- 381 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sudur nazariyesi ve Farabi...
Sudur nazariyesi ve Farabi...
Evet...dinle felsefeyi uzlaştırmak istedi Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar...Yanıldılar...
Başta Gazzâlî olmak üzere sudûr teorisi İbn Rüşd, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ve Takıyyüddin İbn Teymiyye gibi kelâmcı ve filozoflarca çeşitli açılardan eleştirilmiştir...
İlahı budamaktır sudur teorisi...Şirk de ilahı budamaktır...sınırsız olmayana akıl ve nakil ilah demez...eksik olana ilah mı denilir...Şirk Allaha ortak düşman dost kız oğul verdi...sudur da sınırladı Allahı..
Evet... zaman bakımından yaratma ile sudûr arasında herhangi bir fark yoktur...
Çelişkilerle dolu bir teoridir sudur teorisi...
Evet...SUDUR TEORİSİ ulûhiyyet kavramıyla ve Allah’ın mutlak kemaliyle bağdaşmaz ...(Gazzâlî, s. 125-130
Evet...sudur teorisi çelişkilerle dolu ve zararlı bir teoridir...çürüktür...esmaya akla ve nakle terstir...ama yine de...Sudûr teorisinin İslâm felsefe ve kültürüne yansımaları küçümsenmeyecek ölçüdedir. Bu sistemle Meşşâî felsefesi yeni Eflâtuncu unsurlarla eklektik bir görünüm arzederken Sühreverdî el-Maktûl ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi mistik ve teosofik düşünürlerin varlığın oluşum ve işleyişini yukarıdan aşağıya, metafizikten fiziğe ya da mânevî ve ruhanî olandan süflî ve maddî olana doğru bir sıra düzeni içinde yorumlamaları farklı isimlerle de olsa âdeta bir gelenek olmuştur. Bu teorideki akl-ı evvel, akl-ı kül, akl-ı küllî, nefs-i kül ve nefs-i küllî kavramları Şiî-bâtınî düşüncesinde, tasavvuf ve edebiyat alanlarında farklı bağlamlarda yaygın biçimde kullanılmaktadır. İbn Sînâ kanalıyla Eş‘arî kelâmına yansıyan vâcip, mümkin, vâcibü’l-vücûd, mümkinü’l-vücûd, vâcib bi-zâtih, vâcib bi-gayrih gibi kavramlar dışında sistemin bütünüyle benimsendiği söylenemez (bk. Seyyid Şerîf el-Cürcânî, II, 329-331).
"Bilinmek istedim ve yarattım"aynadır yaratılan amaç bilinmekti...Allahın irade sıfatı vardı...her an hissedilir Allahın esması ve sıfatları...tatile ihtiyaç duymaz ki.. ve yorulması düşünülemez Allahın sıfatlarının pasife çıkarma esmayı...deizmde de sudur teorisinde de esmayı pasife çıkarmak yanlışı var...
Evet...esmayı pasife çıkarma mesela yaratma sıfatı süreklidir...yenindir her yaratılan ve farklıdır bir öncekinden...Koyunları çobana sor farklılıklarını o bilir...Farklılık adl sıfatının etkisinin ürünü ...Her şey farklı ...iki kum tanesi bile farklı birbirinden şeytan melek Adem farklı ve onlar da aralarında farklı...görevleri de farklı...esma deizmi çürütüyor...esmanın her an müdahalesi var yaratılana...Her yaratılan farklı yani farklı bir iradenin sonucu...
Sudur mümkün değil der esma...her an yeniden yaratıyor Allah...insanın her yıllık fotoğrafı bile farklı
Peygamberlik son buldu...görevleri yok olan yaratılmışlar da var...
Şafi sıfatı her hasta canlı üzerinde işlemler yapıyor...yeni doktorlar ve yeni bulunan ilaçlar var aşılar var...
Bütün unsurlarıyla evrenin nasıl meydana geldiğinin merak edilmesi ve bu merakla çeşitli teoriler üretilmesi, insanlık tarihiyle yaşıt mevzulardandır. Yaratılış teorileri arasındaki yerini Helenistik dönemde alan Sudûr nazariyesi, Yeni Platoncu akımın kurucusu Plotinos’un geliştirdiği bir teoridir.
Sudûr nazariyesinde, varlığa kaynaklık edecek ilksel varlığın, zorunlu olarak ezelî ve ebedî şekilde var olması gerektiği gibi, kendi varlığını kendinden alması, değişmemesi, bölünmemesi, hatta aşkın ve yetkin olması da zaruridir. Mevzubahis nitelikleri bünyesinde toplayan yegâne varlığın sadece Tanrı olduğu düşünüldüğünden, Sudûr nazariyesinin ihtiyaç duyduğu ilksel varlığın da Tanrı’dan başka bir varlık olamayacağına kanaat getirilir (Hançerlioğlu, 2012: 402).
Evet...Yaratmanın bir eylem olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde ve her eylemin de bir değişmeyiberaberinde getirdiği düşünüldüğünde, Sudûr nazariyesiyle kâinatın meydana gelebilmesi için Tanrı’nın herhangi bir eylemde bulunmak zorunda kalmayacağı bir teori geliştirilmiş olur. Böylelikle Tanrı’nın doğrudan kâinatı yarattığına dair görüşün gündeme getirdiği, eylem gerçekleştiren Tanrı tasarımıyla zedelendiği düşünülen Tanrı’nın değişmezliği, saflığı, birliği, edimselliği ve yetkinliği gibi hususlar mutlak düzeye ulaştırılır veya bu niteliklere düşen gölge bertaraf edilmiş olur (Cevizci, 2011:163-164).
Sudur nazariyesi tasavvuf edebiyatını çok etkiledi...ve Abdülhak Hâmid Tarhan’ın da Sudûr nazariyesine katkı veren şiirleri var...yaratılışın metafizik boyutunu inkâr etmeyen hemen herkes tarafından kabul gören, Tanrı ve onun yoktan yaratma kuvvetine dikkat
çekmekle işe başlar. Ardından çeşitli şiirlerinde “zât-ı tecelli” (Tarhan, 2013: 452), “gaybü’l gayb”
(Tarhan, 2013: 305), “uluhiyyet” (Tarhan, 2013: 451), “felek” (Tarhan, 2013: 139), ve “vücûd-ı vahdet”(Tarhan, 2013: 185) gibi terimleri şiirine taşımak suretiyle, tasavvuf felsefesiyle ileri sürülen Sudûr nazariyesine doğru meyleder. Böylelikle Allah’ın zâtını merkeze alarak, bütün kâinatın Allah’ın irade ve emriyle, yine Allah’ın zâtından türediğine dikkat çekti...
Evet...hulülcülük batinilik vahdet-i vucutçuluk ...Hz İsanın Allahın oğlu sanılması makulleşti sudur teorisiyle...ama Esmanın etkilerini sudur gibi göstermek yanılgıdır...Yaratılan yaratandan bağımsız değil...ama Allahın zatı bilinmezlerdendir...bir vahdet var ama hulül yok...Baba oğul ilişkisi benzeri bir bağ da yok Allahla en kıymet verdiği yarattı insan ile bile...Sudur mümkün değil...deizmin iddialarını da esmanın etkileri yalana çıkarır...çürüğe çıkarır...hulülcü bir vahdet algısı da mümkün değil...Allah diri diri kumlara gömülen kızların feryadını duyar...hz HAVLENİN de sesini duyar...kürtajla alınan bebelerinde sesini duyar...Faizle dolandırılanların da ..."Alma mazlumun ahinı çıkar aheste aheste denilmiş...mazlumun da sesini duyar Suriyede savaşta aç kalan ve ölen çocuklarında sesini duyar...ama bütün bunlar sudura delil değil aksine esmanın şu an bile aktif olduğuna delil...