- 395 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SON UMUT
Yönetmenliğini Hollywood’un Avustralya asıllı ünlü sinema sanatçısı Russell Crowe’nin yaptığı “Tha Water Diviner”, Türkçe adıyla “Son Umut” adlı filmin basın gösterimi yapıldı. Ne olmuş yapıldıysa demeyin. Çok şeyler vardı bu filmin gösteriminde ve özellikle de içeriğinde. Filmin bir bölümü Türkiye’de çekilmişti.
Russell Crowe, “Son Umut” adlı yapıtını, önceden yapılmış olan “Gelibolu” filminin devamı gibi tam bir profesyonellikle, tarafsız gözlem ve araştırmalara dayanarak yapmış. Russell Crowe, aynı zamanda atalarını binlerce kilometre ötedeki bir ülkeyi, yani Anadolu’yu işgal girişiminde bulundukları için eleştiren ve yargılayan yürekli bir aydın. Filminde bu konulara ayrıntılı bir şekilde yer vermiş. Filmde Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi sanatçılarımız da rol almışlar.
Filme konu olan Çanakkale Savaşı, Türkler için modern ulus olma yolunu açan önemli bir savunma savaşı olmasının yanında, mertlik ve yiğitliğin savaşırken bile terk edilmeyen erdemlerinin sergilendiği tarihin tanık olduğu eşsiz olaylardan birisidir. Savaşın acımasızlığına paralel olarak insanlık onurunun ve erdemlerinin savaşanlarca bile unutulmadığı, nesilden nesile anlatılarak aktarıldığı, cephelerde söylenen ezgilerin farklı kültürlerde bile gözyaşı döktürdüğü anılarla dolu bir çarpışmadır Çanakkale Savaşı.
Bu savaşlarda yaralı düşmanını kurtarmak için sırtına alıp taşırken düşman kurşunlarıyla şehit düşen Mehmetçik öyküsü de vardır, savaştan çekilirken bırakılan yiyeceklerin temiz olduğunu söyleyecek kadar centilmen olan düşman askeri de.
Russell Crowe, “Son Umut” adlı filmini yapmadan önce Çanakkale Savaşlarını anlamış ve araştırmış olmalı ki I. Dünya Savaşı yıllarındaki emperyalizmi sorguluyor ve Türklerin haklı mücadelesini takdir ediyor. Kuşkusuz hem Russell Crowe’nin hem de Anzakların pozitif duygularla Türklere yaklaşımında Mustafa Kemal’in 1934 yılında Anzaklar için söylediği o ünlü sözler etkili olmuş olmalı:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost milletin topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda can verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bu sözler, düşmanlığı tarihe gömen sözlerdir. Russell Crowe, bu sözlerin bütün Avustralyalılar tarafından ezbere bilindiğini söyleyerek bu kadar asil bir anlayışın dünyada benzerinin olmadığını da belirtiyor.
Russell Crowe’nin yaptığı “Son Umut” adlı filmde Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye ruhu, Türk askerinin onuru, gururu, kalbi güzelliği, Türk kadınının ahlakı ve aydın görüşlülüğü, işgal edilen bir ülkenin nasıl korkusuzca kendini savunduğu gibi konular alabildiğine akıcı bir üslupla anlatılmış.
Filme konu olan Çanakkale Savaşlarının geçtiği yılları bir iki cümlede hatırlayalım.
1914-1918 yılları arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı, Anadolu için büyük bir yıkım olmuştu. Balkan yenilgisinden büyük kayıplarla çıkan Osmanlı Devleti, sahip olduğu topraklardaki enerji kaynakları yüzünden emperyalist güçlerin iştahını çekmiş ve nihayet bu güçler, paylaşım savaşını başlatmışlardı. I. Dünya Savaşı’nda Anadolu’dan askere alınan 20-45 yaş arasındaki Anadolu gençleri birçok cephede savaşmışlar ve büyük bir çoğunluğu cephelerde şehit düşmüştü. Bu cephelerden biri de Çanakkale cephesiydi. Yarım milyon insanın toprağa düştüğü Çanakkale cephesinde Çanakkale Savaşı zayiatları; Şehit sayısı: 59.408, Hastane kayıpları: 21.000, Kayıp ve esirler: 11.000, Hasta veya savaş dışı kalanlar: 64.000, Yaralılar: 97.000 Toplam: 252.408 kişidir. Ancak burada bir konuyu açıklamakta yarar vardır; Osmanlı Devleti yalnızca muharebe esnasında hayatını kaybedenleri şehit olarak kayıtlara geçmiştir. Yaralanıp hastanede yaşamını yitiren, ya da hastalık nedeniyle yaşamını yitirenler şehit olarak kayıtlara geçirilmemiştir. Bunlara genellikle zayiat denilmiştir.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra geriye dönebilen asker sayısı % 5’tir. Yani 100 kişiden ancak 5’i yıllar süren savaştan sonra evlerine dönebilmişlerdir. Bu korkunç trajedi sonunda Anadolu’da yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan savunmasız ve yardıma muhtaç bir nüfus kalmıştır.
Yukarıdaki satırlarda hatırlatmak istediğim konular çoğumuzun malumudur. Ancak ben bugüne kadar bu emperyalist saldırganları “Başkalarının topraklarında ne arıyordunuz? Ne hakla bir ülkenin topraklarını işgal ediyorsunuz?” diye sorgulayan bir Türk sinema yapımcısının eserini duymadım. Bizim film yapımcıları daha çok mübadele hikâyeleri, bir Türk’le bir Rum ya da Ermeni’nin aşk öyküleri gibi çoğu uyduruk temaları işlediler. Üstelik kimi “aydın” denilen kişiler bu emperyalist işgali sorgulamayı yapmak bir yana üç kuşak gencini cephelerde bırakan devletin işgal kuvvetleriyle işbirliği yapanlar için almış olduğu zorunlu göç ettirme tedbirlerini eleştirmeyi aydın olmanın koşulu saydılar.
Russell Crowe’yi bu soylu davranışı için Türk Milleti’nin bir ferdi olarak kutluyorum. Bizim içimizdeki “soysuzluğu savunanlar” ile mücadelem yaşantım boyunca devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.