- 212 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NEREYE BU YOLCULUK
30.10.2012
Kralın tek oğlu kral Filip,ti.
Kral zamanını doldurup Dünyayı terk edince,
kral Filip,te kral koltuğuna oturdu.
Anadan doğma kraldı zaten.
Bu her zaman böyleydi.
Kralın oğlu kral olurdu.
Zamanla kurallar değişti, kralın kızları da kral oldu.
Fakat çoğunlukla yinede oğlan çocukları kral koltuğuna oturdular.
Hikmetli bir kraldı Filip.
Ülkesini krallığı boyunca zenginliğe boğdu.
Herkes iş sahibi, mücevher sahibi oldu.
Hemen hemen herkesin kapısında bir araba vardı.
Daha fazla arabası olanlarda vardı fakat bunlar daha çok ticaretle uğraşanlardı.
Ülkede zenginlik had safhaya ulaşınca insanlar şaşkınlığa uğradı.
Herkes parasını harcayacak yer aradı.
Eğlence ve zevk alemi geliştikçe, tembellik kimlik sahibi oldu.
Para ve eğlence sanatın yerini aldığındaysa ortaya ürün çıkmaz oldu.
Kimsenin zaten sanatla ilgilendiği yoktu.
Çünkü insanların ihtiyacı olan her şey ellerinin altındaydı.
Toplum gittikçe tembelleşip uyuşukluğa bürününce,
kral Filip kendisini ve uyguladığı politikayı sorgulamaya başladı.
Öyleya bu toplumda eksik olan neydi?
Ortada yanlış yapılan bir şey varmıydı, varsa neydi?
Hayır dedi kral Filip.
İnsanlar böyle yaşamayı seçti, demek ki her şey arz talep meselesi.
Uzun yıllar krallık yapan Filip aynen babası gibi, yerine oturacak kralıda bu işe hazırladı.
Ve bir gün krallıktan çekileceğini açıklayınca ahali şok oldu.
Öyleya Filip gibi babayı nereden bulacaklardı.
Kral olacak gençse tecrübesizdi, kocaman ülkeyi nasıl yönetecekti?
Herkes yalvarıp yakardı ama Filip kararını verdi.
Krallığı bırakacaktı.
Ahalinin sıkıntısı ise elinde bulunanı kaybetme korkusuydu.
Bu hayatı görüp yaşayandan sonra kimse açlığa dayanamazdı.
Onların ağlayıp sızlamalarıysa kral Filip,in umurunda değildi.
O birkez kararını vermişti.
Prens Malik krala henüz yirmi yaşında, genç vade tecrübesiz olduğunu,
ülkeyi yönetemeyeceğini söyleyince kral,
-Oğul senin bir şey yapmana gerek yok, kurulu bir düzen var ve bu çark dönmeye devam edecek dedi.
-Ben bu işin altından kalkabilir miyim?
-Dedimya oğul senin bir şey yapmana gerek yok diye.
Etrafında bir sürü vezir var, onlar her şeyi çekip çevirirler.
Sen sadece koltuğunda otur yeter.
-Vezirler sizden esirgemedikleri saygıyı banada gösterirler mi?
-Vezirler velinimetlerini kimseden esirgemezler, yeterki onların temsili alanına girme.
Halka aldanıp kendini toza bulama.
Vezirlere bırak o işi.
-Başarabilirlermi?
-Onlar her konuda uzmandırlar.
Üstesinden gelemeyecekleri iş yoktur.
Bende aynısını yapıp sadece boş koltuğu doldurdum.
Gerekli hazırlıklar yapılandan sonra prens Malik kral koltuğuna oturdu.
Kralda halka sağlığını gerekçe gösteren bir konuşma yaptı.
Bu konuşma herkese duygusal gelmiş olacak ki, herkes ağladı.
Kralda ağladı ama kralın neden ağladığını kimse anlamadı.
Halk bunu kralın kendilerini sevdiğine yorumladı.
Kral Filip krallıktan kendisini boşa çıkarınca, ülkenin en yüksek dağının tepesine bir şato yaptırdı.
Bu şato ayni zamanda görkemli bir sarayı andırıyordu.
Sarayın dış görünümü aynen dünyanın yuvarlaklığındaydı.
Bir anlamda yerküreyi dağın tepesine oturtmuştu.
Sarayın en büyük salonunu çepeçevre saran on ayrı pencere vardı.
Bu pencereler belirli aralıklarla dizayn edilmişti.
Büyük birde depo yaptırdı ve içini yiyecekle doldurttu.
Bu yiyecekler krala uzun süre yetecekti.
Her şey tamamlanandan sonra tek başına sarayına çekildi.
O artık kendisini yalnızlığa adamıştı.
Kral koltuğuna oturan Malik halkın gidişatını beğenmedi.
“Bu ülkeye bir çeki düzen vermek gerek” dedi.
Halbuki ülkenin çeki düzen verilecek bir yanı yoktu.
Halk varlık içerisinde yüzüyordu.
Hatta bir yığın insan kendi işlerini yapmaktan yorgun düşmüştü.
Onun içinde başka ülkelerden çalışacak işçi getiriyorlardı.
Ev işlerinde çalışacak kadın ve genç kızlar, bağ ve bahçe islerinde çalışacak genç delikanlılar,
ülkeye akın etmişlerdi.
Malik,in adamları da efendiyi oynuyordu.
Karılari da hanım ağayı.
Evin hanımı istediği zaman bahçıvanla birlikte oluyor, efendilerde çalışan kızlarla.
Böylece herkes nikahını yeniden tazeliyordu.
Zaman zamanda efendiler bahçıvanlarla buluşuyordu.
Buda çoğu zaman uşağın kulübesinde oluyordu.
Bu iş ülkeyi salgın hastalık gibi kıskacına almıştı.
Sarayında bu işten geri kalır tarafı yoktu.
Oralarda olanlarsa işin dahada çatallısıydı.
Bir tek kral Malik kendisini bu işin dışında tutuyordu.
Onunda nasıl başardığı anlaşılmıyordu.
Kral Malik durumun vahametini görüp bir plan geliştirdi.
Daha sonrada uygulamaya koydu.
Vezirlerin içinden kendisine en sadık olanları seçip diğerlerini bir gecede yok ettirdi.
Kendisine sıkı sıkıya bağlı bir ordu yarattı.
Zaten ülkede tek örgütlü güç orduydu.
İnsanlar ihtiyaçları olmadığı için bir tek dernek bile kurmamışlardı.
Çünkü kimsenin kimseye ihtiyacı yoktu.
Devlet her işi çekip çeviriyordu.
Kral Malik bir vesileyle komşu kralı ziyarete gitti ve onunla bir sırrını paylaştı.
Ülkesine dönüp icraatı başlattı.
El altından gizlice elinde ne kadar ağır silah varsa TIR, kamyonları ve trenle komşu ülkeye aktardı.
Komşunun elinde o silahlardan bir tane bile yoktu.
Fakat kısa zamanda depoları dolup dolup taştı.
Bunun karşılığında bir tek kuruş bile ödemediler.
Bunlar kral Malik,in hibe mallarıydı.
Böylece baştan aşağı silahlanmış oldular.
Malik,in vezirlerinden birisi kendisine bağlı bir çete gurubu oluşturdu.
Bunlar devlet içinde devleti temsil ediyorlardı.
Dokunanı edeni yoktu.
İşin sırrını bir vezir birde kral Malik biliyordu.
Bu gurup bir gece komşunun topraklarına geçerek Malik,in muhafızlarına ateş açtı.
Çatışma bütün gece sürdü ve bir yığın muhafız öldü.
Bu olayı savaş gerekçesi sayan Malik ordusuna savaş emrini verdi.
Ferman bütün ülkede yayınlandı vede herkes duydu ki ülke savaşa girmiş.
Gazete ve TV,lerde milli duyguları körükleyici yayına geçince ortaya tam bir curcuna çıktı.
Ve iki ülke savaşa tutuştu.
Malik,in ülkesinde yaşayan bütün ademoğulları karşı tarafı bit gibi ezeceklerini sandılar.
Fakat Malik,in öyle bir sorunu yoktu.
Savaş uzadıkça herkesi bir korku sardı.
Çünkü karşı tarafın attığı füzeler yerleşim birimlerini yerin dibine geçiriyordu.
Halk kral Malik,i pasiflikle suçladı.
Öyleya düşman bir gecede ezilmeliydi.
Savaşı uzatmanın alemi varmıydı yani.
Gerçektende kral işi yavaştan alıyordu.
Bir nevi kaplumbağa hızıyla ilerliyordu.
Savaş uzun sürdü ve kral Malik tahmin ettiğinden daha fazla bir zayiat verdi.
Beş yüz bin seçme asker, bir milyon civarındada yedekler ordusunu kaybetti.
Bir o kadarda sivil halktan zarar vardı.
Böylesi bir seferberlikti işte.
Zayiat kral Malik,i fazla etkilemedi ve istediği noktada savaşı durdurdu.
Bir görüşme yapıp yenilgiyi ve tazminat ödemeyi kabul etti.
Savaş bitenden sonra zarar tespiti yapılıp yaralar sarılmaya başlandı.
Ülkede ekonomi dibe vurdu.
Fakat bu daha çok ahali için geçerliydi.
Kral Malik,in bütçesi henüz yerindeydi.
Yani sarayın ve orayla ilişkileri olanların bir kayıpları yoktu.
Onlar ayni tempo harcamalarını yapabilirlerdi.
Kabak sıradan kuru kalabalıkların başına patlamıştı.
Elimizde yeterli dövizimiz yok diye petrol alamayan hükümet, vatandaşa başının çaresine bak dedi.
Böylece de çalışamayan arabalar evlerin önünde birer korkuluğa döndü.
Hem de tam bir korkuluktu.
Büyük bir işsizlik gündeme geldi.
İnsanlar açlıkla tanıştı.
Bunu gören hükümet sulak arazileri pirinç tarlalarına, kıraç topraklarda nohut tarlalarına dönüştürdü.
Artık kimse yan gelip yatamıyordu.
Aç kalanlar ya pirinç tarlasına, yahut ta nohut tarlasına gidiyordu.
Herkesin kendisine ait toprağı var ve ekip biçiyorlardı.
İnsanlar yeni yeni açlıkla tanişiyorduki müthiş bir kuraklık oldu.
Ürünler cılızlaştı, sulak alanlar kurumaya yüz tuttu.
Hasılat tam anlamıyla tehlikeye girmişti.
Bunu gören halk ilk defa camileri,kiliseleri,cem evlerini ve sinagogları doldurdu.
Böylece de Tanrıyla tanışmış oldular.
Birbirlerinden bağımsız guruplar halinde yağmur duasına çıktılar,
ama seslerini duyuramadılar.
Fakat yağmurun bereketlisi tamda hasat döneminde geldi.
Böylece de yığınlar halindeki mahsul günlerce süren yağmurun altında kaldı.
O sene herkes boşa çalışmış oldu.
Sarayın kapısında kuyruklar kilometrelerce uzadı.
Herkes günübirlik bir şeyler koparmaya çalışıyordu.
Ellerindeki hazır paralarda bittiği için herkes mücevherlerini satmaya başlamıştı.
O yıl kazanan sadece kuyumcular oldu.
Hükümet her kuyumcuyla anlaşma yaptı.
Vatandaşa para yok diyen hükümet kuyumculara peşin ödeme yapıyordu.
Aileler parçalandı yuvalar yıkıldı.
Toplum tam anlamıyla bir taraftan diğer tarafa savrulmuştu.
Gece hayatı da, sefaatta bitmişti artık.
Kimsede eğlenecek hal kalmamıştı.
Herkes canı derdine düşmüş, yaşayabildiği kadar yaşamaya çalışıyordu.
Kral Filip çekildiği sarayında bir kitap yazmaya yoğunlaştı.
Olanlardansa hiç haberi yoktu.
Onu ilgilendiren sadece yazacağı kitaptı.
Defalarca yazdı, yırttı denedi olmadı.
Ne yazacağını düşünerek pencereden dışarı baktı.
Baktı ki büyük bir deniz ve balinalar irili ufaklı bir yöne doğru gidiyor.
Yandaki pencereye geçti bir deve kervanı gördü.
Kervan ise çölün sıcağında bir yöne doğru ilerliyordu.
Onun yanındaki pencereden baktı.
İki buz ayısı kutuplarda avlanıyordu.
Yandaki pencereye geçti.
Bir aslan bufalonun gırtlağından yakalamış, yere yatırmaya çalışıyordu.
Az ilerisinde bir Kaplan aslanı seyrediyordu.
Bir başka pencereye geçti.
Kurtlar bir sürüyü kuşatmaya almıştı.
Çobanda köpeklerde çaresizdi.
Çünkü kurtlar gurup halinde saldırıyorlardı.
Onun yanındaki pencereye geçti.
Bir dalgıç elinde kamerası su altında film çekiyordu.
Aynı anda bir yonca tarlasında, yoncalar arasında bir adam bir kadınla sevişiyor,biriside onların filmini çekiyordu.
Bir başka pencereye geçti.
Bir kadın doğum sancıları çekiyordu.
Böyle böyle kral on ayrı pencereden bakıp, on ayrı benzemezi bir arada gördü.
“İste şimdi başlayabilirim kitabımı yazmaya” dedi ve başladı.
İyikide başladı yoksa kitap hiç yazılmayacaktı.
“Balinalar sürüler halinde ilerlerken, deve kervanıda çölde ilerliyordu.
Buz ayıları av ararken, aslan bufaloyu parçalıyordu.
Kaplan aslanı seyrederken, kurtlar sürüye saldırdı.
Dalgıç su altında film çekerken, biriside sevişen kadının filmini çekiyordu.
Ve kadın doğum sancıları çekmeye başladı”
Kral Filip bu kitaba “İste bu bir şaheser” dedi.
Belkide kendi yazdığı için öyle gördü.
Kral Filip haber gönderip oğluyla görüşmek istediğini söyledi.
Oğul bir araba konvoyu hazırlayıp babayı almaya gönderdi.
Konvoy eşliğinde gelen eski kralı yeni kral kapıda karşıladı.
Yerlere kadar eğilip saygısını gösterdi.
Bir hafta kadar konuşup hasret giderdiler.
Kral Filip ülke ve insanlar hakkında tek soru bile sormadı.
Onun yerine oğlundan iki ricada bulundu.
Birisi kitabin basılması, diğeride yine kitabın film yapılmasıydı.
Oğul babanın ricasını emire çevirdi.
Kısa zamanda kitap basılıp piyasaya çıktı.
İlk basımda milyonlarca sattı.
Halk eski kralın kurtuluş reçetesiyle geldiğini sanıp kitapevlerine akın etti.
Kitap arka, arkaya birkaç basım yapıp sonunda durakladı.
Halk baktı ki kral kendilerinden söz etmemiş.
Onun için kitap hız kesti.
Ünlü bir yönetmen bulundu.
Ünlü yönetmende ünlü bir senaryocu buldu.
Çekimler yapılandan sonrada ortaya ünlü bir film çıktı.
Sonunda halk kral delirmiş dedi.
Nereye bu yolculuk?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.