- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI ECDADIMIN SÜRGÜNDE GEÇEN ACIKLI HAYAT HİKAYELERİ....
Sürgüne gönderilen Osmanlı hanedanı mensupları kısa zaman içinde büyük bir sefalete düştü. Bunlara yardım eli uzatmak isteyenler, başka bir engele takıldı.
Hudut hârici edildikleri zaman, ellerine tek gidişe mahsus pasaport ve 1000 İngiliz lirası tutarında para verilmişti. Eli açık, hayır hasenata düşkün ve muayyen bir hayat seviyesinde yaşamaya alışmış insanlar için bu paranın ancak çok az bir zaman idare edeceği aşikârdı.
Ne ecnebi bankalarında paraları; ne de diğer hanedanlarla kendilerini destekleyecek akrabalıkları vardı. Hanedanın malî vaziyeti, daha memlekette iken bile, bir-iki tanesi dışında hiçbir zaman iyi olmamıştır. Üç gün içinde ellerindeki menkul eşyayı haraç mezat yok pahasına sattılar. Mülkleri de şunun bunun elinde çarçur oldu.
Yanlarındaki nakit para, kendilerini az bir zaman idare etti. Götürebildikleri mücevherler ve yükte hafif pahada ağır eşya satıldıktan sonra, acı hakikat bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Sürgünün birkaç ay süreceğini sanmışlardı. Şimdi ne yapacaklardı?
Hicaz Meliki Şerif Hüseyin, 11 Mart 1924’te bir beyanname neşretti:
“Osmanlı ailesinin İslâmiyete ve Müslümanlara yaptığı hizmetler inkâr edilemez; kahramanlıkları küçük görülemez. Bu aile hakkında verilen son [sürgün] kararı Müslümanların yüreklerini dağlamış, kalblerini kırmıştır.
Bu sebeple, ailenin ihtiyaçlarını karşılamayı ve maişet sıkıntısı çekmelerine mâni olmayı, İslâm kardeşliğinin bir icabı görüyoruz. Ecri büyük olan bu işe iştirak etmek isteyen mertlik erbabının, Mekke-i Mükerreme’de bulunan vekillerimize arzularını bildirmeleri lâzım gelir.”
Fakir hükümdarlardan olan Şerif, San Remo’daki Padişah’a 2400 lira gönderdi... Ancak İngilizler, Ankara’yı küstürmemek adına, hanedanın para sahibi olmasını istememiştir. Yardım için kendilerine müracaat edenleri de “bütçede yeri olmadığı” gerekçesiyle geri çevirmiştir.
Haydarabad Nizamı, hanedanın hâlini öğrenince, esaslı bir yardım etmek istemiş; İngilizleri razı edebilmek için de, Halife’nin meteliksiz ve açlıktan ölmek üzere olduğunu vurgulamıştır. Bu devre ait ve mevzuya dair İngiliz raporları, ailenin sefaletine karşı hissiz, hatta küçümseyici mahiyettedir. Yardım için İngiliz ve Fransız hükûmetine, Hindistan racalarına şehzadelerin yazdığı mektuplar, okuyanın içini parçalar...
Böylece sürgünün ilk seneleri inanılmaz sefalet içinde geçti. Sultan Vahîdeddin’in tabutuna alacaklılar haciz koydular. Borçları, Şerif Faysal ve Abdullah ödedi.
Hanedan mensubu olup, memlekette kalanların vaziyeti de hiç iç açıcı değildi. Sultan Hamid’in hayattaki zevcesi, hükûmete müracaat ederek, devlet reisi ve ordunun başkumandanın dulu sıfatıyla maaş talebinde bulunduysa da, reddedildi. Miras teşebbüsleri de, Londra-Ankara konsorsiyumu tarafından engellendi...
Adnan Menderes iktidara gelince örtülü ödenekten bazı hanedan efradına maaş bağlattı; hanımların sürgünden dönüşüne izin çıkardı...
1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelmişti. Adnan Menderes iktidarının ilk yıllarında Fransa’ya bir seyahat yapmıştı. Menderes bu seyahat sırasında, Türk büyük elçisine Fransa’da yaşayan Osmanlı hanedanı mensuplarının durumlarını anlatan bir rapor hazırlattı.
Raporu okuyan Menderes son derece üzülmüştü. Çünkü bu ülkeyi 623 yıl idare etmiş bir hanedanın mensupları Fransa’da sefalet iğinde yaşıyordu. Osmanoğullarına mensup kadınlardan bazıları Fransız ordusunda bulaşıkçılık yapıyordu. Bu milletin Osmanoğullarına vefa borcu böyle mi ödenmeliydi?
Menderes yurda döner dönmez zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yanına gitti ve Fransa’daki büyükelçimizin hazırladığı raporu sunarak durumu arz etti:
- Bir kanun çıkararak Osmanoğullarının yurda dönmesine izin verelim. Pek çoğu sefil bir hayat yaşıyor. Bu insanlar buna layık değil. Buraya getirip hiç olmazsa kendi ordumuzda bulaşıkçı yapalım.
Bu teklif karşısında Celal Bayar biraz düşündü. Menderes haklı olabilirdi, fakat dönemin zihniyeti böyle bir şeye izin vermezdi. Ve sonunda Menderes’e cevap verdi:
-Bunu yapmamız mümkün değil.
Menderes hemen oradan bir kâğıt aldı. İstifa dilekçesini yazıp masanın üzerinde duran raporun yanına koydu. Bayar şaşkındı. Birşey söylemesine fırsat kalmadan Menderes odadan çıkıp gitmişti.
Menderes’in istifa haberi devlet erkânı arasında şok meydana getirdi. Yakınlarının ve bazı devlet erkânının araya girmesiyle Menderes istifasını geri almaya razı edildi. Bayar da bir kanun çıkartarak Osmanoğullarından sadece kadınların Türkiye’ye dönmelerine izin verdi. Yıl 1952...
1974 yılında çıkarılan bir kanunla da hanedana mensup erkeklerin de ülkeye dönmelerine izin verilmiştir. Ancak burada malları ve mülkleri yok pahasına satılan ve gittikleri ülkelerde kendi hayat düzenlerini oturtmuş olan bu insanlardan pek azı ülkeye geri dönmüştür.
Hanedan mensuplarının kimi Paris’te, kimi Amerika’da, kimi Bulgaristan’da öldü. Ama hiçbiri Türkiye’de gömülmedi. Cenazeleri Mısır’a, Medine’ye, Şam’a gönderilip, oralarda defnedildi. Bu insanlar buna layık mıydı? Vatana ihanet mi? Rejimi değiştirmek için isyan mı? Hayır! Tek suçlan Osmanlı soyuna mensup olmaktı.
1931’de Halife Abdülmecid Efendi’nin kerimesi Dürrişehvar Sultan, Haydarabad Nizamı’nın oğlu ile evlenince, hanedanın bir kısmı, biraz gün yüzü görebildi. Nizam, İngilizlerin izin verdiği limit içinde, hanedanı maaşa bağladı. Ama herkese ulaşamayan bu miktar ferdlere dağıtılınca çok cüzi kalıyordu. II. Cihan Harbi’nden sonra Hindistan kurulup, Nizam sürgüne çıkınca, bu da kesildi.
Mısırlı prenslerle evlenenler de nisbi bir refaha kavuştu. Sürgün boyunca, hanedana en büyük iyiliği, Mısırlı Prensler Ömer Tosun ve Yusuf Kemal Paşa gösterdi. Prenses Mehveş Fâzıl, evkaftan hanedanın hanımlarına 15 lira maaş bağlattı. 1952’de Mısır’da darbe olup, krallık devrilince, mallarına el konan bu prensler sürgün edildi. Hanedan için ikinci bir felaket doğdu.
Ellerine tahsisat ulaşmayanlar veya yetmeyenler, çalışmak mecburiyetinde kaldılar. Ancak bir meslek ve kariyerleri yoktu. Bu insanlar, herhangi bir iş yapmak için yetiştirilmemişti. Şehzâdeler askerdi ki bu da ecnebi bir memlekette hiçbir kıymet ifade etmiyordu.
Sermayeleri bulunmadığı için iş kuramayan hanedan ferdlerinin resmî vazife almalarına da diplomatik münasebetlerin bozulabileceği tehdidi ile Ankara mâni oldu. Çoğu haymatlos (vatansız) olduğu için, birkaç lisan bildikleri hâlde, tahsilleri olsa bile, her mesleği icra etmeleri kanunen mümkün değildi. Memuriyete girmelerini, zenginlerle evlenmelerini Ankara engellemeye çalışıyordu. II. Cihan Harbi de çoğu memlekette hanedan ferdlerini şüpheli şahıs hâline getirmişti.
İsmin ve askerlik diplomasının işe yaramadığı gurbette, para getirecek tek şey, bir enstrüman çalmaktı. Nice şehzâdeler, kafelerde bir çingene gibi çalgıcılık yaparak ekmek parası temin etmeye çalıştılar. Kantarcılık, hamallık, taksi şoförlüğü, mezarlık bekçiliği, müzede biletçilik, seyyar satıcılık, bulaşıkçılık yaparak maişetini çıkarmaya çalışan hanedan efradı çoktur.
Elinde avcundakini satıp tüketen Ayşe Sultan, “Allah, sabredenlerle beraberdir” meâlindeki “İnnallahe maassâbirîn” âyet-i kerimesini eliyle beze işler, oğlu bunları geceleri sokaklarda ve metroda satardı. Yaşlılar bunu da yapamadılar. Gençler, olur olmaz evliliklere razı oldu.
Bir tek Şehzâde Burhaneddin Efendi, petrol şirketinde iş bulmuş; o ve oğulları bu sayede müreffeh yaşamıştır. Halife ve bazı hanedan efradı, ellerindeki serveti idareli kullanarak veya eş-dostun yardımı ile vasat bir hayat yaşama imkânı bulmuşlardır. Onun dışındakiler ümitsizce bir sefalet içinde yaşamışlardır.
Gece pazarlardaki çürük meyve ve sebzeleri toplayan hanedan ferdleri vardı. Bunu herkesten saklarlar; kimsenin kendilerine acımasını istemezlerdi. Nitekim “Kaplan sırtı için en tahammül edilmez yük, merhamettir.” Çocuklar, ayağı büyüdükçe ayakkabılarının ucu kesilerek idare ederdi.
Müşkül vaziyetteki hanedana, zaman zaman halktan yardım edenler olmuştur. Şehzâde Ahmed Nuri Efendi’ye, vaktiyle iyilikte bulunduğu bir Rum genci bir miktar yardım etmiştir. Zekiye Sultan’ın Pau’da kaldığı küçük otel odasından, otelin sahibi olan Ermeni ücret almamıştır.
Kahire’de hastalanan Behiye Sultan’ın ilaç ve bakımını Ermeni bir kadın üstlenmiştir. Sami Bey’e, vaktiyle İstanbul’da yardım ettiği bir Rus prensi el uzatmıştır.
Şehzâde Ahmed Nuri Efendi, bir parkta açlıktan ölmüş olarak bulundu. Şehzâde Abdürrahim Efendi, sefalete dayanamayarak intihar etti. Mediha Sultan’ın belediye yardımı ile geçinen torunu Hadice Sâmi de bu sıkıntılar sebebiyle pencereden atlamak suretiyle hayatına son verdi.
Çok büyük bir sefalete düşen Ârife Kadriye Sultan, acılarına dayanabilmek için morfine alıştı ve kısa bir müddet sonra vefat etti. İki kızı yetimhaneye düştü.
Nice’te, elindeki avucundaki biten Fehime Sultan, vereme yakalandı. Sadık bir zenci cariyesi, geceleri sokaklarda dilenerek topladığı üç-beş frankla efendisine bir çorba kaynatabilmişse de, Sultan hayata veda ederek dünya acılarından kurtulmuştur.
Nâciye Sultan hatıralarında diyor ki:
“Irkan kendi halklarına yabancı başka hanedanlar, böyle bir ihtimali [sürgünü] düşünerek, memleket dışında ihtiyaçlarını sağlayacak tedbirleri almış olabilirlerdi.
Biz ise, hâriçte ihtiyat parası bulundurmayı hiçbir zaman aklımızdan geçirmemiştik. Çıkarken süratle tasfiye ettiğimiz menkul ve gayrimenkullerimizden elimize ne geçti ise, onunla gurbette yaşamaya başlamıştık.
Yabancı bir muhitte, yabancı dil konuşan insanlar arasında hayatın tecrübesizlikleri içinde pek çoğumuz elinde olan biteni ile idare edemedi. Başlangıçta hesapsız, kaygısız bir hayat sürenlerimiz oldu ise de, zamanla maddî sıkıntılar baş gösterdi. İşte o zaman şaşıranlar çok oldu.
Seneler geçtikçe aramızda yer yer sefaletler, felâketler bütün çıplaklığı ile görülmeye başladı. Bunları yabancılara göstermemeye son derece dikkat ettiğimizden, aramızda bile bazen böyle hâdiselerden geç haberdar oluyor ve birbirimize yardım etmekte gecikiyorduk.
Son senelerde hastalığına ilaç parası bulamayan yaşlılarımız oldu. Maddî kıymeti olabilecek her şeyi elden çıkardıktan sonra, kış ortasında yiyecek tedârik edebilmek için sırtındaki paltosunu satıp bu yüzden zâtürre olup hayata gözlerini yumanlarımız da çoktu.
Viran bir köşede sefaletini kendi akrabalarına dahi göstermeyi zül sayan sessiz sedâsız, şikâyetsiz ölüp de cenâzeleri mahallî belediyelerin fukaraya ayırdığı tahsisatla kaldırılıp, umumî mezarlara isimsiz ve hüviyetleri belli olmadan gömülenlerimiz oldu. Bunları şikâyet olsun diye söylemiyorum. Memleketin, vatanın selâmeti için verilmiş nice kurbanlar arasında Osmanoğulları’nın da küçük bir hissesi olduğunu belirtmek istiyorum.”
Hanedan, sürgünün ilerleyen günlerinde neye uğradıklarını yavaş yavaş anlamaya başladı. Bu zorluklarla mücadele edebilmek için çareler aradı. Kendi aralarında bir cemiyet kurmak istediler. Miras talepleri, çocuk ve gençlerin tahsili, evlilikleri, muhtaç olanlara yardım, vefat edenlerin cenaze muameleleri gibi işleri yürütecekti. Ancak darmadağın aile bir araya gelemediği için mümkün olmadı.
Maddî ve manevî musibetler, hanedanın peşini Türkiye’ye döndükten sonra da bırakmamıştır. 1952 tarihli kanun üzerine memlekete dönen yaşlı başlı sultanlar, eski düzenlerini boşuna aramışlar; birkaç sene memurluk yapanların çoluk çocuğuna ilâ-nihâye bakan devlet, kendilerine hiç sahip çıkmamış; kendilerine el uzatan bazı hamiyetli vatandaşlar olmuştur.
14.01.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.