- 343 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
TARİHİMİZDE SALGIN HASTALIKLAR
Tarih boyunca veba başta olmak üzere kolera, çiçek ve sıtma gibi salgın hastalıklar devletleri, toplumları ve insanları derinden etkilemiştir. Bu salgınlar, bazı medeniyetlerin yok olmasına bile sebep olmuştur.
Aztek medeniyetini buraya gelen kaşiflerden çok, beraberlerinde getirdikleri çiçek virüsü ve yol açtığı hastalık sonlandırmıştır. Çiçek, kızamık ve kabakulak gibi hastalıklarla ilk kez karşılaşan Aztekler, milyonlarca insanını kaybetmişlerdir. Aynı felaketle daha sonraki yıllarda Güney Amerika’da İnkalar karşılaşmıştır.
İnsanlık tarihinde en ölümcül salgınlar tarihin çeşitli dönemlerinde veba ve kolera salgınları olmuştur.
VEBA SALGINLARI
İlk büyük salgın, M.Ö. 430 yılında Atina’da görülmüştür. O yıllardan dünyanın en gelişmiş şehri olan Atina, bu salgından nüfusunun yüzde otuzunu kaybetmiştir.
İkinci büyük veba salgını M.S. 161-180 yılları arasında yaşanmıştır. Bu salgında Roma İmparatorluğu içinde 15 milyondan fazla insan ölmüştür. Bu felaket, Roma İmparatorluğunun çöküşünü hazırlayan önemli etkenlerden birincisidir.
“Kara ölüm” olarak adlandırılan tarihteki en büyük salgın, 1346-1353 yılları arasında meydana gelmiştir. İtalyanların her tarafa yaydıkları veba salgını sonunda Avrupa nüfusunun üçte biri ölürken, dünyada salgından ölenlerin sayısı 100 milyona ulaşmıştır.
Osmanlıların “taun”, Avrupalıların “kara ölüm” olarak adlandırdıkları-Anadolu’da kara taun da denir- veba, insanlık tarihinin en acımasız ve etkili salgınlarından birisiydi. Salgınların boyutları o kadar büyük olmuştu ki milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ve dünya tarihinin gidişatı değişmişti.
Peki, yaşadığımız coğrafyada durum nasıldı? Anadolu bu salgınlardan nasıl etkilenmişti?
Özellikle kıtalararası geçiş güzergâhında bulunan Anadolu, ilk çağlardan itibaren hem Avrupa, hem Asya kökenli salgın hastalıklara maruz kalmış bir bölgedir. Bulaşıcı hastalıklar tüccarlar, hacılar ve ordu aracılığı ile neredeyse tarihin her döneminde Anadolu’yu mesken tutmuştur.
1092-1093 yıllarında Anadolu’da görülen veba salgını çok büyük yıkımlara sebep olmuştur. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan devrinde çıkan bu salgında ölümler o kadar çoktu ki kaynaklar; “cenazelerin defninde güçlük çekiliyordu” şeklinde ifadeler kullanmaktadır. Bu kaynaklarda vebanın görüldüğü şehirler belirtilmemişse de, hastalığın bütün memlekette etkili olduğu ve ciddi bir nüfus kaybına yol açtığı anlaşılmaktadır. Salgından bir yıl önce Antakya’dan Nuseybin’e kadar uzanan bölgede etkili olan büyük bir depremin de hastalığın ortaya çıkmasında ve yayılmasında önemli bir etken olduğu görülmektedir. Çünkü çok sayıda insanın ölümüne yol açan bu afetin, bölgede yoksulluğu ve sefaleti artırıp, insanlar için sağlıksız bir ortam, veba için uygun bir zemin hazırladığı kuşkusuzdur.
Osmanlı Devleti de başta veba olmak özere kuruluşundan yıkılışına kadar birçok salgın hastalıkla yüzleşme durumunda kalmıştır. Orhan Gazi’nin Bursa’da bu hastalıktan ölümü, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da salgın olması nedeniyle şehirden ayrılıp sefere çıktığı veya yine vebadan kaçabilmek için Balkanlarda ordusuyla bir kentten bir kente geçtiği de görülmektedir.
1625 yılında İstanbul’da büyük bir veba salgını daha yaşandı. Hammer Tarihi bu salgın hakkında şunları belirtmektedir; “O yaz, İstanbul ve sokaklarında büyük bir taun çıktı. Ölülerin sayısı günde bine vardığı zaman, gelenek olduğu üzere tersane arkasında Ok Meydanında duaya çıkıldı. Mısır Vekainamelerinde Bayram Paşa Taunu diye isimlendirilmiştir.”
Osmanlı Devleti, 18. Ve 19. Yüzyılda birçok değişim ve dönüşüm yaşadı. Bu yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin yaşamış olduğu olumsuzluklar; sadece kaybedilen savaşlar ve buna bağlı olarak artan toprak kayıpları ve göçler, içerde yaşanan isyanlar ve buhranlar, Avrupa devletlerinin Osmanlı’daki gayrimüslimleri bahane ederek iç işlerine karışmak değildi. Osmanlı şehirlerini ve toplumu etkileyen diğer önemli hadise 17. Yüzyılda Avrupa’dan sonra 18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı’nın neredeyse bütün vilayetlerine yayılan veba, sığır vebası ve kolera gibi salgın hastalıklardı. Bu salgın hastalıklar şehirlerde insan ölümüne neden olurken, salgın hayvan hastalıkları da birçok hayvanın telefine yol açıyordu. Ayrıca yaşanan hayvan hastalıkları insan sağlığını belirli ölçülerde tehdit eden diğer bir durumdu.
Osmanlı Devleti yaşanan bu salgın hastalıklara karşı karantina uygulaması başlattı ve çeşitli önlemler aldı. Karantinaya “usul-ı tahaffuz”, karantina mahalleri içinse “karantina hane” veya “tahaffuzhane” terimleri kullanılırdı. Karantina haneler, bir şehre salgın hastalığın bulaşmasını veya buradan başka yere bulaşmasını engellemek üzere, şehre giriş ve çıkış yapacakların sağlık durumlarını kontrol amacını güdüyordu.
Salgınların Anadolu’yu esaret adlına aldığı dönemlerden biri de 19. Yüzyıldır. Osmanlı Devleti’nin siyasi, ekonomik ve demografik olarak büyük bir bunalım içinde olduğu bu yüzyılda veba, kolera, sıtma ve çiçek hastalıkları Anadolu’yu kasıp kavurmuştur. Devlet salgınları önlemek için büyük çaba sarf etmiş karantinadan ilaç teminine, hekim, eczacı ve aşıcı tayininden, hastalığa yol açan ortamın sıhhi teminine kadar önlemler almaya çalışmıştır. Ancak Osmanlı genelinde 1803’de 150 bin, 1813’de 100 bin, 1822’de 150 bin kişi veba salgınından hayatlarını kaybetmiştir.
Veba salgınlarından sonra en fazla can kaybı kolera salgınlarında görülmektedir.
KOLERA SALGINLARI
Osmanlı Devleti’nde kolera salgınları çeşitli tarihlerde görülmüştür. İlk kolera salgını 1817-1823 yılları arasında yaşanmıştır. Bu salgınlarda ülkemizde 110 bin kişinin öldüğü düşünülmektedir. Sonrasında yaşanan kolera salgını ise 1829-1849 yılları arasında görülmüştür. Bu ikinci kolera salgınında ölenlerin sayısı 200 bin olarak tahmin edilmektedir.
1847 yılında Erzurum ve Trabzon’da görülen kolera salgınlarında binlerce kişinin hayatını kaybettiği ve bu şehirlerin nüfuslarının % 15 oranında nüfus kaybına uğradığı belirtilmektedir.
1863-1979 yılları arasında yaşanan kolera salgınında ölenlerin sayısının İstanbul’da 30 bini bulduğu belirtilmektedir. Bu afetin dört ay sürdüğü anlaşılmaktadır.
1893 yılında ortaya çıkan kolera salgınında Adana, Adıyaman, Maraş, Antep ve Tarsus vilayetlerinde etkili olmuştur. Bu dönemde Tarsus nüfusunun yüzde yirmi oranında azaldığı belirtilmektedir.
Ancak kolera salgınına karşı ilk aşı 1913’de Balkan Savaşı’nda Edirne7nin geri alınması sırasında ordu içinde kolera salgınını ortaya çıkmasıyla oldu. Başarı sağlanınca kolera aşısı halka uygulandı.
1918 yılında baş gösteren İspanyol gribi de dünya genelinde büyük ölümlere yol açtı. Ölüm sayısının 50 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. I. Dünya Savaşı yıllarında bile bu kadar insan kaybı olmamıştır. Bizim askerlerimizin de büyük çoğunluğu I. Dünya Savaşı sırasında sıtma, tifüs gibi salgın hastalıklardan hayatlarını kaybetmişlerdir.
Kurtuluş Savaşı’nda da Türk kuvvetleri sadece düşman askerleriyle değil, mikroplarla da büyük bir mücadeleye girmiştir. İsmet Paşa, işgalci güçlerin kuvvetlerinden değil, ellerinde neredeyse sağlam katır bırakmayan sığır vebasından korkuyordu. Az sayıdaki çalışkan, bilgili ve fedakar veterinerlerimizin sığır vebasına karşı büyük ve başarılı mücadelesi olmasaydı Garp Cephesindeki mücadelenin zaferi kesin olmayabilirdi.
Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun çok büyük bir bölümü sıtma, verem, frengi, tifüs, kolera ve trahom gibi bulaşıcı hastalıklardan kırılıyordu.
Genç cumhuriyet. Bu hastalıklara karşı bilimsel bir yaklaşımla çok büyük ve çok yönlü bir mücadele sürdürerek on yıl içinde bu hastalıkları bertaraf etmesini bildi.
YORUMLAR
, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da salgın olması nedeniyle şehirden ayrılıp sefere çıktığı veya yine vebadan kaçabilmek için Balkanlarda ordusuyla bir kentten bir kente geçtiği de görülmektedir.
................................................
bilgilndirmeniz icin Tesekkür ederim
Yalniz
Burasi pek inandirici gelmedi, muhtemelen frengi kaynakli olabilir.Bircok yabanci tarihci bazi dogrularin yaninda tarihimize zehir akitmislardir,...