- 794 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
932 - HALİFE
Onur BİLGE
“Göremeyen körlere, duyamayan sağırlara, nimetlerini alıp da nerden geldiğini bilemeyenlere yazıklar olsun!..” dedi Mahir. “Yeryüzünde bir halife... O’nun dediklerini diyen, yolundan giden ve o yola sürüklemeye çalışan. Çok değerli birçok kişi... Siz de onlardan birisiniz Sadullah Bey. Ne kadar şanslıymışız ki bize sizi tanımak nasip oldu!”
“Aman evladım! Ben kimim ki! O mübarek zatları takip etmeye çalışan garibanlardan biriyim. Kervana katılma cesareti bulabilen bir karınca... Hedefe varamasa da o yolda ölmeye niyetli, azimli...”
“Ya onlar nasıl insanlar? Sizden de mi bilgililer? Allah katında makbul kullardan oldukları, gösterdikleri kerametlerinden mi anlaşılır?” diye sordu Neşe.
“Onların kimler olduğunu biz bilemeyiz. Belki sizsiniz, belki de kimsenin gözünün tutmadığı biri... Bizden birileri ama kimlerdir bilinmez. Onları ancak Allah bilebilir. Bazılarını insanlara bildirir. İnsanlar onları bilir, onlar da kendilerini bilirler. Bazıları kendilerini bilmez, onları kimse bilmez, yalnız Allah bilir. Bildiğim bir şey varsa, Allah’ın onları çok sevdiği ve korumaya aldığıdır. Onlar, Allah’tan en çok korkanlardır. Galiba onun için onlara korku yoktur!”
“Onlar sohbetlerinden ve yazdıklarından ziyade kerametlerinden tanınırlarmış. Çok evliya kıssası dinledim ben çocukluğumda.” dedi İhsan. “Rahmetli dedem anlatırdı. Bizim oralarda kış gecelerinde sobaların başlarında toplanırlar. Yaşlılar hikâyeler anlatırlar. Bütün aile, çoluk çocuk çıt çıkarmadan dinlerler. Sobaların üstlerinde ya çay demlenmektir ya kestaneler sıralanmıştır ya da portakal limon kabukları vardır. Her ne varsa, odanın içini onun kokusu sarmıştır. Bazen yağmurun sesi efekt olur o kıssalara. Şakır şakır yağar! Bardaktan boşanırcasına! Saçaklarda damlarda değişir melodisi. Hane halkı yaşlıların ağızlarına bakar. Onlar da coştukça coşar, anlattıkça anlatır! Günümüzde de var mıdır o erenler evliyalar acaba?”
“Her devirde vardır. Çoğu saklıdır. Hicap ederler. Kendilerini bilseler de gizlerler. Keramet göstermek şurada dursun, farkında olmadan kendilerinden olağanüstü bir şey hasıl olsa ar ederler. Apaçık bir keramet ortaya çıkarsa, onu da kendilerine mal etmez, hocalarından olduğunu söyleyerek geçiştirirler.”
“Yalnız bazı âlimler var ki onları tanımayan yok! Herkesin dilindeler. Onlarla görüşmek konuşmak, dualarını almak için millet sıraya giriyormuş. Onlarla ulaşmak öyle kolay değilmiş. Herkesi huzurlarına kabul etmezlermiş. Duaları kabul olurmuş. Hastalara okurlarmış.”
“Görünüşe aldanmamak, reklama kanmamak lazım. Bazı âlimler vardır. Söylerler, yazarlar ama kendileri uygulamazlar. Suyun üstünde yürüyor olsalar da onlara inanılmaz. Keramet değildir, istidracdır. Amellerine bakmak lazım! Halis mi değil mi? Onu da ancak Allah bilebilir.”
“Öyleleri halkı kandıran, doğru yoldan çıkaran kişiler de olabilir. Şeytan onları da kullanabilir. Nasıl yaşadıklarına bakmak lazım! İslam’a uygun yaşıyor, Allah’ın çizdiği yoldan çıkmıyorlarsa amenna! Aksi halde ne dedikleri dinlenir ne de kitapları okunur! Onlara yakın olan, Allah’a uzak olur.” dedi Define.
“Onlar, amellerine bakılarak da anlaşılamazlar. Din adamı gibi görünen, gece gündüz ibadet, fazlasıyla hayırlı iş yapan ne casuslar gördü bu memleket! Hem nice ameller vardır ki gösteriş içindir ya da kibir içerir. Allah, bizleri yolundan ayırmasın, ibadetlerimizi makbul eylesin! Dualarımızı, kabul buyursun!”
Kendisiyle beraber hepimiz “Âmin!..” dedik Sadullah Bey’in duasına. Bu günümüz de böyle geçti.
Yarın Ramazan’ın ilk günü... Bu gece sahura kalkılacak. Teravi namazına başlandı. Camiler mahyalarla süslendi. Hep birlikte ibadet etmenin zevkini yaşamaya başladık bile!
Okullar açıldı. Arkadaşlar memleketlerinden gelmeye, aramıza katılmaya başladılar. Devam mecburiyeti olmadığı için rahatlar. Bu yıl son sınıftayım. Yedek öğretmenlik yapmayacağım.
“Aza kanaat etmeyi öğrenmelisiniz!” dedi Define. “Her şey para değil! Bir daha asla geri gelmeyeceğini bile bile en güzel günlerinizi dazıra dazır çalışarak çarçur etmeyin!
Hele sen, Semiray! Ailen burada... Para sıkıntın yok! Neden kendini o kadar harap ediyorsun? Bu yıl sadece derslerinle ilgilensen... Biraz da etrafına baksan... Geçen yıl çok çalıştın. Ne kadar zayıfladın! Yazın biraz topladın. Yine dersler, yine öğretmenlik... Kendince ibadetin... Allah, taşıyamayacağımız kadar yük yüklemeye kıyamazken, senin kendine kastın mı var kızım!”
İktisat ticaret değil, tasavvuf cazip geliyor bana. Orta okulda Muhasebe dersimiz vardı. Hiç hoşlanmazdım! Eğitim sisteminin azizliğine uğradım, kendimi Bursa’da buldum! Ankara’da Hukuk, İstanbul’da Edebiyat tahsil edebilirdim. Resme merakım ve kabiliyetim vardı. Güzel Sanatlar Akademisine rahat rahat girebilirdim. Babam, nü çalışmalar nedeniyle “Asla!..” dedi.
Ne olacak bu okulu bitirdiğimde? Banka memuru olacağım. Babam, başka yerde çalışmamı istemiyor. Ben de ona itaatsizlik etmek istemiyorum. Allah, ana baba sözünden çıkmayı yasaklamış. Onlara isyan, Allah’a isyan gibi... Büyük günahlardan...
Zaten Denizcilik Bankası’nda yerim hazırdı. Kısa yoldan bankacı olabilirdim. Bana macera mı lazımdı! Neden geldim Bursa’ya? Ya da neden yedek öğretmenlik yapıyorum? Madem ki eninde sonunda bankacı olacağım, neden bir yerlerden başlamıyorum?
Arkadaşlarımın çoğu hem çalışıyor hem okuyor. Bunlardan bir kısmı sıradan işlerden kazanç sağlayarak günü kurtarmaya çalışırken, bir taraftan da iyi ve sağlam bir iş aramakta, bulamadıklarından yakınmaktalar. Bazıları birilerinin vasıtasıyla bir yerlere girebilmenin mutluluğu içinde...
Benim bankacılığa da merakım yok. Faiz haram... Faiz almam, vermek de istemem. Alana, verene, yazana, şahit olanlara günah var, azap var!
Öğretmenliği çok seviyorum. Çocuk cıvıltılarını, o sabilerle arkadaşlığı...Onlar, Allah’ın kirlenmemiş kulları... Kerametleri falan yok ama yaradılıştan iyilikleri, güzellikleri, saflıkları ve masumiyetleri var. Onlar bana, Sadullah Bey’den de Define’den de fazla yardımcı oluyorlar hal diliyle. Küçücük bedenleriyle... Dilleriyle gözleriyle...
Bakışları... İlle de bakışları...
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 932