- 579 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
933 - YAKICI
Onur BİLGE
“Ramazan, yakıcı demektir. Lat Menat ve Uzza adlı putlarından, yani üç büyük şirkten kurtulup, fenafillah olma ayı, bayram da bu üç şirkten kurtulma bayramıdır. İnşallah kurtulanlardan oluruz!” dedi Sadullah Bey. Bu sohbetin giriş bölümüydü. "Âmin!" seslerinden sonra şöyle devam etti:
"On bir ayın sultanı, Zat’ı sembolize eder. Efendimiz bu ay için: “Ümmetimin ayı!” demiş. Mümin efalini, sıfatını ve vücudunu Hakk’a nispet ettiğinde kendisine ait hiçbir şeyi kalmaz. Şirklerden kurtulur, huzur bulur. “Mutu kable ente mutu...” Ölmeden önce ölmenin mutluluğu içinde olur.
Ayın sonuna doğru Kadir Gecesi vardır. Şirklerden kurtulanın Kadir Gecesine ulaşmaması, yani Rabbine kavuşmaması imkânsızdır.
Kur-an Ramazan ayında indirildi. Şirkten kurtulana Allah kendisine kavuşmayı nasip eder. Bu ay, vahdet zevkine ulaşılan aydır. Aslında, o gecelerin anlam ve önemi, bir bilenin eğitimiyle idrak edilir. Bilinçsizce ihya edilen bin kandil gecesi kimseyi hedefe götüremez.
Bazıları, fiil ve sıfatın vücudu olmadığı için Recep ve Şaban aylarında, oruç tutmaz. O aylarda tutulan orucun, avamın orucu olduğunu söylerler. Ramazan ayında fiil sıfattan, sıfat da vücuttan tecelli ettiğinden tam otuz gün oruç tutarlar.
Müminler, yalnız üç aylarda değil, yılın her ayında oruçludurlar. Oruç, yalnız yemeden içmeden kesilmek demek değil, uruç etmek, yani ikilikten kurtularak, birliğe yükselmektir.
Recep ayında fiilerin failinin Allah olduğu idrak edildiği için fiillerin orucu tutulur. Şaban ayında sıfatların mevsufunun birliği idrak edildiğinden, sıfatların orucu tutulur. Ramazanda efal, sıfat ve vücuttan kurtularak Allah’a varıldığı için hem zahiri hem de batıni oruç tutulur.
Bedenen tutulan oruca Suret Orucu, idrak ve şuhutla tutulan oruca Siret Orucu, zahiri ve batıni tutulan oruca Suret ve Siret Orucu denir.
İbadetlerin farz olanları açıkça, nafileler gizli yapılmalıdır. Onun için orucu zahiren vücuda giren her şey, batında da birlikten ikiliğe dönmek bozar.”
Bence bu sohbette altı çizilecek olan paragraf şudur: “Müminler, yalnız üç aylarda değil, yılın her ayında oruçludurlar. Oruç, yalnız yemeden içmeden kesilmek demek değil, uruç etmek, yani ikilikten kurtularak, birliğe yükselmektir.”
Melekler yemezler içmezler. Oruçlu olmak, melekleşmek gibidir. Dışsal oruç, içsel ve dışsal oruca ulaşabilmek için yapılan alıştırmadır.
En kolay yaptığımız ve en kötü şeylerden olan dedikodudur. O bize yasaklanmıştır. Cezası ağırdır. Ölmüş kardeşimizin kokmuş etini yemekten vazgeçmek ne güzel bir oruç şeklidir! Hele diğer günahlardan da uzak durmak ne muhteşem bir oruçtur! Allah böyle oruçları cümlemize nasip etsin!
Oruç hakkındaki ilk bilgileri, kendi evimize taşındıktan sonraki ikinci yılda, yani yedi yaşında aldım. Gün boyu hiçbir şey yenmemesi ve içilmemesi gerekiyormuş. Antalya’nın kavurucu güneşinin alnında sokakta, tozun toprağın içinde koşan oynayan, gördüğünü duyduğunu uygulamaya kalkan çocuklardan biriydim.
Güneşin olanca güzelliğini ve yakıcılığını sergilemeye giriştiği ilkbahar günleriydi. Büyük ihtimalle nisan ya da mayıs... O aylar bizde, başka yerlerdeki yaz ortası gibidir. Buna rağmen susuzluğa dayanmayı bile göze alarak oruca niyetlenirdim.
Ben yetişkinler gibi gün boyu oruçlu kalmak isterdim. Annem üç oruç tutmamı önerirdi. Nasıl olacağını da söylerdi. Sahurdan sabaha, kahvaltıdan öğleye, öğle yemeğinden iftara kadar... Yani yemek aralarında bir şey yememek içmemek suretiyle... Bunun için de elinden geleni yapar, beni yakalar yakalar, yemek yedirmeye zorlardı. Bir defasında ablam ikna etmeyi başardı. Bir akşamüstü, alelacele yumurta kırmış. Taze ekmek... İkisi bir arada... İştah kabartıcı kokular saçıyorlardı. Dayanamadım yedim. Yani hiç üşenmeden, yüksünmeden o yedirdi. Ramazan orucunun bozulmaması gerektiğini ve cezasını henüz bilmiyordum.
Onlar beni sahura falan kaldırmazlardı ama gece yarısı dünya yıkılıyor gibi “Güm güm de güm güm!..” hemen kapının önünde çalınan davulun sesiyle, yatağımdan şeytan çarpmış gibi kalkardım! Yüreğim ağzımda çarpardı! Ne olduğunu anlayıncaya kadar ne hale geldiğimi bir ben bilirim, bir de Allah!..
Annem: “Sakin ol! Sakin ol!” der, kucağına alır, dışarıya çıkarır, manileri dinletirdi bana. Mis gibi yemek kokuları sonra... Tüm aile sofrada...
Çocukluk anıları ne kadar tatlı, ne kadar sıcak! O zamanlar daha anlamlıydı her şey. Çok önemli ve çok ilginçti. Çünkü onlar, ilk defa karşılaştığım, yeni öğrendiğim şeylerdi.
İlkler, anlatılamayacak kadar güzeldi!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 933