- 218 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PAS TUTMAYAN YÜREK
Müslüm,ün içinde bir ses onu zorlayıp duruyordu.
Ses onu zorladıkça oda durmadan konuşuyordu.
Müslüm konuştukça birileride ona kızıp tepinip duruyordu.
Müslüm dedi ki "Ben bütün Dünya Müslümanlarını birleştireceğim"
Bunu Mevlüt duydu ve oda "Bende Dünya Alevilerini birleştireceğim" dedi.
Müştak,ta dedi ki "Biz Kürtler dört parçaya bölünmüş vaziyetteyiz.
Bende onlara önderlik yapıp birleştirme vazifemi tamamlayacağım.
Nasıl olsa zaten hepimizde akrabayız"
Bunun üçüde birleştirmek istediklerine önder olacaklardı.
Aradan zaman geçti, yanlarına yeterli miktarda azıklarını da alarak,biri birinden habersiz yola çıktılar,
Üçüde zaten biri birlerini tanımıyorlardı.
Daha önce hiçbir zaman bir araya gelmemişlerdi.
Az gittiler uz gittiler ama çok uzağa gittiler.
Ellerinde pusulaları olmadığı için doğru yolu bulamadılar.
Onun içinde yolları kah sık ağaçlarla kaplı ormanlara,
Kahta sarp kayalıklara denk geldi.
Sonunda Müslüm yorgun, argın bir şehre kadar ulaştı.
Araya, araya misafir olabileceği bir han buldu.
Bu şehir henüz kalkınamadığı için oteli yoktu.
Onun içinde uzun yoldan gelenler at ve katırlarıyla hep bu handa eğleşirdi.
At ve eşeklerin altta, insanlarında üste yattığı bu hana gelen Müslüm,
kendisini bir kenara attı.
Ayakkabısını çıkardığında altlarının delinmiş olduğunu gördü.
Çoraplarını da çıkardı onlarda delinmişti.
Ayaklarıysa terden vıcık, vıcık olmuş, kaşınıp duruyordu.
Müslüm ayak parmaklarını kaşıyordu ki karşıda bir adam gördü.
Oda altı delik pabuçlarını çıkarmış ayaklarını kaşıyordu.
Adamın yanına varıp kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini sordu.
Adam buna nereden geldiğini söylemedi.
Sadece "çok uzaklardan geliyorum" dedi.
Bu adam Mevlüt,tü.
Müslüm,le Mevlüt konuşurken üçüncü bir adam elinde delinmiş pabuç ve çoraplarıyla yanlarına geldi.
Bu gelende Müştak,tı.
Ìlk defa bir araya geliyorlardı.
Biraz konuştular ve özel meselelere girmediler.
Sadece isimlerini takdim edip tanıştılar.
Nereden gelip nereye gittiklerini söylemediler.
Tanışıp muhabbet ilerleyenden sonra aralarında sözleşip ertesi gün bir
Ayakkabı tamircisi bulmaya karar verdiler.
Öyle ya altı delik pabuçlarla yollarına devam edemezlerdi.
Çünkü önlerinde aşılması gereken yüce dağlar vardı.
O gece handa yattılar fakat uyuyamadılar.
At ve katırların zırıltısına alışık değillerdi.
Birde yattıkları yer sert tahtadandı.
Sabah olduğunda tamirciyi aramaya koyuldular.
Şehir zaten küçüktü.
Küçüktü ama tüm yolların kesiştiği bir noktaya kurulmuştu.
Vitrinlere bakarken üzerinde "Altı delik pabuçlara iskonto yapılır" yazılı bir levha gördüler.
Ìçeride bir adam, camın kenarına kurmuş tezgahını,
hem caddeden gelip geçenleri izliyor hemde delik pabuçları yapıştırıyor.
İçeri girip adama selam verdiler.
Adam bunların selamını alıp oturacak yer gösterdi.
-Çok uzaklardan geliyor olmalısınız?
-Uzak ki uzak dedi Müslüm.
-Aynı yerdenmi geliyorsunuz?
-Hayır ayrı yerlerden geliyoruz ama burada birleştik.
-Nereden gelirseniz gelin buraya uğramadan gidemezsiniz.
Tüm yollar buraya çıkar.
Bende buranın yabancısı sayılırım. Uzun zaman oluyor ki hep burada yaşarım.
-Yolculuk yaparken mi uğradınız buraya dedi Mevlüt.
-Uzun yıllar oluyor ki bende uzun bir yolculuğa çıkmıştım.
Buraya geldiğimde pabuçlarım delinmiş adım atacak halim kalmamıştı.
Kendi pabuçlarımı tamir ederken aniden bir şey hatırladım.
Baktım çok güzel pabuç dikiyorum.
O zaman karar verip küçücük bir dükkan açtım.
Buraların yolcuları kesilmez. Her gün birileri gelir birileri gider.
Allah,a kurban olayım işim kesat gitmedi ve kısa zamanda ayağa kalktım.
Zamanla baktım dükkan küçük geldi bende basıp parayı bu gördüğünüz yeri satın aldım.
Altı delik pabuçları yamar, arada da yenilerini yaparım.
Onlarıysa pabucu olmayanlara satarım.
-Bu kadar ayakkabının hepsini nasıl tamir edeceksiniz dedi Mevlüt.
-Bunlar neki birde ardiyem vardır. Orasıda delik pabuçlarla doludur.
Ìsterseniz göstereyim deyince adam yok kalsın dediler.
-Peki bizim pabuçları bugün yetiştirebilecekmisin deyince Müslüm.
-Acelesi olan yolcularıma ikramda bulunmak benim prensibimdir.
Ondan yana merakınız olmasın.
Ìki saate kadar pabuçlarınız hazır olur o zaman gelip alın.
-Ìyide çıplak ayakla bir yere gidemeyiz deyince Müştak.
-Ödünç pabuçlar her zaman vardır bende.
-En iyisi biz şu kösede oturalım, ayakkabılar hazır olana kadar dedi Müslüm.
Diğerleri de evet deyince bir köşeye çekildiler.
Tamirci bunlara çay söyledi.
Hem içip hemde konuşuyorlardı,ki içeriye bir adam girdi.
Adam jilet gibi giyinmiş ayağında da iskarpinleri vardı.
Üçü birden aynı anda adamın ayağına baktılar.
Adam onlara bakmadan etrafla ilgileniyordu.
Tamirci adama bir emrinin olup olmadığını sorduğunda,
-Rica ederim zaten fazla kalmayacağım.
Yoldan geçerken arabamda ufak bir arıza meydana geldi.
Onu tamire bırakıp etrafa bir göz atmak istedim dedi adam.
-Hoş geldiniz o zaman, bir çayımı içmezmisiniz?
-Teşekkür ederim. Bir çayınızı alayım,bu arada birazda sohbet etmiş oluruz.
Yabancıda çayını alıp bir sandalyeye oturdu.
-Sizde mi uzaklardan geliyorsunuz dedi tamirci.
-Benim için uzak yakın pek fark etmiyor.
-Öyleya sizin arabanız var.
-Kendim çok uzaklarda bir yerde çalışırım.
Ara sıra bu memlekete gelir ziyarette bulunurum.
Havasından mı suyundan mı bilmem bir şeyler beni hep buraya çeker.
-Sizin oralarda da tamirciler vardır her halde?
-Elbette var, tamirciler her yerde vardır.
Fakat onlar biraz daha modern makineler kullanır.
-Bende yeni makinelerden almayı düşünüyordum.
-Ìşiniz iyi gidiyor o zaman?
-Allaha şükürler olsun burasının gelenini de gidenini de eksik etmiyor.
Son zamanlarda bir haylide artış oldu.
-Allah gönlüne göre versin.
-Amin. Bizim buralara gelenler ilginç hikayeler anlatırlar, bu adetten sayılır.
Sizde de anlatacak bir şeyler vardır herhalde?
-Benim hikayeler insanları üzer,pek güldürüşlü değildir.
Onun içinde anlatmaktan kaçınırım.
-Üzücüde olsa arifleri dinlemek ibadetten sayılır.
Tamirci böyle deyince adam hikayesini anlatmaya başladı
ÌNCE ANLAYIS
Uzun zamandır Osman diye bir arkadaşımı arıyordum.
Oturduğu adresi biliyordum ama telefon numarasını kaybetmiştim.
Bir gün yolum onun oturduğu şehre düştü.
Araya araya sokağı buldum fakat evi tam olarak keşfedememiştim.
O anda pencerelerden birisinden yaşlı bir kadın bana bakıyordu.
Benim bir şeyler aradığımı fark edince.
-Ne arıyorsun yavrum dedi.
-Osman diye bir arkadaşım vardı nine onun evini arıyordum.
-Onlar taşınalı çok oldu yavrum. İstanbul,a gittiler.
Kadının adı Ayşe imiş,Ayşe nine üzgündü. Çünkü bana yardımcı olmak istedi olamadı.
Kendi içinde bir şey yapamamanın üzüntüsünü yasıyordu.
Ìçinden "Keşke şu adama yardımcı olabilseydim" diyordu.
Hikayeyi bir başka şekilde anlatacak olursam:
Ben Osman,ın evini ararken pencerelerden birisinden yaşlı bir nine bana bakıyordu.
Benim bir şeyler aradığımı fark edince.
-Ne arıyorsun yavrum dedi.
-Osman diye bir arkadaşım vardı nine onun adresini arıyordum.
-Onlar iki sokak öteye taşındılar. Deyip koşarak yanıma geldi.
Gel ben seni götüreyim.
Ayşe nineyle konuşa, konuşa Osmanların evini bulduk.
Osman beni görünce koşarak yanıma gelip boynuma sarıldı.
Baktım Ayşe ninenin gözleri hem parlıyor, hemde sulanmıştı.
Hiç tanımadığı bir insana yardım etmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Ayşe ninenin dört torunu bir oğlu birde gelini vardı.
Oğlu hasta idi.
Para bulup ameliyat ettiremedikleri için yataklara düşmüştü.
Ayşe nine kendisini harap ediyor fakat elinden bir şey gelmiyordu.
Bir gün oğlu öldü ve tüm torunlar onun eline kaldı.
Gelinse zaten ev kadınıydı ve birazda beceriksizdi.
Ayşe nine çocuklara uzun süre baktı ve hayata karşı direndi.
Fakat sonunda tam dize gelecekti ki birisi ona dur dedi.
Evde artık çocuklara yedirecek bir şeyleri kalmayan Ayşe nine
Hırsızlık yapmaya karar Verdi.
Sabah erkenden bakkalın kapısına bırakılan ekmeklerden ekmek çalacaktı.
Bir sabah erkenden kalkıp yola koyuldu.
Asfaltı tam karşıya geçecekti,ki birisi "izin vermem Ayşe kadın" dedi.
Bir araba buna hızla çarpıp kaçtı.
Ayşe nine iki takla atıp pat diye kanlar içinde yüzükoyun yere düştü.
Artık o çok uzaklardaydı.
Münih,te bir arkadaşımın evini arıyordum.
Evlere aval, aval baktığımı gören bir Alman hatun,
-Ne bakıp duruyorsun öyle diye beni azarladı.
-Acaba burada mı diye bir arkadaşımın evini arıyordum,onun için bakıyorum.
-Pis yabancı deyip içinden daha bir çok şeyler söyleyerek gitti.
Yine Münih,de bir benzin istasyonundan arabama benzin alıyordum.
Aniden dört tane Nazi etrafımı çevirdi.
Ellerinde bıçak ve sopaları vardı.
O anda bir kadında benzin alıyordu.
Naziler üzerime atılıp beni bir kaç bıçak darbesiyle yere yıktılar.
Kadın elinde çantasıyla bunlara saldırdı.
-Allah hepinizin de belasını verir inşallah dediğini duydum.
Kadınıda yerlerde sürükleyip kanlar içerisinde bıraktılar.
Polis gelmeden Naziler kaçmışlardı.
Zaten öylesi anlarda polis gelmiyordu.
Kadın çantasından telefonunu çıkarıp polis ve ambulansa telefon etti.
Her tarafım kan keş içinde kalmış yerde yatıyordum.
Kadın gelip başımı eline alıp kırmaşmamamı söyledi.
Polis ve ambulans gelip beni hastaneye kaldırdılar.
Acil serviste ilk müdahaleyi yapıp beni yerime yatırdılar.
Gözümü açıp kendime geldiğimde baktım kadın başucumda oturuyordu.
Onunda bir yerlerini sarıp sarmalamışlardı.
Polis elimizde yeterli kanıt yok dedi ama ben yinede davacı oldum.
Kadın mahkemede şahitlik yapıp hepsinide tanıdığını söyledi.
Dava uzun sürdü ve gülünç bir cezayla kurtardılar.
Ìste bu Alman kadın Ayşe ninenin ta kendisiydi.
Ben onu tanımıştım.
Nereye giderse gitsin ben onu hep tanırım.
Üç ay sonra kadını evinde öldürülmüş buldular.
Ìste bu kadını ben dünyaya değişmem.
-Hakikaten de hikayeniz acıklıymış dedi tamirci.
-Çay için teşekkür ederim,beyler sizlerde iyi yolculuklar dilerim.
Yolunuz açık olsun ben artık gideyim,zaten arabamda hazır olmuştur.
Ayağa kalkıp güle, güle deyip adamı yolcu ettiler.
Tamirci akıllı adamdı,o arada hem hikaye dinlemiş hemde işini görmüştü.
Sonunda pabuçlar hazır olunca,
-Ìşte bu kadar beyler dedi.
Üç arkadaş adamın parasını ödeyip vedalaşıp ayrıldılar.
Ayakkabıcı arkalarından "ara sıra yol uğratmayı unutmayın" dedi.
Bunlar kaldıkları hana geri döndüler.
Konuşurlarken biri birlerine olan güvenleride arttı.
Ìste o anda dilleri çözüldü.
Herkes nereden gelip nereye gittiğini anlatınca, ayni ülkeden,
Hatta ayni şehirden hatta biri birine yakın mahallelerden geldikleri çıktı ortaya.
Gurbette hemşerileriyle karşılaşan insanların havasına girip kucaklaştılar.
Kesin ve net bir karar verip geldikleri yere geri dönmek üzere yola çıktılar.
Yolculuk bu kez daha zevkli ve daha güvenliydi.
Doğup büyüdükleri şehre geldiklerinde pabuçlarının altı yine delinmişti.
Aralarında karar alıp bir köşe başına ufak bir tamirci dükkanı açtılar.
Ìşe önce kendi delik pabuçlarını tamir ederek başladılar.
Ìşi büyüttüler ve dükkanda büyüttüler.
Her gün yüzlerce altı delik pabuç geliyordu.
Geceli gündüzlü çalıştılar.
Seri imalat yapan bir fabrika kurdular.
Evleri arabaları her şeyleri vardı
-Aynı mahallede oturmamıza rağmen neden böyle bir işe daha önce teşebbüs etmedik dedi Müslüm.
-O zaman biri birimizi tanımıyorduk dedi Müştak.
-Arada birde gençlik vardı dedi Mevlüt.
-Yolculuğa çıktığımız zamanla, bu işe başlamamızın arasından ne kadar zaman geçti?
deyince Müslüm.
-Tam yirmi yıl dedi Mevlüt.
-Biz simdi kaç yaşımızdayız? dedi Müslüm
-Elli dedi Müştak.
-Vay anasını otuz yıl yel gibi geçip gitti ömürden.
Yirmiside arada kaybolup gitti dedi Müslüm.
Bunların işlerinin tamda tıkırında olduğu bir dönemde,
mağazaya bir adam geldi.
Adamı hemen tanıyamadılar.
Fakat bir yerlerden tanıyormuş gibi baktılar.
Adam adinin Zülküf olduğunu söyleyince "oda kim" dediler.
Adam bunlara tamirciyi ve orada anlattığı hikayeyi hatırlatınca hemen tanıdılar.
Oturacak yer gösterip kahve ısmarladılar.
Zülküfe ne iş yaptığını, nasıl olup ta oraya kadar gelebildiğini sordular.
-Ben yıllar oluyor ki yurt dışında çalışırım.
Çok çalıştım, çokta yoruldum.
Sonunda birikimlerimi alıp dönüş yaptım.
Önce ufaktan başladım ama şu anda dört fabrikam var.
-Burada mı? Dedi Müslüm.
-Hi, hi deyip güldü Zülküf.
Burası benim ülkem,herkes kendi ülkesini kalkındırmakla meşgul.
Doğru olanıda bu zaten,eğer ben kendi ülkeme yatırım yapıp kalkınmasına katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana.
Her ülkede insanlar yaşıyor zaten.
Bırakın herkes kendi işini yapsın.
Siz kendi işinizi bende kendi işimi yaparsam yeterli.
Ísten bahsedecek olursak, islerim büyüdü zaten.
Arkasından yetişemez oldum.
Trafikte geçen zaman işlerimi aksatmaya başlayınca bir helikopter satın aldım.
Ìslerimi simdi onunla takip ediyorum.
Ìçi yazıhane gibidir,nerede olursa olsun çalışırım.
-Biz helikopter alamayız, o kadar sermayemiz yok dedi Müstak.
-Sizin helikoptere ihtiyacınızda yok zaten.
Ama bir gün sermayeyi çoğaltırsanız neden almayasınız.
Ìnsan azminin elinden bir şey kurtulmaz.
-Size karşı bir iyilikte bulunmak istiyoruz.
Acaba sizin için ne yapabiliriz?
-Bana on çift altı kolay, kolay delinmeyecek ayakkabı lazım.
Onları yaparsanız sevinirim.
Kırk numaradan elli numaraya kadar olsun.
-Biri birine benzemeyen o kadar ayakkabıyı ne yapacaksınız,ki? Dedi Mevlüt.
-Ayakkabı numaraları farklı olan on arkadaşım var.
Uzun bir yolculuğa çıkacaklarmış.
Onlara hediye olarak alıyorum.
-Nereye gidiyorlarmış acaba? Dedi Müştak.
-Vallahi bilmiyorum bendende sır gibi saklıyorlar deyince Zülküf.
Müstak gülmekten yerlere yattı.
Niye gülüyorsun Deyince Zülküf.
-Bilmiyorum. Aklıma eski bir hikaye geldi de.
Zülküf ayakkabıları sipariş edip bir hafta sonra almak üzere ayrıldı.
Bir hafta sonra gelip siparişini aldı.
Para almamakta direttiler ama Zülküf "Bu bir ticarettir, ama başka bir gün bir aksam yemeği yeriz. O zaman ısmarlarsınız" dedi.
-Anlattığınız hikayede Ayşe nineyi öldürüp diriltmenizi pek anlayamadım, dedi Müştak.
-Hayat bazen öyledir, bezende böyledir Müştak.
Ìnsanlar yaşarken bile ölürler.
Bir zaman sonra ise dirildiklerini kendi gözleriyle görürler.
Tabi hepten kör olmadılarsa.
Bunada hayatin cilvesi derler.
Zülküf gidenden sonra kendi kendilerine düşünmeye başladılar.
-Yeniden diriliş dedi Müslüm.
-Neymiş o deyince Müştak.
-Yollarda kaç yılımızı harcadık diye sordu Müslüm.
-Tam yirmi yıl dedi Mevlüt.
-Hani o koca yirmi yıl. Bize ne yararı oldu?
Adam hikayesinde bizi anlattı. Bizi öldürüp diriltti.
-Peki şimdi ne yapacağız deyince Müştak.
-Yapacağımızı zaten yapıyoruz.
El ele baş başa bu işi ölümüne kadar kovalayacağız.
Varsın kim ne yapıyorsa yapsın bizi ilgilendirmiyor.
Biz kendi üzerimize düşeni yapalım yeter.
Yani biz önce kendi kapımızın önünü süpürelim.
Varsın şehri başkaları düşünsün.
Mademki kaderimizde ticaret varmış, daha çok iş yeri açıp daha çok isçi çalıştıracağız.
Bundan ötesi bizim işimiz değil dedi Mevlüt.
-Aklınla bin yaşa dedi Müslüm.
-Bende öyle düşünüyorum dedi Müştak.
Aralarında muazzam bir sistem oluşturdular.
Dil kursuna kaydolup İngilizce öğrenmeye başladılar.
Konuların önemine bakmadan çatır, çatır tartışıp kararlar aldılar.
Zülküfle çok iyi bir dostluk kurdular.
Onunla her zaman sohbet ettiler.
Ìşleri yaver gitti ve işyeri sayısını artırdılar.
Üçüde çocuklarını özel üniversitelere gönderdi.
Artık dünyada sırtları yere gelmeyecekti.
Bir zaman sonra Zülküf yaşlanıp öldü.
Onun mezarı başında ağladılar.
Zülküf yalnız bir adamdı ölenden sonra vasiyetnamesinde,
tüm mal varlığını eğitime bağışladığı yazılıydı.
Üçü birlikte "Bu dünyadan bir Zülküf geçti" dediler.
Zülküf onların önünde erişilmesi güç bir karakter çizerek ayrılmıştı dünyadan.
Bakalım aynı standardı yakalayabileceklerimiydi?
Belkide bir adım ileri götürürler bellimi olur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.