- 526 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-1
1
Bir Hiçe Mahsus
talat özgen
Hayat bazen
Bir göz yaşına sığdırdığın
Bir hüzün,
Bazen
Bir hiçe mahsus
Kalbe hitaben,
Ne ararsan
Onu bulursun
Değil işte
O,
Halen
Yokluğa yazılmışsın gıyaben,
Ömür hep
Her halükarda bir ip
Zamana bir an asılıp kaldığın
Ve
Nihayetinde
Boşluğa süzülen bir hiç,
İstediğin kadar
Git
Netice
Sıfıra bir nokta
Virgüllere ise bir elveda,
Ölüm
Gül bahçesine bir demet
Aslında
Bana sunduğun,
Amma velakin
Yaşamaktı
Benim niyetim
Şimdi ise
Bir kuş bakışı
Sonsuzluğun kıskacına
Mutluluğun bir bedeli var işte
O da git git varmak nedir bilmeyen...
* Berlin, 19.02.2021 *
şiir kolikte rastladığım usta işi bir şiir.hala yokluğa yazılmışsın gıyaben diyor şair katettiğimiz mesafeler için.bu oyunu kurmak için ödünç hüzünler bulmuşuz sokakların kirini unutarak.hayatımızdaki eksik tınıyı hatırlamak gerekiyor yeniden.sıfıra yakın durmak fiilleri tanrıdan saklamaktır onun için.bir ipe tutunmanın gizemi öldürdüğüne dair inanç.bahçenin seçkinliğini yadırgıyor şair.sonsuzluğu kuşanmanın sahiciliği var umutta.fezadan dünyaya bakmanın iktidarı için yaşıyor onlar.mutluluğun bedeli kurda kuşa yem olmaktır bir mekana hapsetmek kadar anlamsız hayatı.anlamsızdır gül ve dikenin anlattıkları.çünkü tabiatüstülüğün sakıncası kalmamış savaşlarda.bunu farketmek dünya sürgünü gibidir açıklarda gezinen geminin bulunması korsanların aradığının dışında.çölleşmenin övüncümüdür durağanlık içimizde.bu yalnızlığı haketmenin sahteliğini örtmek için mi yaşlanıyor deniz.
2
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu seraba
Söyle bana hindiba
nurullah gencin son kitabı hindibadan seçilmiş mısralar.hindiba acem kızı için yazılmış şiirden anlaşıldığı şekilde.şair bir yurt özlemine vardırıyor kimsesizliği.islamcı şairlerin çıkış noktası olmuştur bir dil arayışındaki serencam.şehirler çölleşmiştir alınyazısı saatinde.hikmetten kopuşun yarattığı boşluk.bunlar anlatılır şiirlerde.o zengin kültür bir ayyaşın dilinde pelesenk olmuştur çevresini kendinden uzaklaştıran.hicap duyar insan kendi yazgısından.bir muştu beklemenin nöbetindedir dünya.en büyük hazinesidir sefalet bu eski dünyanın hafızasındaki tortularda.bu bilinçle gülümser acıya şiirden anlayanlar.
3
EROL YILMAZ, EDİLGENLER KOROSU
Beni kandırabilirsiniz bayım
Aldatabilirsiniz beni, buyurunuz
Hokus pokusa gerek yok, hileli zarlara da
Bütün kodlarım hazır buna, işletim sistemim
İşte, emrinize eksiksiz âmadedir hücrelerim
Gönüllü çıktım yoldan keklenmek için
Beni yok sayabilirsiniz
Göz ardı edebilirsiniz beni
İsterseniz üzerimi de çizebilirsiniz
Silinmez sert darbelerle bittabi
Bir çentik de benim için atabilirsiniz
Varlığınızı pekiştirecek ceptekiler kutucuğuna
Yani şu bildik çantada keklikler hanesine
İstatistik tablosunda artı bir diyebilirsiniz benim için de
Sessizce kaybolur, gider gelirim sürünüzün içinde
Metroda bir bilet, sandıkta bir oy, kütükte bir yaprak
Bir kimlik numarası, bir banka kartı, e-devlette bir şifre
Bakınız Efendim!
Şurası da fakir yüzümün sağ tarafıdır
Eksik kalmasın sol yanımın tarafınızca
Şiddetle okşanmasından
Hatırlatmış olayım değerli sahip ayrıca
Farklı bir zevk alırım şiddetin psikolojik olanından
İstediğiniz anda olurum hayatınızda, kullanışlı bir amalgam
Kapınızı açarım, çöpünüzü dökerim, köpeğinizi gezdiririm
İç savaş yaşadığınızda eşinizle ve şımarık bebelerinizle
Hiç itiraz etmeksizin t/onlarca fırçanızı yer
Hatta üstüne bir de günde üç öğün size dua eder
Allah sizi başımızdan eksik etmesin beyim derim
İğrenir gibi baktığınızda yüzüme çekilirim yolunuzdan
Küsmez, kahretmez, bedduayı aklına bile getirmez
Kuru yaprak misâli düşerim bile/ bile kaldırımınızdan
Varlığım armağan olsun öz varlığınıza, total varlıklarınıza
Yüce varsıl sahip, haşmetli patron ve ekâbir amca
Beyaz eldivenler, zarif abiye, frak, papyon ve fötr şapka
Eksik olmasın üzerimizden gözleriniz, yüzümüzden şefkat eliniz
Açılan yolda, kurgulanan ülküde, kallavî mevzuat lehinizde nasılsa
Nasıl yaşarız biz edilgenler, olmasa demir yumruğunuz uysal başımızda
Erol Yılmaz
şiiri suçlamak kadar aleni işleniyor suçlar.iktidarın demir yumruğuyla yönetilen kitleler.siyaset yapma biçimide değişiyor zamanla.kimileri kimilerine göre devleti satılığa çıkarmış.bunu anlamak o kadar kolay değil ekonomiye göre.bir civa gibi girdiği kabın şeklini alıyor para.bunlar anlaşılmaz konular.örneğin verilen eğitimde önemseniyorsa devrimler.vatan merceğiyle bakılıyorsa zenginliklere.şair bu konuları neden şahsileştiriyor sorusuna yanıttır sınıf çelişkileri.
4
ZEHRA BETÜL AYDIN, TAŞ DUVARLAR ARASINDAKİ SESİM
Ben ellerimi bu duayla yıkadım
Oturup bir dağın eteğine ağladım
Üzerimde bir şehrin firavunu
Sırtımda doğru söylemekten yapılmış bir gök
Üzerimde adını, ağzımla anmaktan utandığım
Bir şahidin ayak izleri
Üzerimde
Gözlerimi, vurmasından en çok korktuğum kıştan
Ağzımı, bıçak açmıyormuşluğumdan tanıyan
Yaşamak sanatının kahramanları
Hani şu,
İnsanı, en çok yakışan yerinden
Ellerinin tersiyle iten
Ödünç dünyanın insanları
Üzerimde,
Vaktinden önce söylemekten korktuğum
gazelin sesi
Sırtımda, sürgünden kalma bir mısra
Yanmaya kabil tüm yakıtı alevlendirmekten geliyorum
İşte ben
Oturup bir yağmura
Sesimle ağlamaktan geliyorum.
Zehra Betül Aydın
kendi sesinde kaybolmuş gök.anlamın mirasıyla avunma günlerinde.hep bir yokoluş gibi kavranılmış hakikat.bakışıyla mühürlenmiş yarınlar için yaşıyor hatıralar.doğrulmanın zamanı yaklaşmışsa tutsaklığı yadırgar denizin nazlı dalgaları.çünkü bulunmuş bir cevherdir kıyamet vesikası.
5
FATMANUR PETEK, SEN BENİM KADAR TAİFLİLERE KÜSMEMİŞSİNDİR
senin çağlar aşan
sesin çağlar durur
sen her çağda çalışan bir gülsün
hilye- i pâkin ile kurdum seni içime
uzun İnce ellerin, içimde ki şirki dürsün
sana hicret etmeden gelemiyorum kendime
kalbimin yetmediği yerlerde
okuyorum kendime senin o yıkanmış kalbini
ne zaman ki bir çocuğun gözlerinden yansısam
orada görür gibi oluyorum seni
hele bir de başını okşasam
sana elim ya şimdi ben, daha konuşmamışız ya
senden her gün uzaklaştıkça
çıldırıyorum bu çağa
her şey yolunda gidiyordu ya hani
neden münafık oldu hanzala
sana duygularımı sabitleyebilsem
sonra onları istiflesem de tahiyyat okusam
bir orduluk aşkım olsa sana
bir orduyu ağlatabilme gücünde sevebilsem seni
hiç yeter mi? rahman allah selamlamış seni
seni içermeyen namazda sırat-ı müstakimler yıkılır
nasıl sen gibi gülü almazlar bahçelerine
bir güzel kuş konsun istiyorum ellerine
belki de ellerin kuşun tüylerine.
büyük boy savaş
kalbimde gri taze kılıç sesleri
işte burada emaneti üstümüze yıkan dağları anlar gibi
oluyorum
ne desem boş, bir güzel atım olmayacak hiç
-güzel sendin ayrıca, atlar hep burak taklidi.
ama atımsız da kaş çatabilirim, mesela
böyle güzele de taş attılar ya sevmiyorum taiflileri
Fatmanur Petek
maalesef öyle bir beklenti yok insanlarda.ayrıca kapanmış sutünler taiflilere.börle bir duygulanım için 30 yıl öncesiğndeki literatür acıyla bağ kurma adına.ama tembel insanların saldırıdan anladığı cihada adanmış ömürler.bir ülkeyi yıkmanın erdemiyle yaşamakmı adanmışlık.iğdiş olmanın zayıflığa neden olduğu bir kazanç için yaşıyor hastalar.neden böyle bir aykırılığı yaşasın toplum.dansla başlamaksa küfrün marifeti.salomnlardan geçiyorsa şiir için resme tutunanlar.sonra müziğin inancı eşitlediği çıldırma saatleri.bunları terketmenin neye bedel seçildiği renksizlik.benim adım kırmızı denmişti romansın başlangıcında.
6
Kavgada Söylenecek Şeyler
ilk günah bir elma değildi bunu anlayacaksın
hayatlarımızın iç içe geçmişliğine rağmen
lanetin adresi bilinecek
masum değil suçlu değil kötü
ağacına gizli bahçenin hesabı görülecek
hiç kırılmamış olanın sonsuz şüpheliğini
her birimizde bir adam cezası olarak kendimiz ve
yalnızlığımız bir taşın bir bucağın
bir eşyanın yalnızlığı gibi değil
mücevherler yüklenmiş bir masanın
sandalyelere uzaklığı gibi değil
uzak değil yakın değil içkin
kristal vazoların sadece bir kez parçalanabilirliğini
odalardan duyacaksın
insanda kendini yok etmeye yarayan şey
ölünün katilden öldürdüğü
sürgünün sürenden götürdüğü
yol değil hal değil ihtilal
bitimsiz bir sapma ihtimaliyle
yaşamak bir anlam ihlali anlayacaksın
affetmek gerektiğinde girdiğimiz çocukluk evini
bir köyün yok oluşuyla başlayan çölün
dünyaya bölünebilirliğini
soru değil cevap değil kin
tüm evetler mümkünken hayır ve tüm hayırların
hayatımızı yeniden başlatması
bizim aklımız oluyor bileceksin
cehennemin devrimi ateşle olmayacak yanlış bilgi
kötülükten önce hep bir şeyin olması
affetmenin öfkenin ve savaşın bize bildirdiğidir
kolay değil zor değil direniş
ülkeler düşünce kentlerin gizlediğini göreceksin
ilk düşüş gökten değildi
kaynağına dökülen suya gireceksin
Mustafa Torun
kehanetlerde bulunmuş şair.azabın hakikatine inanmışların kendiğni güvende hissettikleridir sekine.yani cennetin kapısı için güven duymak dünya dışılığa.kavganın son bulduğu yer gibiydi ölüm kusan tedirginlik.dağlar yeniden ıssızlaşmış kentlere akın başlayınca.faşizm hançerlendikten sonra yurt özlemine kavuşmuş pinokyo.bu savaşın anlamını nerde aramalı her şeyin hakikatı ölçü aldığı inanışlarda.asla kavga değildir ölüme koşmanın dansına tutulmak.
7
Seyhan ERÖZÇELİK
O Pornografos
Gülü tuza yatırınca kadın olur bulutlar
parçalanır bıçağın suya değdiği mahrem
Köşelerde.
Kaktüs! Çöllerin mıknatısı!
Besle beni yırtarak sütünle…
Sindiremediğimde vahşi güllerin üstüne
geleyim kapkara tüllerimle, yırtık
gölgelerimle.
Ey pembe sanayii!
Ey pembe işçiler! Gölgeler kırallığının
yurttaşları! Uzuvlaşınız soluk gururunuzla
susturunuz valsleri, valsleri susturunuz…
(Yeis İle Tabanca’dan)
ben karanfil aşığı bir mandayım soluk borunuzda.hep çocukluğum tenimde gizli kalmış bir ırmak.baldırlarında anneliğini aradığım kadınlar için çürüttüm ormanları.şapkamda güllerin gözyaşı vardı bu tozlu yollarda birikmiş hasretten.gittikçe3 yaqlnızlaşıyordu deniz.martıların sürgünüyle yaşadım ergenliği.onun için anlarım hülyasını arayan kadınları.inandım kavgasını günbatımından almış kadınların göğsüne bastırdığı ölümlerden kalan direnişleri.ve haykırıyordu insanlara hakikatın çarpıldığı kuşkuları sayıklayan yağmurun sıcaklığını yalvaçlar
8
İlk Katiller Hep Hayallerdi
Şimdi her bir dokunuşun ruhumun çığlık senfonisini dolduruyor kulaklarıma.
Her bir nota ayrı bir haykırış, ayrı bir acı ve ayrı bir yara.
Bagetin gölgesini düşürmüşsün tenime.
Çaldığın şarkıya gözyaşı düşürdüm ben de.
Her bir gözyaşı gök gürültüsü, bir kasırga ve bir fırtına.
Dilimin ucundaki sözcükleri orkestranla bastırdın,
Kemanın ince yayıyla mesela kesik kesik ettin.
Piyano tuşlarında senli anılarımın üzerini ezdin.
Her aletin bir kurşun, bir silah, bir mermi.
Perdeleri açtıklarında sahnede benle sen.
Ben duruyordum sen hareket ediyordun.
Her bir hareketin, bir katliam, bir idam ve bir intihar ipi.
O intihar ipine ben çoktan dolamıştım zaten kendimi.
Leyza Karaboğa
13 Şubat 2020 Perşembe tarihinde eklenmiş
en sade anlatım şeklidir düşleri çağıran koro.gökkuşağına dokunmak gibi anlamsızlaşır sözcükler.insanları etkileme aracıdır tavırlar.bir kutsalın sefa sürmesi gibi gönlümde bıraktığın iz.aşkın çağırdığı karanlık gibi belirsizdir tutkular oysa.tanrısal boyuta erdirir bizi ilişkiler belkide.yani eksik yanımızı hissettiren o iple bakarız dünyaya.
9
Şubatın Cürmünde Aşk
gece yaslarını mumsuz karşılarım karanlığa ortaklığım tescillenir
yağmur düşlerimi pazar arasına sınırsız taksitler-iner ruhumla sehersiz rüzgarlar bahtına
bil ki ;
yok demek yoksunluğu özne yapmak//varlığına inkâr kahkahası atmaktı
varsıl gönlün ısmarlama terzisi göğün rengini ölçüp biçen ebemkuşağıyla
kehkeşan yuvasını mekân yapmıştı/
liman gözlerinden bol dumanlı ahşap vapurlar geçerdi rüyalarımla
göğün asansör dudakları taşırdı saydam bulutlar seyrinde yıldızlar b’akmadan afâka
yeraltı kuyularına ışığı yas’aklandı beyazına mil çekili şubatlardan
haramisi yetim döngülerde dondu telaffuzu kısa k’alan cürümlerinde
ayazına bağladığı dünyamıza küstürmek miydi kardan şelaleler fevkinde yücelen aşkımızı
Çetin Örnek
07 Şubat 2020 Cuma tarihinde eklenmiş
naif cümleler kurmuş şair.eroin krizi tutmuş bir devrimcinin çevresindeki insanları görmeyişi gibiydi yıldızlardan anladığı.sabahı bekleyen bir askerin uzayan sakalında yazgılıydı gülden uzak düşmek gibi soğuk namluların hedefi olmak.siyasette depremlerin yaşanmasıyla sınırlı kalmayacak yoksullukla geçen günün şafağına uyanmak.esaret sürdükçe pıhtılaşacak kan ayaz yemiş dağların eteklerinde gezen kurtlar için.direnci zorlayan mahrumiyet için büyük zulümler büyütmüş dünya.
10
paslı yaz
Yaz coşkusu üzerimizde
renkli plaj terlikleriyle ateş gösterilerinden
güneşin taktığı takılardan gelmişiz
bir kağıt gemiyle vardığımız kıyıda
sizin dostluğunuz alev bulutları
sevginiz sekiz çadırda
kalbimin kibrini bırakmışım kekik kokunuzda
Yaz coşkusu dinmiyor çiçek veya mum
suçluyum, bu yaz köklerim göçebe
sürekli arp dinledim, bas öğrendim
çimenlerde top oynayarak büyüdüm temmuz içlerinde
Bu yazı gecikmeli bir terlemeyle atlattım
yanaklarımda kum ışıltısı var
özlemek ne de yaraşıyor birbirimize
burnu kanamasın bu güzelliklerin
istersen gölgeye yol gösterelim
el örmesi kilim çekelim üstümüze
Kilimin bindallı deseni içinde bir yastık kuralım
yaz coşkusu dinmiyor; zeytinli ekmek, kum
değerli kumaşlardan dikelim dostluğumuzu
parlatalım sönük bir yıldızı kendi içimizde
Hüseyin Peker
Kayıt Tarihi : 17.4.2015 12:39:00
şairin şiir bilgisi dışında yaratıcılığı yok.mevsimleri tanımış bir muallim tavrı.dostluğa inandığını iddia ediyor şair.ama argonun eksikliğini haykırıyor şiir.işte öğrenmenin kahrını çekmiş bir göçebe gibi uysallaştırıyor anlamı denetimden geçmiş fiskiyelerle.işte anlamın imkanlarnı kurmak isterken yorulmayı hatırlatır yalnızlık.inancı anlama kılavuzluğundan çıkarılınca şiirn ana temasıda boşluğa ve bilinirliliğe akıyor.şiirde ustalaşmış olması kendi ütopyasını doğrulamaz.
11
HAKAN YİRİK, TÜMÖR
beni usulca sendeki ceviz sandığa koydular
orada tanıştım yalnızlığın pelüş kaplanlarıyla
bir noktaya yakışır küçüldüm ve dünya bana
sokuldu sırıtarak böyle başladı kalpte alınganlıklar
döndüm ve geçti acının yüzüne sürdüğüm astar
kime ayırır bizden kalanı doymadan kalkılan sofra
bir nar açılır sandım vehmin küflü burgusuyla
bezler envai beyaz hayat eşittir kütle bölü mezar
allah’ının önünde hazır olda cengâver bir yalvaç
gibi itirazlar dolusu ümmet saçıyor bir hallaç
susturduk vücudu kopan figandaki çizgiler yatay
anıların buzulunu yontarak ısınmaktı o gün revaç
sende bir acı vardı bin yıl kaldı yüzün bundan dolunay
şimdi beni bir ormana salıyorlar ve bana kaç kaç kaç!
Hakan Yirik, Akatalpa
alınyazımızın şiiridir çıktığımız kavgalar.bunu öğrenmenin kolaycılığı gibi dizelerde.kururmu nehirler başaklar için.kıyameti örtmek gibi suçların kolaycılığı.mucize denmiş gelinen zamana.ondan işliyor oklarımız canavarlara.bir gizemden daha fazlası uzaya baktığımız yalancı umutlar.bu da bir insanlıktır acının kutsalı içmesi gibi.görünürde güneşli bir gün için sokağa çıkmanın saatleri.kış gelmiyorsa kahrolmak anlamsızdır mevsimlere.işte kavradığın poetika duygularını tetikleyecek.çünkü kolay yaşamın avuntusudur revaçta olan.
12
uçuk Beyaz Desenli Bir Yağmur
*
şimdi
yağmurlardan kalan harfler durur içinin ülkelerinde
kapattığın duvarlarda sessiz bir yankı şekillenir
bilirim
ilk cemre gibi gülümser suretin
dudağının kenarında eski bir hüzün
-yasını tutarsın bütün susmaların-
şimdi
uçuk beyaz desenli bir hasret durur aynalarda
iki kaşının arasında zamansız bir ayrılık
bıraktığın gecelerin en sarp yamacında bir tutam uyku
uzansam kaç meridyendir limanların
kaç med cezir düşer kumların arasına
kaç aşktan kalır bu kül
ellerinin dokunduğu sözcüklerle kaç ayin başlar
kaç gelin teli kirpiklerinde mühür
okşasam acılar silinir mi taşlardan ve kitaplardan
kaybolur mu alnında uyuyan keder
-denizin yaslı yüreğine
günebakanlar bıraktım senin için
kanatlarında yaralar açılmış harfler
kurumuş bir ağaç gibi devrilen bir gün
çıplaklığından utanan bir ses
ölümlü bir yağmur damlası
korkularından sıkılan bir yaşamak-
şimdi kanatır mevsimleri zaman
yepyeni bir nota olmalı dudağında imzası ıslak
yepyeni bir harf
gökyüzünün eksik bıraktığını tamamlayacak
yirmidokuzocakikibinondört&İstanbul
Nazan Yinanç
eksilen yanlarımızdan sızıyor gün ışığı.bir kentli olmayı tamamlayan gecenin uzaklığı.ve coşkular yetmiyor küllenen aşkların anıtlarını ışıklandıracak.insanlar akıyor belirsizliğine zamanın.üşüyor diktiğimiz çiçekler sonbahar için.kuşların gölgesini siliyor rüzgar.ve uykusuyla oynanmış melodromlar.çarpılmış düşlerini kovalayan yengeçler sanki.koşabildiğince uzaklaşıyor kentin yarasaları.ve birden tanıyorlar yokluğunu hissettiğim aynaları.mühür vurulmuş kalbimin tutsaklığına.bekletilmeyi alkışlıyorum günebakanların yalnızlığında.
13
SUEDA ÇELİKKAYA, ESMER PALTOLARIYLA SİYAM KEDİLERİ
Yeni fesleğenler ektim ciğerlerime
Bana dokunanların ellerine sinmek istedim
Günebakanlar kusuyorum.
Söyleseydin duyardım
Üç kez gidenin bir daha dönmeyeceğini
Denizin üzerinde yürüyen evliya olmaman canımı acıtıyor.
Bildim kabul ettim
Kaburgamı kaburgana kattım
Gidilen yerler olmalıydı
İçimize çektiğimiz karadut kokuları
Lirik sözler şimdi bunlar
Ağaç kavuklarına kusan baykuşlar
Bana bakanların gözlerinde uyuyakalıyorum
Yanından geçip gittiğim bir ses gibi
Rabb’im dedim
Bu iz izah edilmeden nasıl silinir
Belki sen günün birinde
Annenin saçlarını öreceksin
Saçlarından tutunmayı öğreneceksin
Baktığında buraya
Şakaklarından şakaklarıma sinen bu is
Hatırladım, bildim
Bunu çok sevdim.
Bilirsin
Vaatler yüzünü eskitir ancak
Ve iyi yazarlar seni hep üzer.
tanrının lütfünü beklemek acıtıyor mısraları.bizim bahçemizdi çiçeklerin bahar özleminde uyuyan.bir aile olmanın iyi tarafları.ama yetmiyor zamanı kanıtlamak adına esarete tutulmak.nerde başlamışsa buyrukların tanrıyla imtihanı yüceliklerde gezinmenin tuhaflığına kapılmak.akşamın kızıllığına bakmak bir konağın terasından.böyle alkışlanmalı müsamerede çocuklar.hızlandıkça koşmaya başlayan atlarda kalmış savaşın anlamı.bir gizemin taşınması gibi göz göze gelmenin dayanılmaz hafifliği.bunlarla açıyorsun yalnız gecelerime.puslu kıtalar atlasında dinmiyor kasırgalar.ve ezberlere karışıyor ummanın yakıcılığıyla düşünmek.bir yalnızlık etmiyorsa vadilerdsen baktığımız adanmışlık.belki keskinleşecek bakışlar yorgunluğunu aşınca zamanın.işte bizim dalgınlığımız için tutulduğumuz güne bakanların kalp ülkesine dökülen şelalesinde zamanı tekrarlamak gibi ölüm gerçeğine tutulmak.kirpiklerine dokunan aynalar için sabahın buğusuna koşuyorsun.
14
Zehir Zakkum Zamanlar
ömrüme zarar veren erkekler sevdim
cam kırıklarıyla sundular bana tenlerini
seviştikçe çoğalan ellerine inandım
uzun...çok uzun ayrılıklardan sonra
sabırsız bir çarmıh gibi açılan kollarına
çarmıh sarmaşığıydım usul usul dolandım
bana nazlı ölümler
korsan ürpertiler bana
bana aklı çelinmiş geceler kaldı
ömrüme zarar veren şiirler sevdim
aşka ait bir damar kesilmiş gibi
kızıl atlar boşandı içimin aynasından
kanadım sözlerde gözlerde pıhtılandım
infilaktı ihtilaldi laneti üstümeydi
sözlerin yalanından yılanından gözlerin
bana düş bana gizem
bana zehir zakkum zamanlar kaldı
ömrüme zarar veren şehirler sevdim
yıkılmayı sevdim hep o enkaz halimi
bir depremi tek başıma karşılayabilmek için
boşaltılmış şehirleri bekledim
harçsız kuleler örüp kaldırım taşlarından
gençliğimi felaket müjdesinde denedim
bana çığ bana boran
ve umarsız aysarı
ah! bunca zararına sevmenin
neresinden dönsem geçmiş zamandı
Nilay Özer
Kayıt Tarihi : 20.8.2002 23:51:00
artık bu yazar kuşağının yaşlandığı gerçeği.dalgalara direnmek için sözcüklerin gücüne inandım.şair bunumu anlatıyor.gecenin bir kadife gibi dokunduğu tenlerde hıçkırıklar bırakmak çocuklara.yanlışlıkları yaşayarak olgunlaşmaqnın bir çeşit terkedilme biçimi olduğu isyanların harcadığı yılları tüketmek gibi cehennemi özlediğimiz tutkuyla sarılmak gibiydi hatıraların kasveti.bu şehrin yabancısıydı çoğunluk ve efsaneler terli kaslarınja yakışmıyordu denize yaban bir orman gibi bakışlarında umutsuzluk vardı.işte.güneşe yakalanmış suçlar gibi yazgıları yüzlerini ele veriyordu.bu sessiz evin sokağa açılan kapısında bizim unuttuğumuz acıları bulurdu gelinlikler.işte bu sonbaharın kapısında bir şekerin çayda eriyişi gibi bizi kendine çeken zaman.
15
ATAKAN YAVUZ, BALKAN KAFE’DE OTURMUŞ SARAYBOSNA BLUES’U OKURKEN
Kötü ressamların bile bozamadığı bir güzelliği var
karşımdaki soğuk duvardan
bana gülümseyen Yeşilçam oyuncularının
bir daha asla ele geçmeyecek bir incelik;
Al Yazmalım, Gülen Gözler, Canım Kardeşim
bana bakıyorlar
Balkan Kafe’de oturmuş Saraybosna Blues’u okurken
içimdeki o donmuş göle;
kar lastiğiyle
ya da ağlayarak geçilebilen.
Solgun bir gül demetini tartıyor kollarıyla
harflerin arasından
şehrin doğu ucuna doğru yürüyen bir çocuk.
Canım kardeşim,
hangisi daha ağır
güller mi yaşamak mı
taze bir mezara giderken
Saraybosna’da.
Atakan Yavuz
içimdeki o donmuş göle kan damlatan düşmanlıklar.doğrudur içimizden biri gibi güzeldir sahne alan sanatçılar.bir şey öğrenmenin kıvancıyla büyür çocuklar.bize yakışmış dostluklar kavgaya bilendiğimiz günden beri.asla teslim alınamayan bir güzelliği var büyüttüğümüz isyanların.yalana kanmaz gülleri tartı yapmış kollarıyla bir anne özlemi gibi taşıdığımız yazgımız.şiir imgeleri zorlarken alınyazımıza imza atmış replikleri bir güneşli günün susuzluğu gibi taşıdığımız kederleri gülümsetiyor annelere.
16
SİVİL AŞK YOKTUR
Bu kentte senin yaşadığını bilmedim
ne temizlikçi kadın söz etti, ne bekâr odam
böyle giderse de bilmeyeceğim
ne zeytin bahçesi gördüm burada
ne doğru bir hüzün ne sahici bir yalan
ben bu kenti terk edeceğim
çok acı olacak hava
belki yine sis ve duman
belki de veba
ölümüne olacak bu işler
alçakgönüllü şairlerin ağzında deli bir gül gibi patlayacak
bir avuç kan
kan akacak kanallardan
ben gidince
ellerindeki yaraların izlerini silemeyeceğim
rüzgâr kokusu yitecek saçlarında kıran
camlara vereceksin kendini
ben bilemeyeceğim
sivil aşk yoktur diyeceksin
hep terör hep kavga
hep yağma ile geçti ömrüm
en son bu kentte aşk şiiri denedim
baktım hâlâ utanıyorum
bu kentte senin yaşadığını bilmedim yıllarca
şimdi geçti mi zaman
şimdi yine “bahar yorgunluğu”
yine sis ve duman
Oktay Taftalı
hangi nedenledir bizi savaşlara sokan bahar yorgunlukları.evet siste yağmuru bekleyen bir kuşun uzaklara bakışı gibidir yalnızlıklar.doğru yaşadığımız ne doğru bir hüzün ne sahici bir yalan.hangi tarafa geçmekle garantiye alınacak hayat.ya da hayatın anlamını sorgularken unutulmaya bırakılmış olgular.bunlar bizi uykusuz bırakan içimize çekildiğimiz nöbetler.terör ve kavga rahatsız etmişş şairi.çünkü okul bahçesinde solo şarkılar dinlemek daha avantajlı.insanlar uğruna ölünecek kavga arıyorsa susturulmuş çiçeklerle gelir ay ışığı.
17
BERKER YÖRGÜÇ, UNUTMA
Tarih 23 Ekim 2019In Şiirler
Gece yüzündeki kırıntıları silker üstüme
Sıkıldıkça çiçek aldırır
Küsünce gider yatar
Tellerde bir bayramın unutulmuş kâğıtları
Konuşmaz bir yol kıvrılır içimde
Olmamış bir devrimin bütün suçu çocukluğunda saklı
-Hep uzamandan kesilmiştir saçları
Ve hatırladığı ilk görüş günü binmiştir otobüseKarışır ayakları
Bağcıklarını bağlamayı kendi öğrendiğinden
Okulun ilk günü yolu sorarak bulmuştur
Bir bardağın doluşudur susarsa duyduğum
Bir tren dallarımı kırar yürüdükçe
Babasının kızıdır ne sorsan konuşmaz
Rutubetten çürümüştür gökyüzünün çiçekleri
Bir dağ ışığıdır yalnız uzun yolculuklarda görülür
Dolanır dünyanın kiri üzerinde bir çocuk
Aynı dua aynı türküyle açılır iki evde gün
Komşudan tuz hangi dilde istenir?
En son babasının gittiği gün büyümüş ayakları
Berker Yörgüç
basit hikayelerle geçirilmiş savaşlar.şiirdeki en can alıcı dize:rutbetten çürümüştür gökyüzünün çiçekleri.evet güneşin doğduğu ovalarda bizim atlarımız yoktu.bir vadide sıkışmışlık gibiydi yerleşik düzen.işte inanmanın imkansızlığıyla yol alıyor katarlar.soluk mavi denizlerde bir yelkenli gibi uzaklığın karmaşasını yaşatır kalplere suküta ermiş demlerde.
18
-ERAY CANBERK, DEĞİŞİP YOK OLAN BİR KENTİ ANIMSAYARAK
bu kent büyük bir ihaneti gizliyor
sabahlara dek inlemesinden belli
seni nasıl uzak kentlere götürsem
nasıl uyutsam nasıl dinlendirsem
bu kent gizliyor büyük bir ihaneti
bu kent küçücük adamları büyütüyor utanmadan
ışıl ışıl yanan lâmbaları
pişman gözleridir pişman gözleridir pişman
bir ölüyü suçlamak kadar anlamsız
üstüme üstüme geliyor hiçbir şey
anlatmadan anlatmadan anlatmadan
ben nasıl yanılmışım bilmiyorum bilmiyor
ne çok anlatamadığımı gizlemekle
umarsız iniyor umarsız akşam iniyor
bir çiçek bırakıyorum gecenin başladığı yere
Eray Canberk
maalesef şiirde nesneleşen bir durum yok.uykusuzluğu deliliğe layık görmenin kolaycılığı akşamın sızan aydınlığında.ya karanlığa düşman kesilirse yarasalar.cesetleri yığdığımız gecenişn büyüsünün bitmesimidir çocukları dağlara çeken.ya hüzne yakışmamış isli mağara duvarlarına yansıyan günlük korkular.bir biçim vermeliyim günbatımına karışan dalgınlıklar için.uzay boşluğunda aramış cehennemi zorbalar.bir kaplanın girdiği işkence gibi sorguluyorum rüzgarın soğukluğunu.
19
CHARLES DİCKENS KARAYA VURMUŞ GEMİNİN TÜRKÜSÜ
Rüzgar çok şiddetli esti, sular köpürdü
Bir gemi karaya vurdu
Yüz insanoğlu kurtuldu
Kumların üzerine diz çöktü
Altımışı boğulmuştu, altmışı savrulmuş
Siyah kayaların üzerine, vaziyetleri kötüydü
Ve aralarında, yalnız bırakılmış
Biçare bir çocuk bulundu
Kaba saba bir denizci, gemi enkazında kalmıştı
Geri kalan herşeyden uzaktı
Ve küçüğün yalnız başını, saf göğsüne
hafifçe yatırmıştı.
Çöl boyunca seyahat edebilirdi insanlar
onları yan yana görmek için sadece
Görkemli bir coşku verirdi görmek
Denizci ve çocuğu, böyle.
Yokluk içinde, hastalık, açlık, susuzluk
İkisi de hala yaşıyordu bunları, ama biri
Güçlü adam, ilk önce düştü
tüm gücünün bittiğini hissediyordu.
Güvendiği bir dostuna
son kez şöyle konuştu;
“Boşluğun ortasında kalan
bu zavallı çocuğu, al benim hatrıma!”
Sonra çocuğu öptü ve öldü.
Bu yorucu çıkmaz ile mücadele etti adam
Derin orman ve bataklık boyunca
Adam ve kaptan daha sonra her gece geldi
Ateşte ısıtmak için onları,
kaptan bir gün şöyle diyene kadar;
‘Ey denizci, iyi ve kibarsın
Ama kendini kurtarmak için çocuğu geride bırakıp şimdi
uzaklaşmalısın”
Çocuk, ateşin yanında uyuyordu.
“Kaptan, bırak dinlensin sönene kadar.
Tanrı kendi yoluyla bize en iyi olanı öğretecektir “
dedi adam.
Küllük yığınları üzerindeki beyazlıkları gördüler
Çocuğu faydasızca dürttüler
Sanki uyur bırakmak istemiyorlardı.
Bir daha hiç uyanmadı.
Charles Dickens
sevgi büyütmenin zorluğuyla hayata tutunmak.ölüme yakınlık derecesiyle ölçülüyor hakiki yalnızlık.güzel bir sonla bitebilirdi hikaye.çünkü yaşam olanağı var tabiatın olduğu her yerde.bir dramın uyuttuğu ölümlüler için hayatın anlamı olmalı.ne kadar tabiatta vahşilik varsada.insan için anlam kazanır tutkular.işte hayat için güçsüz düşmenin fedakarlığını ölümde aramanın en saf halini yaşatıyor ihtirassız bi dünya.bundan ideolojik bir anlama yol açabilirmi insanın yazgısını düşündüren.şimdi böyle hikayeleri yaşamıyor yer yüzü nedense.belki doğaya inanmanın yanlışlığı anlatılıyor her yerde.
20
EDUARDO GALEANO, AYNALAR
“ Tanrının şaheserleri mi yoksa Şeytan’ın kötü bir şakası mı olduğumuzu artık bilmiyoruz. Biz, insancıklar:
Her şeyin yok edicisiyiz,
hemcinslerimizin avcısıyız,
atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,
makineler icat eden,
icat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,
içinde yaşadığı evi yiyip bitiren,
kendisine içecek olan suyu ve yiyecek veren toprağı zehirleyen,
kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,
zevk için öldürebilen,
işkence eden
tecavüz eden yegâne hayvanlarız.
Ama aynı zamanda da,
gülen,
uyanıkken düş kuran,
ipekböceğinin salyasından ipek yapan,
çöplüğü güzelliğe dönüştüren,
gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden,
dünyanın seslerine yeni müzikler katan,
ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye
yeni sözcükler yaratan yegâne hayvanlarız
Eduardo Galeano
makineler sonrası hayatı düşünmek.belki çöplüğe dönen tabiatın meftunuyuz çiçekleri pet şişesiyle sularkan.kötü yönlerimizi gizlemekle geçirdiğimiz ilişkiler ruhsuzluğun ilk adımı gibi görülüyor.şair bir gizem yakalamanın telaşı içinde değil.yalnızca çelişkilerle görüyor hayatı.hayatı güzelleştirmek için verdiğimiz savaşlara inanıyor hala dünya.şimdi bir uzaylı gibi çıkıyoruz karşısına tanrının.hala benliğimiz yok etmenin mutluluğuna inanmış.şiirden akan bir yılgınlık zamana ayna tutuyor.ihtiras için müsait olmayan bir zeminde sayıklanmış aleni işler gibi hayat.yeni sözcükler yaratan yegane hayvanlarız derken insanın inandığı boşlukları doldurmuş tüketme içgüdüsü.çünkü bir fark yaratma değildir düşünceler artık.
21
ölüm gelecek ve senin gözlerine bakacak
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak -
sabahtan akşama dek, uykusuz,
sağır, eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardını bırakmayan bu ölüm.
Bir boş söz, bir kesik çığlık,
bir sessizlik olacak gözlerin:
Böyle görünür her sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu.
Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.
cesare pavese
bir intihar denemesinin hatırlattıkları.ne şekilde yaşadığın mühim değil.her an yüzleşmek ihtimaliyle yaşamak.bu korkunun şiddetine göre yaşlanıyor insanlar.bir boş söz bir kesik çığlık ölümün getirdikleri.sonrasını düşünmek bir aynada benliğinle yüzleşmektir yalnız.yalnız maddenin yorumlanmış halidir hayattan beklentiler.umut direncin tek kaynağıdır belkide.yaşam gerçeğinde insanların yanılgısı için öğütte bulunur öğretiler.susmuş bir hakikatın insanı yükümlü tutmasına inanmaz şair.gerçeğe yakınlık duymak bir beklenti yaratmıyorsa umutlanmak adına.kurtuluşu ölümde görmektir insan için tek seçenek.karamsarlık acıyı yok saymanın övüncü olarak yazarın intihar gerekçesidir belkide.aslında korkularımızın armağanıdır mutluluklar.büyük hayal kırıklıkları ölümün eşiğine getirir bağlandığımız umutlar.
22
T. S. Eliot ateş töreni
Son yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. Yel
Arşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.
Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,
Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,
Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.
Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,
Gitmişler, adres filan bırakmadan.
Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,
Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.
Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımda
Kemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.
Bir sıçan otların arasından usulca süzüldü
Yapış yapış karnını toprağa sürterek,
Avlanırken ben durgun sularında kanalın
Havagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,
Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazası
Ve kral babamın ölümü, ondan önce.
Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdeler
Ve basık ve kuru tavanarasındaki kemikleri
Yıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.
Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarım
Korno-motor seslerini ki getirirler nasılsa
Sweeney’i Mrs. Porter’a baharda.
doğadan insanın kalbine akan bir muştu gibi hayallerle sabahlamak.bu kirlenmiş dünyaya umut beslemenin imkanlarnı zorluyor şair.çiçeklerin aynasında bir hüzün sarmaşığı bulunmuş.ona tutunmanın güveni içinde yanıbaşındaki yoksulluğu çekiyor içine.dayanılmaz bir acıyla büyüyor gözleri kadının.ellerini tumanın verdiği güvenle yıldızları selamlıyor bakışları.
23
MUZAFFER TAYYİP USLU, KAN
Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine
Muzaffer Tayyip USLU
en basıt anlamıyla gökyüzüyle barışık yaşamak.doğa hastalıkları kabul etmez.çünkü bir anlamı yoktur ölümün ayırdığı hayatların.bir hatıraya dönüşmesi an meselesidir ömrün.değerini bilmekle ölçülür hayat.buna kadirşinaslık denmiş kültürümüzde.geç kalınmadan güzellikle buluşturmak insanları.inandırmak hayatın güzelliğine.çünkü hayat inanmaktır güzelliklere.kardeşliği büyütmektir insana düşen vebal.çok para çok saadet demek değildir.yoksul ve zengin en keskin çizgilerle ayrılmış ülkemizde.bir araya gelmesi imkansızlık olarak görülür ön yargıların nedeni olan sınıfsallığın.yinede insanlar hayatın garipliğini fark ederek yaşar.
24
BÜLEND TOKGÖZ, ŞEHİTLER KÖPRÜSÜ
Ramazan gitti ardında mahcubane bir bayram bıraktı
uğursuz vaiz usanmadı kumpastan en iblisane vaazına hazırlandı
tan atarken atacaktı zarını ufka kuzgunca bakan sayısız azgın
ziftî karanlık kim bilir nerede berkitildi ve bir sel gibi bastırdı ansızın
alestaydı halkı boğazlamak için zağlı hançerler kılağılı kılıçlar
çakal seslerinin sirenlerle sırnaştığı akşam
kıtalar arasında uygun adım küstahça kurulan pusu
en menfur çentiklerden birini atmak için tarihin kabzasına
en haki ihanetlerden biriydi arsızca arz-ı endam eden
İstanbul İstanbul olalı görmedi böyle hıyanet
kurşun generallerin ve tek tip kalplerin şerrinden korumak için seni
böylece patladı amansız fırtına ılık bir yaz gecesi
söndürülemeyen orman yangını mahşerî bir telaşla tutuşan
doru atları koşturan ulaklar bir muştuyu taşıyan delikanlı süvariler
sana geldi en iyilerimiz o gece seni göğüslediler
en halis oğulların ve kızların sevdalıların senin
en saklı kelebeklerin hayata yasaklı
en güzel kanatlarını o gece ölümlere açtılar
onlar ki dünyanın en hükmen mağlup takımıydılar
mabetlerde ve dağ eteklerinde çoğalan kelimeleri şehrin üzerine saçtılar
Bir Hilal Uğruna batmaya can atan güneşin çocukları
çağların suskusunu bir gündönümünde çığlığa çevirdiler
asırlar var ki akmayan ırmak deryalaştı bir solukta
bir halk deniziydi karada dalgalanan namlular karşısında
sıradaki dalga da secdesini yapıverdi işte
deniz ordusu saf saf tamamladı namazını
en önde filintalar yüksek kalibreli
fedaice hamleler ilhamını semavî bir maziden alan
beyaz harmonili kadınlar tank sürülerine pervasız
tek silahları ümit masumiyet ve iffet
genç kız anne ve nine
bir ülkeyi emziriyor Şehitler Köprüsü’nde
yüreğini kalkan eden yurduna
dirilten umutları ölüm mangaları önünde
İstanbul İstanbul olalı görmedi böyle cesaret
iki kıtayı birbirine bağlayan kurşunlarla bağlandık sana
iki kıtayı birbirine bağlayan kurşunlarla vurulduk
vurulduk sana yeniden ey mukaddes vatan
seni sevmekti bizi savaşkan kılan
bizi akıncı bizi zülfikâr bizi hicazkâr
seni sevmekti bizi biz kılan esrar
bir kanlı gusüldü ki boydan boya diyarlar arınıyor
Şehitler Köprüsü sana gelmek için yollar çığından çıkıyor
yataklarından taşıyor nehirler senin sularına karışmak için
Şehitler Köprüsü bir zümrüd-ü anka küllerinden doğuyor
kefenlerimizi yırttık geldik acırız bizi ıskalayan mermiye
insanın kanını şarap gibi dökmekten memnun
şarapnellerin arayıp da bulamayacağı kimseleriz
denizin hizasında vur doğrulansın rüyamız
vur ey katil kimin adına Fetih Suresi’ni okuduysan
en iyi atışını yap ey asker vurduğun bir milletin makus talihidir
ey tank gördün mü hangimizin çelikten olduğunu
ey demirden kuşlar daha hızlı uçabilir misiniz inançtan
ey köprü iki kıtayı birbirine bağlamıyorsun bir tek, adın da değişti
tarihin iki yakası seninle bağlanıyor, geçmişi geleceğe uluyorsun
Boğaziçi can içinden geçiyorsun salt bir imaret değilsin
geçip giden sensin, köprü biziz gayrı canı cana bağlayan
Şehitler Köprüsü bir tire işareti değil vurulmuş yatan Elif’sin
Vav gibi kıvrılıp yatar üzerinde nice evlad-ı vatan şekvasız
panzerler panzehir oldu büyücülerin zehrine
tanklar bir çağın kapanışının meşum tanıklarıdır
babalar oğulları kızlar anneleri için son kez ağladı
ebedî gülümsemek için hayatın bu ölümlü yakasında
temmuzda kanımız bir çiğ damlasından daha uçarıydı
gözyaşları kurşunlardan daha deliciydi zalimin zırhına çarptıkça
Şehitler Köprüsü Ölümü Öldürenler köprüsü
etimiz değil zilletti paletlerin altında ezilen
karıncalar su taşıdı ağızlarıyla ve susturdular ateşini Nemrut’un
bütün silahlarını kuşandı geldi yalan, hakikatse yalın kılınç
Mübalağa Cenk Olundu bir masal gibi sonunda iyiler kazandı
tedirginlik dindi gergin tetikler bir bir düştükçe
tunçtan surlar önünde bir millet Konstantin’i yeniden fethetti
İstanbul İstanbul olalı görmedi böyle fütüvvet
hainler tepelendiği gün ferman olundu, selama durdu kum saatleri
tohuma durdu ikinci fetih tekbirle ve sala ümitsizliğin cenazesine
çanlar kimin için çalıyor ezanlar hepimiz için
vurulduk vurulduk ellerini kaldıran biz olmadık yine de
aziz ve celil olan zayıf ve zelil olanı sürüp çıkaracaktı oradan hani
ey Pensilvanya’nın Ubey Bin Selûl’ü hatırladın mı vaadini
15 Temmuz zifirden bir geceydi 16’sı safirden bir sabah
telsizlerden yayılan unutulmuş bir aşkın ezgisiydi
sahabeleri İstanbul’un huzur içinde uyudu o gün
başın öne eğilmesin ey halk beşerin ve halkın tarifini değiştirdin
ne zamandır hiç böyle ölmemiştik, hiç mutlu olmamıştık bu kadar ölürken
bir şehrin dehlizlerinde biriken öfkenin yer üstünde fitillenişi
infilakı çağ çağ duraklamanın ve duraksamaların
Şehitler Köprüsü köprülerin şehidi
uykuları delik deşik ülkemin genç bir anneninki gibi
atlas bir halıdır asfalt, kaldırımlar kuştüyünden yastık
Çelengi sallandı düşmanın yakın ve uzak, helal sana Türkiye’m
deniz Üç Beş Damla Kan İnsan Üç Beş Damla gözyaşı
bir ölüme çattık ki hayata köprü başı
ömür törpüsü bir yaşamaktı gerilerde kaldı
çok yarıştı bizimle ama geçemedi köprünün ayaklarında kaldı
ölmeyi öğrendik o gece, yaşamayı bize kimse unutturamaz
Kükremiş seldik bendimizi çiğnedik Hangi Çılgın bize zincir vuracak
hazır canımızı almışken denize gömün bizi
mezar taşımız Şehitler Köprüsü olsun ancak
bir beşiksin şimden gerü çocuklarımız senin ninnilerinle boylanacak
Şehitler Köprüsü en uzun gecesi naçiz ömrümüzün
en kutlu sabahı tövbenin kardeşliğin ve hüznün
kaybetti kumarbazlar söküldü nifakın kökleri toprağımızdan
durgun su kuşları ay ışığında gizli raksına kalkan
fırtına kuşları gecenin ıssızlığında uçmağa duran
dinlenin yuvanızda şimdi yepyeni fırtınalara kadar
vurulanlar en talihlilerimizdi temmuzu sonsuza bağlayan o gece
bir ukde olarak kalacak çokları için 15 Temmuz’un 2016’sı
aşkın otağına erkence çağrılmadıklarından
Şehitler Köprüsü ölümün en zarif patikası
en güzel fotoğraflarıyla hatırlanacak birkaç yüz
birkaç yüz güzel insan en cemil taraflarıyla
Şehitler Köprüsü en nadide albümü nazenin memleketimin
bombaların ve duaların çarpışmasıdır şehrin duvarlarında yankılanan
şahit ol ey vatan en güzel civanlarımızı sunduk sana armağan
kalanlar onların hatıralarıyla saflaşarak girecek toprağına
gözünüz arkada kalmasın evvel giden ahbaplar
çocuklarınız buradan her geçişte daha bir gürbüzleşecek
Şehitler Köprüsü körpe ümidi kimsesiz kıtaların
Şubat ve Rabia yenilgileri üstüne sürpriz Temmuz zaferi
yengi yengi de büyür zaferler değişir şiirlerin kaderi
biatler yenilenir vatana, eller bayrakta sımsıkı kenetlenir
Şehitler Köprüsü bir öze dönüş destanı
halklarımız burada millet oldu yeniden
silkindi meskenetten korkunun meskeninden
döküldü yıldızlar al sancağa konmak için bir bir
şavkısın diye hilal ve yıldız ılgın ılgın
şehit çocukları onları elleriyle derlediler
Şehitler Köprüsü bak oluk oluk
Bayrakları Bayrak Yapan ılgıt ılgıt kanımız
Al Sancak daha Nazlı ve daha kırmızı artık
Şehitler Köprüsü Urumeli’nden Malazgirt’e uzanır gider
Bu Şarkı Burada Bitmez Kahire’den Şam’a söylenir gider
Şehitler Köprüsü YURTTA HARP CİHANDA HARP neylersin
eldeki son kaledir bu, yardımını esirgeme ya Rabbel Alemin
bir abidesin ki burada okyanuslar kuruyuncaya dek
Şehitler Köprüsü andolsun ki adın bir daha değişmeyecek
Bülend Tokgöz
silahların gölgesinde bir direniş çağıltısı aramak meydan meydan.15 temmuz direnişini bütün sıcaklığıyla anlatıyor.diriliş umudunu pelesenk etmiş ağzında kan dökücülüğün nasıl bir isyanın duvarına çarptığının alametleri.işte zamanın ahdini şahlandıran yiğitler yeni bir dünyanın güneşlerini taşıyor karanlıklara.bitkin düşmüş şarkımızı çalmak isteyenler için zülfikarla cenk meydanına koşan cengaverler.kurşun yağdıran askerlere göğsüyle karşı koyan kutlu çağrının erleri bir bahara çeviriyor bakışları.bir gündönümü yaşanıyor ruhlarda sanki.çocuklar bu umudu görüyor korkusuz gözlerde karanlıkta parlayan.yıldız yolculuğuna çıkıyor gece kelebekleri.
25
G ü z D ü ğ ü n ü
Çocuktuk
Büyülü tanrıçaları arıyorduk
Antik Tapınaklarda..
Düşlerimizden aşkın
Gizleri aralanırdı
Afrodit’in dudaklarından..
Aşkımızın bittiği bu an
Bir heykelin gülüşü yerleşiyor
Mağara duvarına benzer
Yataklarıma..
Yaprak usulca düşüyor dalından
Rüzgar rüzgar kaçıyorum ağlamandan..
Çocuktuk
Uzakları umuyorduk
Avrupa romanslarıyda..
Okyanustu yüzün
Sokak lambası uykularımda
Parlak ve biraz küskün..
Seni uğurlarken
Silik bir Paris uyanıyor
Şampanyadan solgun
Gar duvarlarında..
Sürüklenen düş kırıklığımdır
Gitgide uzuyor yorgunluğum..
İri damlalarla güz yağıyor
Oysa şaşkın bir ilk yazdı çocukluğum..
Gülce BAŞER
aşk için uygun mekanlar aramak.gerçek aşkın anlamından habersizdik bir martı çığlığıyla uyandığında gün.anlatmanın zorluğudur kupkuru yataklarda bırakılmış aşklar.hayatımıza renk katmış gibi özlüyoruz yorgunluğu kaldırımlarda.ya da eşyanın donukluğuyla yüzleşmek gibi yolculuklara çıkıyoruz tabiatın anlamsızlığında.aşka fırsat tanımadan ömrümüzden çalıyor zaman.bir insanın ölüsü gibi yas tutuyoruz soğuk avlularda.şair sürüklenen düş kırıklığımdır derken hayatın imkansızlığıyla yorgun düşmüş anıların imkan tanıdığı özlemlere karışıyor dışardaki aydınlık.düş kırıklığı için mevsimlerden güzü aralıyor içine sığmayan çocukluk anıları.
26
MİHRAP AYDIN, AZ DAHA GÜZELDİK
insanlara omuz yetiştiremiyorduk savaşlardan çıktıkça
herkes omuzundan vuruluyor ve hâlâ yaşıyordu
herkese bir yaslanacak beş yüz bin lazımdı
çok soğuk miğferlerden devlet olmuştuk, yeni çıkmıştık
kendimizden gelenleri omuzumuzdan devirecektik
ama kökler bize bir ruhtan önce etnik kökenler bize
bakın sallanıyoruz dar ağacında dünyanın anadolusunda
herkes ağlıyordu sınırları bildirilmiş ülkelerin kutsal sularında
derelerde dereler çoluk çocuk yüzmeyi buralarda öğrendi rengini sormadan
kıyım var ama onlarda bizi kıydı bize nasıl yani hani güzeldik
insan sevdiğini omuzunda biriktirir ve sınırlar belliydi
kasparov bizi bestelesin, parmaklarım genetik çalıyordu
kaşlarım çalıyor bakışlarım çalıyordu allah bizi açıklasındı
kökenlerim lensli bestelensin, kökenlerim piyondu
dünyayı unutuyordu ilahisini unutuyordu dinlerim bin beş yüz tane
düz tanelerde gülümsüyordum birbirimizin bebeklerini sulara atıyorduk
bir bir kibrit çöpleriyle ateş almaya gidiyorduk dilek mumlarından
dereler ne renk bilmiyor musunuz diyorduk fransız devriminden
beridir sınırlarımız bellidir artık akan şeyler klorlu ölçülü atıyorduk
tahta sandalyede beklerken birikmiş benleri ayaküstü,
benlerden ayıklayarak biz ediyorumdur ve
idamlar korkuyorumdur çanlar eşliğinde yıldızlar aylar,
iman ediyorumdur içinde bulunduğum tahta kutu beni
bir başka sınırın dışına atarsa çanlar çalamaz,
susuyorumdur, işte biz olduk.
hepimizin evlerine mutfaklar ve banyolar geldi sonra ama tuvaletler türk
tuvaletleri biz bulduk benim bir yanım rum buldu bir yanım ermeni
benim yanlarım doktor bey hücrelerim mikroskopta kan olarak bulunduk
içimden bakıyorum sulara taşıyorum çünkü bileklerim, bileksizliğim
her güreşte kendimi deniyorum, yenilirsem
bu masaya başkasının kanı dökülecek diyorum
yenilirsem bu dünyadan bin beş yüz beygir atlar biriktirmiştik
orta asyadan beridir savaşıyordum sataşıyordum süngülerimde kökenler
kadınlar almıştık ermeni köylerinden rumlar da güzeldir babaannemler annemlerden
benden
her suyun
rengi akıyor
bileklerimden
Mihrap Aydın, Az Daha Güzeldik adlı kitabından
aşamadığımız darlıkların fotoğrafı çekiliyor her defasında.bu şehrin suları ayazda güzeldir.mehtabı dinlemek kimsenin aklına gelmez artık.beynim uyuşuyor anlamak isterken mücadeleyi.bu gidişle darağacı tek tanığım olacaktır akıttığım gözyaşlarıma.sürülüyorum kutup soğuğuna her defasında.gülmeyi bien çocuklar geldi senfonisinde yalnız kalıyorum tutsak gülüşler için.insan sıcaklığına dokunmak isterken yanılıyorum sevgi konusunda.hepimiz karanlığın gözleriyle bakıyoruz bahçelere.
27
onbeş yılı karşılarken
Kim derdi yarılsın da nihayet yerin altı,
Bir anda dirilsin de şu milyonla karaltı.
Topraklaşan ellerde birer meşale yansın.
Kim der ki şu milyonla adam birden uyansın.
Kim derdi seher yıldızı doğsun da bir evden,
Kaçsın da cehennemler o bir damla alevden,
Canlansın ışık selleri olsun da o damla
Beş devletin öldürdüğü devlet bir adamla.
Kim der ki en son rakamlar da delirsin.
On beş asır on beş yılın eb’adına girsin.
Dünyaları bir fert evet oynattı yerinden,
Sarsıldı demirler evet azmin demirinden.
Mazi yıkılıp gitti evet fesli, kafesli:
Lâkin bugünün ey granit bünyeli nesli,
Bir şey ele geçmez şerefin sade adından.
Sen arşı bırak, varsa haber ver kanadından.
Gökten ne çıkar? Gök ha büyükmüş ha değilmiş,
Sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.
Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir,
Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir.
Bahsetme bugün sade dünün mucizesinden,
İnsan utanır sonra yarın kendi sesinden.
Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse;
Sen asrını üstünde izin varsa benimse;
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
Mithat Cemal Kuntay
Kayıt Tarihi : 26.10.2012 19:43:00
kendimizi tanımak varken bu şiirlerle çözülüyordu derinliğin düğümleri.teknik eğitime bu endişelerle önem verildi.sonra sanatçı ustalığını yakalamak istedik alafrangalığın.ufkun çizdiği boşlukta kader bildik ilerlemeyi daima batıya doğru.övünülecek bir tarihle avunuyorduk geri kalmışlığın lüksüyle yalnız odalarında aşkın.bir millet uyanıyor teması dillendirildi süresiz bir bocalama içinde.sonra keskinleşti bakışlarımız ayağa kalkmanın imkanı belirince.dünyada bir durak bulmanın umuduyla açıldı kapılar yorgunluğumuza.
28
Garez
mustafa muharrem
kuşlar gitti
yağmursa duruş alametleriyle dişi bir org
tıyneti edindi şehir
ve hiçbir kuşku bilmez öpüşmek nedir
nasıl bir dudaksızlık şavkı bu
sözcüklerin zangocu
incir için yedek peri
ıskartaya çıkmış bir ısırık elma için
hançer bahaneleri pazenin ve tülbendin
kuşlar gitti
ödlek vaadler vadisinde
bisiklete biniyor ümmi gece
bir babanın alnı kırış kırış
bir anne
saçların ilmine yuvalanarak
sunuyor sur ihtimalleri heybesini geyiklere
bir kızdaki kar iniyor meleksiz
sönüyor bir çıra
künyelerin fesadına kanarak
kuşlar gitti
her ağaç
uzak gündüzler iblisini anarak
esnemesinden müzevir mevsimler silkeleyen bir kadın
sayılır
kuşlar gitti
artık alnımız yetim şarkılara pusat kalır
bir us kıpkızıl kapanarak
üzümler öder mahşerler alır
kuşlar gitti
delinmeden saf ağrılar sepeti seher
tekme gibi vurmalı yabanlığı çisentiye
çarşıları yakmalı
elimizin batık kalyonlara kardeş
menekşe vezniyle
bir manolya koparıp bir şairi öldürmeli
gülsek bile perçemi softa ilgisizlikler
sarışın Bizans dengeleri
ve ayin
ağustos mızmız
yemin dilber
kuşlar gitti
kaç deniz varsa
çocuk başlarına dair hırçın menkıbe
kaç kemanı yalamaktan oluyorsa
gökteki pütürlerin oynadığı ganyan
orda namlulara sevgilim aç kediler sürmeli
(Öç Terimleri’nden)
bize miras bırakılan üstatların modern sorunlarına eğilmekti daima.düşünce konusunda ezberciydik.batıyı tanımadan keşfe çıkılmazdı asla bilgeliğe.alınyazımız sararmış başakların ırgatlığını anlatmaktı halka.nedense eleştiriye açık değiliz.benim korkularım bu mum üflenmediği sürece yanacak küçük mescidimizde.cemaate katılmak çare görüldü akil kişilerce nedense.özgürlüğün ve vatanın kokusuna hasret bir esaretten geliyordu benlik savruluşlarımız.şairin şiiri sorunlarımızın vehametinde düğümleniyor.ne kadar anlatsak bir çift kumru kanatlanacak pervazlarda.yanıldığımızı sandığımız gerçeklerle yaşayacak sonraki kuşak.büyük söz etmenin sanatı gibiydi aramızdaki benzerlikller.vakit namazlarını eda edenden soruluyordu özgürlük alanımız.ben bunları niye anlattımki.belki de sırf samimiyet olsun diye.
29
BİLGE ÇİPE, BUĞU
Bilir misin
Cenaze evi gibi yürür insan geçmişe
“Bitti mi şimdi” der dönüp dönüp
Biten başlayanın haşiyesidir oysa
O zaman
Neden kalbi katıdır acının
yüzü ateştir yağmurun
dili çürümüş bir yosunun
Ve hüzün çamurudur dibine çöken suyun
Biten şey haşiyesidir başlayanın
Yolun sonu kendisidir aslında
Ansızın
Kargaşaya ve huzura ve elma kurtlarına
Hatta şehre dediler bir adam geldi
İşittik ve iman ettik
“Herkesin gömülecek bir yazgısı var
Ve esrarı var büyümeye yüz tutmuş gözlerin”
Ütopya mavisi kadar dediler önce
Napolyon yeşiline çalmış diyorlardı sonra
İşittim itaat ettim
Sırtımda dağılmış damarlar
Sarıya çalan bir iple geziyorum şimdi boynumda
Nefes değmiş cam gibi
Bir el darbesine bakar yok oluşum
Bense “üzgünüm” diyorum bıkmadan
Dilini bilmediğim acılara
Muhtemel sonuçlara, ekmeğe ve aşka
Yürürken çarptığım omuzlara
Her olana ya da hiç olmayana
Yok aslında en çok da
kocasının soyadıyla gömülen kadınlara
Ruhlarına el fatiha
Bilge Çipe
büyülü sözler ediliyor darağacı altında.bir kahraman yaratılmış söylencelerden.kapısına vardığımız yoldaşların duası gibi geçmişin yalan mavisinde soluyor düşler.muhtemel sonuçlar ne olabilir.bir yangında küle dönmüş kıtalar gibi mukadderata uğruyor sabır.muştu baharının çiçekleri açıyor vadilerde.son inanç kalesinde dalgalanıyor umutlar.tanrının şahitliği gibi güven veriyor sözler.yıkılışını görüyoruz zulüm antlarının.son kez yanılgıya kapılmak gibi rüzgarı dinliyor kuşlar
30
Refik Durbaş - Kars Kalesi Kar Altında
Taşköprü üzerinde Evliya Çelebi
Kars kalesinin şekillerini
Yazmakta bir sarı deftere :
"Kuzey tarafından ensesi
Top menzili uzaklıkta bir dağ
Düzlükte Aşağıhisar"
Kars kalesi kar altında
"Sur içinde kale ağası konağı
Ve iki yüz adet levend evi
Mükellef ve mükemmel cephaneler"
Kars kalesi kar altında
"Batıya bakan kapısı
Erzurum’a açılır
’Su Kapısı’ derler
Kapılardan bir başkası
Kağızman’a yol alır
’Orta Kapı’ derler
Üçüncüsü Van üzre
Doğu tarafında pusulası
’Behram Paşa’ kapısıdır"
Taşköprü üzerinden
Kars kalesine bakıyorum
Kars kalesi kar altında
Bahar selleri yok Su kapısında
Kars kalesi kar altında
Kar altında yüreğim Orta kapıda
Kars kalesi kar altında
Behram Paşa kapısında
Kars kalesine baktığımın
Fotoğrafına duruyor gurbetim
Yüreğim hasrete duruyor
Kars kalesi kar altında
Ol hasretin külhanında
Yakıyorum gurbetimi
Kars kalesi kar altında
faruk nafizin han duvarları şiirini anımsatıyor.şairin gurbet türküsünde tüten bir vatan sevgisi var.toprağın kokusu gibi içimize düşürüyor bozkır havasını.insanın soluğunu keser bu ayazda çıkılan yolculuklar.
31
Mehmet Doruk Kandemir, Toprağa Ağıt
Gözleri toprağa bakmıyor gözleri toprak
Sesi değiyor kaç yaprağa gömülü sesime
Yağmurun taklit ettiği bir şeydir ellerin
Islanmadım, yüzüm dağıldı her zerreye
Su toplamış göğü karartan gölgem
Adımını attın kan sıçradı üzerime
Topraktan olma bir evcilik oyunu bu
Güneş anne oluyor, ben gece
Mehmet Doruk Kandemir
şiir anlattıklarıyla yaşamış duygunun sahiciliğini.hikayeler yalnız sahicilikleriyle biliniyor kırıldığımız savaşların anlamını gökte ararken kendimizle yaşadığımız tutsaklıklar dünyanın kimliksizliği demekse.bu yakıcı acıyı yaftalamanın aracıdır tanrıyı aldatmanın bilinçsizliği.belki bir işaretin bile yeterli görülmesi koşmak için baharlara.hazır kıta gibi bekliyorsak savaşları.
32
Mert Mevlüt Gökçe, Resmî Sonuçlar
Nerede bulut nerede yağmur
Ölüm ilanıyla kayıp ilanı arasındaki fark
Birinde bulutlar gelir yağmur yağar
Birinde yağmur gelir yağar bulutlar
Bir isim bir isme değiyor gökyüzüne bak
Bir müezzin kadar kim uçurabilir kederini
Yüksek korkuluk: ömrün kadar uzundu kederin
Geç kaldın ötekilerce ezberlendi kanatsız mevsim
Kitapların bilmediği kuşlar gibi yaşadın
Kaldığın iki şık arasında kaybettin kimliğini
Bunları hep bakmadan söyledim bu kitabı
Bakmadım yoktu zaten hiçbir kuşun soyadı
Gizli hünerlerini ağlarken gösteren kapı
Manşetlere bakınca iş bırakan üzgün eczacılar
Evden çıkarken omzundaki kuşları kontrol eden sen
Yeni bir ölüm buldun saklayacaksın eskisinin yanına mı
Hayır, burada üzgün eczacı yok özür dilerim
Üzgün seçim üzgün tekrar üzgün şehirlilik
Özür dilerim hâlâ sevinçten bir ada var
Ne iyiydik dedi kuşlar genç mezarları beklerdik
Erken geldin kuşlar kendi yükseğinden düşerken
Giriş katta görünmeyen iyilik reddederken yukarıyı
Yetişemedi bizim kuşlar yine asansör hızına
Öldüler gelmeden ölümün resmî sonuçları
Nerede bulut nerede yağmur
Ölüm ilanıyla kayıp ilanı arasındaki fark
Birinde bulutlar gelir yağmur yağar
Birinde yağmur gelir yağar bulutlar
Mert Mevlüt Gökçe
şair kitapların bilmediği kuşlar gibi yaşadın diyor.işte hayata uzak kalmanın serancamıyla yaşamak yalnızlıkları.göğsündeki ağrıda yaşanıyor çağın savaşları toprağa uzanmanın cesaretini yadırgarken dünya.
33
25 Ocak 2022
Faruk Sarıkavak, Telaş
İğnelenen yüzümün çaresiz çırpınışı
Atları küllerinden tek seferde diriltir
Son sürat beni vuran mermilerin yarışı
Katilimin tertemiz ellerini kirletir
Vay ki denize düştüm yılanlara sarılmam
Gıyabımda farz olur gururumla boğulmak
Dergâh dergah gezerim Taptuklara darılmam
Yalnız bana yakışır kapılardan kovulmak
Saçlarımla emzirdim şu avuç içlerimi
Şayet yalanım varsa nah böyle kanım aksın
Zamanın dişlerinde parçalanan derimin
Hesabını sormazsan, sen ey tarih; alçaksın!
Çürümeyi yaşadım ruh köklerime kadar
Âtıl karanlıkların ışığıdır gözlerim
Bütün sırrımı bilen yalnız üç beş kafadar
Otuzunca yaşıma geldiğimi gizlerim
Dilime düğüm attım beni kesip assanız
Hiç öğrenemezsiniz o sırr-ı rayihayı
Saklandığım zindanda şayet bulamazsanız
Esirgemeyin benden bir kuru Fatiha’yı
Faruk Sarıkavak
hayata itiraf ederek başlamanın yanlışlığı.yinede umudun acısını yaşamanın tezadı var altüst oluşta.ortak acıların küllerinden doğmak istemenin zulmetiyla bakmak geceye.orda kurtuluşun yalnızlığına sarılmak her defasında.şairi saklandığı zindanda aramayın kadere inanmışlığın üstündeyse ilah-i takdir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.