GÜLNAR ÇUBUĞU..
Çocukluğunuzda sizde izi olan ve bu izlerde hatıralarınızı yaşattığınız insanlar mutlaka olmuştur. Kiminden çok korkmuş, kimini de çok sevmişsinizdir.
Ona özel bir sıfatı, bir eşyası yada öksürmesi, yemek yemesi, konuşması, mimikleri, tikleri sizin zihninizin bir köşesinde takılı hep saklı kalmıştır. Topal Sülo, Kekeç Ahmet, Şorikli Veli gibi..
Hatta mekanlar, bahçeler, taşlar, dayak yediğimiz sopalar bile o kişinin adıyla anılır hatırlanır.
Beyto’nun taşı, Nihat’ın çevliği, Halanın yün çubuğu gibi..
Hala , hele de. Hala Nene... Mahallemizin en yaşlı nenesi idi. Onun evine ziyarete gittiğimde korkudan hep dizinin dibinde otururdum. Başımı falan okşamazdı. Yüzü kırış, kırış sert bakışlı kaşlarıda yok idi. Ben gözümü açıp onu tanıdığımdan ilk günden beri ağzında bir tane dişte görmemiştim.
Ağzını açıp konuştuğunda derinden bir ah çektiğinde, ağzını hep karanlık ağaç koğuğuna ya da çevlik taşının oradaki kuyuya benzetirdim..
Yanında yüz bulup azıcık şirneyip kıpırdasak hemen tavan arasında sokulu çubuğu göstererek
“ getürün şu nar çubuğumu bana” der bizi anında hizaya çekerdi.
Öyle korkardık ki o nar çubuğundan tavanda
olduğu yere bakar onunla yün çırpılırken fiiiiiyyyt diye çıkardığı ıslık sesini hisseder oturduğumuz yerde tavandaki varlığından bile ürkerdik..
Ey..! gidi Hala..
Canı sıkılanda geldiği tek yer benim nenemin yanı olur idi.
Eyvandaki köşe minderine oturur ot yastığa bir yanını verir yola, sokağa, tarlaya, tumpa söylenir, söylenirdi..
İnsanlara canlılara, hayvanlara söylendiğini hiç duymadım.
Nenem çay yapar bir demlik çayı beraberce finger büsküvi yi batırarak birlikte içerlerdi.
Çayı içerken öyle bir höpürtürdü ki ömrümde onun gibi uzun höpürtüyle çay içeni hiç görmedim.
Sonra çebinden gümüş bir tabaka çıkarır tütününü eşeler, uzatır ardından iki parmağı arasında kağıda yerleştirir öyle sabırla bükerdi ki, değme tiryakiler onun gibi düzgün tütün saramazdı..
Onu uzaktan takip eder neler, neler düşünmezdim ki.
Basma gömleğinin mavi çiçeklerini, saçının hörüklerinin ucuna bağladığı kırmızı yün ipleri, el tırnaklarına yaktığı kınayı, belindeki dokuma kuşağı, yeleğinin iç cebinin ağzına tutturduğu kocaman çapayı neler, neler..
O tütününün dumanını içine çekip derinden öksürdüğünde,
Nenemde sinirlenir kızar ona;
“ ey hala az çek şu zıkkımın dumanınını” derdi..
Sadece o an onun o lafına gülümserdi.
Belki bir saniyelik, belki yarım saniyelik gülümseme. Belkide öyle bana gelirdi..
Hala başka bir dünyanın insanıydı sanki ve o dünya çok karanlıktı. Hiç bahsetmez hiç söylemezdi.
Niye bu kadar sertti bilmezdim.. Niye bizi nar çubuğuyla hep dövmek isterdi. Başka çubuklar çok az mı acıtıyordu.
Büyüyüp aklım yetende Halanın hayatta olmadığı zamanda işittim onun karanlığını, o yün çubuğun unda gül açıpta meyve tutmayan nar ağacından olduğunu..
O nar ağacınında isminin gülnar olduğunu..
Halanın gencecik oğlunun Fıratta boğulduğunu..
Hatıralarınızın renkleri ömrünüzün gerçek rengidir.
Bu renkleri karıştırmağa,
kimseyi cesaretlendirmeyin..
Faruk KÜÇÜKTAŞ 2021