Zihnin Dnası
Y...’den
Zihnimizin dnsı yapı taşı galiba çocukluk... Hatırlamakta zorlansa da insan yayla göçlerini, bir belgeselde Sarı Keçelilerden kalan son göçerlerin hikayesini izlersin, en yakın 1500 yıllık bir hikayeyi dinler ve yaşar gibi ruhunuzu kımıldatır yerinden, zihninizi sarhoş eder. Yeri gelir gözlerinizi bile nemlendirir bu son çağın tüm teknolojik kablolu kablosuz renkli renksiz bir çok görselinin yanında.
Belki de bu yüzdendir şehirlerin boğması kırda çocukluğunu geçirenleri. Apartmanların hapishaneye benzemesi belki de bu yüzden, kendimizi kümese konulmuş tavuk gibi hissetmemizin nedeni bu yüzden değil midir?
Toprağın anlattıkları, yolların, kayaların, dere tepe yokuşların inişlerin, küçük derelerin, büyük ırmakların anlattıkları... Yosun tutmuş kayaların dili en büyük şair olsa gerek. Cansız ama bir şekilde lisanı olan bir şey değil midir ki doğa, tabiat ana dediğimiz.
Hiç bir şeyin eski tadı yok ki... Bulanıyoruz, bunalıyoruz yaşamdan... Bitiş çizgisine her şeye rağmen, çevremize, ailemize, çocuklarımıza, akraba ve komşularımıza rağmen daha çabuk varmak için içimizde deli taylar koşturuyor, zihnimiz kalbimize adrenalin pompalıyor..
Basamakları daha çabuk adımlayıp çıksak ne olur ki.. Varsak bilinmezin kenarına.. Ve artık hiç özlemek nedir bilmesek, hayal nedir bilmesek bilinmezin yurdunda... Taş olsak mesela, insan kalmaktan iyi değil mi? Toz olsak mesela savrulup gitsek rüzgarla...
Bulunduğun yerde misin, düşündüğün yerde misin. Kalp ve zihin tersinden kavuşacak elbette birbirine.. İkisi de aynı yöne giderse hasret mi olur, ayrılık mı olur, ayrılık olmayınca kavuşmak ne demek, olmasın daha iyi değil mi?
Yeni Dünyadan çok çabuk sıkıldım, çok çabuk bezdim, zaten insan hayatı kaç yıl ki evrenin zamanını düşününce.. Zihnimize dar gelirken her türlü güncel görüntüler, dipsizliğe ve sonsuzluğa bir an önce erişmek istediği daha büyük değil mi sizde de?
Cennet cehennemden bize ne, günahımız yok ki eski anlatılardaki Tanrı hesaba çeksin bizi. Cennet memnun etmeyecek, cehennem üzmeyecek bengilleri, kim ne derse desin...
Lakin hep çocuk kalmanın özlemi de son nefese değin bırakmayacak yakamızı. Doğa hiç bir zaman bırakmayacak bizi, bilim kurgulardaki ruh ve zihin aktarımı gerçekleşse bile robot bedenlere, yine de özleyeceğiz işte 2-3 yaşımızdan 7-8 yaşımıza kadar ki zamanları...
Ah ölüm, biraz acele etsen ne olur. Öyle diyor ya şairler, hadi seni bekliyorum, bağrım açık alnım açık, hançer ol karşıma çık, bilmem ne ol sırtıma saplan vb vs... Böyle bir şiiri vardı bir üstadın. Şimdi onlar ölü, yani bilinmeyen yerdeler.
Ah bilinmeyen, bilinmeyenler hadi alın bengilleri, kurtarın şu çağın girdabından, yaşamın işleyişinden, her türlü hal ve hareketinden, söz, duyum, özne, nesne, fiilinden alıverin bizi yurdunuza, ruhumuzun ve zihnimizn gerçek yurduna çekiverin bizi...
YORUMLAR
Devrik cümleler gibiyiz. Okurken ayrı bir tadı var ama anlaşılmak adına anlamları zorluyoruz...
Hayat elde edilemeyen ya da elden gidenler üzerine kurulmaya mahkum olmamalı ama o DNA sanırım işi bozuyor.
Ruhun DNA’sını çözmek lazım nesildaşım.
Sağlıcakla her daim.
Yinsani
sağlıcakla..
Muhteşem!.Yine düşündürücü ve bir o kadar da ilginç ,derinliği olan bir yazı.Taş olsak dünyada yerimizde sabit durur muyduk? Toz olsak rüzgarlarla savrulacak gücü kendimizde bulabilir miydik?..Çocukluk hali insanın çekirdeği..Büyüdükçe biz kirlettiler dünyayı..Ah günü , ah/i/rette ret edilmeyenler dünyadaki çocukluğun saf haliyle ve vücudunun kaç misliyle var olacaklar.Ret edilen diye nitelenenler de günahlarını cehennem ateşiyle arındıracak..Ebedi hayatta ebedi ah çekmeyi kimse istemez.Ama Allah'ın dediği olacak sonuçta.Kimse kendini O'nun yerine koymasın.DNA genetik talimatları taşıyan nükleik asit.Hafıza-beşer beyniyle değer kazandığı için yedisinde ne ise yetmişinde de kapasite aynı oluyor.Temeli sağlam DNA lar ters dönüp NDA olmuyor yani.Asit asittir baz da baz.Üstad hep böyle ilginç yazılar yaz.Beyin elektrikle çalışıyor zaten.Kullanalım hep ileri faz.Üç günlük dünyada gerilmeden yaşamak hüner istiyor maalesef.Sağlıcakla..Saygıyla..
Yinsani
en masum çağımızdır belki bilmeye, meraklanmaya, görmeye başladığımız ve doğayı insanı hayvanı hissettemeye hatta evet en önemlisi yargılamaya başladığımız o yaşlar 2 ile 8 yaş arası... sesleriden, hareketlerden, doğadan bir resim çizer zihnimiz, korku olur bir köpek hırladığında, bir koyun koşturduğunda bir heyecan, bir kuş pır ettiğinde merak... ya güllere ne demeli çimenlere dokunduğumuz taşlarda güneşin ısısını hissederiz, meşe ağaçları bir başka anlatır, çam ağaçları bir başka.. o dağlar, kel tepeler hele ve üzerimizde uzanırverk dokunacağımız gökyüzü..
sonra açıkırız ve ağlarız belki... arkadaşımız ekmeği böler, komşu teyzemiz tereyapını dolduruverir bazlamacın arasına...öndeki eşek kuyruk sallayıp sinekleri kovalarken, üzerinden gittiğimiz eşek veya deve bir ninini gibi mırıldanır nallarının toprakla, çakılla, yolla bir melodi tutturur, uyuruz, ve keşke uyanmasak diyemeyiz o an. ancak yıllar yıllar sonra belki şimdi deriz keşke hiç uyanmasaydık o uykulardan...
hayat sevmek olsa çok naif, hayat meşguliyet olsa çok acımasız. hayat hayat olsa da öğreniversek öz gerçeği ve artık bilinmezliği; biliyoruz, tahmin ediyoruz, mantığımız böyle emrediyor diyen tüm kuruntulardan, düşlerden ve düşüncelerden kurtulsak işte...
daha ne isteyebilirim ki...
kimi anlatılır az çok çığır aşmış bilim adamlarının sözleri aktarılır, bilmek istemek değil, araştırmak sonsuza kadar demişler. sonsuzlukta veya dipsilikte kim ve ya ne çıkarsa karşımıza ölüyü tekrar öldürebilir mi, ölüler acı çeker mi, ölüler hayal eder mi...
sağlıcakla üstadım..
eksik olmayın, yorumlarınız bir hoş seda olarak zihnimize ruhumuza kazınıyor ve karalamalarımız değerleniyor..teşekkür ederim.