiyle Seyhan nehrine naklediliyor ve oradan da Adana’ya taşınıyordu.
Babam rahmetli, bu nakliye işinin müteahhidi olarak çalışıyordu.O zaman Orman işletmesinin müteahhidi olarak de Sadettin Bey adında bir zat var idi. Bunun müstear ismi, yani lakabı ’’BEYBABA’’ idi.
Ben babamın kâtipliğini yapıyordum ve henüz 17 yaşındaydım.Keresteleri Bayraklı deresinden nehre ve oradan Adana’ya kadar 4 ay gibi uzun bir zamanda 300 işçi ile indirmiştik.
Tam Adana tren köprüsü civarına keresteler gelince nehrin önüne bağladık. Keresteleri dışarı çıkaracağımız sırada, kuvvetli bir sel geldi. Bağı kırdı.
Keresteler denize doğru yürümeye başladı. Bunu gören Adana’nın bilhassa fellah(Arap uşağı) insanları:’’Nehir getirdi, biz götürdük’’ diyerek, nehirdeki keresteleri kısmen evlerine taşıdılar. Bilâhare Orman İdaresi, duruma el koydu.
İhbar edene 20 kuruş verileceği ilan edildi. Ve birçok ihbar geldi… Kerestenin büyük bir kısmı bu suretle tekrar ele geçirildi.
Fakat Orman İşletmesi müteahhidi Beybaba orman rüsûmünü yatırmamış olmasından sebep kerestelere Orman Müdürlüğü el koydu.
Devletin Ameleye Verecek Parası Yok..Biz, amele başı olarak getirme ücretimizi almak için ziraat vekaletine müracaat ettik. Bize telgrafla cevap verdiler.
’’Amele hakkı mahfuzdur. Keresteler satılınca hakkınız verilecektir.’’ dediler.Bunun üzerine Orman Müdürlüğü ameleyi Alanya’ya gönderecek kadar, o zamanki kereste tüccarlarından bize para alıverdi. Ameleyi gönderdik.
Ben işleri takip için Adana’da kaldım.
Bu arada bir gazete de, aklımda kaldığına göre (Ahmet Emin Yalman’ın (Dönme)çıkardığı Vatan Gazetesi olsa gerek),
’’Oyuncu bir bar kızının bir buçuk milyon lira ile Türkiye’den Macaristan’a dönmekte olduğunu’’ yazmıştı.
Bu haber beni şok etti. Sanki bu millet parayı sokakta buldu da verdi. O zaman hükumetin bütçesi ancak bu kadardı.
Hükumet bir senelik bütçesi mukabili parayı Macar oyuncusunun götürmesine nasıl müsaade ediyor, aklım bunu kabul etmedi.
’’Bunda bir esrar var, Beybaba’dan sorayım.’’ diyerek gazeteyi elime aldım. Ekseri Beybaba’nın gündüzleri bulunduğu, Yıldız Kıraathanesi’ne vardım.
Beybaba bir masada birkaç adamla iskambil dedikleri oyunda idi. Karşısına dikildim, beni görünce;’’Ne o Mustafa’’ diye sordu. Ben de gazetenin o kısmını göstererek dedim ki:’’Macar oyuncuya para bulunuyor.. Efendim bunu çözemedim.’’
Ziraat vekaleti bize amelenin hakkını vermiyor. Parası yok. Kerestelerin satılmasını bekliyor. Fakat Macar oyuncuya bu kadar para veriyor. Bunun sizin tarafınızdan çözülmesini rica ediyorum.’’
Beybaba, Kilisli Kör Mahmud diye maruf kâhyası ile birlikte bizi evine çağırdı ve:Akşam ben sana bu hususu geniş geniş anlatayım.’’dedi.
Akşam dediği saatte Beybaba’nın evine gittik.’’Çocuk seni gözüm tuttu. Bizim işimize yarayacaksın. Ve ileride seni büyük adam edeceğim’’ diye söze başladı ve şöyle devam etti:
’’Oğlum bu milleti, birbirinin kıçını koklamadan (izahı ileride gelecek) kurtarmak için evvela nefis ve şehvet yollarını açtık ve ilk olarak Macaristan’dan bin oyuncu çingene kızı getirdik.
Bunların en ustası ile İstanbul’da Daru’l-bedayi adında (şimdiki Şehir Tiyatrosunu) açtık. Ve sanattır diyerek genç kızları teşvik etmeğe başladık.
Barlar açtırdık. Gazinolarda çalıştırmak suretiyle yavaş-yavaş yerli halkın taassubunu kırarak sahnelere, barlara, gazinolara rağbeti temin ettik.
Ve bugün artık, Macar çingenelerine ihtiyaç kalmadı. Yavaş-yavaş gönderiyoruz. Ancak giderken sırtlarındaki elbise ve pek cüz’i bir harçlıkla hudud dışı edildiler.
Fakat yerli halkı bu işe teşvik için birbuçuk milyon götürüldü, diye ilan edilir. Böylece, güzel kızları olan anne ve babalar özenirler: ’’Bizim kızımız yapamaz mı, yüz lira da mı alamaz, diye düşünerek adım-adım yaklaşırlar.’’ dedi.
Bu hale milleti getirinceye kadar bunun gibi bir çok planlar tatbik ettiklerini söyledi.
Selanik asıllı olduğunu sonradan öğrendiğim, Beybaba, daha sonra şunları anlattı:’Ben Rusya’da uzun zaman sağır görünerek kiliseye hizmet ettim. Ve İstanbul patrikhanesine çancı olarak gönderildim. Patrikhanede epey bir müddet sağır olarak çalıştım. Beni sağır diye söz saklamazlardı.
Ayrıca, ben seferberlikten önce, Adana’nın Karaisalı kazasında kaymakamlık yaptım. O zaman Fellahlara Babalık yapmıştım. Sizin getirdiğiniz keresteleri, bana ücretsiz taşıdılar. Daha ben neler gördüm ve neler geçirdim.
Mesela İstiklal muhakemesinden sonra istediğimiz inkılâpları yapmağa iki cihetten itiraz başladı.Birisi siyasi idi. Harpte çarpışıp da kazananlar arasında bu mühim idi.
Diğeri de, arkasından gidilen büyük ve şöhret sahibi âlimler idi. Bunları yok etmek lazımdı.Birinci mühim olan, siyasi ve fikri ayrılığı bulunanları temizlemekti. Bunun için ’’İzmir suikastı’’ tertiplendi. Bunda benim rolüm büyüktü. Bu suretle bir çok fikir muhalifi kimseler öldürüldü.
İkinci olarak, arkasından gidilebilecek şöhret sahibi büyük âlimler geliyordu. ’’Menemen hadisesi’’ yapıldı. Edirne’den Van’a kadar şöhret sahibi âlimler, bu hadise ile alakalandırılarak, ele geçenler imha edildi.’’
Ben tekkeleri kapatmak için Konya MEVLEVÎ tekkesine intisap ederek yemez-içmez dervişlik yaptım. Şöhrete ulaştım.Oğlum, yemez-içmez adam yaşar mı? Ama, geceleri gizli yer, kimseye görünmezdim.
Bir gün şeyhimiz öldü.Benim yemez-içmez ve devamlı ibadetimden dolayı en ehil olarak şeyhlik makamına geçmemi uygun gördüler. ’’postnişîn’’ oldum.
Arkadaşları güzel idare ederek kendime bağladım. Ve yavaş-yavaş işlemeye başladım:’’Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hazretlerinin O kadar büyük dereceyi kazanması, sohbet esnasında Şems-i Tebrizi ile şarap içti, bilahere nasuh bir tevbe edip bu dereceye erişti, bizim de aynı yolu takip etmemiz lazım.’’ diyerek işledim.
Bir gün şarabı tekkeye soktum. Dışarda bu işi tezgahlayanlar da vardı. Güzel kadınlar da hazırlandı. Şarap içince, tabii şişede durduğu gibi durmadı, sohbet kadınsız olmaz dedik, kadınları da tekkeye soktuk. Onlar da raks etmeye başladılar.
Kadınların raksı ile sema dedikleri, böylece birbirine karıştı. Kısaca tekke, meyhane ve kerhane haline getirildi.
Muayyen günlerde insanlara da bu durumu teşhir ettim.
Sarhoş dervişlerle kadınların sema yapması, raksı, zıplamaları, hoplamaları derken tarikatın ahlâksızlık olduğuna seyircileri inandırdıktan sonra, bu durumda, tarikatların ve tekkelerin artık kapatılmasının gerekli olduğu hakkında rapor vererek, MEVLEVÎ tekkesinden ayrıldım. Ve benim raporumla tekkeler, tarikatlar suçüstü yakalandı.’’
Selanik asıllı Beybaba, bana dönerek devam etti:’’Oğlum kötülüğünü göstermeden kapatsak, halk tepki gösterirdi. Buna mahal bırakmadık. Ben Selanik’liyim. Bunları söylemekten maksadım beni tanımanızdır. Ben seni yanıma alıp yetiştireceğim.’’
Bu sözlerini, uzun süre hayretler içerisinde dinleyip ayrıldıktan sonra, otele gelirken, yanımdaki kâhya’ya, Kilisli Kör Mahmud’a sordum:Bu Beybaba’nın; ‘Milleti, birbirlerinin kıçını koklamaktan kurtardık.’’ demesi nedir?
Kâhya:’’Anlamadın mı?.. Cemaatle namaz kılmak, arka arkaya değil mi?’’ dedi. Ben de:Anladım da, ancak senin nasıl anladığını öğrenmek için sordum.’’ dedim.
Sonradan, Kâhya’nın anlattığına göre, bu adama, Beybaba denilmesinin sebebi, milyonlarca liralık araziye sahip olmasıymış! Çok zenginmiş...
Gittiği kahvede bütün oturanların çay paralarını, oturduğu lokantada yemek yiyenlerin bütün ücretlerini ödemesinden dolayı, halk ona bu ismi takmış.
Kâhya ayrıca,bu adamın, karısı adına Selanik’te bir buçuk milyon liralık (o zamanın parasıyla) mal ve arazisi var, diye, Adana’dan sürülen Rumların hanları, dükkânları ve çiftlikleri bu adama verildi. Adana’nın en zengini oldu. Güya Rumlara da Selanikte’ki arazileri verilmiş..’’ dedi.(11)
İKTİBASLAR:
1. [Seyyid Muhammed Nûru’l-’Arabî ile ilgili olarak, ayrıca bkz. Abdülbâkî Gölpınarlı, Melâmilik Ve Melâmiler, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, Tıpkıbasım, Pan Yayıncılık, İstanbul 1992.; Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı ’Aliyye), Haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi; İstanbul, 1995. ]
2.[Hüseyin Vassâf, Es’adnâme, Shf. 3 Es’adnâme’nin müellif hattıyla olan yegâne yazma nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü No: 2324/2 ’de bulunmaktadır
3. [Mehmed Es’ad Dede ile ilgili olarak ayrıca bkz. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Cilt. 1. Hazırlayanlar: Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Ali Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1990, Shf. 329-332; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, IBB, Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1996. Shf.131-132; Nicholas P. Stavroulakis, Salonika, Jews And Dervishes, Talos Press Athens, 1993, pp. 72; Mehmed Ali Gökaçtı, Selânik Mevlevihanesi, Toplum Ve Tarih, Cilt.34, Sayı. 201, Eylül 2000, Shf.54]
4.[Selânik Mevlevihanesi ile ilgili olarak bkz. N. P. Stavroulakis, a.g.e. pp. 45-78; Mehmet Ali Gökçatı, a.g.m. Stavroulakis’in bu eserinin 71. sayfasında, İshak Dede’nin Selanik’teki Mevlevihanesinin revaklarında Mevlevi Şeyhi kıyafetiyle çekilmiş bir fotoğrafı yer almaktadır. ]
5.( Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşilik-Alevîlik 2002:201 )
6.- [bkz. Mimar Sinan Dergisi, Hür Ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Yayın Organı, Yıl: 1983, Sayı:50, Shf:82. Bu Sayıdaki kayda göre Üstad Ali Oktay Cever İstanbul İdeal Locasında 24. 10. 1983 Tarihinde, "Bektâşîlik’te Yaşamış Masonik Fikirler" başlıklı bir konferans vermiştir.]
7.1.[Alliance Isralite Okulları ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Aron Rodrigue, French Jews-Tukish Jews, The Allience Israélite Universelle and Politics of Jewish Schooling in Turkey, 1860–1925, Indiana University Press, Indianapolis, USA, 1990.]
7.2.[Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, shf. 45–52; Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, Shf. 836–837]
8.[bkz. Mehmed Râif, Mir’atı İstanbul, İstanbul, 1314, Shf. 85–86, İbrahim Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2 Shf. 308, İstanbul, 1977; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca üsküdar, Üsküdar Belediyesi Yayınları, Cilt.1/199, Cilt. 2. 893,908 ]
9.[bkz.Feyziyye Camii Hakkında Bkz. M. Râif, Mir’ât-ı İstanbul, Shf. 84, İ. H. Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 1. Shf. 152-153, İstanbul, 1976, Tahsin Öz, İstanbul Camileri, TTk. Yayınları, Ankara 1997, Cilt 2. Shf. 14; Mehmet Nermi Haskan, age. Cilt. 2/893 ]
10.[Şemsi Efendi ve ailesi ile ilgili olarak bkz.Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Zvi-Geyik Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2000; Ilgaz Zorlu, Selanikliler Ve Şişli Terakki Yolsuzluğu, İstanbul, 2000; Azmi Koçak, Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi, Düşler Sokağı Reklam/Yayın, İstanbul, 2000.]
11.1976.Ufuk Gazetesi-Alanyalı Mehmet Arıkanmerhum.
25.01.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.