- 397 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur'an Tefsiri(Nebe)
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur’an Tefsiri
78-NEBE’ SÛRESİ
Mekke’de inmiştir, "Amme Sûresi" diye de adlandırılır. Kırk veya kırkbir âyettir.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
1-عَمَّ يَتَسَاءلُونَ ; ’’?Onlar, birbirlerine neyi soruşturup duruyorlar’’
(أصله عن ما يتساءلون )
{Gunnede müşterek oldukları için nun mîm’e idğam edilmiş,
”amma" şeklinde okunmuştur.}
Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan Kureyş müşrikleri neyi sorup duruyorlar? Senin davet ettiğin din hakkında ve senin peygamberliğin hususunda tartışıp duruyorlar.
2-عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ 3-الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ
’’İhtilafa düştükleri o büyük haberdan soruyorlar.’’
İnsanların, hakkında ihtilaf ettikleri, bazılarının kabul edip bazılarının yalanladığı bu ’’büyük haberden’’ maksat, "Öldükten sonra dirilmektir." İnsanlar ölümü bizzat gizleriyle gördüklerinden dolayı onu yalanlamaları mümkün değildir. Fakat öldükten sonra dirilmeyi gözleriyle görmedikleri için bu büyük haberi bazıları tasdik eder mü’min olurlar, bazıları da yalanlayıp İnkâra düşerler. Katade ve İbn-i Zeyd’in görüşü de bu manadadır.
Mücahid’e göre ise âyette zikredilen büyük haberden maksat, Kur’an-ı Kerim’dir. İnsanlar Kur’an’ı kabul edip etmemek hususunda iki kısma aynim iş ve bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir.
4-كَلَّا سَيَعْلَمُون 5 -ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ
"Hayır, yakında bilecekler.’’ "Yine hayır, yakında bilecekler”
Dördüncü ayet, birbirlerine sormalarını red ve aynı zamanda bir tehdittir. Beşinci yet ise, mübalağa için tekrardır, sümme de ikinci tehdidin daha şiddetli olduğunu göstermek içindir. Hulasa, ilerde işin içyüzünü anlayacaklar. Şüphelendikleri şey başlarına gelecek: Gerçeği geç de olsa bileceklerdir.
<Farklı Kıraatler>
Kıraat imamlarının ekserisi fiili, yâ ile (سيعلمون) şeklinde okurlarken,
İbn Amir tâ ile (siz bileceksiniz) şeklinde okumuştur
6-أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا 7- وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا
"Biz, yeri bir mihad (döşek) dağları da birer kazık yapmadık mı?"’
{وقرئت (مَهْداً) ، وأكثر القراء يقرأونها (مِهَادًا}
’Mihad’ kelimesi ’mehd’ olarak okunmuştur ki, beşik demek olup yeryüzü, beşiğe benzetilmiştir.
Yeryüzünü "döşek" gibi düz ve dağları da onun sabit olması için "kazıklar" gibi yaratması Onun hayret veren, akıllara durgunluk veren yaratmasıdır. Bunları yapan sizi öldükten sonra diriltmeye elbette kadirdir.
Düşünün! Acizlik yaratıklar için sözkonusudur. Hâlık için değil. Yeryüzünün döşek gibi olması, orada iskânınız ve maslahata uygun dolaşmanız içindir. Dağlarında kazıklar gibi o yeryüzüne çakılması yine sizin faydanızadır. Siz ondan orman ve maden yönünden yararlanırsınız.
8-وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا 9-وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا 10-وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا 11-وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا 12-وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا
’Sizi çift çift yarattık.’- ’Uykunuzu bir dinlenme vasıtası yaptık.’
’Geceyi, sizi saran bir örtü yaptık.’- ’Gündüzü de geçiminizi temin için çalışma zamanı kıldık.’- ’Üzerinize de yedi sağlam gök yaptık.’
Biz sizi, erkekli dişili, uzun, kısa, güzel ve çirkin olarak türlü şekillerde yarattık. Uykunuzu sizin için bir dinlenme vasıtası kıldık. Sizler, diri olduğunuz halde ölü imişsiniz gibi uyursunuz. Geceyi sizin için bir elbise, bir örtü olarak yarattık. O, karanlığı ile sizi bürür ki çalışmayı durdurup dinlenesiniz. Gündüzü de sizin için geçim temin etme zamanı kıldık. Onu aydınlık yaptık ki istediğiniz yere gidebilesiniz ve dünya işlerinizi güresiniz. Üzerinize sapa sağlam yedi gök yaptık. Onlarda ne bir çatlak vardır ne de bir kırık.. Onlar zamanla eksilmezler de.
13-وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا ’’.Gökte parıl parıl parlayan bir güneş yarattık’’
Râğıb der ki: ”Sirâc, fitil ve yağ ile parlayan kandildir. Işık veren her şey bu şekilde ifade edilir. Sirâca’misbah’ da denir."
"Vehhâcen": Tutuşup parlayan ışık veren, harareti yüksek olan ateş anlamındadır. Müfessirlerin bazısı ”sirâcen vehhâcen" demek, aydınlıkla harareti cem eden, parlak kandil demektir, derler.
14-وَأَنزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاء ثَجَّاجًا
’’ Yağmaya hazır bulutlardan bol bol sular indirdik.’’
Abdullah b. Abbas, Süfyan es-Sevri ve Rebi b. Enes; ’’Mu’sirat’’ kelimesini "Yağmaya hazır bulutlar" şekilde izah etmişlerdir.
Yine Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu kelimeden maksat, "Yağmur yüklü bulutlan taşıyan rüzgarlardır.’’ İzah etmişlerdir. Bu yeti delil getirmişlerdir. "Rüzgarları gönderip onlarla bulutları yürüten, gökte bulutları dilediği gibi yayan ve parça parça ayıran Allah’tır." (Rum Sûresi, 48.)
Hasan-ı Basri ve Katade ise demişlerdir ki: "Bu kelimeden maksat, göklerdir." Buna göre âyetin manası: "Biz, göklerden bolca yağmur gönderdik." demektir.
"Bol" diye tercüme edilen "Seccacen" kelimesi, İbn-i Vehb tarafından bu şekilde izah edilmiş, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Rebi b. Enes tarafından ise "ard arda dökülen" şeklinde izah edilmiştir.
15-لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا 16-وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا
’’Onunla tane ve bitkiler, dalları birbirine girmiş gür ağaçlı bahçeler yetiştirelim diye.’’
Biz, gökteki yağmur yüklü bulutlardan su indirdik ki onunla insanların yiyecekleri taneleri, hayvanların yiyecekleri otlar ve insanların, meyvelerinden istifade edecekleri birbirine girmiş bahçeler ortaya çıkaralım.
17-إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا
’’Şüphesiz ki haklıyı haksızdan ayırma günü, tesbit edilmiş bir vakittir.’’
Şüphesiz ki Allah’ın. yarattıklarını birbirlerinden ayırdedeceği, haklının hakkını haksızdan alacağı gün, tayin edilmiş bir gündür
Yani Allah’ın, mahluklar arasında hükmedeceği gün, Allah’ın ilminde ve takdirinde, öncekilerin ve sonrakilerin dirilmesi ve ona terettüp eden mükâfat ve ceza vakti olarak belirlenmiştir; bu vakit, ne ileri alınır; ne de geri bırakılır. "Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız."( Isra Sûresi,71) Ayetinin tahakkuk ettiği andır.
18-يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا
"O gün (Sûr)a üfürülecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz."
Bölük bölük gelirsiniz. Hitap geneldir. Yani kabirlerinizden diriltilir, hemen akabinde hiç beklemeden durulacak yere gelirsiniz.
Allahü teâlâ ’nın: ”Her insan topluluğunu, önderleri ile birlikte çağıracağımız günde..." (İsrâ: 71) kavlinde olduğu gibi, her ümmet kendi önderiyle, gelir. Herkes kendi ameli üzere haşrolunur, Ki bunların durumları değişik, vaziyetleri ayrı ayrıdır. Amelleri muhteliftir. "Kimi maymunlar, kimi domuzlar suretinde, bazısı yüzüstü ayakları havada çekilerek, bazısı kör, bazısı sağır ve dilsiz, bazısı dilleri göğüslerine sarkmış onu çiğneyerek, bazısı leşten daha beter kokmuş olarak haşrolunurlar."
-Maymun suretinde olanlar koğuculuk yapanlardır ki, insanların arasını bozmak için lâf taşırlar.
-Domuz suretinde olanlar, haram ehlidir. Çünkü haram dinin ve kişiliğin kökünü keser.
-Yüzleri üzere sürünenler, faiz yiyenlerdir.
-Kör olanlar, hüküm verirken haksızlık yapanlardır.
-Dilsiz olanlar, amellerini beğenenlerdir.
-Dillerini çiğneyenler, sözleri fiillerine uymayan âlimler ve vaizlerdir.
-Leş’den daha kötü kokanlar ise, şehvet ve lezzetlerine düşkün olanlar, mallarındaki Allah’ın hakkını vermeyenlerdir.
Güzel amel sahibi olanlar ise;
Kiminin yüzleri dolunay şeklinde, kiminin de güneş gibi parlayarak haşrolunacaklardır.
Öyleyse;
Ey mü’min! Taş gibi katı kalpli olma, kalbinden feyiz nehirleri ve hikmet pınarları fışkıranlardan ol. Hakkında ”Bir şeye sahip oldun, çok şeyleri kaybettin" denenlerden olma.
Allahü teâlâ ’dan bizi saadet ehlinden kılmasını dileriz!
19-وَفُتِحَتِ السَّمَاء فَكَانَتْ أَبْوَابًا 20-وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا
"Gök açılacak, kapı kapı olacaktır." "Dağlar yerlerinden yürütülüp serap olacaktır."
{وَفُتِحَتِ ٱلسَّمَاء} قرأ ابن كثير، ونافع، وأبو عمرو، وابن عامر، و«فُتِّحت» بالتشديد.
وقرأ عاصم، وحمزة، والكسائي، بالتخفيف}
{İbn Kesir, Nâfi’, Ebû Amr ve İbn Âmir, şedde ile "ve futtihat” okumuşlar; Âsım ile Kisâi de şeddesiz olarak okumuşlardır.}
Allah’ın azametinden gökyüzü parça parça olacak. Dağlar yerlerinden koparak yürütülecek ve serap olacak...
Veya o gün gök parçalanacak, her bir parçası kapılar haline gelecektir. Dağlar yerlerinden yürütülüp yok olacaktır, Artık onlar bir serap haline gelecek ve onları görmek hayal olacaktır.
21-إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا ".Şüphesiz ki cehennem bir gözetleme yeridir"
Yani o, Allah’ın hükmü ve takdirinde, içinde gözetleme yapılan gözetleme yeridir. Ve cehennem zebanileri, kâfirleri cehennemde azabetmek için gözetler. ”Mirsâd," içinde gözetleme yapılan mekânın ismidir.
Tefsiru Hazin’de ibn Abbs (radiyallhu nh)’dan
وروي عن ابن عباس (إن على جسر جهنم سبع محابس يسئل العبد عند أولها عن شهادة أن لا إله إلا اللّه فإن جاء بها تامة جاز إلى الثاني فيسأل عن الصّلوات فإن جاء بها تامة جاز إلى الثالث فيسأل عن الزّكاة فإن جاء بها تامة جاز إلى الرابع فيسأل عن الصوم ، فإن جاء به تاما جاز إلى الخامس ، فيسأل عن الحج فإن جاء به تاما جاز إلى السادس ، فيسأل عن العمرة فإن جاء بها تامة جاز إلى السابع ، فيسأل عن المظالم فإن خرج منها ، وإلا يقال انظروا فإن كان له تطوع أكملت به أعماله فإذا فرغ انطلق به إلى الجنة)
’’Cehennem üzerindeki köprüde yedi hücre (hapishane) vardır.
kula ilk sorulan soru, -Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmesi, bunu tamamen geçerse;
- ikinci sual olarak "namaz" sorulur, bunuda tamamen geçerse,
-üçüncü sual olarak "zekat" sorulur, bunuda tammen geçerse,
-dördüncü sual olarak "oruc" sorulur, bunuda tamamen geçerse,
-beşinci sual olarak "hacc" sorulur, bunuda tamamen geçerse,
altıncı sual olarak "umre" sorulur, bunud tamamen geçerse,
-yedinci sual olarak mazlum (zülüm yapıp yapmadığı) sorulur,
eğer eksikleri varsa, nafile ibadetleriyle tamamlanır. böylece işi bitince cennete alınır.
"Sizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin üzerine aldığı değişmez bir hükümdür." (Meryem Sûresi,71)
Ayetinin tahakkuk ettiği durumdur.
22-لِلْطَّاغِينَ مَآبًا ".Azgınların dönüp varacakları yerdir"
Önceki ayette kıyamet gününün korkunçluğu açıklandıktan sonra, bu ayette de o gün verilecek hükmün sonuçları beyan edilmektedir.
Katade ise, sığınacak ve konaklanılacak bir yer olarak açıklamıştır.
23-لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا ".Orada çağlar boyu kalacaklardır"
وقرأ حمزة «لَبِثين» والمعنى: فيهما واحد. (.ikisinin manası da birdir)
Burada "hukub"lardan murat, sonsuza dek birbirini takip eden uzun zamanlardır; biri sona erdikçe diğeri onu hemen, izlemektedir. Zîrâ hukub, ancak, zamanların birbirini izlemesi, birbirinin ardından uzayıp gitmesi kastedildiği yerlerde kullanılmaktadır. Bu itibarla hukub’tan seksen, sene, yahut yetmiş bin sene kastedilse de, âyette, bu hukub’ların sonu olduğuna delâlet eden bir şey yoktur.
Katade ve Rebi’ b. Enes bu âyeti, haddi aşanların cehennemde, ardı arkası kesilmeyen çağlarda kalacaklarını ifade ettiğini söylemişlerdir.
Hulusi Boz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.