- 929 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
YAŞARKEN ÇÜRÜMEYİN
Allah kalbimi biliyor ya Kemalpaşa kaymakamının bir okul ziyaretinde girdiği sınıfta kendine hoş geldiniz diyerek elini uzatan öğretmeni sınıftan kovduğunu okuduğumda; “Bu haberde atlanan, anlatılmayan, saklanan bir şey var. Değil kaymakam bu coğrafyanın suyunu içmiş hiçbir insan bunu yapmaz.” diye geçirmiştim. Hani duyduğunuz bazı olaylara inanmak istemezsiniz ve “Bu kadar da olmaz!” dersiniz ya. İşte öyle bir tepkiydi benimkisi.
Ancak dün önce Artvin valiliğinin açıklamasını, sonra Milli Eğitim Bakanı ve İçişleri Bakanının konuya ilişkin demeçlerini okuyunca doğru olduğunu öğrendim ve tüm samimiyetimle söylüyorum çok ama çok üzüldüm. Kaymakam beyin bu yaşananlardan sonra okula tekrar giderek öğretmenden özür dileyip helallik alması üzüntümü hafifletmedi. Zira bu olay sosyal medyada gündem olup tepki çekmeseydi Anadolu’nun pek çok köşesinde yaşanan benzer tatsız olaylar gibi kimsenin haberi olmadan kapanıp gidecekti.
Kaldı ki kaymakam beyin ikinci ziyaretinde yaptığı açıklamada da bir sıkıntı var. “Pandemi koşulları gereği küçük bir heyetle gerçekleştirdiğimiz sınıf ziyaretleri sırasında iki öğretmenin görevli olduğu sınıfınızda sizin sonradan sınıfa gelmeniz, kim olduğunuzu o an bilmiyor olmam ve tokalaşmak maksadıyla elinizi uzatmanız sebebiyle salgın tedbirleri açısından sizi uyarma gereği duydum. Öte yandan, sizin özel eğitim öğrencimizin bakımı ile ilgilenmeniz sebebi ile sonradan sınıfa geldiğinizi anladım. Yaşanan yanlış anlaşılmadan kaynaklanan hadiseden üzüntü duyduğumu size özellikle belirtmek isterim.”
Bırakın ast üst ilişkisini, bırakın rencide etmeyi, Türk kültüründe babanın evladına kalabalık önünde nasihat etmesi dahi hoş karşılanmaz. Kaldı ki “Hoş geldiniz!” diyerek uzatılan bir elin Allah aşkına yanlış anlaşılacak neyi olabilir?
Bu davranışın kanaatimce tek izahı enaniyet yani benlik duygusudur.
Enaniyet arapça bir kelimedir. TDK sözlüğünde bu kelimenin karşısında; “Kendini her zaman başkalarından üstün tutma, kibirlenme ve bencillik.” yazar.
Tasavvufta ise enaniyet; “Allah’ın insana ihsan ve ikram eseri olarak verdiği nimetleri sahiplenip kendine mal etmesi ve kendinden bilmesi.” olarak tanımlanır.
Tasavvufta “ene” yani benlik duygusu habis bir hastalık olarak görülür ve dört evresi vardır. Buna göre;
Birinci evre; kişilerin emsallerine olan enaniyetidir ki, bu kalbi bir hastalıktır. Ve ene ağacının tohum halidir. Bu halde iken başı ezilmez ise, terakki ve tekamül ile gelişir en sonunda insanı yutacak bir şekle dönüşür.
İkinci evre; alimlere karşı olan enaniyet ki, bu manevi bir sapkınlık ve dalalettir ama küfür değildir. Bu ene ağacının fidanlaşma sürecidir. Bundan sonraki süreçler küfür hattına yaklaşmaktır.
Üçüncü evre; peygamberlere karşı olan enaniyettir ki bu küfürdür. Çekirdek olan enenin ağaç kıvamına yaklaşmış şeklidir.
Dördüncü ve en dehşetli evre ise Allah’a karşı olan enaniyettir. Firavun’un enaniyeti buna örnek teşkil eder. Bu merhalede artık ene ağaç şekline gelip insanı yutmuş ve bütün aza ve cihazları ene şekline dönüşmüştür.
Oysa büyüdükçe, küçülmeli insan. Bunun yolu da “ene” yani benlik duygusunun ezilmesinden geçer. Tasavvufa göre kâmil insanlar, “enaniyetsiz büyüklük” içindedirler. Büyüktürler, fakat büyüklenmezler. Bütün kemâlâtın, güzelliklerin Allah’tan geldiğini, bütün noksan ve çirkinliklerin kendilerinden kaynaklandığını peşinen kabullenmişlerdir.
Ve bilirler ki; kem alatla, kemâlat olmaz!
Unutmayın, aklınızdan çıkarmayın. Adamlık bir cinsiyet meselesi değil, şahsiyet meselesidir. Ve adamlık her türlü sıfatın, makamın üstündedir.
Enaniyet insan bedenini çürütür. Yaşarken çürümeyin!
Vesselam
www.yitiksevdalar.com
YORUMLAR
Çok güzel bir açıklama...
Gerçekten de, bir işe yaradığını ve/veya bir işe yarayıp yaramadığını sürekli sorgulayan, bundan dolayı özeleştirisini hiçbir zaman ihmal etmeyen kişi önce kendisiyle olan hesabının bilincine varır, o hesabı samimiyetle görür, sonunda da en önemli kazanımı kendisi için sağlar, yani 'enaniyetsiz büyüklük' elde eder...
Ne var ki, yeteneklerin keşfedilmesine ve işlenmesine imkan vermeyen bir eğitim tezgahından çıkan insanımız olanca yeteneksizliğine rağmen önce bir işe yarayana düşmanlığı özümsüyor, sonra da (kendi yeteneğinin görmezlikten gelinmesinin, güdük bırakılmasının acısıyla) saldırganlıkla dışa vuruyor bu durumu...
Serbest piyasaya, şu kurtlar sofrasına bırakılıverse birbirini dinlemeyecek, anlamayacak ve birlikte bir iş yapamayacak yüzbinlerce yetenek fakiri kişiye devletin kudretini temsil imkanı verildiğinde ise beklenen şey ortaya çıkıyor işte...
Belki köydeki çiftçi babası, kasabadaki, şehirdeki esnaf, zanaatkar babası kadar üretici olmayan kişilerdir büyük çoğunluğu onların...
[Neden es geçelim: Analarını, ninelerinin "Benim oğlum vali olacak, kaymakam olacak, paşa olacak!" diye daha küçücükken şişirilmelerinin de önemli payi vardır bu durumda...]
Daha da yazılabilir elbette...
Saygılarımla.