PİLAV
PİLAV
Evin ilk torunuydu. Dünyaya geldiğinde kimi anne, kimi baba, kimisi de dede, nine, hala, teyze olmuştu. Minnacıktı ama etkisi büyüktü. Evde herkesin yüzü güler olmuştu. Aynı zamanda da etrafa mutluluk saçandı. Hal böyle olunca şımarıklık da kaçınılmaz oldu. Dedesi der: ‘’benim torunum pehlivan olacak’’ ninesi der: ‘’el kadarcık daha yumurcak. Anne baba sessiz kalsa da onların da yüreğinde yatan bir aslan vardı elbet.
Kamil bebek ne çabuk da büyümüş okul çağına gelmişti. Bu arada biri oğlan diğeri kız ikiz de kardeşleri olmuştu. Bir ara tahtı sallanır gibi olsa da konu okul olunca bir adım öne geçti yine Kamil. Dedesi artık ‘’pehlivan olacak’’ diye yüklenmese de bu sefer babası tutturdu ‘’oğlum mühendis olacak’’ diye… Dokuz ay karnında taşıyan, binbir eziyetle onu doğuran, geceleri uykusuz kalan anneye söz hakkı yoktu tabii bu arada…
İlkokuldan sonraki yatılı okul yaşamı da yine bir köy gibi yerlerde geçmişti. Okul kütüphanesinden en çok kitap alanların başında gelirdi çoğu zaman. Arkadaşları onu başkalarına ‘’kitap kurdu’’ diye tanıtırlardı. Başarılı bir eğitimden sonra kendisine üniversite kapıları da açılmıştı.
Yatılı okulda iken birkaç kez okul gezilerine katılmış, İstanbul’u da ilk defa o zaman görmüştü. Üniversite ile de ilk defa bir şehir yaşantısı olacaktı. Okuduğu bölümdeki genç kızların dikkatini çekecek kadar da yakışıklıydı. Arkadaşları arasındaki kız erkek ilişkileri ona garip geliyordu. Köylerinde daha çocukluğundan beri karşı cinsler arasındaki ilişkiler ‘’günahla ayıp’’ arasında geçmişti.
Yıllar ilerleyip de son sınıfa geldiğinde özellikle ninesinin fırsat buldukça ‘’torunuma İstanbullu bir gelin ne de yakışır’’ diye içinden geçenleri dillendirdiği olurdu…
Okulu artık bitmek üzereydi ki, İstanbullu bir kız arkadaşı ile yakınlaşmalar başlamıştı. Aileler arasında İstanbul’da iş tatlıya bağlandı. Gelecek için bir yuva kurmak amacıyla aileler arasında güzel bir mekanda söz alyansları takıldı. Kamil’in ve ailesinin en mutlu günleriydi… Ertesi günü Kamil’in ailesi memleketlerine döndüler. Kamil iş bakacak, sözlüsü ile biraz daha zaman geçirerek birbirlerini daha iyi tanıyacaklardı.
Ertesi gün anne babasını otogardan yol eden genç çiftler akşam yemeğini güzel bir lokantada yemek istediler. Şöyle Boğaz manzaralı bir yere oturdular. Garsonun önlerine koyduğu menüyü incelediler. Orada yazan yemek isimlerinin çoğu Kamile yabancıydı. Yemekler geldi yemeye başladılar. Sözlüsü göz ucuyla da Kamil’i süzüyor, çatal bıçak kullanmada acemilik çektiğini görüyordu. Kamil böyle şeylerle karın doyurmuş birisi değildi. Aradan geçen zamandan sonra garsonun ‘’Başka bir isteğiniz var mı efendim?’’ diye sorduğunda Kamil ‘’az pilav rica edebilir miyim?’’ dedi. Garsonun ‘’Buyurun efendim az pilavınız’’ diyerek tabağı Kamilin önüne koydu. Kamil kaşığı aldığı gibi pilavı yemeğe başlamıştı ki, sözlüsü ayağa kalktı. Parmağındaki alyansı çıkardı. Masanın üzerine koyarak ‘’Kamil Bey size mutluluklar dilerim. Pilavı kaşık ile yiyen biriyle bir ömür yaşayamam’’ diyerek çantasını kaptığı gibi bir hışımla dışarı çıkarken hesabi ödeyerek mekanı terk etti… Salih KOÇ