Çay Kaşığı Cinayetleri
"Akıllı oğlum var neylesin parayı zaten kazanır, aptal oğlum var neylesin parayı zaten batırır" demişti tüm varlığını hayır kurumlarına bağışladığında hanımanne...
Öte yandan olur ya dünya hali çocuklarım gün gelir dara düşerlerse sığınsınlar diye, sadece oturduğu evini bırakmıştı ölmeden önce geriye.
Düşündüğü gibi de oldu, işleri batırdı yıllar sonra akıllı sandığı oğlu. Diğeri de boş gezenin, başı bir hoş kalfası ve olaylar bundan sonra başladı.
...
Şehir merkezine uzak tenha bir bölgeydi burası. Yüksekliğiyle baş döndüren dağların eteğinde seğriyip duruyordu kısık sesiyle yeri döven şelale, sıra sıra kavaklar boynunu uzatmış göz kırpıyordu gökyüzüne ...
Yol boyunca siyaha çalan kahverengi topraklar vardı sahipsiz, işçisiz... Bacası tütmeyen damlar babasız, annesiz... Bahçelerde erik ağaçları çocuksuz, gülücüksüz...
Uzaklaştıkça daha da hiç gibi görünüyordu nefessiz, kimsesiz... Yakınlara gelirken oralardan... Ve belli ki yoksundu buralar, karaçalıların batmak için hayal ettiği yumuşacık ayaklardan.
Bir zamanlar ihtişamıyla göz dolduran, iki katlı ahşap evin karşı duvarından belirdi bir gölge... Bozuldu sessizlik aniden tak tak sesiyle... Yaklaştı kamburca bir adam, bastonu elinde.
Başıyla selam verdi önce, dudaklarını büküp sokarak şekilden şekile:
-Hoşgeldiniz. Hangi rüzgar attı sizi böyle?
Fırsat vermeden hemşehrilerinin hoşbulduk demelerine:
- Yoksa altınları aramaya mı geldiniz?
İki kardeş akıl okuyan Radar dedenin ürpertiyle baktılar yüzüne.
Zekai, ağzının içinde sıkışıp kalan sesini güç bela çıkararak:
- Yok Radar efendi ne altını. Kardeşimle ben özledik baba toprağını.
Bir müjdeymiş gibi duyunca altın kelamını; hin hin gülümseyerek avuçlayıp öptü Henayi, Radar dedenin ellerini.
- Sahi, hanımannem buralara bir yerlere gömdü hazineyi değil mi?
Henüz yola çıkmadan tan ağarırken Allah ile buluşup seccadede selam vermişti Henayi..
Duaya açılmış avuçlarının baş parmağını orta ve işaret parmağı üzerinde sıvazlayarak
"Oh, paracıklar paracıklar" nidasıyla dökmüştü içindekileri, kendisini koruyup kolladığına inandığı tek dostuna...
-Allahım lütfen lütfen yardım et bana. İlk iş, kendime bir ayakkabı alıp ezmek istiyorum o paraları ayacıklarımın altında.
Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip iştahı açılmışcasına devam etmişti duasına
-Toplayacağım bakkaldan ne kadar çikolata şekerleme varsa... amin
...
Eski sehpalı radyo, gecenin sessizliğine eşlik ederek iç çekip sus pus olurken bir kaç üvez geçiverdi kulağının dibinden. Ensesine eliyle bir şaplak atıp söylendi Henayi
- Ağabey, biz bir an önce başlayalım kazıya... İnan bana, kaşıntı böceklerinden başka hiçbir şey yok buralarda.
Yine de emin olamıyordu Zekai, sabaha kadar yaslanıp pencere pervazına dışarıyı süzerek vakit geçirdi.
Çekinceleri vardı, ne de olsa Radar efendi demişlerdi ona, hiç kimsecikler yokken ortalıkta, nasılda haber almıştı geldiklerini daha ayak basar basmaz kasabaya...
Düşünüyordu; kurtuluş yoktu bu yaşlı ihtiyardan, hangi taşı kaldırsalar o çıkıyordu altından... Radar efendi onlar için tehlikeliydi, güvenemezlerdi. Altınları sadece kardeşiyle bölüşmeliydi.
Öte yandan uyku tutmuyordu bir türlü Henayiyi, söyleyemiyordu ağabeyine en büyük hayalini. Gözlerinin önünden geçiyordu, bir film şeridi gibi şekerleme çeşitleri...
-Ağabey, bu üç harfli dedikleri şeker çikolata sever mi?
"Nereden aklına geliyor böyle şeyler hadi sen uyu" dedi Zekai, kardeşi Henayiye... İyi bir planlama yapmadan girmemeliyiz böyle işlere...
Susmuyordu Henayi, hızla tekme atıp yuvarlıyordu sözcükleri diliyle
-Ağabey, duymuştum ben bir keresinde, cinler koruyormuş gömüyü ellerinde tüfekle.
-...
-Ağabey, cinler çarpmış olmasın bu yüzden ölmüş olmasın hanımanne.
-...
-Ağabey, cinler kılık değiştiriyormuş sakın cin olmasın bu Radar dede...
Zekai içinde kabarmakta olan sabrının artık sonuna yaklaşmış, sağ elini sertçe yukarı kaldırıp sallayarak
- De haydi yat zıbar! Cinler kimi çarpmış bilmem ama bir an evvel sesini kesip uyumazsan okkalı parmaklarım şimdi sana çarpar!...
Henayi bu azarla birlikte yorganı kafasına kadar çekip, gövdesini döndü yavaşça duvara. Meraklı, gergin ve pimpirikli hali ceketini çıkarmayı bile unutturmuştu ona... Yorgun bedeni bu gerilime daha fazla dayanamayıp bitap düştü bir süre sonra.
Sabahın erken saatlerinde bahçedeki dikenleri yolarken eldivenli elleriyle, sessizliği bozdu Radar dedenin sesi, ayakları nal şıngırtısı gülüşü sanki at kişnemesi.
iii...hihihi... i...hihihihi
-Buldun mu altınları Zekai?
(Birinci Bölüm sonu )
EbRuAsya//
YORUMLAR
Hikayelerinde oluşturduğun karakter isimlerin çok başarılı. Henayi, radar dede... Ve daha önceki yazılarında olan isimlerde öyle.
Sonra... kalemin, üslubun,
Okurken yormayan, sürükleyici, "edebi bir yazı okuyorsun hanımefendi, keyfini çıkar" dedirten cümlelerin...
Arayı çok uzatmaman ricasıyla..
Sevgiler Ebru Asya..