- 386 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YAVADILI MEMİL OĞLU MEHMET
Balkan Harbi, I. Dünya Harbi, İstiklal Harbi derken on yıl geçmiş, halk iyice savaşmaktan bıkmıştı. Savaşlar hala da devam ediyordu. İlan edilen seferberlikle birlikte Mesudiye köylerindeki bütün gençler cephelere gönderilmişti. Seferberlik günü de bir başkaydı. O gün Yavadı sanki bayram yeriydi. Askere alınanların oluşturduğu kafilenin bir ucu Ahi Pehlivan Cami’inde, diğer ucu Hüseyin Dede’de. Nice delikanlılar gitmişti seferberlikte. Sadece Yavadı’dan 250’nin üzerindeydi gidenlerin sayısı. Onlar, son bir defa sevdiklerine el sallarken başlarına neler geleceğinden habersizdiler. Yıllar geçmiş, dönen olmamıştı. Savaşa gidenlerin evde çoluk çocukları açlıktan ha öldü ha ölecek. Bir deri bir kemik kalmışlar, iskeletleri dışarıdan görünür olmuştu. Köylerde açlık ve sefillik almış başını gitmişti.
Yavadı’dan üç kafadar cephelerde epeyce savaştıktan sonra her nasılsa sağ kalabilmişler ve aylarca süren yolculuktan sonra köye dönebilmişlerdi. Ne var ki savaşlar devam ettiği için kaçak durumundaydılar. Yakalanma korkusuyla evlerine bile girememişlerdi. Çocuklarına ve ailelerine sahip çıkma güdüsü onları hırsızlığa yöneltmişti. Yayladan millet çekildikten sonra Kızılağaç yaylasında bir mandaya rastladılar. Bu hayvan tam arayıp da bulamadıkları bir nasipti. Ayaklarında çarıkları eskimiş, topukları kan içinde kalmıştı. Ellerindeki urgandan yararlanarak hayvanı çevirdiler. Çok zahmetli bir uğraştan sonra güç bela yere yatırdıkları hayvanı kestiler. Derisini yüzüp aldılar. Etinden de bir miktar alarak diğer kalan kısmının ne yapılması gerektiğini düşündüler. Kendileri gibi aç ve sefil insanların da bulunduğunu düşünerek derisini yüzdükleri hayvanın üzerine bir kâğıda şu yazıyı yazdılar:
“Bayırdan indirdik düze,
Çok zahmet verdi bize,
Eti size, gönü bize,
Vallahi mısmıl, billahi mısmıl”
Mısmıl yazmışlardı ki ete rastlayanlar alıp korkusuzca yiyebilsinlerdi. Gel zaman git zaman bu grup jandarmanın da takibiyle nihayet yakalanmıştı. Mesudiye Jandarma Kumandanı “Gücük Binbaşı”nın kılıcının önünün de arkasının da kestiği yıllardı. Nice garip asker kaçaklarını idam sehpasında sallandırmış, merhametsiz bir herifti Gücük Binbaşı. Sonunda Yavadılı üç kafadar bu binbaşının eline düşmüştü. Her ne kadar “Çoluk, çocuk var, evde genç gelin var” diye yalvardılarsa da nafile. Gücük Binbaşı kafaya koymuş bu kafadarları bir sabah vakti asacaktı. Memil oğlu Mehmet, İmamgilin Şakif ve Şakif’in kardeşi Kâşif asılacakları günü beklemekteydi hapishanede.
Onlar sıralarını bekleyedursunlar, Gücük Binbaşı Mesudiye çayırına idam sehpasını kurmuş kaçakları asmakla meşguldü. Yüz elliye yakın asker kaçağı asılmıştı. Sırası gelen asılıyordu.
Bir akşam üç kafadara kara haber gelmişti. Yarın sabah asılacaklardı. Bu gece sabaha kadar ömürleri kalmıştı. Hiçbirini uyku tutmadı. Memil oğlu Mehmet’i de uyku tutmamıştı. Cepheden direk kaçmamışlardı ki! Ordu dağılmış, canlarını kurtarmışlardı. Boşu boşuna asılmak da onlar için ikinci bir ölümdü. Çocuklarını kurtarmak, aç kalmalarını önlemek için gelmişlerdi ama şimdi şerefsiz bir ölüm bekliyordu onları. Bu durum gücüne de gidiyordu Memil oğlu Mehmet’in. Sabah şafak sökerken artık sonlarının geldiğini anlamış, elini kulağına tutarak yanık yanık bir türkü tutturmuştu:
“Bir sandığım vardır, sırmadan telden,
Bir çift yavrum vardı, tomurcuk gülden,
Nasıl ayrılayım gül yüzlü yârden,
Seneler seneler ah bu seneler,
Gide de gelmeye kötü seneler…”
Hapishanenin bitişiğindeki lojmanda oturuyordu Gücük Binbaşı. Küçük de bir çocuğu vardı. Çocuk sabaha karşı ağlamaya başlamıştı. Karısı kalkmış, ağlayan çocuğunu avutmakla meşguldü. Çok yakın olan hapishaneden gelen yanık ses, binbaşının karısının dikkatini çekmişti. O da insandı nihayet. Hem çocuğunun beşiğini sallamış, hem de yanık sesli bu garip hükümlünün türküsünü dinleyerek ağlamıştı. Binbaşı sabah çayını içip işe gitmeden karısı:
-Bu sabaha doğru çocuğun beşiğini sallarken hapishaneden gelen türkü sesinden çok duygulandım. Bu türküyü söyleyenin kim olduğunu sorup öğrenir misin?
Her ne kadar onlarca garibanı asan Gücük Binbaşının yüreği taş bağlasa da karısının ısrarına fazla dayanamadı. Bir asker çağırarak:
-Oğlum git öğren bakalım, bu sabaha karşı türkü söyleyen kimmiş. Hemen bana haber getir.
Asker çabucak hapishaneye gitmiş ve türkü söyleyeni öğrenmişti. Komutanına haberi getirdi:
-Kumandanım, Yavadı’dan Memil oğlu Mehmet ve arkadaşları. Asker kaçakları. Bu gün asılacaklar.
Binbaşının karısı kocasına yalvarmaya başladı:
-Ne olur bu adamı astırma. Bak bizim de çoluk çocuğumuz var. Onun da çocukları varmış. Ben bu adam asılırsa hayatım boyunca bu türkünün etkisinde kalırım.
Binbaşı, evden ayrılıp hapishaneye gelince yanındaki askerlerden birine:
-Bana Yavadılı Memil oğlu Mehmet’i çağırın bakalım! dedi.
Askerler Memil oğlu Mehmet’i binbaşının huzuruna getirdiler. Memil oğlu Mehmet:
-Buyurun kumandanım, dedi.
Gücük Binbaşı:
Sen asker kaçağı imiş ve bugün de asılacakmışsın öyle mi?
Memil oğlu Mehmet:
-Evet kumandanım, bugün asılacağım, dedi.
-Bu sabah söylediğin türküyü söyle bakalım, bir de ben dinleyeyim.
Memil oğlu Mehmet o gün asılacağının verdiği duygusallıkla yanık yanık söylemeye başladı türküyü:
“Bir yanım Erzincan, vermem Bayburt’u
Yıkılsın düşmanın taht ile yurdu,
Sağ olasın anam bizi doğurdu,
İşte böyle söyle hal deli gönül,
İster ağla ister gül deli gönül.
Bu zamana kadar doğru dürüst yüzü gülmeyen Gücük Binbaşı Memil oğlu Mehmet’e:
-Senin mesleğin ne? Ne iş yaparsın bakalım?
-Köyde hayvancılık yaparım. Ormandan ağaç keser tahta biçerim kumandanım.
Kumandan:
-Sen postu kurtardın, dedi. Bize tahta keseceksin ceza olarak, zaten çok ihtiyacımız var.
Memil oğlu Mehmet, sevincinden uçmuştu. Fakat kumandana tahtanın en az iki kişi tarafından biçilebileceğini anlatmalıydı. Sütün cesaretini toplayarak:
-Kumandanım, tahta bir kişiyle kesilmez. İki kişiyle kesilir. Biri alttan çekiyor, biri üstten. Yanıma bir kişi daha lazım.
-Ne yapalım şimdi, dedi kumandan.
Memil oğlu Mehmet sevincinin de verdiği rahatlıkla:
- Kumandanım, bizim Şakif var içerde, onunla birlikte keselim, dedi.
-Tamam, o zaman yanına Şakif’i de al.
Memil oğlu Mehmet ve Şakif, kumandana hızar kestikleri için idamdan kurtuldular. Fakat Kâşif o sabah asıldı.
Memil oğlu Mehmet sonradan çok hayıflanmıştı. Yavadılı gençlerin kim bilir aynı soruyu kaç yüzüncü kez sormasına, yine de üşenmeden cevap veriyordu: “Keşke kumandana hızar keserken bir de yongacı, çivici lazım deseydim. Belki Kâşif’i de kurtarabilirdik.”
YORUMLAR
Mekanları cennet olsun.
Çok çileler çekmiş dedelerimiz.
Benim dedem de ordumuz dağılınca Kars'tan Çorum'a yürüyerek gelmiş 3 ayda. Aç kalmışlar. Bizim orada yufka ekmek yenir. Dedem "bundan sonra tüm ekmek yemeyeceğim. Kırıntılarını yiyeceğim" diye yemin etmiş. 1983 yılın da 110 yaşında ölene kadar bu yeminini tuttu. Mekanı cennet olsun.
Selamlar, sağlıklı günler.