- 326 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-5
1
ADEM YAZICI, LİSE BAHÇESİNDE BEKLENEN CİNAYET
Kıyamet ne zaman kopacak
şeyhim yapıştır yüzüme iki tokat
ben burada beklerken cevabı
biliyorum her gün seni iki kat
ne yapsam üzüyorum
ne yapsam sesim ulaşmıyor
her gün açık pencereye
Genç bir hayat ver bize
geçmişi kurcalayalım biraz
bu geriye dönmek tutkusu var ya
dua ederken camlara yapışan sinekler gibi
oysa bu boşluk çok ağır
bu kalemin ucu ince
gezer durur bu yoğun cephede
elinde telefon bir de kahır
içerden saatte bir göç başlıyor bahçeye
Her gün yıkadığım ellerime
beyaz bir düş gördüren yok
Kıpt kavmi çok eskilerde kaldı
zor sorular sormayın artık
avuç içi çizgilerim yandı
mısır firavunlarından kalmış
bir falçataya bile dayanamaz
içimde bir sürü kırıntı var
belki köz küreyen fırıncı
yüzü yanık bir kalfa buralarda
kafasından çocukluk geçerken
dallarını bıçaklarken bir ağacın
bir de dizlerine vurur eski pişmanlığını
yakarır gibi yukarılara
soğuklara meydan okuyan
demirden dış kapı
Haftada iki gün bir marşla
dudağımız bir rus tırpanı
lale bahçelerini biçen
dimdik duran bir at üstünde
başının altında bulutlar
başının altında ışık kümesi
hadi çek fotoğrafını çiçeklerin
hadi son ümidi günlerin
a 101 bir de siyah mersedes
bu caddenin yükü
ağır olsa da günahlar
kimin sonu ne zaman belli
alır götürür bir yudum çayla
ardına bıraktığı günleri
Adem Yazıcı, İtibar, 2107 Ağustos
biraz serseriliği özlemiş şair şehrin görgüsüyle pişmanlıkları yüzüne vuran aynalardan kaçarken.bize miras kalan uvuntuların ucuzluğunu çarpıyor yüzlere.bir metropol yalnızlıktan başka neye güvenir.yaşamdaki çarpıklıkla başlıyor şiire.anlamsızlığı kanıtlamanın yolu düşlere kapılmaktır uğultuya kapılan rüzgarla.özlenen hayat biçimine öykünerek ayakta kalmayı başarır çoğu insan.tarihsel anlatıların gizemiyle girilen bahçeler her şeyin yalan olduğuna inandırmış çocukları.özlenen özgürlükse bir tat bırakır ağızda başıboşluğun imrendiği dalgınlıkları resmeder gibi boşluğa.bir çok insanın kaçak yaşadığı şehrin caddelerinde binbir türlü hayatın izi.hikayesi yazılmamış hayatın ağırlığıyla koşmak intiharlara.işte sürüklendiğimiz yalancı bahar gibi ansızın umuda yakalanmak gibi.
2
DENGE ESENTERK, KAPORTACI ÇIRAĞININ BÜYÜK HAYALİ
Sıkı sarıl doktor bana çürük karpuzlar getiriyorum beraberimde
Karanlık mı soğuk bir Babil akşamı belki
Belki samsun sahi kaldı mı bu kentler bir bir
Bir bir kaldı mı günümüze İrlandalılar yada Iraklılar
İnekler inekler inekler hergün önlerinden geçerim belki artık o dili konuşurlar
Ben bak iş uykusuna giriyorum sayıyorum camlar kapalı
Klozetin kapağı asla oturmuyor ve ben boyuna ben
Dışarlar soğuk cam kapalı ki bir çeşit Babil belki Samsun akşamı
Uykularıma doktor kim giriyor ben Samsun’da buluyorum kendimi
Sonra bak benim altımda yine o Iraklılar var belki Babilliler
Geride kaldı tektek yatağımda bulunmuş tüm İrlanda ulusu
Uykularım doktor birer bensiz birer sensiz birer kimsesiz İrlandalı uykusu
Kapıdan çıkmaya adımım üşeniyor uykularım uykuda tutuyor beni
Ben dönerim döndükçe güneşler peruklu adamların arkasında batmaktadır
Bak şimdi doktor bak şimdi bak doktor bir bak
Horizontal bakarım de Gama’nın yada senin gidişinize
Satrançlar tutarım kareli defterler yerine porsuklar seni anlamaz
Zebralık yapma doktor yeter ikimizin de zebralık ettiği gel aslan kesilelim
Rakı mı koyacaksın vodka mı yoksa rakı mı haydi rakı
Oturur bir bir izlerim bir bir beklerim son saniye reklamlarını
Yana yana bir bitap olurum artık geçmiş orda kalsın al hayrını gör
Burda bırakıyorum bak burda duman gölge ve hatta belki Beckett’ı
Panik yaratma doktor belki burda da herşey aynıdır sadece belki
Aynıdır yahut burası da hapistir
O son İrlandalı’yı götürmeyecektik ah lanetlendik İrlanda halkı
Belki aynıdır hala İrlanda yahut burası da hapistir
Şanslıysak arada denizler vardır kıta sahanlıkları yarıp geçeriz
Dehlizler vardır dehlizler böyle dehliz dehliz karanlıklar
Hüznümüzü bir star wars karakterine çevirir tuvalet duvarların
Eski İrlandalılar dönüp dönüp dönerler bizi inceden terkederler
O sahanlıklar kıta sahanlıkları neden bir Bohemya ülkesinde buluşmaz
Poliçelerimi doktor söz çabuk çabuk çıkaracağım hayatından ve kıtalardan
Divana yöneleceğim belki yüce divana aruz çalışmalıyım biraz
Mermileri boğazıma dizeceğim az dur ikimizi petrol kuyusuna
Denizleri kan akıtacağım gör o nehirler olduğu yerde donacak
Ufak tavsiyelerde bulunacağım hadi beni güldür biraz
Dehlizlere kuşkulu bir panikle yaklaşacağım İrlandalılar
Kadromuzu Harrison Ford ile gücendireceğim belki ah belkiler
Tüm bunlar olurken tüm bunlar olacak ve ben kusmak için başka bir kadın arayacağım
Yüce divana taşıyacağım Bohemya’da bulunmayan her bir kıta sahanlığını ve ermeni meselesini
Tüm bunlar olurken bal ve salam olacak daha peruk yada Samsun değil
Yatakları tek tek yakıp üşeneceğim adımın peşinden ben İrlandalılarla çevrelerinden dolaşacağım
Denge Esenterk
petrolun ne kadar yararlı olduğu konusundaki fikrim değişmedi.ayrıca çevre felaketleri yaşanacağı konusundaki kaygım.bir nevi bencilliğin dünyada kabul gördüğüne dair inanç.bütün bunlar şiire dökülecek konuların dışında farkındayım.azra pound şiirlerinin konusu olmak istemem.fikirlerimin geçmişte kaldığına dair görüşe de saygı duymam gerek aynı zamanda.bürokrasiyle emniyet arasında bir yerde dolaşıyor fikirler ve zaptedemiyorum hayatımı.nasıl yansıyor aynaya mutluluk şakaları.işçi sınıfını sümküren yarı sömürge aydınlar ve kaçtığı sorularla yaşayan teologlar.hala inanca sarılma gereği duyan bir duyarlılıkla tanrıya minnet duyuyorum hayat için.
3
MUHAMMED GÜLEROĞLU, YAN MASADAN GÖNDERİLEN SAHTE ÇİÇEKLER
ben bu dünyadan bir şey anlamadım
dünya da bana bir şey anlatmadı
Ontik buhranlar ve ben
o duvar senin bu duvar benim
çarpıyoruz
yuvarlanıyorum yerlerde
evvela sağdan sola doğru yuvarlanırım
sünnettir belki
bi hocaya sormak lazım
“hocam” demek
ontolojiden başıma ağrılar girdiğinde
evvela sağ lobu mu duvara vurmak lazım
bir şafii çıldırıp da başını duvarlara vurduğunda
bir çizmeyi dolduracak kadar
ya da sevdiğinin gözlerini
abdesti bozulur mu kandan?
ne bekler ki bir deli yaradandan?
saygıdeğer değmez abilerim ve ablalarım
sanrılarımdaki sahte gerçekleri
yan masadan gönderdiler
çay kadehleri tokuşturan
çiçekli gömlekli şairler
bana ciddi ciddi tip tip adorno adorno güldüler
suçumu tahmin ediyorum
kulağımdaki küpe deliğine urgan bağlayıp
boynumu sallandırmak istiyorum
intihar maksadıyla ya da
öylesine boş bir sebepten
Ah Tanrım!
işleyeceğim günahlardan bir iki tanesini
şimdiden affet
geçmiş, zihnimde canlanır
yaşadığımı anlarım
ama ömer hayyam ne bileyim niçe
jung filan onları da hatırlarım
canlanırlar ve bana
“naber lan!” derler
hiç derim
bu sıralar boş işlerle meşgulum
kafamı kaşıyacak vaktim olmadığından
vuruyorum duvarlara yavaşça
kanarsa abdestim bozulur
hanefi imamın yalancısıyım
bir de çekirdek çitlerken düşünürüm tüm bunları
çekirdek çitlerken ” allah her yerdeyse ben neredeyim”
diye geçiyorsa aklımdan
bu mevzuyu ciddiye almıyor sayılır mıyım
–
muhterem entelejansiya
ben şiirden anlamam
bu yüzden ya da buna rağmen
bununla beraber ya da bundan gayrı
gelinlik giydirilmiş sandalyelerin en arka safında
tüm saftrikliğimle ve ihanetlerimle
boş boş oturuyorum
yo sağolun ben almiyim
bana yazılmamış şiirlerden
kalkarım beş dakikaya
hele sigaram bitsin
bir tane daha yakarsam
allah affetsin
mevcut ahval ve şeraitte
kendimle de pek aram yok
dargınım bir miktar ve
kaos beni aşık olmak zorunda bırakmıştır
–
bunların sevgi ile bir alakası olmalı yoksa
düşmanlıklar ve nefret
beni düşürmez
beni seviyorlar ya da ben onları
bakanları, milletvekillerini
bir şeylerin başkanlarını
vergi adı altında ya da ihale
bahşiş bırakıyorum ceplerine
aferin lan!
al sana yüz yirmi milyon dolar
ama kağıt fiyatlarını düşürün
amme cüzü hediyesi otuz lira
bu köprüden atlarsam bedava
ezbere bilen hocalar cenazemde
içlerinden küfürler dışlarından zikirler ederek
beni cehenneme doğru omuzlarında
göz yaşlarıyla tuzlayarak yamalı asfaltları
tahta çaksınlar baş tarafıma
ama sola yatırsınlar beni
kalbim bir daha atmasın
–
sevmek istemiyorum
transandantal hastalıklar çıkıyor başıma
sonra bu başı küpe yapıp
asmak istiyorum kulağıma filan
otantik değil olmaz öyle bu
ontolojik dedi biri
adı her ne ise aynı anda
sonsuza kadar uyumak ve hiç uyumamak istiyorum
bu dileğimi yerine getirmezsen tanrım
sana da küsüyorum.
Muhammed Güleroğlu
şairin acemiliğine bağlıyoruz yanlışlıkları.hayatın uzmanlaştırdığı sahneden bakıyoruz çekingenliğimize.bende bir salto kurbanı gözüyle bakıyorum hayata.aslında yamanmak istediğim bir kaçış avuntusu değil ebru sanatı.yada doğadan çalınmış hikayeler.meslek kazandırma kurslarıyla meşgül oldu zihnim bir ara.yalnızlıktan kaçar gibi koşmadım kentin kalabalığına.ne tuhaf aynı yazgıdan geçiyor umutlarımız.yitirmekten korktuğumuz yoksulluğa alışıyorum her geçen gün.onun için duraklarda bekleyen bir yolcusuyumj kentin.hafızam alkolu kabul etmiyor.çoktan yitirdim anılarımı kazablankada.ölüm uzmanlık alanımız teğet geçtiğimiz hayatlar için.yakama yapışan azrail de cabası.şimdilik iktidarındayız öykünmelerin.şimdilik uğultuya kapılmış hayallerimiz.evet suçluluğunu yaşıyoruz araf halkının.
4
MEHMET DORUK KANDEMİR, SU SUSTU
Tarih 29 Ekim 2018In Şiirler
her şey, bir suya bilenmiş gibi.
bir denizde başka hayaller bulmak,
akşamın ağırlaştırdığı sularla gitmek eve,
yağmur alan babaları cepleriyle hatırlamak,
hepsi, bir sudan intikam alır gibi.
sesimi duymaya başladığım günler,
yazılmış, okunmamış ovaların üstünden geçiyor.
bana yüzünüzdeki çizgileri gösterin,
yüzünüze gerdanı kırık bir yol yapan çizgileri.
yüzünüzde ovaları omuzlarında kurutan adamları gördüm,
zaman kuruyunca elleri dökülen adamları.
bir yaranın boyun eğişidir
çiçeğin solması, kan kaybetmesi toprağın.
yarasını şakıyan kuşları susturan
bu sessizlik,
kime bulaşır şimdi
geceyi kısan kırık parmakların karanlığında.
su sustu!
su sustu!
her şey, bir suyun ağzında bilenmiş gibi.
Mehmet Doruk Kandemir
bizim büyük çaresizliğimiz diyerek söze başlamak.zaten konuşmadı bir çocuk burma bıyıklı bir adamla.ya üniversite gençliğine tezat siyasetler.kotarılmış vakitleri şapka yapmış sloganlar.dedimya afiş açan bir ödtü’lü gururuyla silkeliyorum tabiatı.ve yatkındır dilime hala kelimeler.öğrenmişim bir kere sabahla uyanmayı güne.öğrenemedik bir türlü hayatın biçtiği rölleri.hep ondandır müşterisi olmadığım dükkanların küçük yalnızlığı.koca dayağına karşı çıkıyor zebil gibi içmiş gençlik.işte bunların çelişkisiyle bayrak yapmışım devrimciliği taşıdığım vakitsiz ilençlere.
5
uzun uzun kavaklar
dökülüyor yapraklar
ben atama doymadım
doysun kara topraklar
çocukluğumuzun şiiriydi bir ülkenin matemini en güzel şekilde anlatan.bir de andımız vardı her sabah okula başlarken terennüm ettiğimiz.o da ne mutlu türküm diyene kadar bu ülkenin andı için yaşadığımız tutkumuzu ifade eden.istiklal marşı korkma diye başlıyordu.son ahalisi kalıncaya kadar bu bayrak altında yaşamak emelindeydi türk halkı.şimdi kararlı olma zamanı kuşatmayı kırmak için.sahteliklerin yaşadığı doğru.kimisi için fazla şiddete muncer bir kültürümüz vardı.inceliklere medar olacak bir temsil kabiliyetinden mahrum yaşıyorduk.biz hepimiz turhallıyız biz bize benzeriz sözünde doğruluk payı var mı acaba.eğitimli insanlarımız için fırsat tanınıyormu vazife addedeceği konularda.kendi insanımız üretsin kazanan ülkemiz olsun.bunları herkes dile getiriyor ama uygulamada aynı fasit dairenin içinde koşar adımlarla ziyan ediyoruz gençliğimizi.oysa yahya kemal ne harap ne harabatiyim kökü mazide olan atiyim sözünü tekrarlamakla geçti günlerimiz.kökü mazide olmaktan anlaşılan tarihin içinden geçen bir fütühat anlayışını atinin aydınlığı için tuttuğu aynada kendi kaderimizi aramak.belkide bütün kargaşanın bu membadan kana kana içtiğini anlarız meydan okumak için türkün yalnızlığını anlamak adına.celladına aşık bir zerdüştün yalnızlığıyla yağlı urganları kaderimiz bildik her bozgun sonrası yakalandığımız zulmeti aydınlatmak adına.karanlıkta söylenen şarkılar varsada pusuya yatmış kahpeliklerin kurbanıdır daima en tatlı yerinde bölünen uykular,
6
Yüksel PAZARKAYA
YÜREK KUŞATMASI
kan değil kösnül kısrak
batak ovalardan aygır tepelere
doğru sel sel yürek kuşatmasında
yazıp adımlarını her damara
şah tırıs dörtnala
ve yaya uydurup ayaklarını
gelen çağa
kar ağızlı oluşum
önce kar ağız ve hoşnut
karanlığın yıldızından
yürek tutkunu sonra avı
hava su toprağıynan
bakır beyinli ve yürek kaçkını
kesiminde çağların
abanır kösnül kısraklar
yüreğe düştü düşecek yürek
göğün mavisinden yerin mavisine
sardı bağrını eli dar çağın
yalımları tüten ocak döğen yürek
aşıp oylum oylum eskimiş uyumları
yaşamdan hoşnut zamana koşut
evet kan değil kösnül kısrak.eli dar çağın sokaklarında.bir gözyalşını tüketmek kadar ağır yaralarla tutunuyoruz mevsimlere.çıplak ağaçlara sarılmak kadar üşütüyor yorgunlukları sonbahar.uzay boşluğunda arıyoruz patlamaları.yakınlık kurmak adına sevdalanıyoruz metallere.bunu anlaqtıyor şiir kısılmış seslere dokunan yarınsızlığa sağır ihriraslara adanmış yürekleri kanatırcasına.yşamdan hoşnut zamana koşut.kahkahalara kadeh kaldıran zülümleri alkışlamak kadar insancıllığı unutmuş.neyi aradığını unutmuş insan.bunun sancısını hissettirmek için bozkırlardan güneş çalıyor yerleşik hayata anlamsızlığa kilitlenmiş hülyalarla.
7
NUR İPEK ÖNDER, APOPTOZİS
sonrası
boğazımı yırtan çığlık gibi bir ekim
ölüm üstüne düğüm
düğüm üstüne düğüm attığım
nefesime takılan tek isim olmayı
kendine yediremeden gittiği vakit
avucumda bir buz parçasından
şuleye döndüğü vakit
o vakit ki
ben şehrin sırtından eksik olmayan kasvetiydim
iki el silah sesi, iki el ilah esiydim
siz ne kadar oynadıysanız
o kadar azdı hüznünüz
ben sizi izledim
o gitti
cirmi kadar yer yakmayacak ateşte
dövülmeye gitti çelik nefreti
sizin tükürdüğünüz mazgallar
yukarı bakardı gök/yüzü
ben o mazgallardan aşağı
açlığının çığlığıyla sağır olan bir martı
denizin kine döküldüğü vakit aşk
yüzündeki toprağı, bileğindeki pıhtıyı
pay etmeye kemiğime dayandı
o gitti
gözlerindeki döner merdivenlerden hızla koşan lal kadın
utancından bir sicimle kendini kıyamete astı
Nur İpek Önder
şiirin hangi duygularla yazıldığı anlaşılıyor verdiği fotoğrafın berraklığında.görmezden gelinen hayat çelişkileri.evet boşluğun kalabalığından kaçıyoruz.bir gizemin parladığı suretlerde tanıyoruz kimliğimizi.fazlasıyla harcanma ihtimalimiz yüksek.refahı tabana yaymaktan söz eden politikacılar gibi sarhoşuz uygunsuz ilişkilerle.kıçımızı açıkta bırakan dar kotlarla piyasa yapıyoruz mahalle arasında.randevüleşme okul sıralarına inmiş.bu sağır betonu yenmenin imkansız soluğuyla yoksulluğun ciğerimize işlemiş anların mahkümiyeti.işte bunlardır kasveti büyüten anlamsız çırpınışlar.her yerde hayatın sinematogrik aynası.bu aynalar bulandırıyor yaşamı.tuzla buz olmuş soğuğun korkusudur nefeskokan odalara hapsolduğumuz hayatın dirençsizliği.işte yabancılığın çekiciliği solgun gülleri dansa kaldırıyor.yasaklara karşı koymak gibidir özgürlük.bunu anlıyor her kalbin soluduğu yalnızlık.
8
gözbebeklerinden dökülen kar taneleri içini ısıtıyordu
kitaplık dergisinden seçilmiş bir mısra.hayatın yapaylığıyla mücadele etme biçimidir nevroza yakalanma.insan kalabalıklarına inanmayın.uğultu içinde kaybolan hayatlar.bu denize hapsolmuş martılar demiştim yıllar önce yazılmış bir şiirimde.bu ülkede acıların sahteliği yaşanır.yalnızlığa teslim eder sevgiliyi düşler.şarkılar seni söyler dense de bir eve kilitler en aykırı insanları şartlar.yer çekimli karanfil faili meçhulleri anımsatır nedense.fırsat tanınmaz asla hayatı biçimlendirme teorilerine.zamanı ele geçirmiş adeta müstevliler.haklılığını yaşayamadıktan sonra hikayelerin.maviliklerde kaybolan bir yanılsamadır ancak özgürlük
9
Azad Ziya Eren - Saatlerdir Yağıyor Eylül
SAATLERDİR YAĞIYOR EYLÜL
saatlerdir yağıyor eylül
bulutun mavi uçurumun yaşamak gibi
ağır damlalarıyla iniyor toprağa
saatlerdir yağıyor eylül
çılgınca toprağı demleyecek birazdan
o ıslak kokacak
saçların her gün gibi yenibaştan
saatlerdir yağıyor eylül
düşüyoruz utanmadan
sonra iğrenmeden üşüyoruz
ırmak kabarıyor
ölüm açıyor ekmek gibi bölüşüyoruz
saatlerdir yağıyor eylül
seni diyorum kendime denklediğim
aydınlık bir sokak gibi içime işlediğim
gün uyuduğunda filiz unuttuğunda büyümeyi
vurgun yemiş bir bacak gibi inatla
kendime eklediğim seni düşünmek
kalbimin dört odasında ülke büyütmek
saatlerdir yağıyor eylül
saatlerdir omuzlayarak bütün yalnızlığımı
ıslanalım diyorum yaprağa
tarla kuşuna toprağa biraz eksik biraz tortu biraz kül
saatlerdir yağıyor çünkü
bulutun mavi uçurumunu yaşamak gibi
ağır damlalarıyla eylül
yeniden ergüvanlardan söz açmak gibi yağmura yakalanmak.bir sokağın aydınlığı kirletilmemiş duygularla.bir kentin aradığı suskunluğu gömüyor toprağa yoksulluğun tortuları.biraz sönük görünsede lambalar üşüyordur sisler bulvarında.
10
BİRHAN KESKİN, BİR MEVSİM YOK ANNE GİBİ
çocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.
yoruldum çok
kente ve sana durmaktan
öfkem ne sana ne de başkasına
üstelik geceden marilyn monroe
ve senin gözyaşın geçti
hadi barışalım.
hem hiç bir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.
alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı isiyorum
berberlerden.
2-
ırmak bitti
devrildi dağ
büyüdüm.
çocukluk anılarımdan
düşecek kadar
kırıldı avaz
yüzümden kovuldu
anneler korosu
söndü ateş.
kahvaltı masalarına geç kaldım
kirlenmiş bütün bardakalrın yalnızlığı bana,
ve ince kaldım belki
sabah zamanına.
hey aynalardan içeri kaçan çocukluğum
nöbetçi aspirinler, diş macunları
tekrar dönerim,
ırmak akar tekrar yatağından
dağ yerinden doğrulur
uzaklığım biter
gölgem yanıma düşer belki yeniden,
kim bilir
belki dedem bile olur
vicks kokulu yastıklar kalır bana ondan
ve ahdım var
onlardan kalma sehpaları kirletirim
bu sefer.
3-
buralara kadar gelinmişse
gece kendini uyur
kendine küser eşya
kendi cinayetine kurbandır metal
söz kendini söylemiş, yorulmuşsa
yağmur kendi içine yağar
asfalt bir çılgınlığa yürür kendini,
buraya kadar gelinmişse
uyku bile kendini uyur.
yok yerlere gelindi
boş yerlere gelindi
kemanlar kendi sesinden içlendi
ben senin sessizliğinden
eşya boşuna küstü kendine
gece boşuna delindi,
yaşamımın güç yanlarından biri olma
lütfen, şimdi bu kavgayı unutmak da
hatırlamak da çılgınlık olur
gel biz seninle kahraman olalım
ne hatırlayalım bunu
ne unutalım.
Birhan Keskin
hüznünü saklama gereği duymuyor şair.bu kent konuşursa vadilerden gelen ırmaklara bağışlanır güneşler.kırılmaya hazır bir gölgeyle yürüyor çocuklar bilmediği ülkelerin kalabalığına.paylaşılmış sanat anlamlandırılmış kültür.soluduğumuz umutları kıranlar put niyetine.ve sevmenin cezası gibi şirke batıyor korkularımız.kaçtığımız esenlikte yakalıyor bizi rüzgar.katlanmak kadar zor bu sokağın boşluğuna.hiç yitmeyen bir güzellikle avunur ancak kalpler.unutkanlığın bedelini kaybedilmiş savaşlarla ödemişiz.işte bu kargaşada tanışıyoruz alın yazımızla.işte çakıllar ve çiçekler aynı göğün utancı gibi.
11
Çağıltı
Kabullerimden soyutlanmış soğukkanlılığımı
Hayatın kışına ithaf ediyorum
Kış ki, demir kesiliyorum yabaniliğin
Gölgesi değdikçe insanlığın üzerine
Şaşaalı pullarından çıngı sıçrayan bir elbisedir
İnsanlık üzerimde en olmasını istemediğim.
Sevilesi umutlara ev sahipliği yapan çocuk !
Ne varsa kalbini uğrak edinen senin
İstediğin fakat benim bilmediğim
Alıp koymak isterim avuçlarına çeşitli ülkelerden
Hayaline kurduğun salıncaklara oturtup
Bir o yana bir bu yana savurdukça
Eşitliğe bestelenmiş türküler dökülsün isterim saçlarından
Asya kokulu karanfilleri maviliğinden öpen
Naifliğine sığınarak
Gülüşüne gamzeler düşürmeyi, ön ayak olmayı düşlerine
Taa şuramdan isterim
Unutma !
Kasvetli şehirlere halden bilmezler kapısından girilir
İnsanlar tasmalı ruhlarını gezintiye çıkardığında
Alınıp verilmesi cebren borç olur merhabalar
Kahkahalar arpa suyu içmiş gibidir
Senin tebessümüne çocuk dudağının
Kıyısına ilişen kıvrıma gömerler ölülerini
Sakın ağlama e mi? gözünden akan sulamasın mezarları
Gül ki, uçsun gitsin içimdeki
Nil Nehri’ne bırakılmışlık hissi
Isıtıp sularımı komasınlar kuşlu ibriklere
Yumasınlar yumasınlar
İnim inim çekilen ruhum düzmesin mersiyeler
Duymasınlar duymasınlar..
Samiye Akkoyun Açıkgöz
şiire hak veriyorum bir kapı önünde beklemenin zarifliğine akarken sular.şeytanın artıklarıyla besleniyor filler.ve öğrenmenin baharına ermek gibi menekşeler.haklılığı var ermişlerin mezarında duran çiçekleri soldurur zaman.ve ruh bulunmayacak kadar kirletilmiş yoksulluğu ölüme emanet eti akasyalar.işte ölümü unutturan bahçelerde çocuk çığlıklarını anımsatır düşler için çıkılmış yollar.1 akçelik ömür için uçurumlarda geçirilen gençlik.kimse inanmaz aslında güzelliğin ölümsüzlüğüne.bir ağacın çürük gövdesi gibi reddeder hayat zamana direnmeyi.basit kurallar haline getirilmiştir hayata anlam katan bencilliği alkışlamak kadar vazgeçmek ayetlerden gelen aydınlığı yıkmak gibi.
12
Logaritma
Ali Ekber Hirlak
Babil’in uzun güneşini almışta
Etrafını zül şişesi sarar
Asmaların özü/
Kekik kokar Afrodit’in saçları
Cleopatra üzüm şırası çalar gözlerine
Azgın at kişnemelerine karışır hükmü
Hükmü zinden
Hükmü ölüm...
Kaç edersin acaba!
Ey insan/
Seni beşle çarpsam
İkiye bölsem
Üçle sıralasam
Kaç logaritmanın
İçi açılarına sığar tenin
Kaç?
Şimdi!
İsa sancılarına düşmüş Meryem
Gayyada Musa/
Yüzülürken Bedrettin
Asılırken Pir Sultan
Seni hangi duanın sırası kurtarır
Hangi rüzgâr öper eteklerini
Çılgınlığın...
Bu aşırı yalnızlıktı
Bu karşılıksız sevgiydi
Geri gelmeyeceğini bile bile
Öle öle biçare sevdaya...
Şapkalı ikiden
Üçe geçmek gibi
Hayat/
Bilirsin ki çok bayat...
Ali Ekber Hirlak
evet tarihi kadim kendi zülünü sayıklıyor.şimdi gerçek bir filmin finaline hazırlanıyor yerküre sonatı.özelliğini koruyabilecek mi güneş.ölümcül dalgalardan kaçmak için yamaçlara koşuyor masalsız gökyüzüne inanmışlar.yorulduğumu anlamış yıldızları kurcalayan umutsuz kahin.umutsuz sara için anlamını çözmüş hekimler kim istemez mağlubiyetini görmek köpürmüş şuaların.oysa dostluğa inanmış gibi sorguluyor pervazları akasyalar.sözün tesiriylemi başaklar çıldıracak tezgahta.yada bir tarih yanılgısımı maverayı keşfe çıkan gazali.işte senin korkuluklarda kalmış yarım hayatın.içinde soğuk denizlerin sağnağı gibi eski anıtlar deposu.işte beni savunduğu kadar ölmeyi özlemiş bakır çarşısında hatıra kuşları.bir çöplüğe açılıyor kollarım roma kartalı gibi.mitolojiden arınmak gibi sararıyor hades.muştu kahkahalarından sıkılmış gibi çöküyorum kırbacıyla beni uyandıran diyojen.evet tanrılar veda ediyor tarihe.hafızası boşalıyor yerkürenin.bir dahamı asla takat bulamayacak gökyüzüne bakmayı firavun.
13
şiirin sıcak ikliminde
Niçin duralım kalbim
Mademki durmuyor savaş
Hayat bir ırmaktır akıyor işte
Yollar bile taşımıyor yükü
Korka korka uçuyor kuşlar
Vınlayan mermiler arasında
…
Yine namlularla çevrildin kalbim
Ne önleyebildin ne karşı durdun
Çevirdin şiiri aşk yönlerine
Gel kucakla kalbim kuşat gülleri
Bir bahardır yine yağmur yağıyor
Öpüyorlar damlalar yüzlerini gözlerini
Bir ibadet gibi beklerim burada
Yine hiç bakmadan geçer sevgili…
Osman Sarı
Kayıt Tarihi : 26.9.2016 09:31:00
şiirde üstat sayılabilecek bir dili var.ama şiir hayattan daha fazla şeyler söylemek istiyor.kanatıyor gönlümüzü fukaralık.bir dikenlikte geçen zaman gibi çoğalmıyor gönüllerin türküsü.çok şaire ilham olmuş bu şehir için yağmurlara aldanmış kaçıp gitmeler.bir uygarlığın yıkıntılarında kalbimize biçilen kefen.aç kapıyı haber var diyordu şair.marhametin kalbi derken göğsümüzdeki et parçasını söküp alıyordu zamanın sözleri.dekorsuz bir tiyatro gibi çiçekleri sayıklıyordu çocuklar.
14
iki mehtap arasında.
Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır.
Toprak kokusu değince o rüyaya
Aşk çözülür... geriye menekşeler kalır.
Solmuş menekşeler: derinliğin tarihi.
Yenik kavimlerin tarihi.
Sevmek ateştir diye seslenir biri.
Yalnız o mu? Kavuşmak ateş
Kalbini bıraktığın sular ateş
Şarkılar ateştir: “iki mehtap
arasında kaldı gönül.”
İki güneş
İki gökyüzü arasında.
Bir buluta karşı iki güneş durduğunda
Her ölüm kendi gövdesinin şeklini alır.
Kemal Sayar
Kayıt Tarihi : 20.9.2016 14:12:00
kemal sayar bir bir psikiyatrist.çağın yalnızlığından kurtuluşu islamın kucaklayıcı şefkatinde aramış bir şair.yabancılaşmanın son durağı olan intiharı insan benliğine bir ihanet kabul ediyor bilgi toplumunda duygulara nasıl yer verilmesi hususunu dikkate alarak.kapitalizmin insan onurunu hiçe sayması kaçınılmaz bir veba gibi sezgilerimizi köreltmiş.bir suç toplumuna neden olan acının eşitsizliği doğuracağı gerçeği haksızlığa direnen insanın direncine kukla gözüyle bakılması.faustta modern insanın açmazı iddiasını göklere taşımıştır ama dört duvar arasında mutluluğu vehimlerde aramasına engel olamamıştır.her ölüm kendi gövdesinin şeklini alır diyor şair.biraz göreceliliktir beyin yıkamalar filan.akıl yürütmenin sınırlarında hakikatin insan için ne anlam ifade ettiği.işte özgürlüğünü kaybetmekten korkan bir dahi.bilgelerin meclisinde hikmetten söz açıyor.sonunda varoluşçuluğa dayandırılıyor kutsal aşkın gizemini uyandırmak için gölgeler aleminde.
15
GÜZ
sarı yaprakları ağaçların
kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor
ta buradan duyuluyor gürültüsü
kalbimde dehşetli bir keder üşüyor
kuru yaprakları ağaçların
kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor
içerde vakitsiz basıyor keder
gözlerimi kapatıp seni düşündüm
seni su başında bir karaca gibi
en güzel yüzünü verirken suya
bir tüfeğin aynasında gördüm
tam altı bahar altı koca kış
kesik bir dal gibi titredim kıyasıya
bir tüfeğin aynasında gördüm seni
en güzel yüzünü verirken suya
içerde vakitsiz basıyor keder
yasak bir kitap gibi yakılmayıp bu güz de
sensizliğe mahkum edilirsem eğer
hasretin beni duman edecek
içimde seni sevmek telaşı
alıp başını gidecek
alıp başını gidecek seni sevmek telaşı
her kuleden uzanıp açıp her mazgalı
karanlık bir kuyu gibi bakacak düşman gözü
ve ben duyarak hissederek bu gözü
yasak bir ıslık kıvırıp dudaklarımın ucuna
delip de geçemezsem gözü
kırlangıçlar uykumu basacak
gözlerime vuracak
kanatlarında uçurdukları ayın
çıplak ve ölü yüzü
kırlangıçlar uykumu basacak
gözlerim deli deli bakacak
üçe beşe çıkacak nöbetçi sayısı
yasak bir ıslık dudaklarımı yakacak
felaketim olacak
felaketim olacak biliyorum
bu vakitli vakitsiz bastıran keder
bu kalbime sürtünen cehennem telaşı
voltamın ucunda savrulan bu sapsarı hüzün
bu senin tüfeklerin menziline düşen güzelim yüzün
ülkemin yüzü kentlerin dağların yüzü
bu işkence bu ayrılık bu zulüm
sonra bu diz boyu yaprak ölüsü
göçüp giden bu kuşlar..
ağlamak ayıp değil işin kötüsü
alaca bulaca yürüyor üstüme bulut
gözlerime değerse duramam
sevgilim sevgilim ellerimi tut
Ekim 1985
devrim için hangi koşullardan geçildiğini anlatıyor bu şiir.eşit yurttaşlık bilincini engellemeyle sömürgeciliğe imkan tanıyorlar ülkenin aydınlık yüzü olan gençliği denetleme için harcıyorlar.sürekli devrim halkçılık anlayışından hareketle proleter hakları savunmak şeklinde tarif edebilir.ve gücünü hümanist felsefe ve kültürden alır.materyalist tarih tezinde tarihi okuma biçimidir bu aynı zamanda.legaliteye imkan tanımayan devlet sömürgeciliği devam ettiriyor sadece.bunu aşmak kolay değil farkındayım.bu direniş faşizmin işkence geleneğini sürdürme bahanesidir yalnızca.
16
Attila İlhan - 34 FN 346
Geceyarıları
Tenhadır buraları
Ne in ne cin
Kırmızı lambası
Sanki kan damlası
Demiryolu geçidinin
Dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa
Yağmurun altında çınar
Çınarın altında o karaltı
Bırakılmış bir araba
34 FN 346
Sağ arka lastiği yırtılmış
Camlarında kurşun delikleri
İçinde barut kokusu var
Hala çalışıyor silecekleri
Bir sola bir sağa
Bir sola bir sağa
Geceyarıları
Tenhadır buraları
Ne in ne cin
Kırmızı lambası
Sanki kan damlası
atilla ilhan bu şiirinde ideolojik bağlılığı resmetmiş.kimse bir kardeş kanı döküldüğüne inanmıyordu.deniz gezmiş gibi devrimciler hapishanelerde tımar edilip uysal bir vatandaş haline getirildi.devrime soluk aldıran direnişi karşı koyma direncini ölçüyordu faşizmle.hantal yapılaşmanın üstesinden yasakçı bir zihniyetin cinayetleri ideolojik yanıt olarak görmesidir az gelişmişlik korkusu.cumhuriyet çatısı altında demokratik bağlılığın özgürlüğe imkan tanıma yönünde bir adalet arayışıdır güncellenen rejimin dansı.
17
SESSİZ MÜZİK
Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın
Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım
Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun
Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan
Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı
Ezberlediğin şiir
Beklediğin adam
Sezai KARAKOÇ
sezai karakoçun en sevdiğim şiirleri arasındadır güzel anlatım tekniğiyle yazılmış bu şiir.
ezberlediğin şiir beklediğin adam derken hayatın dışında kalmayı vurgular.bir cevap
vermenin muzipliğiyle yazılmıştır şiir.
18
kısrağa türkü
Ne ihtiras çeşmesi, ne ihtilal pazarı
Çaresizlik açıyor kapıyı böyle ırak
Yıllar var ki, koşmadın, at üstünden nazarı
Ayakları kalbimde gezinen soylu kısrak
Üfleyip nefesini mor dumanlı dağlara
Bir şairin yelenden tutmasını seversin
Beni artık yolların kıvrımlarında ara
Ara ki, bezirganlar sana ruhumu versin
Gölgeni al, gidelim korkular diyarına
Darağacına mahkum düşleri kurtaralım
Dünden kalan ne varsa bırakalım yarına
El ele o mehtabın menziline varalım
Kuşlar hala kahırla uçuyor yüreklere
Sen toprağın dilinden anlayan bir kısraksın
Şulesi yayılıyor kuruyan çiçeklere
O manzum gözlerinden şimdi yıldızlar aksın
nurullah genç
lirizmin ölçüleriyle kusursuz yazılmış bir şiir.gönlümüzü
okşayan bir eda var dizelerinde şiirin.pastoral şiie tadı veriyor anlatım şekli
necip fazıl duyarlılığı ideolojik yolculuğa mesafeli duruyor.
islamcılık ideolojisi bir bakıma sınmiştir anlam duyarlılığına
19
Can Yücel - 66. Sone
Gönderen : dragoman
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama…
can yücel türk şiirinin sevilen adıydı.gerçek yaşamdan alınmış hikayeleri anlatma yoluna gitti.bu şiir bir shakspeare çevirisidir.çeviride ustalığını konuşturmuş konuşma diline uygun bir imgelemeye gitmiştir.sevgi duvarı şiiri ahmet kaya tarafından seslendirilmiştir.onu en son öküz derginde yazdığı şiirleren hatırlıyoruz.şimdi daha da bir öksüz kaldı türk şiiri.can babayı her zaman sarsılmaz inancıyla hatırlayacağız.
20
Metin Eloğlu - Pastırma Yazı
Dedim ya benim aşklarımın doğusu bura
Bura benim yarınımdan sakınan tel tel
Bura işte ilkyazından irkilip huylandığım
Dedim ya gün batmadan kunnamaz çakal
Işıtmaz solutmaz bir aşkın doğusu bu
Köpeklenmiş havuzda boğum boğum kediler
Hoşundu be İstanbul hoşundu savsak günler
Çöl dünümle ikizlenen ne yavan olgu
Bu çağandan kalacak bir sünepe bildiri
Öncelenmiş yalanlarla yakapaça gidiyor
Olmaz olaydı bu yaz, demez olaydı şiir
Dedim ya aşkımızın en firavun günleri
Kaskatı bir güz içi daldım yazık hayatıma
Hasan diye birim vardı uzamış perçemleri
Ben, Güzin, yaz da bitti e sonra
Amcasına babasına pay veren çiçekleri
metin eloğlu türk şiirinin ihmal edilmiş bir uç beyi gibi hala yeniliğini koruyan bir
karanlıktan seslenir yazgımızı tanıyan müphemlikle.behçet necatigil gibi ustalığına hayran bırakır şiir severlere.bir yanılgı cehennemine düşmüş gibi vicdan azapları yaşatır okura.ne garip akımı ne ikinci yeni çürümüşlüğü tasvir edememiştir onun kadar.
21
Yalnız
Haykırışan kargalar
Darmadağın uçuşuyor kente doğru.
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olana ne mutlu!
Donmuş kalakaldın,
Hanidir gözlerin arkada!
Boşuna kaçışın, ey çılgın,
Kıştan uzaklara!
Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya!
İnsan senin yitirdiğini yitirse
Bir yerlerde duramaz bir daha!
Sen şimdi solgun, sarı
Kış gurbetlerine lânetli,
Hep soğuk gök katlarını
Arayan bir duman gibi.
Uç git, kuş, söyle ezgini
Issız çöl kuşlarının sesiyle!
Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini
Buzların, alayların içine!
Haykırışan kargalar
Uçuşuyor kentten yana, dağınık;
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olmayana çok yazık!
nietzsche sanıldığı gibi münzevi hayatı seçen bir düşünce dahisi değildi.şiirleri bir gizemin izini sürer.felsefesinde temel aldığı özgürlük sorunludur şiirlerinde.okyanusları aşmış bir bilge duyarlılığı tavrı yitik hikmetin izini sürer.tutunamayan umutlarıyla bir parodidir hayatı modern çağın habercisi yalnızlığı hissetmiş.yaşamın trajediyle buluşma talihsizliğini yaşatmış kalbine soylu acılardaski görülmezlik.iddiaları bir eşiktir bilgi ağacını arama ruhsatı için.
22
Bir şey daha diyeyim, çocuk sana:
Bir ayrılık şiiri, şarkılarımın sonu;
Son gümüş dalgalar çarpıp kabaran,
Müziğini Jenny’min soluklarına borçlu.
Uçurumdan aşar gibi çevik ve devleşerek
Koşar yaşamın tez ayaklı saatleri, koşar,
Çağlayanlar içinden, ormanlıklardan,
Son yetkinlik doruğuna sende varana kadar.
Cesaretle bürünmüş ateşten giysilere,
Gururla kalkmış yürek, değişmiş ışıkla,
Egemendir o şimdi, kurtulmuş bağlarından,
Alanlarda yürürüm sapsağlam adımlarla,
Parlak bakışlarında parçalarım acıyı,
Düşle şimşekçe uçarken
Yaşamak ağacına.
karl marks
marksın aşk hayatı nasıldır bu şiir bir izlek sunuyor bize.devrim şarkılarına bir atıftır aşkla bağlı olduğu hayat.paristeki sefaletin ortasında insancıllık arar yalnızlığı.insanlığı yüceltme aşkını özel hayatına da taşımıştır.kalbınde ışıyan bir umutla köhnemiş yalanlara savaş açar.yanılgıların ve hayal kırıklıklarının sürüklediği arayış içinde bulur kendini insanlık tarihinden miras kalan mücadeleye katılma andıyla.asla değerini kaybetmeyen soylu bir kagganın kıvılcımlarıdır karanlıkta yakaladığı.
23
Aynı Daldaydık
Saat 21’i vuranda
Burada kan panalar çalardı
Burada…
Burada hasret ve dert
Sen nerdeydin?
Bugün…
Bugün görüş günümüz
Herkes geldi, sen nerdeydin?
Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık.
Tam yüzyıl..
Tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
Gözlerin içimde durmayalı.
Dokunmayalı sıcaklığına karnının
Tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık.
Nazım Hikmet Ran
şehir hayatının tantanası uzaklaştırmış özlemi.sevdanın ölümcül zehrini akıtmıştır yoksulluk.dokunmayalı sıcaklığına karnının derken şair bir kadını mesafeleri aşmanın koşullandığı fikre inanır ve bunun hayal kırıklığını yaşar.hayatı sürgünlerde geçen bir fikir suçlusunun yurt sevgisini dile getirme güçlüğüdür zaman.çağrılan umuttur aslında vadedilen sevdanın kollarında.her düşün yitikliğini yaşatan mahpusluktur zülme tanı koyamayan belleğinde korkular yaşatan.
24
Sis
İki şehri var gecenin, biri gözümde tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur gibi çöken siste, bana bu uykusuz şehri niye bıraktın, göze alamadığım bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin, gece değil istediğin hayli karanlık bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin; gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır, ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir, öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak, sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim : Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz, biri sis içinde kirpiklerine kadar açık, bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum konuşkan gözlerinde tek sözcük bile, gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?
Haydar ERGÜLEN
haydar ergülenin en sevdiğim şiirlerinden.bana bu uykusuz şehri niye bıraktın derken şehirlerin yalnızlığını dile getiriyor.göze alamadığı bir yolculuktur çamurlu sokakları yoksullukla bölünmüş şehir.sezen aksu diyor ya belki şehre bir film gelir bir güzel orman olur yazılarda iklim değişir akdeniz olur.mutluluğun kısa tarifidir kaderine rıza göstermiş gezginin anıları.henüz acının yansımadığı suretler şehrin kimliğinden uzak kalmıştır bir semtte hapsolmanın lirizmi içinde.
25
AY ZEYTİN GECE
Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay zeytin gece
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun, dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı, zeytindi, geceydi
Korkmadım, bağırdım ardından
Aydaki, zeytindeki, gecedeki delikanlı
Nereye böyle
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları
Ben oldum, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı
Ay kaldı, zeytin kaldı, gece kaldı
Sis kaldı, yollar kaldı,
karanlıktı…
Murathan Mungan
( 1955 – )
murathan munganın güzel şiirlerinden.cinselliğin aşkı tamamlaması üzerinde durur.mitolojik bir tatta bırakır imgeler.ifade gücünü nerden alıyor bu şiir şairin diğer şiirlerine bakınca anlaşılır .aynalar ve gizemli konaklarda gezindirir şiir adeta sevgilileri.
tabiatın hayal kurmaya etkisidir hülyaların düş gücünü süslemesi özenilmiş romansları yansıtan.
26
Allahın Çocukluğu
İnsanın dönüp döneceği yerdir
Çocukluğu.
Sabah ezanı
Bu yüzden
Müslümanlara
Allahın selamını öğretir.
Allahın çocukluğu
Gündoğumunda
Ölüleri anmakla başlar.
Ve anne ölür
Ezanda ölür anne
Selamı üzerine olan her çocuk
Allahı düşünür.
Dili vardır taşların.
Sabahları en çok
Islak bir huzurla
Yatarken onlar
İçleri ıslanmış kadınlar
Pörsümüş yorgun erkekler
Kutsanmak umuduyla
Kıvrılır uyurlar.
Hepsi laf bunların.
Bana kalsa
Ağır bir abdest kokusu
İnce belli sürahiler
Kadınların nemli apışaraları kokan
Pazen donları.
Burada
Sözolmamış sesin kederiyle
Başlar gün.
Ve denir ki;
Kaderinizi sevin
Sevin kaderinizi
Ve hayat için
Tatlı bir tesadüf deyin.
Ağır bir abdest kokusu
İnce belli sürahiler
Kadınların apışarası nemli pazen donları
Ve mantarlı ayakları erkeklerin.
Şadırvanda alaca su:
Damlar
Damlar.
Ellerin beyazlığındadır ölüm
Gövdenin kıvrımında.
Benim erkeğimi isterken titreyen
İçimin suyunda
Ben unuttum her şeyi.
Geldiğim yeri
Annemi, babamı,
Mezarlığa gitmeyi.
Orada yapayalnız kaldı meşe
Ölülerin arasında ölümü en iyi anlatan meşe.
Bir ağaç nerede duruyorsa
Benziyor oraya.
Meşe mesela
Akdeniz’de taşların arasında
Farklı mı taşlardan?
Selvi, ölülerin karanlık bir ah’la
Durdukları son anın ipidir.
Salkım söğüt, yaslı söğüt
Suya kaptırmış içini, kırılgan.
Benzer her şey baktığına.
Ben anneme benzerim
Babama da tabii.
Ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de.
Aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu
Hata ediyoruz.
Dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denizleri yapan.
Dağları yapan bir öfkeydi
Böyle söylüyor ilk kitaplar.
Her dilin kendinden önce,
Çok önce bir hayatı var.
Ve onu sadece
Bu kitaplar konuşuyor.
Susarak bakıyoruz biz
Hatırlamayarak.
Şairler bir bok anlamıyorlar aslında
Dünyanın çocuk kalmış bir acısı var
Ve bu ezanda çıkıyor ortaya.
Allahın selamı ölülerin üzerine oluyor
Aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan
Dönmeyi öğreniyor
Yerden kurtularak
Durmadan dönerek
Çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle
Kurur toprak
Nehir dediğin çölde kaybolur.
Toprağını gizler nehir dediğin.
Hiçliği tarif eden hiçliği anlar.
Yokluğa bürünmek o ilk anda.
Bir nehir tanıyorum
Kayboluyor
Bir çölün şehvetli karnında.
Bir ayan olma hali belki,
Ona en yakın göl
Kayıklarını tutarak içinde,
Balçığını yutuyor.
Ama biliyor ki,
Bir göl yutunca suyunu
Ortada kalır
Bir göl yutunca balıklarını
Kararır.
Tüm göllerini göremeden yeryüzünün
Öleceğiz.
Ne acı.
Gündoğumuyla gelen huzura da
Günbatımının sancısına da
Yabancısın.
De ki;
Sabahın efendisi sen değilsin
Kimse değil.
Yol gidenin
Gün dönenindir
Şiir hayatın
Ve görenin.
Allahın selamı
Müslümanların ülkesinde
Ölülerin üzerine olsun diyerek
Kanatır günü.
İnsanın çocukluğu annenin ölümüyle başlar
Bitmez çocukluğu annesi ölenin.
De ki;
Sabahın efendisi sen değilsin
Kimse değil.
Kanamış bir solukla bakmaktan
Yoruldum.
Kimsesi yok kimsenin.
bejan matur
bu şiiri seçme nedenim özgün bir şiirin halkın benimsediği inancı mitolojik süslemelerle ifade edilen halk kültüründeki inanışları dile getirme ustalığıdır. duygulara işleyen şiirdeki biçim sezai karakoç şiirini andırıyor.iç savaşın eşiğindeki bir ülkede halkçılık söylemi rejimin tehditi altında şans tanımıyor kültüre.şair mutlaka bunun üzüntüsünü yaşamış yalnızlık şarkılarına benzeyen günü yaşama zorluğunu hissederken.
27
Küçük İskender - A
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
Gidip saklandığım anlamlarda
Hoş bir yan yok! Belki de
Ölümü biraz teşvik etmeli!
Suya eğiliyorum. Su da bana eğiliyor gibi.
Adımı söylüyorum. Su da adını söylüyor sanki.
Bu tuhaf adamların bilmeceleri çözmeleri imkansız!
Birer harf gibi duruyor kentler haritanın ortasında
Düzden de okusan, tersten de okusan
Hayat değişmeyecek besbelli!
Satın alınmayacak bir gazete adeta içimdeki buzul dağ, Köşeyazarı bir ırmak akıyor
Boğuyor cesur bir okura benzeyen ilk halimi!
Taklitlerinden sakınılan bir ’gece’
Yatıyor uzayda sere serpe özgür, özgür ama serseri!
Galiba cismim
Yıldız yağmurunda rüya şemsiyesini açan casus gemi!
Evet!
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
Her dakika yaklaşsalarda
belkide dinin kutsiyetini yitirmesidir şiirindeki isyan.hayatın sıradanlaşmasının insan özgürlüğüne duyulan saygınlığı bertaraf etmesidir bir bakıma.insanın karşı çıkştaki zafiyetini anlatıyor adeta soluk aldığımız sığınaksız beton.herşeyin metaya dönüşmesini aşamamıştır şair güncelliğini koruyan mısraları bir silah gibi doğrultsa da.yazgımızın küfrünü kabullenme sorunu yaşıyoruz bir bakıma.neyin yüceltildiği konusu belirsiz ufuksuz gözlemler içinde.sıkıntılardaki ortaklığı yaşama bıkkınlığıdır tekrara varan cehalet sarmalı.
28
Dinlenmeyen Aşk
Rastlose Liebe
Kara, yağmura doğru,
Rüzgara karşı, buğulu
Uçurumlar arasından,
Sislerin ortasından,
Yılmadan! Durmadan!
Sıkılmadan! Yorulmadan!
Daha çok gam üstlenip
Yaşamak isterim ben,
Hayatın gani tadını alıp
Taşımaktansa mütemadiyen.
Onca meyiller muzdarip
Kalpten kalbe akar,
Aman, nasıl da garip
Neşreder tüm ağrılar!
Nereye kaçayım?
Ormana mı dalayım?
Herşey nafile!
Ömrün tahtı çile,
Huzuru ve tacı,
Aşk, sensin Acı!
Johann Wolfgang von Goethe
gothe faustta kötülüğün kaynağı üzerinde durmuştur.bu şiirde doğanın içinde kaybolan bir gezgindir insan.hayatı kalbinde hissetmenin duruluğunu arar duygularda.kalp ağrısıdır insandan insana akan.hayatın sahiciliğini sorgular son şiirin son kıtasında şair.insan en umarsız anda yakalanır aşka hayattan kaçmak isterken.aşkın türevidir bir bakıma hayata duyulan bağlılık şiirini böyle bitirir şair.
29
Bir Kış Meseli
Şair: Enis Batur
Vur, vur, o an toparlanır
katı düş, sis:
Bir gül yarasıdır kılıcın
eriyik gözde açtığı.
Mevsim bitiştirir siyah lekeleri
birer halka gibi kör zincire,
ki kılıç
bir yara daha açar düşe, vur,
vur, toparlanır uykumun
eş soluğu.
Bir kış sabahı, buğu ve tütsü,
’deniz kıyısında bir çöl
ülkesi’ne yol, at terkisinde
bulanık bir bedevi kimliği
geliştirir savruk bellek, kar
arttırdıkça arttırır sabahı.
Uzun, zorlu göç! Ben ki kim
olmaktayım gün, gece, bitsin
gün ve gece, daralsın soluğum
bir umman kafeste!
Vur, o an toparlanır
katı düşün bağrında
kesintisiz sürgün yazısı;
vur ve soğumadan gönder:
Kim bilecek kim olduğumu.
bir düş fırtınası gibi yazılmış şiir.oryantalist bakışa karşıdır şair.zaman çölünde arar doğunun hikmetini.yazgısını kabullenen insanlar için bir tükeniştir anlamın darağaqcında uygar dünyanın bakışı.ummanda ırmak arayan bir gezgindir ruhu doğu batı ikileminde hakikatin yoksulluğu.rüzgar ve yağmurla soluk alan insan ruhunu dindirmeye yetmez soluklanmak isterken zamanla.paristen şiraza akıtılmak istenen hüzünde boğulur sonsuzluk adeta.uykusunda sayıklar özgürlüğü bir dervişin ümitsiz hali.
30
Yılmaz Odabaşı - Ablam
Gönderen : ma.H.S.er
Ablam
bıçaklar da kandı& düşlerse yalan;
bunları hiç bilmeden yaşadı ablam…
ablam, ne çok ağlardı ablam
garlarda insanlar gurbet kokarken
herkes uydurduğu düşte solarken
o tenha pervazlara kuşlar konarken
ablam, ne çok ağlardı ablam
bir sokak lambası kadar yalnız
kimselerin geçmediği köprüler kadar sessiz
ve hayatın kasisli yollarında yalın, hilesiz
ablam, ne çok ağlardı ablam;
en sevdiği mevsim gökyüzü kadar…
bir yara kadar ağlardı ablam
hep aynı kozada
hiç kelebek olmadan.
ömür dediğin işte bir tozlu yoldur, ne kalan kalır ne giden sondur,
diyerek ağlardı ablam
o kurak toprakların kirli sancılarında
her yalan düşe sessizce gömülüp uyandığında
ablam, ne çok ağlardı ablam
ömrünün saçaklarında çırılçıplak, hilesiz
kimselerin geçmediği köprüler kadar sessiz
sedasız gömüldü ablam.
gömüldü, yaşamış sayılarak nüfus kayıtlarında
ve bir fotoğraf bırakarak kütükte,
altıncı sayfanın sol yanında…
ben ise kaldım böyle kolsuz bir şehir gibi
artık onunla yıllarım sanki bir an’dır;
şimdi ablamın düşlerindeki yosun
yırtılmış ömrüme hazin bir armağandır
her şey tüketilmiş sevgi adına.bütün umutlar tükenmiştir güzel bir coğrafyada güzel vatan için.ölülerin kemikleriyle oynuyor çocuklar.solan düşlerini pazara çıkarmış şair.gündelik hayatın sıradanlığı coşkun ırmakları kurutmuştur adeta.dağlar teslim alınmıştır emperyal güçler tarafından.bir militan çarmıha gerilen düşleriyle zamanın tanığıdır düş fakiri gökyüzünün.yazgıdaki aynileşme vahayı kurutmuştur ihanetle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.