- 369 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-3
1
DİLEK KARTAL, PEPÛK
Tarih 22 Nisan 2018In Edebiyat, Şiirler
söylesene
hiç dağ ağırlığında olur mu bulut
hiç taş sertliğinde
suyu izah edebilirim, kolay
hız ve ağırlık: en basiti
biraz daha karmaşık: enerji ve molekül
neticede beton kesiliyor işte
de bulut neden
hem böyle başımdan aşağıya
ben böyle kıpırdayamazken
dinle!
konuşmak konuşmak konuşmak
konuşmaktan yapılma bu çağda
bu en zoru senden istiyorum
inleyişine ara ver ve beni…
dinle! bütün yakıştırmaları reddediyorum
bilirsin artık güçlü değilim ben
dillerim dolaşa dolaşa
üstelik sulu gözün tekiyim
ağlayarak hem de
hatta yolarak böyle saçımı başımı
sana konuşayım
canıma değ
kokumu bölüş
utancımı… sussss!
biz onunla her defasında
elimizde dibi delinmiş bir torba
kenger toplamaya mı yollanmıştık
dağlara
kimin kurduğu kaçıncı oyundu bu
kim korkutmuştu onu: tavşan kaç!
benim knımı kimdi sokak sokak
cadde cadde kamştıran:
tazı tut!
biz onunla
kahpece ovuşturulan bir avucun içinde
un ufak mı olmuştuk birbirimize çarpa çarpa
biz
bu yüzden mi toprak olmuştuk
senin feryadın bulutlardan
sekip gedikler açıyor benim aklıma
ax! ax! ax!
üstelik rabbim
sana kanat takan o tanrıya benzemiyor
beni görüyor- eyyy vah!
her an görüyor
ellerimi
ellerimdeki kanını kardeşimin
bekliyor vaat ettiği günü bana
ve’l ba’sü ba’de’l mevt
ve’l yevmi’l-âhıri
içimde patlayan binlerce bombaya rağmen
tek parça kalıyor ya beden
en acısı buydu
kalabiliyor
nasıl kalıyor
nasıl dağılmıyor kalabalık caddelerinde şehrin
bir nar gibi
kazara elinden kayıvermiş gibi bir güzel çocuğun
sere serpe
kan kızıl
ve neden
gördün mü bak! gök yine taş kesti
söylesene
ben ona ne diyeceğim!
-kî kir? min kir. kî kuşt? min kuşt. kî şûşt? min şûşt. ax!
ax! ax!
Dilek Kartal
tanrı kendini gören herkes için farklı bir oyun hazırlar.belkide kıskançlıkların nedeni budur.bazıları dünyaya layık görür kendini.kötülüklerin nedeni de bu sahip olma arzusudur.ve hayat kirlenir bir anda şeytanın alet olmasıyla haksızlığa.aslında bunların üstünde kaderin yaratıcısı allah var ve mutlak adalet vadeder insanlara.kimi mutluluk için avunur insanların yalnızlığını farkedip kabille habilin macerasına tanık oluruz üstünlük kurma yollarına tanık olunca.vicdani kanaat ölçünün ne olduğuna dair taksimatı yapar.günah sevap defteri devreye girer insanın sorumluluğunu hatırlamasıyla.tanrıyı aramanın hikayesini ibrahimde buluruz.insan hırsına yenik düşünce layık olduğu cezaya çarptırılır.düzeni bozanlar içinde bir uyarı var kuranda.
2
devrim türküleri
Daha sık söyleyin devrim türkülerini.
Onları az söylüyorsunuz -
ve benim yaptığım da bu.
Fazlaca mı doyumlusunuz?
Size hiçbir şey heyecan vermiyor mu?
Söyleyin o türküleri.
Yardım edeceklerdir size.
Kitaplar alın.
O türküleri içeren.
Okuyun bıkmadan, usanmadan.
Söyleyin kendi kendinize
sesli ya da içinizden.
Söyleyin çocuklarınıza da,
tabii çocuklarınız varsa.
Duyacaksınız
uzak ve acılı
ağır pranga şangırtlarını,
Göreceksiniz tutuklanmışları, kıskıvrak bağlanmışları,
dövülmüşleri,
kurşuna dizilmişleri,
hurdahaş edilmişleri.
Zamanın yapmacık ve yalancı marşlarına değil
onlar
kendi kutsal türkülerine inanıyorlardı.
O türküleri söylüyorlardı,
gizlice,
usul sesle.
Yüksek sesle söyleyememenin acısını
duyarak yüreklerinde.
Biricik ve unutulmaz bir kanla
bağlıyız onlara biz.
Şimdi o türküleri
yüksek sesle söylemeliyiz!
Yaşamınız pek mi tekdüze?
Pek mi kıpırtısız?
İnsanlara
ve sözlere
artık kalmadı mı güveniniz?
Ama devrim türküleri var
yeryüzünde.
Söyleyin onları.
Size yardım edeceklerdir, göreceksiniz.
Çeviri: Ataol BEHRAMOĞLU
Yevgeni Yevtuşenko
Kayıt Tarihi : 11.6.2015 14:07:00
şarkılar ölümsüzlüğün zaferini mi armağan eder.işte caddelerde özel kulüplerde tutuşturulmak istenen yangın.şarkı söylemekle acısı unutulmuş halkların uyanışını sağlamak.cesetlerle sevişen insanlık için dualarla uyanıyor çocuklar ölüler bekleşirken kadavralarda.anneler unutulnuş kitap raflarında peygamber ninnilerini bir ödevmiş gibi görüyor.sakallarına tuz dokunmuş gençleri oyalıyor türbanlı fahişeler.şehvetle yürüyor yığınlar çocuk ölülerini çiğneyerek.içgüdüsel üstünlüğün karardığı tenlerde güneş için bir armağan şiirler.bizede öğretildi eksik ölümlerle şaraba battığımız intiharlar.muştulanmış yüzlerde ipek hışırtısı gibi kayan yıldızlar.biricik ve unutulmaz bir kanla bağlıyız onlara biz diyor şair alınyazımızın göçmen kuşlar gibi emekle çizilmiş haritaları anımsattığı yakınlığa inanarak.bencilliğin fıskiyesi daha inandırıcımı geldi yoksa size.öğütlewre katılmadan önce bu şarkıları ve verilen kavgaları bir kez daha düşünün.çümkü zincirlenmiş bir hakikatla unutmaktan başka şansımız yok görevlilerin sürüklediği cesetlerimize tükürmek isteyen sömürenlerin kin dolu hesapları.nerde hangi inancın ırzına geçilmiş.nerde son basamakta ölüme gülümseyen militan yüzlü fedailer.kan ve barut içindeki coğrafyalar ülkümüz için direniş vaadini söndürürken
3
2. ö f k e n i n h a k l ı l ı ğ ı
ne varsa üretilen çavdar arpa yulaf
kıl keçisi sarı tütün kırmızı biber
ne varsa
yanık bir hava bir halay
birbirine yaslanarak
ağızağıza vererek
ne varsa üretilen üründe düşüncede duyguda
bir tohum gibi filiz veren
toprağımızda
tezgahımızda
kara ekmeği
darıyı
basma entariyi
mintanı ve göyneği
evrensel eşdeğere dönüştürerek
azgın bir iştahla
soğurmak için
satın aldığı kendi pazarımızdan
ve cahil halkımızdan
akşam sofrasına hazırladığın
bulgura
kaynara çıkmış suya
kundakta ağlayan bebeye
sinsi hain
ölümü dalaması
bundan
marabalıktan gelmiş işçi evinin
tahta merdivenlerine
sofra bezine
kırmızı bir gül gibi döktüğü
taze kan
bundan
sütçü imamın
fransıza kurşuna sıktığı
minareden
sokaklarını pusuya düşürüp
ölümü bir bahar gibi
sırtına saplayan
kudurganlığı bundan
özgürlüğün kızaran şafağına
umudun yeşeren dalına
satılık tortusuyla
"kurtarma ordusu"yla
fitneyi
dalaması
bundan
muzaffer ilhan erdost.
fitnenin ve silahın neden halka doğrultulduğu sorusunu arıyor.batı için fikirler sömürüye alan açma savaşıdır bir bakıma.atilla ilhanın tesbitiyle anadolu isyanı bir başlangıç kabul edilir halkların sömürgeleştirilmesine karşı.sonraki yıllarda oligarşik yapı halkı karşısına alan bir düzenlemeye gider devleti.şair feodal yapının verimli toprakların en yoksul halkını ortaya çıkardığı tesbitle toprak reformunu gündeme taşıyan chpnin nasıl bir operasyonla ilkesiz bir parti konumuna itildiğini hatırlatıyor sanki.
4
gülden güzel
Gülüşün gülden güzel
Günden aydınlık
Dünden sıcak
Sudan berrak
Kalbin melekler kadar temiz
Yaşam sevincin
Bir güzel çiçek
Sevilmelisin hep sen
Işık olup
Sarı sıcak bir gün gibi
Yüreğime doğmalısın
Yıldırım Yıldıran
içimizi ısıtan baharın getirdikleri.yaşam sevincin bir güzel çiçek.yamaçlarda kaybolan bir kelebeğin titrekliğinde iç dünyamızın aydınlığını anlatıyor.sevilmelisin sen hep ışık olup derken.asla bıkkınlığa yer bırakmıyor şiir.bir gölün üstünde danseden hayaletler gibi ışığı anımsatıyor gülüşün.şiirdeki sadelik bir temenni gibi sevgiliye.öpüşlerle büyütülen hayaller ölümü unutturacak kadar narin.
5
Kuğunun Ölümü
Bu güzel bir kuğunun ölümüdür
Kuğu hoşça doğar güzelce ölür
Ölüm gecesi tek başına konar suya
Yalnız bir ırmak köşesinde ölür
O köşede o kadar gazel okur ki
Sonunda gazellerin içinde ölür
Kimileri inanır ki bu çılgın kuş
Nerede âşık olmuşsa orada ölür
Bilmeden başka yerde ölmemek için
Ölüm gecesi oraya koşar ve ölür
Bir kuğunun ovada öldüğünü görmedim
Diyelim ki inanmadım bir kuğu böyle ölür
Bir gün suyun kucağından gelip
Bir gece yine suyun koynunda ölür
Sen benim denizimdin, aç kucağını
Bu güzel kuğu ölmek istiyor
Mehdî Hamîdî Şîrazî
Çeviri: Hicabi Kırlangıç
Meşrutiyetten Cumhuriyete İran Şiiri
düşler sarmalında gezinmek istemiş şair.dünya hayatına dair ipuçları veriyor bir kuğunun ölüme yatma dansını hikayeleştirerek.divan şiirine dair tatlar islam şiir geleneğine göndermeler var.aslında insana tanınmış özgürlük için mavera esintileri yakalıyor zirvelerde dolaşan bakışlarla.ölüm bir yazgıdır fikirler içinde.nihayetinde devirler geçer yeni tapınaklar inşa edilir inancın kalıcılığıyla.bir küflü soluk gibi tükürdüğümüz çıplaklığı anlatmaya yetiyor bir kuğunun ölümü.
6
filistinli sevgili
Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.
*
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!
Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.
*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.
Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım...
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
*
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.
*
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.
Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda...
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda...
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.
*
Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
’Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var! ’
*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin’i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin’i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:
Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
’Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin! ’
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.
Mahmud DERVİŞ
Çevirenler: A. KADİR - Süleyman SALOM
Mahmud Derviş
Kayıt Tarihi : 26.11.2009 23:23:00
bir halkın çektiği acılarla seslenmiş duyarsızlığa.tanrıdan emanet alınan kelimaşmak güçlükleri.başka şansı kalmamıştır direnişi öğütleyen sabrı dillendirmede.elerle pişmiş suskunluk yüreğinde.batı uygarlığındaki ikiyüzlülüğe fırlatılmış bir taş gibi filistini anlatıyor.her acının biraz daha kanattığı ölüm dansına dönüşen kıstırılmışlıkten kurtulmak isterken.bir yılandan güvercin çıkmayacağı saptamasıyla inancın suçluluğa dönüştüğü çağcıl kaygılara karşı onurlu duruşu başarmanın vaktini bekler gibi.ardasrda savaşlar ve yıkımlar getirmiştir islam düşmanlığı.bunun adaletsiz bir küfr olarak görülmesiyle
7
bu benim adımdır.
Kollarında bir güneş ölür,
Gece gömmem onu diye tutturmuştur,
Sürekli dalgalanmalarla
Deniz öğretti ona,
Nasıl çıkacağını kendinden,
Hem de hep kendi kalıp.
Adonis
Kayıt Tarihi : 28.11.2002 16:28:00
günümüz arap şiiri anlamın sınırlarını zorlamiş bu fikir çatışmasına neden olan çelişkileri açıklamada.aslında bir ironi var şiirde üzerindeki şüphelerin neden olduğu.öz benliğine karşı duyarlıdır şair sürekli yenilenmeyi kuşanmışlıkla.halkları değişime zorlayan baskıların acısını unutturmuş tabiatın kollarında bir denizi seyretmek.yalnız bırakılma ahdine sadakat duysa da kalbiyle karşılıyor kurşunları.
8
AMERİKA
Amerika sana her şeyimi verdim,şimdi bir hiçim ben.
Amerika, iki dolar yirmi yedi sent 17 Ocak 1956.
Kendi kafama bile dayanamıyorum.
Amerika, ne zaman bitireceğiz insanlarla savaşı?
Al da kıçına sok atom bombanı.
Keyfim yerinde değil, sıkma canımı.
Kafam düzelmeden yazmıyacağım şiirimi.
Amerika ne zaman melekleşeceksin?
Ne zaman soyunacaksın çırılçıplak?
Ne zaman bakacaksın kendine mezarlıktan?
Ne zaman yaraşır olacaksın milyonlarca troçkistine?
Amerika neden gözyaşı dolu kitaplıkların?
Amerika yumurtalarını Hindistan’a ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin çılgın isteklerinden artık bıktım.
Ne zaman süpermarkete gidip gerekeni alabileceğim
güzel gözlerimin hatırı için?
Amerika ne de olsa bir sen varsın, bir de ben kusursuz
olan, öteki dünya değil.
Şu makinaların da sıkıyor artık beni
Bana ermiş olma isteğini sen verdin.
Bir başka yolu olmalı bu tartışmayı sona erdirmenin.
Burroughs Tanca’da şimdi, döneceğini de sanmıyorum, korkunç
bir şey bu.
Sen de korkunçlaşıyor musun, yoksa bir eşek şakası mı bu?
Konuya gelmeye çalışıyorum.
Saplantılarımdan vazgeçmeyi reddediyorum.
Amerika itip kakma öyle, ben ne yaptığımı biliyorum.
Amerika erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazetelere bakmadım, her gün birileri yargılanıyor
insan öldürmekten.
Amerika Wobbly’leri düşündükçe duygulanıyorum.
Amerika küçükken komünisttim ben, pişman da değilim.
Şimdi her fırsatta marihuana içiyorum.
Günlerce evde oturup kenefteki gülleri seyrediyorum.
Ne zaman Çin Mahallesine gitsem sarhoş olup kimseyle
düzüşemiyorum.
Sen beni asıl Marx okurken görecektin.
Hiçbir şeyim olmadığını söylüyor ruh doktorum.
Rabbin Duasını okumayacağım.
Mistik hayaller görüyor, kozmik ürpermeler geçiriyorum.
Amerika sana daha söylemedim Max Amca’ya yaptıklarını
Rusya’dan geldikten sonra.
Sana sesleniyorum Amerika.
Duygusal hayatını Time Dergisinin yönetmesine
göz yumacak mısın?
Şu Time Dergisine de çok bozuluyorum.
Her hafta düzenli okuyorum.
Kapağı hep bana bakıyor köşedeki şekercinin önünden
gizlice geçerken.
Berkeley Halk Kitaplığının bodrum katında okuyorum Time’ı
Durmadan sorumluluktan söz ediyor bana. İş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi benden başka.
Birden anlıyorum ki ben Amerikayım.
Gene kendi kendimle konuşmaktayım.
Asya ayaklanıyor bana karşı.
Bir Çinlinin bile şansı yok bende.
Yeniden düşünsem iyi olacak ulusal kaynaklarımı.
İki plaka marihuana, milyonlarca cinsellik organı, asatte
1400 mil hızla giden basılamıyacak bir özel edebiyat ve
yirmi beş bin akıl hastanesi ulusal kaynaklarım.
Zındanlarımı, beş yüz güneş ışığı altında saksılarda
yaşıyan milyonlarca hakkı yenmiş insanı hesaba katmı-
yorum.
Fransa’daki genelevleri kapattım, şimdi sıra Tanca’dakilerde.
Katolik olmasına katoliğim ya, gene de Cumhurbaşkanı olmak
bütün tutkum.
Amerika senin bu budala havanda nasıl kutsal bir övgü yazarım?
Ben de Henry Ford gibi işi bırakmıyacağım benim dörtlükler de
onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel, hem de
daha özgün çünkü her biri değişik cinsiyetten.
Amerika sana tanesi 2500 dolara dörtlüklerimi satacağım,
verdiğin her eski dörtlüğü de 500 dolar eksiğine
alacağım.
Amerika Tom Mooney’i serbest bırak.
Amerika İspanyol Cumhuriyetçilerini kurtar
Amerika Sacco Vanzetti ölmemeli
Amerika Scottsboro çocuklarıyım ben.
Amerika ben yedi yaşındayken komünist hücre toplantılarına
götürürdü beni anam bir bilete bir avuç dolusu leblebi
satarlardı bize bir bilet beş sent konuşmalar parasızdı
herkes melek gibiydi duyguluydu işçilere karşı her şey
o kadar içtendi ki bilemezsin partinin 1935’te ne kadar
iyi bir şey olduğunu Scott Nearing sapına kadar erkek
heybetli bir ihtiyardı Bloor Ana ağlatmıştı beni bir
kez de Israel Amter’i görmüştüm orda yakından. Herhalde
herkes birer casustu.
Amerika gerçekten savaşa girmek istemiyorsun biliyorum.
Amerika o kötü Ruslar savaşı isteyen.
O Ruslar o Ruslar sonra o Çinliler. Evet o Ruslar.
Çiğ çiğ yutmak istiyor bizi Rusya. Rusya iktidar delisi.
Otomobillerimizi almak istiyor garajlarımızdan.
Şikago’yu ele geçirmek istiyor. Bir Kızıl Reader’s Digest
istiyor Rusya. Sibirya’ya götürmek istiyor otomobil
fabrikalarımızı. O koca bürokrasi işletsin istiyor
benzin istasyonlarımızı.
İyi bir şey değil bu. Of. Var Rusya öğretmek Kızılderililere
okumak. Var istemek koca koca zenciler. Yaa. Var bizi
çalıştırmak günde on altı saat. İmdat.
Amerika bu işin şakası yok.
Amerikan televizyonu seyretmekten edindim bu izlenimleri.
Amerika doğru mu bütün bunlar?
En iyisi hemen kolları sıvamak.
Doğrusu ne askere gitmek istiyorum, nede fabrikada tornacı
olmak, hem gözlerim iyi görmüyor, hem de ruh hastasıyım
üstelik.
Amerika o biçim bir omuz da ben veriyorum şu dönen çarka.
Allen GINSBERG
Çeviri: Cevat ÇAPAN
evet amerika büyük bir şaka.aykırı bir hayatı savunma güdüsü özgürlük olarak görülmüş bu dünyanın en örgütlü toplumunda.kimine göre basit bir özentidir yaşam kültürü.uzay çağına halkını hazırlayan politikacılar dünyaya yön vermeyi bırakmış gibi görünüyor.tabiki asimetrik savaş bunu yalanlıyor.gökdelenlerin arasında evsizlerin dolaştığı bir ülke için özgürlükler ülkesi yakıştırması yapılmış.her gün artan gelir eşitsizliği bunu yalanlıyor.evet korkularıyla yüzleşti ve yeni çağ için ödünç alınmış gözyaşlarını sakladı gönül hırsızlarından.herkesin ideolojisine gerekçe aradığı gençlik ikonları güzel bir gelecek arıyor tımarhane kaçkınlarından.kimin kayba uğradığı söndürelemez bir meşale gibi meydanları dolduran kalpleri ısıtıyor.daha iyisi amerikada varolur önyargısını yıkmak için bilenenlere sehpa görevi gördü inançları.
9
doğudan
arpaçay’a akşam çökmüş usulca
ocağın altısı günlerden pazar
dışarıda korkunç bir fırtına
dışarıda alabildiğine kar var
üstelik ışıklar da sönmüş
her yanı derin bir karanlık ve ıssızlık kaplar
ve sadece rüzgarın sesi
yüreklere uğrar
ben yine oturmuşum odamda
yanımda bir mum ışığı
dışarıda göz gözü görmüyor
ve camlarda kar buğusu
ben yine oturmuşum odamda
bu nasıl memleket diyorum
bu nasıl bir yaşam
şaşıyor insanın sağduyusu
arpaçay; 6.01.1980
küçük mutlulukların kalpleri oyaladığı sevinçlerle mevsimlere açılıyor taşra yorgunlukları.memleket sevgisi böyle bir şey.akşamın buğusuna karışıyor dışarıda yağan kar.yoksulluğu aşma umududur bu mum ışığında aydınlığın içinden geçen hatıralar.yüreklere uğrayan rüzgarın sesine takılmıştır fırtına.yalnızdır gölgelere karışmış akasyalar.yalnızdır uğultuya takılmış hayaller.sessizliği arayan dalgınlıklara üşüşüyor kara sevdalar.bir kavgayı başlatan beklentiler içinde dünyanın dört bir yanında çiçekler açıyor.
10
DONALD HALL, OĞLUM, CELLADIM
Tarih 30 Nisan 2018In Edebiyat, Şiirler
Oğlum, celladım,
Kollarıma alıyorum seni,
Ve ısıtıyorum sessiz, küçük,
Yataktan henüz çıkmış gövdeni.
Sevgili ölüm, küçük oğlum,
Ölümsüzlük gerecimiz,
Ağlama ve acıkmaların kaydını tutuyor
Çürüyüp giderken biz.
Yaş yirmi beş, yaş yirmi iki,
Sanki sonsuzca yaşayacaktık.
Hayatın gayretini gördük de sende
Birlikte ölmeye başladık.
Donald HALL
Çeviren: Nazmi AĞIL
baba oğul ilişkisinde hayatın kaydını tutuyor birliktelik.hayatın gayretini gördükte sende birlikte ölmeye başladık.aslında yaşamın kıyısında geziniyor mutluluk denen ortak payda.hayata bağlılığımız aileyle başlar.ve ölümü görürüz zaman içinde kaybolan gençliğimizde.hiç beklemediğimiz anda yaşlanmaya başlar aynalar.birlikte ölmeye başlar saadet beklenen günlerde çürüyüp giderken deniz.savunmaya fırsat kalmadan yitirilmeye başlanır hayata tutunma şansı.
11
MERVAN SÖYLEMEZ, KALBİM ÜMMİDİR
Bakır ve ter kokan ikindi üstleridir
zorlayan göğsümü
Deştim nefesimi
maddenin hallerinden soyutlayarak
Ben ki kendi külümde duru harfler arıyorum
ateşe suya ve sabuna dokunmayarak
Ki kalbim ümmîdir bir peygambere imrenir hep
Acı ve çöl ister kupkuru harflerden damıtılmış
Ama dürülmüş defterime üfleyen peygamber
Alnımın kabaran damarlarına bir harfler ebcedliyor
Kızılın ve kentin en kabaran tonunda
kutsanmış bir devşirmedir alnım
peygamberin ümmî dudağında
Bildim bu muhtelif rivâyeti göğsüme divitlenmiş
İnsân kırışmış bir alın yazısıdır
yaşamak denen şu melodinin
en kus-urlu notasıdır
İnsân
Fa so fi so
Mervan Söylemez
sadece bir gözlem değildir suların çekildiği eski pazarlarda buruşmuş yüzlere konan toprağın haki rengi.nedim demirbaşın çöl üzre yaşlanmış develer mısraını hatirlatıyor dikenli harflarin göğsümüzü kabarttığı yazısız infazlar.ama yengiden bir tat alma sanatıdır yaşamak.tükenmişse garipsenmek bu köle pazarında meydanlarda suskunun ıstırabını yaşar ahali.kendi yazgısını arayan kırlangıcın havalanması hüzün getiren mevsimlere.
12
Çaysız Bahçe
Aya karşı bakışı vardı adamın
bir bakış ki görseniz ay uluyacak
altında iskemlesi nice zamanın tırnaklarından
hatıralarından miskinlerin
hani toprağı damıtır gibi sade ve usuldan
adama baktım sanki birden
sançonun gülüşüne inat o zemheri
kulaksız değirmenlere saldıracak
Ayakları var adamın dilinden sarkan
aşağılara
yerin yedi kat altına
nice evden ayrı düşmüş nice zamanı sırtlamış
gurbetin leblebisini evire çevire
koluna ızdırabın falçatasından tesbihler
kazımış ve can vermiş kelimelerine
anlat desem kanayıverecek
yu desem arın ve git bahçemden
mezarımdır diye kendini iskemleye gömecek
ah be adamım
kütür kütür elleri elma
saldırma böyle bak yakınız limana
hani gitmelere ansızın ürpermelere
alışkınız zamanın çirkefliğine
hiddetinden eminiz kız kardeşlerin
he de vurayım düşsün
gökten üç tanesi
kütür kütür elleri
üç yeşil elma
dünyayı sarkıtan ayakların dibine
üstünde dumanı tüten bir çift kelam
dilersen gömelim gel seni şu iskemlede
sonra karşıdan kırk yılın hatırıyla bir selam
tohumlarını saçarak ayaklarına ulaştı
iskemlenin
dört ayağı iskemlenin
hava, su,ateş,toprak
dilinde ayetleri andıran bir ağırbaşlılık
adam başını göğe dikmiş metropolit gibi mezara
girmiş ve uzanmış iskemlenin sırtına
üzerine toprak serpmeye bir çift ebabil yok
baş parmağı kopası ne bir dua.
Yunus Emre Altuntaş
umrsamazlığa davet gibi şiir.kendine çekiyor küflenmiş solukları.baştan çıkarmak için sözcükleri külden kaleleri fethe çıkıyor nedensiz bir cesaretle.şaire tenbihte bulunuyıor ölümü.çok sesli bir itiraftan sonra gölgesini toplayp terkedecektir şehrin uğultusunu.oysa büyüyen gözlerde sakıncalı bir tutkudur düşünmek hala.
13
büklerde yalnız melodi
Yoktur zeytin gölgesi uzun uzun bakındım
Sarı tüllerden öte bol çiyanlı dev sini
Bu duman ordusuna ben körpeyken yazıldım
Elekçi’de sürmeden dokuz taşın keyfini
Işıldarken görünce suda pullu balığı
Hayretten kumral çocuk ağzı baş parmağında
Ki sanal otlaklarda nazenin kurbağayı
İrkilmeden tıklatıp zıplatırlar ırmağa
Lal levhalar uyarmaz kulun ölümü andır
Saplanıp afişlere ceylanımı kaptırdım
İsyan ucuz tarife kurtulup gelen paldır
Ve kültür sazlar orda bağçelerden topladım
Udlanıp da dönerdim çarşı pazar kızların
Balkonundan sarkardı kahkahalar yoluma
Gemilere benzerdi kalbim ucunda tığın
Çayımın eti burçak iniyordum kuyuma
Kendi zehri akıyor kendine bu kavganın
Ya nöbettir ya birsam dün kavi şimdi sarsak
Harfi medden sonrası gür sarmaşık uzasın
Açmadan yar yüzünü besmeleyle susarak
Şenol Korkut
anlatım olarak güzel bir şiir.neylersin dünya malına tapıyor insanoğlu.şiirin günümüzdeki konularını kendi hayatı üzerinden söyleme gereği duymuş.nasıl olmuşsa suç işlenmiş bir bardak üzüm şarabı için.din eğitimi alanlar için bir kılavuz olmaya aday şairlerimizden.inanç ve geleneğe ironik bir bakış sunuyor güzellemelerle.eksikleri varsada tuhaf insanlara yakışmıyor eleştirisi memleketin.oysa kabuğuna çekilen halk için kara mizah temsilleri gerekiyor.genç kızların gülüşünü çeyizlerde saklar gibi onaylatmak güneşin solgun yüzüne alışkın kenar mahalle delikanlılarına.
14
lekesiz dağ nergisi
Bitti. Çağır beni
Su sesli. Hem tütsü hem zehir
Sararmış kitapların
Tozlu nesnelerin arasından
Uzak, ıssız bir yere
Lekesizliğe!
Dağlara dağlara bakma
İçimdeki dağ nergisi
Sensizliğe ısınamam üşürüm
Savur kara gözlü güvercinlerini
Savur bahar ile.
Ah küçük sevgili. Ah dili yok
Lekesiz bir resim gibi yapıştırdım
Yüreğimin defterine seni
Yüzünü kopardım kırlardan
Yeni açan çiçeklerden
Yüzüne bak!
Ağır çatısı altında güneşin
Al götür, eşsiz ve ebedi rüzgarınla
Al götür, eşsiz ve ebedi rüzgarınla
Al bu ruhu yorumla
Bu kımıltısız ruhu
İç çekişleri ve fısıltıları taze tut
Ruhunun
Işıldayan, güzel bahçesinde.
Seni seni
İçimdeki dağ nergisi
Lekesizliğe çağır beni
Anla ki ben ne çok yaralandım
Yaşamak denen bu dumanlı çalkantıda
Nasıl olsa ölümü seçeceğim bir gün
Hiçbir şey eskitmiyor ölümü...
İsmail Karakurt
güzel ve akıcı bir dille yazılmış şiir.bir çiçeğin masumiyetinde arıyor hayatı.yorgunluğunu açmış rüzgara ölümü adlandırma naifliğiyle.şehir yoksulluğun sisiyle yalnızlığı sayıklatıyor hayattan beklentisi olanlar için.bir aşka güven duymak güzel ama yetmiyor arınmaya sevgilinin yüzü.doğunun yazgısıdır soğuk bedenlerde yoksunlukları tarif etmek.çünkü inanılmaz sanıldığı kadar gök kapısına varma erdemine.
15
CENGİZHAN GENÇ, İKİ GÖK ARASI
Sümeyya’ya,
Bursa’nın uzun minareleri arasından, gözleri mavi/yeşil kız çocukları
Ellerinde Mardin’den kopardıkları pembe/beyaz güllerle
Postaneye doğru ilerliyorlar, böyle bir ilerlemek görülmemiş
Sabırla ilerliyorlar, çok güzel ilerliyorlar, onlar terledikleri zaman
Mardin’in gülleri kokuyor tenlerinden damlayan, terlememek için
Dua ediyorlar günde altıyüzaltmışaltı vakit; çünkü biliyorlar
Beyaz üzerine mavi pontla çekilmiş potinlerini ve marka farlarını
Elde tutmaları için dua etmeleri gerektiğini
Yabancı lisanlarla münakaşaları çok müthiş onların, tek seferde
Bir sürü kelimeyi zihinlerine gömüp helva kavurabiliyorlar
Tüm putları yıkar onların bir bakışları, eğilip yanlarına sokulduğunda
En güzel maskeleriyle kötülük, kucak açıp göğüslerinde sakladıkları
-Parklardan, yazlıklardan, havuzlu dairelerden, lüks otomobillerden
Hatıra edindikleri kılçıklı bıçaklarını saplıyorlar ona, biliyorlar ki
Alt-üst edebilirler batının büyük kapılarını, vakit var çünkü hala
Hala var vakit. Okyanuslara taht kurmuş cin kabilinden mahluklar
İncitemez onları, onları gözleri korur, biliyorlar, bekliyorlar sabırla
Bir yerde bir yaprak düşse dalından vakitsiz kahroluyorlar
Kahroldukları için de ayrıca üzülüyorlar, onlar her şeyi biliyorlar
İlerlemenin en güzelini de biliyorlar, terk etmenin en zarif yöntemini de
Kahrın ötesinde bir kalp var biliyorlar, affetmeyi bağışlamak zorundalar
Kahrolmanın kalbine -kalbin ötesinde bir dünya var biliyorlar, uygarlaşamamış
Uzun uzun bölüyorlar kahrolmayı, birleştirip yeniden şekillendiriyorlar
Ağrılar ekliyorlar kahra, semadan küçük parçalar
O kız çocukları gençliklerini yurtlarda geçirememiş, sürekli cenk etmiş
Yengeleriyle
Karanlıkla, sokakla, uzun otobüs yolculuklarıyla
Başlarında prenses taçları cam kenarı, dirsekleri tahta menteşelere dayalı
Gözleri beklemekle mühürlenmiş, tenleri gül kokan, uzun yoldan gelmiş
Hediye paketleri, dört koldan çevrildikçe, yağmalandıkça, yıkılmadan savaşarak
Bilendikçe bilendikçe kötülük tarafından, sırtlarını kıbleye dönüp
Başlarının üzerinde su hareleri, Yasin sesleri, yurt çıkışları ceplerinde
Herkesin telefon olduğu, aşırıileriileriilerigittiği, çağ atladığı
Onları kimsenin anlamadığı, onların da kimseyi anlayamadığı
İleriye doğru ket vurdukları, ellerinde kaza sözlükleri
Öğrenmişler beklemekle nasıl savaşılacağını
Cengizhan Genç
evet anlatıldığı gibi sabre dair işaretler inançla olgunlaşır kalpte.tedirginliği gereksiz görmek gibidir yüzlerinde daima toprağa bakan aynı sokağın çocukları.yurt tutulmuş bu topraklarda yaz güneşi altında zamanın fırsatçılığına inat bir cesaretle yakıştırmış kötülüğü kendisine.uğramaz yolları sanat kursları ve kültür merkezlerine.bu coğrafya için ne söylenmişse tuhaflarına giden bir silahtır aslında düşmana attıkları kement.
16
hasta
Yağmur kokan bir gece ve kapalı bir şemsiyeyim.
Sokak lambasının parlaklığı son ama ben bir damla göremiyorum.
Seçemiyorum karanlıktan, bir adım öne çıkarmısın.
Güneşi seviyorum belki de, ıslanmak için bir sebep göremiyorum.
Artık gitmeliyiz, ay batmak üzere gözlerinden.
En hoş kafiyeler veremez, tütün kokan sözlerinden.
Huzuru ve bulutlar arasaydı yağarmıydı saçlarına, kusuru.
Yok bir yolu geri getirmenin, yağmurlu gece bir sen unsuru.
Güneş doğmamış aslında ve ay gitmemiş, biraz yorulmuş.
Her damlayı içine çeken kalp hasta olmuş, uzan biraz.
Güneş kurutuyor balkona serdiğim kalbimi, görsen gözlerinle.
Kurusun artık akman lazım gözlerimden, artık ısıtmıyor sözlerin de.
Ali Berkay Nebioğlu
güneş kurutuyor balkona serdiğim kalbimi.aslında hayatın renkliliğine dair çağrışımlar.varoş kültüründen izler taşıyor albeniyi sevgilinin gözlerinde arayan en kestirme yol için hayata dair bahaneler.şehir yok hayatımızda.duvarlarda asma yaprağı yalnızlığı hissetmiş.güneş doğmamış aslında derken bu avuntuyu hayatın ayrıntılarında yakalamış şair.yine umuttur beklenen tarihten ve güzelliğe meyilli ölümlerden.
17
EMRE YILMAZ, SENİNLE YAPMAMIZ GEREKEN EVLİLİK
Güzel bir kadınmışsın,
çantanda bıçak taşıyacak kadar
Kadınmışsın,
bıçaklayacak kadar
Bana da kendini beğendirirsen
seni alırım
İmparatorluğun subayları
türkü dinlerken seni düşünürmüş
Bir tabaka tütünle bitermişsin
Asılınca komitacılar hürriyet ıslıklarına
Kuş ekmeği yolmaya giden şaireler
Yol boyu seni tutarlarmış akıllarında
Aşkın mahiri
Kasd-ı mahsusla katilim
Sevgilim benim
Senin olduğun şehirde ben
silahla dolaşırım
Hiçbir kesiğimi zayi etmez
Delileriyle şehrin kan kardeş olurum
Terlemem gerekirse gider terlerim
Biliyorum terleyeceğim
Çünkü gözelerden kurbağa akıyor
Aldanıp ilahicibaşı ile kırıştırmışsın çünkü
Yoldan çık diye iyice
Son sığındığın akrabanı da zehirletmiş sultan
Öyle derler
Ben sana koca olurum
Her gün ismi unutulmayacak birini öldürüyorlar
Tetikçilerin at koşturduğu bu şehirde
Gerdanın ne de gevrek
Haydutların seni ortalarına aldığı günler
Ta o günlerde vuruldum sana
Bir de namaz kılardım üstelik
Fabrika işgallerinden dönen işçiler de laf atardı sana
Mapustan kaçamayıp
pencere önüne pinekleyen mahkumlar da
Bensiz memelerinden süt akmaz
Sensiz ekmek götüreceğim bir evim olmaz
Bana varmazsan kumru hıçkırığından ölür dünya
Bir tek şair bile zikre gelmez
Hiçbir şarapçı “şarabı yenilendir” diye buyurmaz
hülyasındaki kadına
Belki de aynı şeyi konuşur bir ömür satıcılar
Kepenk indirir kibritçiler
Kalmaz sokaklarda ateşle ismini yazacak
Emre Yılmaz
kirli hayatlara bakıp temiz hayatı için bir kadını layık görmesi kendine.insan olmanın biriktirdiği erdeme inanmış şair.hayatın karmaşık haline bir mektuptur aşkı.mesut olmanın ayrıcalığını vadediyor yaslandığı yoksulluğu anlamış bir kalple.bir çiçekçiden geçerken utangaçlığını vuruyor yüzüne köşede bekleşen kadınlar.farklılığa şans tanırmı hayat dokunduğu kalbe bulaşan kiriyle.şiddeti kanıksamakta böyle bir şeydir henüz gözyaşıyla ikna edilmiş hayatlar için.bu hayal kırıklıkları doldurur meyhaneleri.bu ihanetlerle işlenir cinayetler.yoksunluklar kışkırtır duyguları.bunu anlamaya müsaittir hayat biraz daha derin bir idrakle hayata gülümseyişini unutmazsan.
18
Atakan Yavuz
SABAN BULANTISI
Önce ayaklarımı çıkarıyorum uykudan
bir piyanoyla kutlu ayaklarımı
ağzımı giyiniyorum sonra, yani yaşamaktaki
sesimi, parmak uçlarımı
sözünü kesiyorum geveze bir çağlayanın
ki gök ağdıramıyor benim maviliğimi
yani kirli ayaklarda bir piyanoyu çalmanın
Kuşlar,
büyüyen karnını okşuyorlar sabahın
ne tuhaf herkesin bir kucak odunu
alıp koşması kendi yangınına
bir de hiç unutmuyorum
şu bütün tersanelerine girilmiş kadını
O hep serinlik çıkınca giderdi sesini çapalar
Otların dükkan açtığı yere kadar
gider morluklar, bağırtılar katardı sesine.
Kuşlar,
hınzır bir ıslığı döküyorlar koynuma
ve işte etiketler havlamaya başladı camlarda
çalar saat adama ateş ediyor
uyanınca
ben de ikibüklüm herkes gibi
şehre doğru sürüklüyorum
kendi cesedimi
Örneğin şu sokak
fazladan bir intihar saçlarımda
belki bu yüzden her şeyin sebepsiz uzaması
bilmiyorum
ey durmadan borçlu çıktığım güzel gözlü çocuk
hâlâ kalabalık mı gözlerinin çarşısı
(Uç 6 / 2000)
şiir ifade gücü yüksek bir anlatımla yazılmış.şehrin tanığı bir kimlikle ve işte etiketler havlamaya başladı camlarda derken.insanı eksilten bir hayatla tuzaklanmış şehir.insan kalbine akıttığı zehrini kin dolu gözlerden alıyor.burda hiç bir öğretiye şans tanımaz sokaklar.her an kavgaya hazır bir sınıfsallığı hisseder bakınca hayatlara.kimisi işten eve yorgun dönerken eğlence yeni başlıyordur şanslı olanlar için.neye bağlamalı bu kısıtlanmışlığı.işte ritme ayak uydurmanın sakıncaları görülür yitirişlerde.çünkü bir ıstıraba dönüşür çarşılar pazarlar.
19
ne başlığı ya
ı.
Olmakla olmamak arasında
Belki dışında bunların
İnsan yaradılışında
Sevda...
ıı.
Tabiat
Bu ilkindende mühim ki
Olsakta olmasakta devam eder hayat
İşte bütün meselede budur belki...
ııı.
Evet biliyorum
Söylenmesi bir hayli güç
Ama galiba kesinlikle
Seni seviyorum...
Vural Kaya
şiir açık bir dille hayatın ne anlam ifade ettiği üzerinde durmuş.şair bir kuş kadar hafif hissediyor kendini sevgisini açıklarken.mevsim bahar olunca yaşamak daha bir güzel bir orman kuytusunda.insanki bir misafir dünya hayatında.kendi dışındaki bir kudretle donatılmış hayat.ne manaya gelirse bu vakti değerlendirme zamanı kadar şans tanınmıştır hayata.
20
bir mavilik aşkı
Ben hâlâ ordayım
uzaklarda, uykularda, çakıl taşlarının orada...
Usanmadım gümüş sikkeler gibi paslanmaktan
sessizliğe bakarım tamamen şarkı
karanlığı dinlerim sular her gece derin
yatağımı denize sermiştim
ben hâlâ ordayım.
Ne bir gölge ne bir ayak izi
sadece bir resim bir geniş zaman kipi
ama hatırlanacak öyle çok şey var ki
bir akarsu olmak, döne döne akmak
mümkün mü bugüne, bu uzak güne gelmek!
Asırlardır taş gibi övünürüm özgül ağırlığımla
kılavuzsuz çıkmam gün ışığına bile
kimse bilsin istemem gecenin ikinci adını
ne yana baksan içinden çıkılması zor bir mavilik
bir mavilik ki yoksullukların en kutsalı...
Ben hâlâ ordayım
tarih atlaslarında, batık gemilerin orada...
Faruk Uysal
bir mavilik ki yoksullukların en kutsalı diyor şair.uzak denizlere açılma tutkusu tarihten öğrenilmiş bir tutku.hayatı anlama kılavuzudur şiir.hiç bir atılım gözünü korkutmamıştır dünya atlasında.eskidikçe değeri artar metallerin.insanın tükürdüğü yoksullukla başetme savaşıdır hayat.karanlıktan gelen korkuya fısıldar gizlerini gece.tamamen teslim olmak fıtrata.kendini keşfe çıkar doğada sürgünlük.tablolara akseden hatıralar sofaların sessizliğinde denize komşudur rüzgar.yaşamdaki yanılsama bulmak ödevinde çeşitlilik kazanır.bunu anlamakla hayata tutunma şansı elde edilir.yaşamı kıymetli hale getiren bu dirençle ayakta kalabilir insan.şiirin kıyısında gezindiği hakikat için uğraş verilir.
21
ceren
Nöbetim akşama dek sürecek
Sanma yılgınlığım, tükenmişliğim var
Kaç adım, hangi tepe, kırlangıç yuvaları
Yürüyorum inciçiçeği
Gün batmadan seni kaybetmek yok
Seni tüketmek yok yer mühürlenmeden
Islak mendiline yaz aşklarımı
Gecenin mavisine anlat
Sustur ateşböceklerini susturabilirsen
İndir kepenklerini samanyolunun
Çoban yıldızına türküler söyle
Narı beyzayım
Bülbülü şeydayım de
Bir çocuğun ellerindesin bazen
Harabe duvarında albatrosun
Mavi şablonundasın ay düşlerimin
Kekik otu, yer elması, reyhan dalı
Rüya sedirimin gönül aynası
Nöbetim akşama dek sürecek
Akşam gün dönmeyecek
Şeref Akbaba
hayatın değişik yüzleriyle karşılaşma anı gibi gök mavsiyle denizin buluştuğu sonsuzluk ufku.sessizlik içinden gelen bir tırtılın yaprağındaki hayatın bahçeye açılan kapısı.insanları dağlara götüren coşkunluğu aramış uzak yazların ağrısını düşürdüğü gönülle.çürümekten söz etmiyor şair gövdemizi orman içlerinde ürperten.bir serinlik ve yitirişin mutsuzluğunu arıyor gibi dinginlikte.kozmosun döngüsüyle bir yarış atı gibi sürüklüyor yorgun düşürmeden samanyolunu sularda yansıyan ışıltıyı çekerek içine.tanyerine sabitlenmiş bakışlarımızı anlamsızlık arayışına da çıkarmalı doruklarda gezinmenin umutsuzluğuyla.en azından görülen bir sefaleti resmetme gönülsüzlüğünü şiire taşımalı büyük insanlık sevdaları için.veremli yüzümüzle istasyonda beklediğimiz trenler bir savaş haberi gibi gelen ölüm haberleri.kanserin neden yaygınlaştığı sorusu gibi bekliyoruz yeni ölüm çeşitlerimi.bu kusursuz kubbeler gibi maveradan esintiler getiriyor.refref demişti şair son deminde hicretin telkinlere açık bırakılan öze kavuşmaya.şimdi inşanın hücresinde görülen metaforlar gönül ikliminden uzak.güneşimiz için sabahın yakın bir anında tanyeri umudun vehmiyle kızıllaşıyor.zülmetin kalkışıyla anlayacağız hakikatı
22
Hüseyin PEKER
AYRILIK ÇEŞMESİ
Ölmüş birinin anısına beste yapıyordum akşamları
ne çok ölü birikmiş arkamda
ne çok kartvizit
yaşarken görmedim saçlardaki güzelliği
gözlerdeki parıltıyı; yastık iki kişi
çok gelmiş yorganımızdaki bitki müzesi
öpücüklerdeki kabartma çiçekler
sevgi deyip geçmişim cankurtaran yeleklerini
parmaklarımın ucunda krizler atlatmışım
hedefe ulaştığım kadın figürleri
sofrada vitrin süsü olup birikmiş
saygıyla karışık korku duyduğum peçeteli şerefe sözleri
kabuk ve kemiklerden yaratılmış arkadaşlıklar
gürleyerek akmış üstüme
ayağım terledi şarap sahilinde
kumları kırmızıya boyadım yelken kupası için
şimdi sana bakıyorum el öpme sahnesinde:
benden tosun biri
ne kadar zayıfladım dibe sürüklendiğimde
kuruttum göğüs ucuma birikmiş terleri
benim ol, bu masaya otur doku hasarından
gönüllü dostum ol deve güreşinde
arkadaşım kal diyen sarı çiçekli teklifler
kanat açıklığım o kadar derin ki!
bestem ayrılık çeşmesi, ağını tamamladı üstüme
ne kadar zayıfladım pişmanlık denizinde;
Ölmüş birinin anısına beste yapıyordum, zemin kayması
ben şehir efsanesiydim, sokaklara at bağlardım
sopayla dayak yedim gençliğimde
güneş gözlüğümü çıkardığım dost sohbetlerinde
evi bulmakta güçlük çektiğim günlerim oldu
yarasa gördüm seni karşıladığım saat, kurşun kalemle
sileceğim dedim, ondan attım tükenmez kalemdeki renkleri
sevgi hissettim, şimdi ne çok ölüm; bestemdeki nota külleri
bir karış toprak artık dostlukların kendisi
atın üstüme, güneş nerden doğacak diye soracağınıza
atın bestemdeki solfej anahtarlarını
atın güzel oyunlar oynadık sizinle
kapı tokmakları tanık buna
bestem korkunun kokusuyla yazılıyor
dinlerken martılar bana konacak
hedefe ulaşmak için fistolu eteklerime
kanat kırıklarından tüyler dikecek
şimdi kartpostalım namluya kilitli
atıp vuracağım kendimi su cenderesinde
bu ülkenin sararmış çiçeklerini okşuyor kelimeler.günler yorgun bir umuttur sanki suların akışı şaşırtmıyor denizi.sonrası sitem altının külçe olarak hesaplandığı sahaflara akan azınlık ağzının türeyişi az gelişmikle.savunulmaya hazır özlemler için tutulmuş dileklere hoyrat bir yorgunluğun gölgesi düşüyor.deniz kıyısında unutulmuş akasyalar karşılıyor dalgalara gövdesindeki dokunulmamış yalnızlıkları.mutluluğu hatırlamaya güç yetirmiyor pembe pancurları anımsamak için.yoksulluktan kurtarılmış semtlere akıyor kalabalık.şehrin yalnızlığını taşıyamayan martılar.intiharı soluklanma cesaretine bağlıyor genç ölümleri kuşatılmış inançlar için.
23
MERYEM KILIÇ, DÜPEDÜZ DELİLİK
yaşamaz diye bırakılıyor çocuk evin ucuna
bütün üzüntüm bundandır belki
kanatsız topraksız ve ayinsiz cenaze
bundandır belki
bundan değil diyorum sonra
güneşten değil beklemekten değil uyuşan ellerimden değil
bomboş bir vadi sarkıyor başlarından
gövdelerini bile göremiyorlar nasıl anlarlar beni
bütün üzüntüm bundan
hiç dinlenmeyeceğiz öyle mi dinlenmeden köprüyü geçmek
kimse ölmek istemiyor henüz
koşmak istemiyor
yağmur yağsa biraz fazla lânet okuyorlar kaldırıma
nefesleri pes ediyor onca boş kelime tonlarca yük
üstelik bir de korkuyorlar ölmekten
ben koşmayı seviyorum
bütün sevincim bundan
bizim aramızdaki sed Zülkarneyn’in çektiği sed
işte yüksek duvar ve burada petrol var
ama ben inanıyorum Allah’a
deseler ki bize bakma
gözlerimi kör ederim
deseler ki bize bakma
duvar diplerini selamlamam onlara göre delilik
düpedüz onlara göre nereden baksak üstelik
artık çekişip durmayacağım yırtıldı lambanın gecesi
ama ben seviyorum ışığı aramızdaki ışığı
açlık sarhoşluk sofra sofraya uzanan eli
geçerken duvarın yakınından
ki görsün diye onlar
başımla selamlıyorum ürkütmeyeyim akrebi
Karabatak Dergisi 12. Sayı
inancın farkını ortaya koymak istemiş.dünyaya daha cesur bir yürekle bağlandığını kanıtlar gibi tabiatın diliyle seslenmiş yağmura.aramızdaki ışıktır kardeşliğe uzanan elin anlamı.menfaat hırsıdır bir arada tutan tağutları.ölüme saygı duymayan doğayıda tahrip eder.söz söyleme kudretini alinde tutuyor inanmışlığın verdiği güvenle.topraksız kalmışız sararmış ekinlerin arasında.çölde dağıldmış bize güven veren ordumuz.ondandır yürümekte güçlük çektiğimiz yurtsuzluk.üstümüze çökmüş geceden vediye akan nehre inanmış şair.bir delilik gibi görülse de anlamı var ahiret için çalışmanın.anlamı var şerrin için bir hayır olduğunun.ne kadar uygar görünse de saygı duymaz hayata inanmışlığa tuğyan.
24
ESMA KOÇ, SADECE LEYLA
Kanatlarım var sanırdım eskiden
Sanırdım birçok şeyi güzelmiş gibi
Artık ceylan besleyecek kadar masum değilim
Ormandır dağdır yokuştur kardır
Koşacak kadar cevval değil hallerim
Hepimizin sakat bir kol bırakmışlığı
Dönüp bakamadığı ardı arkası
Benim daha çok
Aramızda hayatta olmanın gücü yetmediği
Aramızda hiç konuşmayacak olmanın
Biz ödeşmeyiz artık
Bir yerlerde şeffaf bir çiçek bulsan
Koşup bana getirir koşup beni diriltirdin
Şimdi tüldür perdedir rüzgârda
Uçuşacak değil eteklerim
Ölü kuşların bağrımda uyuduğunu bil
Saksılarımın suya inanmadığını
Bu sabah solgun benzimde gün kuruttuğumu
Bütün bunlar çekilirse çekeriz elbet
Olmadı değişiriz günahlarımızı
Ok atma hakkım olmadan kaybettim yarışı
Ben buna alıştığımda Leyla çok uzaklarda olacak.
Aşkar Dergisi, 52. sayı.
işte çocukluğun masum halleri.’bir yerlerde şeffaf bir çiçek bulsan/koşup bana getirir beni diriltirdin’.seni diriltmekle cesedim için endişe duymakla başlıyorum her sabah güne.gönlümü açtığım zaman sana en sapık halini yaşıyor arzularla yaklaştığım aynandaki yansımana uzanışım.işte tanrıyı bulmakla ödüllendiriyor beni fravunun kollarında seni bulmak.bunlarla kırılmış aynamda dudaklarında dokunuşum kadar masum kalmışım gözlerinde.
25
BEŞİR SEVİM, BİLDİĞİM BÜTÜN KIRMIZILAR
dünyanın yüzüne kahredilmiş
bir yaradır nihayetinde… insan!
dünyanın yüzüne kahredilmiş bir akşam
gibi dağılsın içinize bu duman, bu şüphe
siz, pardon, en çok neyimi sevdiniz?
en çok gözlerinizi… benim gözlerim
unutmuyor bazı şeyleri… sözcüklerin
yalan söyleyemediği gibi…
işte tam burada kar yağar,
bembeyaz bir masalın ortasına güzel
kirpiklerini örmüştür bir uykuya rapunzel.
ki ben yaşlanıyorum ah o zaman.
durmadan bir kıyı arıyorum
kendime ilmek atıyorum bir ilmek
daha bir ilmek düğümleniyor daha
kapkara bi’şey taa şuramda
bir dal elif gibi
çiziyor kalbimi.
kapanmayı bir kapıdan öğrendim.
ah nasılsa insan, unutarak
söndürüyor yüzünde biriken
yağmuru diyorum ve dökülüyorum buraya.
payına düşeni alsın herkes ve kimse
bağırmasın kuyularda adımı, artık
değilim. bakmayın hala kanadığıma
yazdım ya demin buraya
gelmem bi’ daha masalınıza.
ey etimde kamaşan bıçak!
görüyorsun ya kan
kurumadan pıhtılaşıyor insan.
Bildiğim Bütün Kırmızılar, Everest Yay.,2019.
ortak düşünceler aşılmayı bekler.burdan kederli yüzlere geçilir perdede.’ey etimde kamaşan bıçak/gürüyorsun ya kan/kurumadan pıhtılaşıyor insan’.bu kederli yalnızlıklar bir şiir olmalı.damıtılmış anılar gibi kaktüslerle örülü.bir boşluğu gizler gibi suçları üstlenmek kalabalıkta.yankısı kalmış cümlelerle doğranırken kan.kan dahi kullanışlı bir zamanı imliyorsa bedende.kalsın yaralarını onaracak bir bahçenin ortası.
26
IRMAK ERİŞ; BİR YÜZÜN DİYORUM
Yüzün diyorum bir bir bir bir,
Yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor.
Çoktan durmuş gibi bir şeyler orda.
Saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş.
Ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların,
Ne bir köpek havlaması sokaklarda,
Ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara.
Uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca,
Boynunla saçların arasında.
Yüzün bu âlemmiş de sanki
Davud sana gelmiş, Musa sana, İsa sana.
Salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviyede.
Gökyüzü sanki senden esinlenmiş,
Zebur senden, Tevrat senden, İncil senden.
Binlerce renge doğru koşmuş yüzün,
Bilinmez renklere, çizilmez renklere.
Yüzün adsız bir mevsimi kiralamış,
Ne zemheriler gibi soğuk,
Ne kavurgan yazlar gibi sıcak.
Bir bulut kaçmış da göğünden,
Sanki yüzüne konmuş.
Yüzün, koca bir dünyayı
Islatacak, ıslatacak, ıslatacak.
İnsan ölmek için yaratıldı korkuya inanma,
Ateşe inanma, suya, havaya inanma,
Aşk bile ölüyor aşka inanma.
Bir ceket al üstüne,
Bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla,
İnsan düşmek için yaratıldı, kuşlara da inanma.
Sen sıkı sarıl kalbime dünya sandığın yer değil,
Sandığın yer değil en güzel yerin,
En güzel yerinde değiliz biz bu şiirin.
Yüzün diyorum bir bir bir bir,
Yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor.
Olsun, ben böyle yağmurları da severim,
Böyle yağmurlarda büyür insan,
Fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır.
Acısız bir selam verir,
Silinmiş sloganlar içinden duvarlar,
Duyulur en güzel vapurun sesi,
En güzel trene binilir,
Ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme.
Ve adına yolculuk denilir.
Zaten insan bir yolculuk değil midir?
Durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu,
Kışla bekçilerini, silah çatanları,
Silahşörleri durdur ve bekle.
İşgal edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla,
Çocuklar uçurtma uçurmalı,
Taze çaylar demlenmeli kahvelerde,
Yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım.
Yüzün diyorum kayboluyorum.
Bir kuş bir fili boğuyor sanki, kayboluyorum.
Yükünü boşaltıyor kızıl atlar, kayboluyorum.
Kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde.
Kim anlamış insanı.
Yüzün diyorum yüzünde memleket telaşı.
Binlerce yoldaşım öldürülmüş,
Binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ
Pınar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor,
Büyüyor kar bakışlı bir kadın.
Susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona,
Ve yüzün diyorum bir bir bir bir
Bir yüzün diyorum,
Yüzüne bir geçiş bulmalıyım.
Irmak Eriş
memleket isterim diyor ya şair.belkide gökyüzüne bakıyor baharın ağrısıyla büyüyenler.kafesten kurtuluyor zincire vurulmuş zaman için adaklı şövalye.bilirki yanlız değildir köpüren soğuk sular.işte bir uğultu iniyor ıssız kalmış caddelere.ve hummalı bir çalışma varlığını kucaklayan.yüzümüzü boyuyoruz allahın boyasıyla.yorgunluğunu tanıyor göçebeler taşta kararırken gurbet.bir yaz akşamı gibi çatırdıyor gölgeler.işte unutulmuş kuşların döndüğü baharlar.selamla titreşen coğrafyam oluyor gözlerin.
27
Kalbimize Dönelim
Dünya kırılmış ayna yalnız bir kış bahçesi
Salkım saçak bağ değil kalbimize dönelim
Pas tutmuş gönlümüzde yorgun sevda lehçesi
Sözü ince çağ değil kalbimize dönelim.
Makam mevki uğruna iltifatlar dizdiğin
Saltanatlar kurup da ihtişamla gezdiğin
Zirvelerden bakınca gelinciği ezdiğin
O çiçekli dağ değil kalbimize dönelim.
Teselli arar insan düştüğünde darlığa
Nefes bile emanet vakit yok pazarlığa
İsrafın eşiğinde bağlandığın varlığa
Bal sürdüğün yağ değil kalbimize dönelim.
Hani birer cevherdik, incidendik, yakuttuk
Hayat sunan yemyeşil vadileri kuruttuk
Dudak kıvrımlarında tebessümü unuttuk
Vefa bile sağ değil kalbimize dönelim
Ne şükür harmanının tevekkülü serdiği
Ne sabır başağının tohumunu verdiği
Hiranın kuytusunda örümceğin gerdiği
Sadakatli ağ değil kalbimize dönelim
İmtihan ağır bazen geldiği gibi değil
Bir gülün kayalığı deldiği gibi değil
Düşüncenin ummana daldığı gibi değil
Derin sular sığ değil kalbimize dönelim.
Züleyha Özbay Bilgiç
bir şiirin anlatmak istediği çizgilerde arıyoruz hayatın anlamını.bir kuytu mağaraya sızan ışık gibi umut beklentisinin çağrışımları.bizi düşünmeye zorlayan nedenleri sıralamış şair.bir dağın yamacından bakıyoruz uçsuz bucaksız ovalara.kendi hikayemiz için çözdük tabiatın dilini.ayağa kalkmanın zamanıdır geç kalmadan yarınlara.
28
NİHAT BEHRAM, DENİZİN ADI ÖZGÜRLÜK
Ne demeli şimdi
Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim
Göğe mi dokunmalı ucuna mı körpe filizin
Öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün
Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize
Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün
Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin
İlk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün
Onun kavradıkça derinleşen şarkısını
Vay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak
Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz
Telaş, kıvranış, parıltılı gözlerdeki atılganlık
Ya görevin ne senin görevin
Oynaşmak değil mi içindeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim kararmışsa kirden, rutubetten
Sarhoşsam gülümseyişler ağlayışlarda
Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hülyaları
Senden gelen ısıyla koruyorsam
Ne demeli şimdi
Ey serçelerin sabahlarla bölüştüğü cıvıltı
Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkati çeken hayal
Kalbimi çevreleyen sevda gözeneği
Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli
Beni düşün öyleyse
Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı
Anında ilk satırını yazarken bir bildirinin
Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında
Beni dar camlarda değil
Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerin.
Nihat Behram
neyi anlatmak istiyor şair coşkunlukla.hayat dolu olmanın koşullarını hazırlıyor bahar.seni bir bulutun seyrinde düşününce uykularından uyanıyor dar sokaklar.ve kirletilmiş bir çiçek kadar masumdur tutuklu kaldığımız ıssız çardaklar.ezberletilmiş bize çaresizlik.düşlere olan yakınlığıyla bize uzak düşmüş şehir.anlamı yok geceden duyulan sıradışı fısıltılar için buğulanmış gökler.
29
ALİ HİKMET EREN, RESTORE
1
hangi ayin temizlerse beni, oradan başladım
yıkıntıma. kimse kalmadı içimde, az kaldı
tırnaklarımı yemesem, tutunacaktım,
gazeteler intihar dedi, ben yalanladım
2
yani ben yoksam, ceplerinizde yoksam, ihtimal
kurbağa cesetleriyle başlayan çocukluğuma
lastik ayakkabı arıyorumdur,
yorgun bir sürüngenin uçmak olan intiharından-
Ali Hikmet Eren, Kül 29
hayata tutunmanın en yoksul biçimine çamurda oynamaya doymuş çiçekler.bir ayindir kaçmak bedeninden aşkın.çünkü yalnızlığa sadık durur gözyaşları.bunu anlamış şair uğultuya karışırken gökler.kendi ölümünü gizleyen ışıkları reddediyor en tenha halinde ölümün anlattıklarıyla.işte yokluğa karışacak sevinçler.sıradanlığın aynasında aranacak cennet için yaşayacak kelebekler.
30
Sevginin Asaleti
Sonsuzluk kimin fikriydi
Ölümü sürün yüzüme ölümü
Sönen bir aydınlığın hükmü neydi
Gözlerimdeki aşkın ferini sökün
Ve böylece başlarız belki
Çiçeklerin zarif vaktini konuşmaya
Azar azar çirkinliğin krallığını yıkmaya
Evler, köşkler yerine sevginin asaletini kurmaya
Zübeyde Yalçınkaya
sonsuzluk cennette sakıncalı bir ağaçtı.ebediyet duygusuydu ölümle köpüren.cezalandırılma anıtıdır dünyevi hayatı zorlaştıran.anlama yakın duruyor bakışlar gönül tahtına kurulmuşken çiçekler.doğanın davetiyle uyanmalı mevsimlere.işte mülkün zerafetini konuşuyor yarasalar.nedir sevginin asaleti.bir ömür direnmek mi yalnızlıklara.kurşun gibi gönülde sevdanın ağırlığı.taht sevdasıyla yeni sömürgeler.bunlar umudu tüketen çirkinlikler.aç ve susuzluğun ortasında insancıl bir adaletin sürdüğü kavimler.işkenceye alınmış vedaların gözlerde bulduğu yakınlık.bunları hatırlamalı insan can sıkıntısından önce.bütün dünyanın kardeşliğine inanmalı çocuklar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.