DAYAK BALDAN TATLI
Köyümüzde ilkokul yoktu ve ilkokul 1983 yılının yazında yapılmıştı. Ben ilkokulun ilk dört yılını başka bir köyde okuyordum ve okul sezonundan arta kalan yaz tatili zamanlarında köye geliyordum. Bazen kuzu otlatıp çobanlık yapıyordum. Bazen de tarlatapan işlerinde çalışıyordum. Seksen üç yılının yazında yine köye gelmiş, çobanlık işleriyle uğraşmaya başlamıştım. Köye yaz aylarında konargöçer dediğimiz arıcılık yapan amcalar geliyorlardı. Ben hayatımda ilk defa moderin arı kovanları görmüştüm. Bizim dededen kalma karakovan dediğimiz sandık biçiminde kovanlarımız vardı, ben onları görmüştüm ama bu kovanlar daha özenle bezenle yapılmış ve boyanmışlardı. Bu kovanlar şehir evleri gibi bir kart iki kat hatta bal sezonun verimine göre üç katlı olanları bile vardı. Neyse ki o yazın bol yağmurlu ve çiçekli bir sezon geçirmiştik, bu da doğal olarak arıların fazla bal yapması anlamına geliyordu. Zaman ilerlemiş ve arıların yaptığı balların hasat zamanı gelmiş çatmıştı. Arıcı Hacı amca ve Mecit amca balları hasrat etmiş, köyde boş olan bir eve depoya depolamışlardı. Süzülmüş olan ballar tenekelere doldurulmuş satışa sunulacak hale gelmişlerdi. Arıcı amcalar erzak, sebze ve meyve almak için iki günlüğüne şehre gitmişlerdi, depoda kimseler kalmamıştı. Bir gün önce Mahmut amcam ile Yaşar abimi konuşurlarken duymuş istemeden konuştuklarına kulak misafiri olmuştum. Mahmut amcam şu arıcılar şehre gitmeden keşke biraz bal alsa idik, çoluk çocuk yerdi diye söyleniyordu. Yaşar abim de istiyorsan bir çerçeve bal alıp geleyim arıcılar gelince parasını öderiz, diye amcama cevap verdi. Amcamda neyse gelince ister alırız acelesi yok diye cevapladı. O gün öyece geçmiş akşam olmuştu. Ertesi günü Şaban amcanın oğlu Zafer Tuncay ve ben çobanlığa gitmiştik. Atalarımızın çok güzel atasözleri vardır. İşte onlardan birisi de "Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek" atasözüdür. Bizim çobanlık da hoş konuşarak, boş konuşarak bal mevzuuna gelip çatmıştı. Ben de amcam ile abimin arasında geçen konuşmalarından bahsedince, gidip bal alıp gelelim yiyelim fikri ortaya çıkmış oldu. Olur mu? olmaz mı? kızarlar mı? kızmazlar mı? gibi tartışmalar sonucunda bal alıp getirmeye karar vermiştik. Tabii ki bu bal aşırma işini kimseye görünmeden gizlice yapmalıydık. Ben ve Zafer gidecektik Tuncay da hayvanlara göz kulak olacaktı. Saklana saklana sonunda depoya ulaştık. Pencereler kapalı ve naylon çakılı idi. Buda bizim işimizi kolaylaştırmış; naylonu yırtıp içeri girmiştik. Bir çerçeve bal alıp gerisin geri hayvanların yanına dönmüştük. O gün tatlı tatlı bal yemiştik ama acı kusmasının olacağı hiç aklımızın ucundan bile geçmemişti. O gün akşama kadar yiye bildiğimiz kadar bal yemiş, geriye kalanını da saklamış köye dönmüştük. Ertesi günü nevaleemiz hazır olduğu için sevine sevine yaylanın yolunu tutmuştuk. Fakat o gün bir misafirimiz daha vardı Tuncay’ın küçük kardeşi de bizimle birlikte gelmişti ve biz ona o baldan ikram etmiştik. Ama köye döndüğü zaman kimseye söylemesin diye sıkı sıkı da tembihlemiştik. Akşama eve geldik o küçük misafir eve varınca annesinin oğlum aç mısın yemek yer misin soruna hayır anne akşama kadar öyle çok bal yedikki aç değilim, demiş. Annesi şüphelenmiş tabii ki biraz Tuncayı sıkıştırınca arıcı amcaların balından gizlice aldığımızı ve yediğimizi söylemiş yani anlayacağınız yalancının mumu yatsıya kadar değil akşama kadar yanmış foyamız ortaya çıkmıştı. Balın parasını büyüklerimiz arıcı amcalara ödemişlerdi ama biz yediğimiz ballar ve yediğimiz dayaklarla kalmıştık. Yani tatlı tatlı balların acıtan sopası olmuştu.
12.11.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.