- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YANLIŞI YANLIŞLA DÜZELTMEK
Yanlışı, yanışla düzeltmeye çalışmak! Son günlerde çok takıldığım bir tümcedir. Şöyle dersek öz söz mertebesine bile erişebilir kanımca. “Yanlış, yanlışla düzeltilemez; ne yaparsanız yapın kuyruğu açıkta kalır.” Belki de böyle bir öz söz vardır, ben bilmiyorum. Günümüz koşullarında ve her alanda o kadar sık kullanılması gereken bir tümce ki pek çok şeyi özetleyip önünüze koyuveriyor.
Neden bu tümceyle giriş yaptım? Bu sözü vurgulu bir şekilde açıklayan üç olayla karşı karşıya kaldım; daha doğrusu gözlemledim. Birincisi ülke güncelinden bir gözlemdir. Büyükşehir Belediyelerinin yardım kampanyasıyla ilgili sarf edilen söylemler… “Devlet içinde devlet olmak” gibi... Bunu doğrulamak için kimler kimler, koca koca insanlar ne mesailer harcadılar biliyor musunuz? Kimler ne ilginç yasal dayanaklar üretti. Oldu mu? Kuyruğu açıkta kaldı.
Ayrıca belediye ve mülki makamların kuruluş yapısını az çok biliyorsanız, bu söylemle ne kadar elzem bir durumun önü bile bile kapatılmıştır, düşünmek gerekir. Örneğin kriz durumunda merkezi hükümetin emir verebileceği valilikler, dört kilo domates taşıtmak isteseydi kime taşıtacaklardı? Öğretmene mi, hemşireye mi, yoksa polise mi? Hizmeti satın alabilirdi yalnızca. Valilik gibi yapılar; daha genel anlamda söylersek olağanüstü hâl dışında merkezi hükümetin emir verebileceği resmî kurumlar, bu tür hizmet üretme yeteneğine sahip değillerdir; kuruluş ve teşkilatları gereği.
Belediyeler, bu tür hizmetler için yapılandırılmıştır. Suyundan çöpüne kadar geniş bir hizmet üretim alanıdır görevleri. Kriz ortamında, insanların bir yumurtaya ihtiyacı olduğu bir zamanda, belediyelerin hizmet olanağını siyasi bir kaygı sonucu elinin tersiyle bir kenara itmek; bunu bir de politik ve ayrımcılık kaygısıyla yapmak; işin altında yatan gerçeği gün yüzüne taşır. Bu konuda söylenecek tek şey, hangi gerekçeyi üretirseniz üretin yanlışı, yanlışla düzeltemezsiniz demektir.
İkincisi, basit bir sosyal deneydi. “Şiiri, şairden korumak” diye bir tümcenin alt sorularını tartışmaya açtım. Daha doğrusu, sosyal medyada paylaşılan yazılar ve bu yazılara yapılan yorumlar bu alanda gelişti. Bugüne kadar şiir yazınında söylenegelmiş ve şiir dünyasında belirleyicilik kazanmış kalıp söylemleri irdelemeye, yorumlamaya çalıştım. Nasıl bir kalıplaşmaysa bunların, tartışılmasının bile yasak olduğuna tanık oldum. Bu söylediğim dar kapsamlı bir örneklemdir; ne var ki şiir yazınına baktığımızda, totaliter/yasakçı anlayışa sahip büyük bir çoğunluğun varlığını anlıyorsunuz. Doğru şiir bilgisi ve şiirin özü, bugün yaşamakta olan şiir kurmayları tarafından çoktan tespit edilmiş de bizim haberimiz yokmuş meğer; bilgiyi kapan kapmış, bize halt yemek düşer anlamında tutumlarla karşılaştım.
Açık söylemek gerekirse şiir yazınımızda yanlışı, yanlışla düzeltebilmek için ne çabalar harcamışlar! Kitaplar, denemeler yazmışlar. Toplumda güven kazanmış bir şair ya da yazarın bir sözü söylemiş olması, doğruluğun ve tartışılmazlığın odağı olmuş… Konunun ilginç yanı ise bu söylemler genellikle batılı düşünür/şairlerden alınmış ve bizim kurmaylarımız da yalnızca doğrulama görevini yerine getirmişlerdir. Şunlara bir de sanat felsefesi ve diğer bilimlerin gözüyle bakalım, altından ne çıkacaktır, diye sormak kimsenin aklına gelmemiştir. Öyle gerekçeler üretmişler ki basit bir mantıkla sorguladığınızda, olamaz bu kadar gelişmemişlik demek zorunda kalıyorsunuz. Birazcık bilgi, birazcık bilimlerin eşgüdümü ve biraz da mantık; bu kadar basit; neyin ne olduğu ve neyin gerçekten işin özünü anlattığı…
Üçüncüsü ise yakın zamanda gerçekleşen bir sosyal deneydir. Şairin kaygısı, gerçekten şiir mi yoksa başka bir amaca mı hizmet ediyor, sorusuna yanıt bulabilmekti. Bir tasarı üzerinde yapılan tartışma ve paylaşımlar, bu sorunun yanıtını vermekte oldukça yardımcı oldu. Ortaya atılan bir şeyin mantıklı ya da mantıksız olmasının bir anlamının olmadığını gördüm öncelikle. Söyleyen dinlenir konumda biriyse en mantıksız bir konu bile söylese, etrafındakiler hemen ona mantıklı gerekçe üretmek, kafakol çıkmak için işbaşı yapıyorlar. Övgünün bini bir para. Mantıklı bir konuymuş gibi inanıyorlar ve söylemlerini sürdürüyorlar. Karga kılavuz hesabı, büyük uğraş başlıyor. İyi gerekçeler de üretiyorlar; toplum olarak zeki ve pratiğiz bu konularda. Ne yaparsak yapalım; kuyruğu illaki açıkta kalıyor. Bir yere geliyor ve tıkanıyor; salt çamurla duvar örülemeyeceği bilinen bir şeydir ama bu durum, sosyal konularda da aynı sonucu doğurduğunu gösteriyor… Başta da söylediğim gibi, yanlışı, yanlışla düzeltme ustalığı biz de zanaat haline dönüşmüştür. Anlamsız pek çok konu; gerçekmiş gibi işlem görmektedir.
İş yaşamımdan deneyimimdir. Sürekli kontrol etmek ve aksayan konuları çözmek zorundasınızdır. Çünkü insan yaşamı, eğitim ve işleyen bir devasa sistemle; baş başa ve iç içesinizdir. Bir soruya, konuya, eyleme, olaya; yanıt bulmakta güçlük çekmişsem altında mutlaka bir sorun var demektir. Ya soru saçmadır ya konuya ilişkin olay mantık dışıdır ya gerisinde bir düşünce fukarası vardır ya da yerleşik kuralların dışında bir şeyler oluyor demektir. Bunun anlamı, altından bir çapanoğlu çıkacaktır.
Aslında huzurlu yaşamak istiyorsanız bunları sorgulamadan yürüyüp gidebilirsiniz. Mutlu olmanın, iyi yaşamanın en güzel yolu; çok şey bilmemektir. “Albert Einstein’ın dediği gibi, şu cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun” mantığı daha kullanışlı duruyor şöyle çevremize baktığımızda… He de geç, aman noksan yanını gösterme, düşman kazanmayasın. Yanlışı yanlışla düzeltiver gitsin… Eskiler gibi; “Şiir her şeye muhaliftir!” diye genelle gitsin, etrafına yandaş toplaman daha kolay olur. Tamam, şiir her şeye muhalif, anladık; niçin muhalif kardeşim, diye soran olmayacak nasıl olsa…. Kısa öykü, iktidar karşıtıdır; politik bilince sahip olmadan kısa öykü yazamazsınız, deyiver gitsin. Çünkü sen, Orta Çağda mı yaşıyorsun kardeşim diye soran olmayacaktır.