Elma
Elmayı ağır gelsin deyimi ıslattın?
Sabah erkenden kalktım. Akşamdan kepek elmaların dibine dökülenlerini toplayıp hazırladığım bir devirme elma ile bir heybenin iki gözünü bile doldurmayan misket elmalarını Kır eşeğin sırtına yükledikten sonra Mahigilin Hanifinin bahçesinin alt rafından geçip Rağap emminin bahçesinin önünde tohma suyunun sergen olduğu yere geldim. Yaz günü bile olsa Telinde sabahları serin olduğu için, üşendim suya girmeye hayvanı uygun bir yere çektim elma devirmesini şöyle bir düzelttikten sonra üstüne bende bindim. Kır eşek oldukça iri güçlü olmasına rağmen bundan çokta memnun olmuşa benzemiyordu. Burun delikleri iki yana doğru açılmış tabiri caizse burnundan soluyordu. Hayvanın ağzı yok ki söylesin itiraz etsin. Deh dedim nazlanarakta olsa yürümeye başladı. Her adımını çok dikkatlice atıyordu. Çünkü taşlar yosun tutmuş ve çok kayganlaşmıştı. Elmalar altta ben üstte tam suyun orta yerine varmak üzereyken hayvan tökezledi ve öne doğru çöktü. Devirmenin alt tarafı ve benim ayaklar suya gömüldü. Canının yandığı beli oluyordu hayvanın. Bir iki çabaladı kalkmak için ama başarılı olamadı. Ayaklarımı çıkarıp suya girmeye üşenirken şimdi belden aşağı suyun içerisine girmek zorunda kaldım.
Ben üzerinden indikten sonra kalktığında yüzünde başaramamanın verdiği bir mahcubiyet vardı.
Ben bu yüz ifadesini birçok kez görmüştüm bu havanda. Hani derler ya dokunsan ağlayacak gibiydi. Suyun karşı tarafına çıktıktan sonra ayakkabımı çıkardım içine dolan suyu boşaltdım. Çorabımı sıktım pantolonumu kurutmak için zaman harcayamazdım. Çünkü eğer Gürüne erken varamazsan elmaları satma şansım pek kalmıyor, satılsa bile daha düşük fiyata vermek zorunda kalıyordun. Bacalı derenin kenarında ki cılga yoldan hızlıca asfalta çıktığımda yolda kimsecikler yoktu. Elma devirmesini ve onun üstündeki heybeyi düzelttikten sonra kır eşeğe deh dedim. Etrafını yarpuzların, taşını da yosunların sardığı Hatça pınarının suyundan bir avuç aldım yüzüme sürdüm. Sabah kalktığımda çaykaradan aldığımız su bittiği için yüzümü yıkama fırsatım olmamıştı. Ucuzluk pınarı, asma köprü ve Gübünün geçip Gürüne vardığımda birçok köylü vatandaş getirdikleri ürünleri eşeklerinden indirmiş alıcıların gelmesini bekliyorlardı. O dönemde köylülerin getirdiği ürünleri genelde Gürün esnafı toptan alırdı. Sonra kendi tezgâhlarında perakende olarak satarlardı.
Dolayısıyla fiyatı da genelde onlar belirlerdi. Yani bir nevi tekel vardı. Kendi aralarında yazılı olmasa da bir anlaşma olduğu her hâlinden belli olurdu. Telinden sebze meyve gelirdi. Çoğunluk pazarda akşama kadar bir çuval elmanın başını beklemektense bir an önce ucuz pahalı satıp işine dönmeyi yeğlerdi.
Öyle zaman olurdu ki eşeği olmayan malını arabayla getirenler sattığı üründen aldığı para nakliye parasını karşılamazdı.
Benden önce gelen köylü tanıdığımın yanına elma devirmesini indirdim. Eşeği bir yere bırakıp gelene kadar biraz göz-kulak olmasını istedim.
Ben hayvanın yularından tutup dereden Reşidin hanına doğru çıkarken ulan yoğrum aha orada benim eşeğin yanına bağla senin bu elma hancıya vereceğin parayı bile karşılamaz dedi. Doğru söylüyordu. Kepek elma zaten pek para etmiyordu alırsa uzak dağ köylerinden gelen yaşlı kesim yumuşak olduğu için alıyordu. Ekşi elmaları daha çok ekin biçen sıcakta içi yananlar, misket elmayı da Gürün esnafı alır yoldan geçen otobüs yolcularına satarlardı. Dediği yere hayvani bağlayıp döndüm. Alçak bir sesle elmayı ağır gesin deyimi ıslattın diye güldü. Ben olup biteni anlatırken
Alıcılarda pazarı dolaşmaya başlamışlardı. Çuvalın ağzını açtım, yanına da heybeyi koydum. Yanımdaki arkadaş getirdiği çele ve domateslerini satmış kalan sarardığı için pek kimsenin sormadığı hıyarları evirip çevirirken bir taraftan da mırıldanıyordu, avrada laf ağnadamadık bunlar ayranınan öyde yenir de, vatandaş alır mı?
Ben beklemekten sıkılmıştım cebimde ekmek almaya para olsa dereye döküp gidecektim. Tam aklımdan bunlar geçerken orta yaşlarda yüzü güneşten kavrulmuş, burnunun ucunun derisi soyulmuş biri yanında 7-8 yaşlarında erkek çocuğuyla yanıma gelip elmanın kal kuruş olduğunu sordu. Ben sen nevirsen deyince heç eyle şey olur mu dedi. Ben ne kadar alacaksın diye sordum. Yüzüme baktı çuvalınan çuvalından dedi. On lira ver yeter dedim. Sana heybelerdeki dâhil beş lira veriyim boşalt git dedi. Olmaz demeye ve pazarlık etmeye cesaretim yoktu. Tamam dedim. Getirdiği çuvala elmayı boşaltdık. Bazı elmalar üzerine oturduğum için ezilmiş onları görünce keşke bunları bir sandığa koyup getirseniz diye söylendi. Olup biteni anlatmak istemediğim için duymazdan geldim. Parayı alıp bereket versin dedikten sonra doğru fırının yolunu tuttum. Bir kaç açık ekmek alıp heybenin gözüne yerleştirdim. Eşeğimi bağladığım yerden çözüp köyün yolunu tuttum.Elmayı ağır gelsin deyimi ıslattın?
Sabah erkenden kalktım. Akşamdan kepek elmaların dibine dökülenlerini toplayıp hazırladığım bir devirme elma ile bir heybenin iki gözünü bile doldurmayan misket elmalarını Kır eşeğin sırtına yükledikten sonra Mahigilin Hanifinin bahçesinin alt rafından geçip Rağap emminin bahçesinin önünde tohma suyunun sergen olduğu yere geldim. Yaz günü bile olsa Telinde sabahları serin olduğu için, üşendim suya girmeye hayvanı uygun bir yere çektim elma devirmesini şöyle bir düzelttikten sonra üstüne bende bindim. Kır eşek oldukça iri güçlü olmasına rağmen bundan çokta memnun olmuşa benzemiyordu. Burun delikleri iki yana doğru açılmış tabiri caizse burnundan soluyordu. Hayvanın ağzı yok ki söylesin itiraz etsin. Deh dedim nazlanarakta olsa yürümeye başladı. Her adımını çok dikkatlice atıyordu. Çünkü taşlar yosun tutmuş ve çok kayganlaşmıştı. Elmalar altta ben üstte tam suyun orta yerine varmak üzereyken hayvan tökezledi ve öne doğru çöktü. Devirmenin alt tarafı ve benim ayaklar suya gömüldü. Canının yandığı beli oluyordu hayvanın. Bir iki çabaladı kalkmak için ama başarılı olamadı. Ayaklarımı çıkarıp suya girmeye üşenirken şimdi belden aşağı suyun içerisine girmek zorunda kaldım.
Ben üzerinden indikten sonra kalktığında yüzünde başaramamanın verdiği bir mahcubiyet vardı.
Ben bu yüz ifadesini birçok kez görmüştüm bu havanda. Hani derler ya dokunsan ağlayacak gibiydi. Suyun karşı tarafına çıktıktan sonra ayakkabımı çıkardım içine dolan suyu boşaltdım. Çorabımı sıktım pantolonumu kurutmak için zaman harcayamazdım. Çünkü eğer Gürüne erken varamazsan elmaları satma şansım pek kalmıyor, satılsa bile daha düşük fiyata vermek zorunda kalıyordun. Bacalı derenin kenarında ki cılga yoldan hızlıca asfalta çıktığımda yolda kimsecikler yoktu. Elma devirmesini ve onun üstündeki heybeyi düzelttikten sonra kır eşeğe deh dedim. Etrafını yarpuzların, taşını da yosunların sardığı Hatça pınarının suyundan bir avuç aldım yüzüme sürdüm. Sabah kalktığımda çaykaradan aldığımız su bittiği için yüzümü yıkama fırsatım olmamıştı. Ucuzluk pınarı, asma köprü ve Gübünün geçip Gürüne vardığımda birçok köylü vatandaş getirdikleri ürünleri eşeklerinden indirmiş alıcıların gelmesini bekliyorlardı. O dönemde köylülerin getirdiği ürünleri genelde Gürün esnafı toptan alırdı. Sonra kendi tezgâhlarında perakende olarak satarlardı.
Dolayısıyla fiyatı da genelde onlar belirlerdi. Yani bir nevi tekel vardı. Kendi aralarında yazılı olmasa da bir anlaşma olduğu her hâlinden belli olurdu. Telinden sebze meyve gelirdi. Çoğunluk pazarda akşama kadar bir çuval elmanın başını beklemektense bir an önce ucuz pahalı satıp işine dönmeyi yeğlerdi.
Öyle zaman olurdu ki eşeği olmayan malını arabayla getirenler sattığı üründen aldığı para nakliye parasını karşılamazdı.
Benden önce gelen köylü tanıdığımın yanına elma devirmesini indirdim. Eşeği bir yere bırakıp gelene kadar biraz göz-kulak olmasını istedim.
Ben hayvanın yularından tutup dereden Reşidin hanına doğru çıkarken ulan yoğrum aha orada benim eşeğin yanına bağla senin bu elma hancıya vereceğin parayı bile karşılamaz dedi. Doğru söylüyordu. Kepek elma zaten pek para etmiyordu alırsa uzak dağ köylerinden gelen yaşlı kesim yumuşak olduğu için alıyordu. Ekşi elmaları daha çok ekin biçen sıcakta içi yananlar, misket elmayı da Gürün esnafı alır yoldan geçen otobüs yolcularına satarlardı. Dediği yere hayvani bağlayıp döndüm. Alçak bir sesle elmayı ağır gesin deyimi ıslattın diye güldü. Ben olup biteni anlatırken
Alıcılarda pazarı dolaşmaya başlamışlardı. Çuvalın ağzını açtım, yanına da heybeyi koydum. Yanımdaki arkadaş getirdiği çele ve domateslerini satmış kalan sarardığı için pek kimsenin sormadığı hıyarları evirip çevirirken bir taraftan da mırıldanıyordu, avrada laf ağnadamadık bunlar ayranınan öyde yenir de, vatandaş alır mı?
Ben beklemekten sıkılmıştım cebimde ekmek almaya para olsa dereye döküp gidecektim. Tam aklımdan bunlar geçerken orta yaşlarda yüzü güneşten kavrulmuş, burnunun ucunun derisi soyulmuş biri yanında 7-8 yaşlarında erkek çocuğuyla yanıma gelip elmanın kal kuruş olduğunu sordu. Ben sen nevirsen deyince heç eyle şey olur mu dedi. Ben ne kadar alacaksın diye sordum. Yüzüme baktı çuvalınan çuvalından dedi. On lira ver yeter dedim. Sana heybelerdeki dâhil beş lira veriyim boşalt git dedi. Olmaz demeye ve pazarlık etmeye cesaretim yoktu. Tamam dedim. Getirdiği çuvala elmayı boşaltdık. Bazı elmalar üzerine oturduğum için ezilmiş onları görünce keşke bunları bir sandığa koyup getirseniz diye söylendi. Olup biteni anlatmak istemediğim için duymazdan geldim. Parayı alıp bereket versin dedikten sonra doğru fırının yolunu tuttum. Bir kaç açık ekmek alıp heybenin gözüne yerleştirdim. Eşeğimi bağladığım yerden çözüp köyün yolunu tuttum.
Ekrem MADENLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.