- 676 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
947 - BİR DOKTOR
Onur BİLGE
Bir çocuk, merak ettiği ama bir anlam veremediği ilginç rüyalar görmeye başlıyor. Rüyaların bedenle değil de ruhla alakalı olduğunu öğrenince ruhsallığa yöneliyor.
Dört beş yaşlarındaki bir çocuk kendisini takip eden hatıralardan etkileniyor. Çocuksu bir merakla annesinden o hafızasında dolaşıp duran anıların aslını soruyor. Annesi, o bahsettikleriyle ilgili bir şeyler bilmediğini, onun mutlaka onları rüyasında yaşamış olduğunu söylüyor ve hatırladığı parça parça olayları ciddiye almamasını öğütlüyor. Daha sonra, çocuğun ısrarından endişelenmeye başlıyor. Zamanla bu hatıra kırıntıları silikleşip, önemini kaybediyor.
Çocuk, başka bir çocuk olduğu bir zaman diliminde yaşamakta olduğu ortamdan ve içinde bulunduğu durumdan farklı bir hayattan bahsediyor. Bir kardeşi olduğu halde iki üç kardeşinin olduğunu, annesinin ve babasının da onlar değil de yıllar önce yaşamış başkaları olduğunu söylüyor.
“Bir kayığa binmiş, denize açılmışız. Yanımda o annem ve kardeşlerim var. Büyük bir limana gelmişiz. Orada çok değişik şeyler oluyor. Denizde ve sahilde kocaman kocaman teraziler kurulmuş, bir şeyler tartılarak gemiye yükleniyor ve gemide tartılarak teslim alınıyor. Kefelerin üstünde silahlı adamlar duruyor. Büyük makineler, kalabalık sahiller, insanlar…
Orasının neresi olduğunu bilmiyorum. O adamların kim olduklarını da… Ne zaman gitmişim oralara, onu da bilmiyorum. Anneme soruyorum. O annemi babamı, bahsettiğim kardeşlerimi tanımıyor. “Senin annen baban bizleriz. İki üç değil, yalnız bir kardeşin olduğunu gayet iyi biliyorsun. Neden soruyorsun bunları bana?” diyor.
Rüya mı gördüm, öyle bir film mi izledim, bilmiyorum. Belki de ben, birkaç sahnesini hatırlayabildiğim, gerisini tamamen unuttuğum bir film seyretmişim. Çok küçük olduğum için oradaki çocuğu kendim, yaşadıklarını da yaşadıklarım sanmışım. Aklımda kalan film sahneleri, hatırladıkça, anlattıkça o kadar pekişmiş ki gerçekliğinden şüphe etmez hale gelmişim. Belki de annemin dediği gibi bir rüya görmüşüm. Rüyamdaki ailem başka bir aile ve ben başka bir benim!” diyor bir doktor.
O doktor, Bedri Ruhselman… Çocukların anlattıklarının önemsenmesini, dikkatle dinlenmesini, bahsettiklerinin, geçmiş hayatlarına ait hatıralar olabileceğini söylüyor. Reenkarnasyona inanıyor.
On yaşındayken, keman dersleri almaya başlıyor. On iki yaşındayken, Gayret Kitabevi’nin sahibi Mösyö Garbis’in yayınladığı Cinlerle Muhabere adlı kitabı babasından gizli okumaya başlıyor ve onun tesiri altında kalıyor.
O kitaplardan birinde, ölen insanların bazılarına kabir azabı yapıldığını öğreniyor. Merakını tatmin etmek ve korkusunu yenebilmek için bir gün bir cenazenin peşine takılıyor, mezarlığa gidiyor, orada sabahlıyor.
On beş yaşındayken babasının ve arkadaşlarının önünde ilk celse deneyini yapıyor. O celsede bağlantı kurduğu bedensiz varlık, yani bir cin, savaş çıkacağını söylüyor. Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı patlak veriyor.
Savaş çıkınca ailesi tarafından okuldan alınarak bir denizaltıyla İstanbul’a gönderiliyor. Kabataş Lisesi’ne devam etmeye başlıyor. İki yıl sonra mezun olup tıbbiyeye giriyor.
Yine okuduğu bir kitapta, savaşarak ölen Müslüman’ın şehit olduğu için cennete gireceğini okuyor, kısa yoldan cennete girmek amacıyla Çanakkale Savaşı’na gönüllü olarak katılmak için askere yazılıyor.
Ertesi gün, gözüne bir gazete ilanı takılıyor. İlanda, psişik yeteneklere sahip olan bir falcının gelecekten haber verdiği bildiriliyor. Aksaray’daki o falcıya gidiyor ve geleceğini öğrenmek istediğini söylüyor. Güya adam onu görür görmez, yarı trans halindeyken, babasının cerrah olduğunu, ölürse cennete gitme düşüncesinden vazgeçmesini, okuluna devam etmesini söyleyince dehşete kapılıyor!
Eve dönünce annesine babasına olanları anlatıyor. Herkesi bir telaş alıyor! Çünkü askerlik şubesine teslim olmasına çok az bir zaman kalmış. Yüzbaşı olan dayısıyla, subayların sıkça uğradıkları Sirkeci’deki Meserret Kahvehanesi’ne gidiyor. Birkaç subayla konuşulurken, yandaki masadan bir subay onlara dönerek ne olduğunu soruyor. Dayısı olanları anlatıyor. Subay:
“Oğlum, çok güzel duygular içindesin. Vatan için ölmek şereftir, ama sen çok gençsin ve okuyorsun. Askere ihtiyaç var ama kültürlü insana daha çok ihtiyaç var. Savaşta bir kere ölürsün ama doktor olursan Vatan için her gün hizmet edersin. Okulunu bitir. Vatana hizmet et!” diyor. Cebinden bir kart çıkarıyor, bir şeyler yazıyor, dayısına uzatıyor ve: “Bunu Savaş Bakanlığındaki falanca şahsa götür ve adını sildir!” diyor. Kartın üzerinde şu isim görülüyor: “Miralay Mustafa Kemal!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 947