- 1019 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
924 – NEFAHTU
Onur BİLGE
Sadullah Bey’in arkadaşının annesi ölmüş. Cenazeden geldi. Bitkindi. Ofladı pufladı. Huzursuzdu.
“Başı sağ olsun! İç yarası iyileşsin! "İnna lillah ve inna ileyhi raciun." Allah makamını âli kılsın!” dedi Define.
“Mümtaz’da da kalp, şeker, kolesterol... Ne ararsan var. Zaten ağır hasta... Bu acı onu yer bitirir. Dayanamaz. Çok hassastır. Zaten yaklaşık otuz kilo verdi. Eridi, aktı. Son günlerde kendini biraz topladıydı. Fena sarsıldı. Çok yaşamaz, ölür.”
“Ona da Allah’tan acil şifalar dilerim!”
“Annesinin öldüğünü telefonla bildirdi. “Başın sağ olsun!” dedim. Çok ağlıyordu. “Geliyorum! Anlıyorum acını, üzülme!” dedim. Hemen yanına gittim. Perişandı! Koca adam! Ölen herhangi biri değil ki! Ana!..”
“Allah sabır versin! Ölenle ölünmez! Hepimiz sıradayız. Ha bugün ha yarın... Ölümden kaçış yok! Orada kavuşur. Zaten ağır hastaymış.”
“Ne kadar da rahatsın! Sıradan bir olay gibi karşılıyorsun ölümü.”
“Ölmeden önce ölmekten bahseden kim? Sen değil misin!”
“O, mevt-i iradi... Bu, mevt-i tabii... Ölüm, ruhun Allah’a kavuşması! Muhteşem bir olay! Ağır gelen onu bir daha görememe... Ayrılık...”
“Diyordun ki: “Ölüm üç çeşittir. İzdirari ölüm, ihtiyari ölüm ve her nefesteki ölüm...”
“Öyledir! İzdirari ölüm, canlılığı kaybetmedir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” İhtiyari ölüm, kişinin arzusuyla bir bilene gitmesi, onun terbiyesiyle, kendisine ait olduğunu sandığı varlığı yok sayabilmesidir. Bu ölüm, irade ve idrakle gerçekleştirilir. “Mutu kable ente mutu...” sırrıyla tavsiye edilmiştir. “Ölmeden evvel ölünüz!”
Hazreti Ebubekir sahabeye, yiyip içen ve gezen ölü olarak gösterilmiş. O, onların arasında, şirkten kurtulmayı başararak o mertebeye gelmiş.
O bize de örnektir. Kendimize nispet ettiğimiz fiilin aslının fiilullah, sıfatın sıfatullah, ruhumuzun O’nun emrinden olduğunu idrak ettiğimizde, ölmeden önce ölenlerden oluruz.”
“Bir ayet var. Aklımı karıştırıyor. “Siz ölü idiniz. O Sizi diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek ve tekrar diriltileceksiniz ve sonunda ona döndürüleceksiniz.” Burada ölme ve dirilme birden fazla gibi... Halbuki insana yaşama hakkı bir kez verilir. Anlatılmak istenen nedir acaba?” diye sordu İhsan. O hayatı hafife alan biridir. En üzücü olaylarda bile gülebilir. Aslında dini konuları araştırmaya çok da meraklı değildir. Bu ayeti neden ezberlediğini merak ettim. Galiba bu aralar reenkarnasyonla ilgilenmeye başlamış.
“Bir insan, bir bilene gelmeden önce manen ölüdür. O, onun zikirle ve fikirle dirilmesini, sonra da ölmeden önce ölmesini sağlamaya çalışır. Gayriyetleri ölünce, fenafillah olur. Allah’ın varlığıyla var olduğunu anladığında da ihtiyari biçimde dirilmiş olur. Son ölümü de eceli geldiğindedir. Allah’a döndürülür. Bilmem anlatabildim mi?”
“Anlamaya çalışıyorum. Ağır bir konu! Belki benim için öyle...”
“Haklısın evlat! Tasavvuf, afişlerden öğrenilebilecek kadar kolay değil. Fragmanlar da yetmez anlatmaya. O bir filmse, biletinin alınıp sinemaya girilerek, başından sonuna kadar seyredilmesi gerekir. Bu şekilde anlatım, at üstünde ekin biçmeye benzer.”
“Belki de onun için tasavvuf ehli hakkında ileri geri konuşuluyor. “Kişiye Allah yeter!” deniyor. Rehber şahsiyetler, Allah’la kulu arasına giren putlarmış gibi görülüyor. İçerden de dışarısı farklı görülüyor olmalı ki onlar hakkında: “Gafiller! Ne kadar da derin bir uykudalar! Bunları birilerinin uyarması, uyandırması lazım!” diyorlar. Siz de diyorsunuz ki: “Onlar ölüdürler ama bundan habersizdirler. Bir bilene giderlerse gerçeği görerek dirilebilirler.” İki arada bir derede kaldım!”
“Dedim ya evladım! Bu iş aşk işidir. Aşkın tarifi ne kadar başarılıysa, benim anlatmam da o kadar başarılıdır. Hayatında aşık olmamış birine aşkı anlatabilir misin!”
“Dinimi severim ama çok derine inmeye hiç de niyetim yok. Ancak şimdi o kadar meraklandım ki! Yani bu aşamalar nasıl kaydediliyor? Zikir fikir olayını denemek istiyorum. Bir süreliğine de olsa... Böyle kulaktan dolma olacak gibi değil. Yaşamak lazım bence de...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 924