- 970 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
979 - NARSİST
Onur BİLGE
Nesteren gerçekten güzel bir kızdı ama havasından geçilmiyordu. Özseverlerin başında geliyordu. Okulda asistanlarla hasbıhal ediyor, soruları almaya çalışıyordu. Devam etmiyor, yalnız imtihan zamanları geliyor, kolaya konmak istiyordu. Ne ders dinlemiş, ne not tutmuş, belki kitap bile almamış, çıkan teksirlerden de haberi yok ama kısa yoldan en yüksek notları alıp İstanbul’daki işine dönme gayreti içinde çalmadığı kapı bırakmıyor, amacına ulaşmak için dokuz takla atıyordu.
“Narsistik kişilik bozukluğuna kusursuz bir örnek!” diyordu Orçun. O, okul idaresiyle öğrenciler arasında mekik dokuyan biriydi ama böyle bir hazırcılığı aklından bile geçirmiyordu. Dede de böyle narsist insanlar için:
“Böyleleri yalnız kendilerini düşünürler. Her konuda tek ve biricik olmak isterler. Bir onlar başarılı olmalı, en başarılı hem de… Yalnız onlar güzel olmalı, en alımlı, en şık… Kendilerinden başka kimseye değer vermezler, kimseyi sevmezler. Başkalarını kıskanır, başarılarını hazmedemezler. Her alanda kurdeleyi göğüslemek, göklere çıkarılmak isterler. Övülmekten ve saygı görmekten fazlasıyla hoşlanırlar. Başarılarını, pireyi deve yaparak aktarırlar.
Özel olduklarına inanırlar. Toplumda dikkati çekmek için ellerinden geleni yaparlar. Ders verircesine mütemadiyen bir şeyler, daha çok kendilerini anlatırlar. Kimseye fırsat vermezler. Sırf kendileri konuşsun, herkes onları dinlesin… Öğünürler de öğünürler… Kibir, gurur onlardadır. İşleri güçleri çalım satmaktır.
Yönetilmeye gelemezler. Yönetmeyi elden bırakmaya yanaşmazlar. Meşhur olmak isterler. Her bakımdan kendilerine hayran oldukları için ruhsal, bedensel ve zihinsel yönden herkes tarafından övgü beklerler.” demişti.
Nesteren’in soruları bile bilgiççe… Sanki sormuyor, bildiklerini anlatıyor… Sanki kimse bir şey bilmiyor, bir o biliyor! Anlatımları öylesine açıklamalı ve etraflıca… Bildiği bilmediği her konuya balıklama dalıyor, yorumlamaya kalkıyor.
Nesteren gelince bütün başlar ona doğru çevriliyor. Bakışları üzerinde toplamayı başarıyor. Bir anda herkesi etkiliyor ama bencilliğini fark eden ondan uzaklaşıyor. Bir de övünmesi herkesi bıktırıyor.
Hazıra konma arzusunun yanı sıra her derste en yüksek notu almayı hedefliyor. Bunun için denemediği yol kalmıyor! Böyleleri, hedef belirler, ona ulaşmak için her şeyi göze alabilirlermiş. İş alanında da başarılı olmak için o kadar çok gayret sarf ederlermiş ki zamanla işkolik olurlarmış.
Her yerde benlikleri bedenlerinden fışkırırmış. Beklemeye katlanamazlar, kuyruğa girmek, kurallara uymak istemezlermiş. Kırmızı ışıkta geçmekten haz alırlarmış. Bir bin kattıkları için sözlerine güvenilmezmiş.
Nesteren’de narsizmin bütün özellikleri var. “Ayna ayna! Söyle bana, en güzel kim?” dercesine salınıyor etrafta. Altıparmak Caddesinde yürürken kaldırım sarsılıyor. Esnaf dışarıya fırlıyor. Bursalılar kız görsün!
Geçen yıl yine okula devam etmemiş, tam haziran sınavlarına üç gün kala çıkıp gelmişti. Yakından tanıdığımız, karakterini iyi bildiğimiz için bizden yüz bulamadı. Sağa sola yalpaladı, dişine uygun birilerini aradı. Çok acelesi vardı. Birilerinden notları alacak, şöyle bir bakacak. Asistanlara yaklaşacak. İstanbul’dan getirdiği selamları hocalara iletecek. Bu vesileyle kendisini gösterecek. Aklı sıra işini yürütecek.
Yine bizim asistanların birisinin kapısını çalıyor. Çam sakızı gibi yapışıyor yakasına! Kırıtıyor sırıtıyor… Sınavda neler çıkacağını soruyor. Soruları onların hazırladıklarından emin… O da başından savmak için “Yaz!” diyor ve güya soruları yazdırıyor.
Bizim kız, mal bulmuş Mağribî gibi etekleri zil çala çala odadan çıkıyor. Ağzı kulaklarında… Bir hava bir hava! Doğru sinemaya… İki film birden seyrediyor. Geç vakit, pansiyoner olarak kaldığı eve gidiyor. Ertesi gün o sadece o soruların cevaplarını ezberliyor. Sınav günü yine iki dirhem bir çekirdek, salona giriyor. Mimi mini eteğini çekiştirerek bir yere kuruluyor ve soruları beklemeye başlıyor.
O asistan da orada. Soruları okumaya başlıyor. O da ne? İlk soru bambaşka… İkinci de öyle… Takip eden diğerleri de… Bir tanesi bile eline verilenleri tutmuyor. Sağa bakıyor, sola bakıyor… Kızarıyor bozarıyor. Asistana fena fena bakıyor. Bir hışımla kalkıyor, kâğıdı boş vererek çıkıyor.
Ne yapalım, Nesteren Hanım! Her zaman kedi balık yemez! “Her zaman papaz pilav yemez!” diyenler de var, “Her kuşun eti yenmez!” diyenler de… Herkes senin avın olamaz ya! Al bakalım! Öyle olmaz, böyle olur!..
Aynalı Kız çıkıyor dışarıya! Aman Allah’ım! O ne çıkış öyle!.. Ateş püskürüyor asistana! Veriyor veriştiriyor!.. “Ne oluyor?” diye soruyor Kamber. Girişteki ayakkabı boyacısı… Ağzına geleni sayıp döküyor! İki dizi gözyaşı döküyor, bol maskaralı. İki dizi isli kurumlu kara su… Kireç badanalı yerden evlerin dış duvarlarına soba borularından akarcasına… Kurum murum kalmıyor. Maskaraya dönüyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor hırsından! Kendi kendine söyleniyor yana yakıla! Soluğu kantinde alıyor! Kapanıyor içerdeki masalardan birinin üstüne… Eh! Bu da iyi bir ders olun ona!
Bu yıl yine ortalıkta yok. Yine yıl boyu yan gelip yatacak çoğunluk gibi anlaşılan. Zaten boykot yapılacağından söz ediliyor. Daha çok sınavlara yakın ayaklanıyor öğrenciler. Asıl maksatları memleket meselesi falan değil bizimkilerin. Özellikle dersleri asanların, gelip çatan sınavlardan bir süreliğine de olsa kurtulma, onları ertelettirerek, hazırlanabilmek için vakit kazanmaktan başka bir amaçları yok bence. Çünkü hangi taraf boykot kararı alsa, karşı fikirdekiler de kuzu kuzu uyuyor onlara. İki tarafın da işine geliyor çünkü. Oysa bir kişi bile sınava girse yüzlercesinin hakkı yanacak! İmtihan yapılmış sayılacak. Otomatikman o sınavlardan başarısız sayılacaklar. Öğrenim süreleri bir yıl daha uzayacak. Hayata daha geç atılacaklar. Daha geç evlenecekler. Yine de bu riski göze alıyorlar.
Bir defasında, sınavın birinde bize: “Bu soruların cevapları kitaplarınızda yok. Yıl içinde verilen derslerde tuttuğunuz notlardan faydalanabilirsiniz. Bize, sorumluluk taşımayı bilen bireyler lazım. Hiç okula uğramayanla, aylarca derslere devam edenleri aynı kefeye koyamayız. Defter kitap serbest!” dendi. Hemen defterlerimizi açtık, notlarımıza bakarak soruları kolayca cevapladık. Bursa dışında olan, sadece sınavdan sınava okula gelenler öylece kalakaldılar. “Buyurun cenaze namazına!..” dedi birisi. Söylene söylene teker teker salonu terk ettiler.
Devamsız öğrencilerin bir kısmı ailelerinin geçimlerini temin etmek için çalışmak mecburiyetinde… Bir kısmı evli, bir kısmının da ailelerinin geçim düzeyi o kadar düşük ki ebeveynlerin çocuklarına sekiz dokuz ay boyunca para göndermeleri olanaksız. Okula yakın evlerin kiraları çok yüksek, uzak olanlarınkine ulaşım masrafları eklenince ikisi de aynı hesaba geliyor. Yeme içme ve diğer masraflar… Hele dar gelirli, kalabalık ailelerin çocukları çok zor durumda…
Virane Kafe, aynı zamanda öğrenci yurdu halinde… Orada herkes çalışarak kendi harçlığını çıkarmakta… Duygu’yla Ahmet yalnız değil. Temizliğe, yemeğe, alışverişe, servise yardım edenler var. Ayrıca zemin kattaki atölyede el emeği ahşap işler seri şekilde üretilip pazarlanmakta… Virane’nin müdavimlerinin çoğunluğu öğrenci olduğu halde bahşiş kutusu sık sık dolmakta…
Ahmet’le Duygu’nun beklentileri yüksek… İşletmeciliği iyice öğrendiler. Gözleri Altıparmak Caddesi üstünde bir işyeri açmakta ama Define’yi yalnız, yatılı öğrencileri dayanaksız bırakmaya vicdanları elvermiyor. Yerlerine birilerini yerleştirmeden hayallerinin peşinden koşmaya niyetli değiller. Bu arada evlilik hazırlıkları son hızla devam ediyor.
“Düğün hediyesi istemiyoruz. Sakın bize ev eşyası, tablo biblo gibi şeyler almaya kalkmayın. Biz, evimize koyacağımız eşyaları birlikte seçeceğiz. Kendi zevkimize ve beğenimize göre…” diyorlar. Yerden göğe kadar haklılar. O evde onlar yaşayacaklar.
“Amerikan Pazarı’ndan yanmayan tava, kesme bardak, en kaliteli tabaklardan falan da mı istemezsiniz?” diye sormuştu da Neşe: “Hayır! Her şeyimizi birlikte seçeceğiz. Çünkü onları biz kullanacağız.” demişti Ahmet.
Duygu akşama kadar Virane’de çalışıyor, akşam da boş durmuyor, evde etamin örtüler üstüne kanaviçe işliyor, dantel örüyor. Yaptıklarını getirip bize de gösteriyor. Çeyizine çevresindekiler de yardım ediyorlarmış. Malum, elişleri çeyizlerin en önemli parçaları…
İhsan, birkaç dergi ele geçirmiş. Ev dekorasyonuyla ilgili… Ahmet’le Duygu, biraz boş kalsalar, ellerine onları alıp baş başa hayallere dalıyorlar. Hayatlarının belki de en mutlu anlarını yaşıyorlar. Onlara baktıkça:
“Onlarda kendi gençliğimi, ev bark sahibi olacağım zamandaki heyecanımı görüyorum. Ne hayallerle kurmuştum yuvamı! Denize nâzır saray gibi bir ev kiralamıştım, mirasyediler gibi döşemiştim de içinde şöyle bir saat gailesiz, huzur içinde oturamamıştım. Nevin’i memnun etmek, Nesrin’e nispet yapmak için gece gündüz dazıra dazır çalışarak kendimi mahvetmiştim! Ah! Aptal kafam!.. O kadar çalışıyor, o kadar kazanıyordum, yine de borç paçamdan akıyordu! Şimdiki aklım olsaydı, kendimi heba eder miydim hiç! Hey gidi gençlik hey!..” diyor Define.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 979