23
Yorum
25
Beğeni
0,0
Puan
2494
Okunma
Telefondaki ses,
"Alo Laz kızı turşuluk fasulyelerin hazır, ne zaman gelip alırsın"
"29 Ekim’de tatiliz, öğleye doğru gelirim amcacığım"
"Allah’a emanet ol "
"Sen de amcacığım"
29 Ekim sabahı kardeşimi erken saatte işine bıraktığımda hâlâ gözlerimden uyku akıyordu. İçimden, eve geçip biraz daha uyuyayım, nasıl olsa bugün tatil dedim ama yarı yolda gözlerim tamamen açılmıştı. Fikrimi hemen değiştirdim. O zaman sahilde yürüyüşe çıkıp, uygun bir yerde kahvaltı yapacak oradan da 29 Ekim kutlamalarına katılacaktım.
Ve bu kez, kardeşlerim olmadan tek başıma hem gezme amaçlı hem de alışveriş yapmaya Recep Amcaya gidecektim. Hava da güzeldi. Gökyüzünün berraklığı içime tarifsiz mutluluk bırakıyordu. İstanbul’un kalabalık trafiğinden kaçıp, huzur veren yeşilliğin ve sessiz dinginliğin içinde olmak insana yüksek sesle türkü söylemek hissi veriyor bir yandan da hışırdayan yumuşacık yaprakların esen rüzgârın tatlı sesini dinliyordum.
Yol boyunca etrafımda ki sonbaharın renklerine hayranlıkla iç geçirip bakarken, göğsümde tepinen kıpırdamalar büyümeyen küçük bir çocuk olduğumu; gördüğüm en ufak güzelliklere keyif alarak yorulmadığımı hatırlatıyordu bana.
Güzergâh boyunca kurulan tezgâhlar, belediyenin ortak Halk-Köylü Pazarı alanı yapmasıyla bir araya toplanmıştı.
Amcamın olduğu bölüme doğru yürüdüm, tezgâhında değildi. Etrafındaki satıcılara amcamın nerede olduğunu sordum. Cuma namazından sonra Cenaze namazına gittiğini iki gün arayla kayınvalidesi ve kayınpederini Korona’dan kaybettiğini söylediler. Tam geriye dönecekken bir ses duydum.
"Amcan beni beklesin ben geleceğim "
Arkama baktım, yaşlı bir teyzenin bana doğru geldiğini fark ettim. Durup bekledim, tezgâhın yanındaki tabureyi çekip uzattı oturdum. Bu arada gözüm tezgâhtaki kestanelere takılmıştı. Teyze benim bakışımı yakalamıştı.
"Kestane de alır mısın oğlum Kastamonu’dan topladı" heyecan ve çekingenlikle.
Sonra da ekledi.
"Sakın söylemeyin diğer pazarcılara Kastamonu’dan geldiğini. Burada satılan tüm ürünler sadece bu yörenin ürünleri olacak, yoksa satışa izin vermiyorlar"
"Söylemem teyzecim rahat ol, oğlun öğrenci mi? "
" Hayır, oğlumun pandemi sebebiyle iş yeri kapandı, şu an işsiz. İşsizlik maaşıyla geçinmeye çalışıyor, ben de yetiştirdiğim sebzelerimle, onun topladığı kestaneleri satarak geçimine katkıda bulunuyorum. "
"İnşallah iş bulur. "
" Eski patronu ’’birkaç ay bekle, yeni dükkân açınca seni işe geri alacağım’’ demiş, onu bekliyor "
" Çok sevindim, kaç tane çocuğun var teyzem "
" Dört çocuğum var, büyük oğlumun kolunda ufacık bir yara çıktı doktora gitti bir ay içinde kötü hastalıktan öldü. Oğlum ölür ölmez gelinim bir torunum vardı alıp babasının evine gitti."
Hadi gel gülümse Ümmühan!
Yol boyunca hayata dair türküler söylüyordun. Şimdi ise öylece kalakaldın değil mi dedim kendime. Yüzümde renk atıp, kanımın çekildiğini hissedip oturup kaldım taburenin üstünde. Teyzenin bembeyaz yüzündeki o masmavi kan çanağı gözlerine baktım. Dilimden o an güçlükle tek cümle çıktı.
" Eşin yaşıyor mu? "
" Öldü "
Cılız sesi üzüntüyle doluyor ve güçsüzleşiyordu, şimdiye kadar rastlayamadığım bir durumdu bu.
"Ne zaman?"
"On altı yaşındaydım eşime kaçtığımda. İki kız iki oğlan dört çocuğumuz oldu. Birbirimize destek olup, ilk günkü heyecanla sevgimizi koruduk. Biraz kıskançtım eşim çok yakışıklıydı, kıskançlığımla söylenir ara sıra üzerdim onu. On gün boyunca küstük birbirimize. Eşim yanıma gelip ’’hakkını helal et, denize balığa açılıyorum’’ dediğinde, ’’hakkım sana helal-i hibe olsun’’ dedim.
Özlemini, yansıtmak istemiyordu. Yüreğinin sıkıştığını hissettim, sesi titriyordu. Elini sıkı sıkı tuttum, ikimiz arasında acılı hatta ağrılı bir sessizlik oldu, sustuk bir müddet. Sonra ağlamaklı devam etti.
Kocam,
"Güler, bu gece bir rüya gördüm. Denize düşüp ölüyordum"
Eşime döndüm,
" Bende çok kötü rüyalar gördüm Ramazan. Erkek kardeşin salonumuzun ortasında mezar kazıyordu. Ben de niye mezarın üstünü örtmüyorsunuz değip ağlıyordum.
Ayrılık vakti geldiğinde alçak sesle duamı ederek okumaya başladım, sarıldık birbirimize. Son sarılışımız olduğunu bilmeden hem de hasretle.
Kötü haber tez ulaşır köye. Balığa üç arkadaş birlikte çıkmıştılar. Fırtınada tekne alabora olup battı. İki arkadaşının cesetlerine ulaştılar. Eşimin cesedini bulamadık.’’
Teyze yorulmuştu anlattıklarından. Biraz soluklandı en zor yerine geldiğini hissediyordum.
"Mezarı açık kaldı’’ deyip tekrar susup devam etti.
’’Yaşım yirmi sekiz dört çocukla kimsesiz kaldım. Kimsen olmadığında yanında da kimse kalmıyor. Bir tek senin ’’amcacığım’’ dediğin kardeşim Recep yardım etti. Eşim yirmi sekiz yaşında delikanlı kaldı, bense yaslı ve yaşlı"
O an gökyüzünün güzelliği, etrafımızdaki orman, ağaçların üstündeki kırlangıçlar, üzerimizde esen rüzgârlar bu kez türkü değil ağıtlar yakarak ağlıyordu.
Güle oynaya gittiğim yoldan arabamda bir kasa kestane, bir çuval fasulye ve diğer sebzelerle dönerken hiç kımıldamaya hâlim olmaksızın deyim yerindeyse taşlaşmış vaziyette ’’Allah’ım hiç kimsenin mezarını açıkta bırakma’’ deyip dua edip ağlıyordum.
"Mezarı açık kaldı..."