- 1143 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAZAKİSTAN'IN BAĞIMSIZLIĞI (Gezi Yazısı)
Bugün 24.11.2016 Perşembe ve ben İstanbul’dayım. İstanbul’dan saat: 20.30’dan kalkması gereken uçak, bir yolcunun pasaport sorunu nedeniyle, bagajının iade edilmesi için bekletildi. Bu nedenle uçağımız ancak saat:21.00’de hareket edebildi. Yaklaşık altı saatlik bir yolculuktan sonra Arslan Bayır, İlhan Soytürk, Meral Kutluğ İlsever, Behiye Yılmaz ve ben Almatı havaalanına indik. Sabiha Gökçen havaalanıyla karşılaştırdığımızda, buranın havaalanı çok basit geliyor. Pasaport ve çıkış işlemlerimizi yaptırdık. Polislerin kıyafetleri, özellikle şapkaları bize farklı geliyor; çünkü şapkalarının üstü çok geniş. Sonunda valizlerimizi alıp çıkıyoruz.
Kazak dostlar bizi karşılamaya gelmişlerdi. Arabaya bindik. Ben arabanın önüne, şoförün yanına oturdum. Her taraf bembeyaz. Bir süre gittikten sonra şoföre ilk sorum karı göstererek "Kar!" oluyor. O da "kar" diyor. Demek ki anlaşabiliyorum. Konuşmaya başlıyoruz. Ama ben yine de dikkatli konuşmalıyım. Şoför de az konuşuyor. İlk sözcüğü anlamanın keyfiyle, şoföre ikinci kez soruyorum. Hava sisli olduğu için bu defa elimle gösterip "sis" diyorum. Bakıyor. Belli ki bir şey anlamamış. Aradan bir dakika ya geçiyor ya geçmiyor, hemen "tuman" diyor. Bunu anlıyorum bizdeki "duman" bu. Bizde de aslında özellikle Anadolu’da sise duman denir. Aramızdaki dil farklılığını ne durumda olduğunu anlamak istediğim için şoförle konuşmak istiyordum.
Almatı da iki gündür kar yağıyormuş, ama bugün kesilmiş. Yarım metre kadar kar var. Son 48 saatte bir yılda yağacak kadar kar yağmış. “Bereketli geldiniz." diyorlar. Hava sıcaklığı eksi 16 ve hava sisli. Araba devam ediyor, ama ben hiçbir şeyi kaçırmadan çevreme bakınıyorum. Her taraf ağaç. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, ama yine de yaz geldiğinde bunların yeşermiş halini gözümün önüne getirdiğimde, Almatı’nın ne kadar yeşil bir şehir olduğunu kafamda canlandırabiliyorum.
Kazakistan’ın bağımsızlığı elde edişinin 25.yılı nedeniyle yapılan etkinlikler çerçevesinde Kazakistan’a (Almatı) gelmiştik. Türk ve Kazak şair ve yazarları olarak bir araya gelerek hem tanışmak, hem Kazakistan’ın bağımsızlık kutlamalarındaki sevinçlerine ortak olmaktı amacımız. 16-18 Aralık 1986 yılındaki “Jeltoksan Olayları” Kazakların asla unutamadığı günlermiş; çünkü o günler Kazak gençlerinin ‘bağımsızlık’ için direndikleri günlermiş. Sonu çok büyük acıyla bitse de Kazak gençleri adına onurlu ve gururlu günler olmuş. Bağımsızlık kolay kazanılmaz. Biz de bağımsızlığımızı kolay kazanmadık. Atatürk önderliğinde milletçe savaşarak kazandık. Bu nedenle bağımsızlığın değerini bizim kadar bilen millet sayısı azdır. Belki de “Jeltoksan Olayları”, 1991 yılının Aralık ayında Kazakistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ayak sesleriydi. Kimi zaman bir olay, tarihin seyrini değiştirebiliyor.
Hava tam olarak aydınlanmadı. Araba bizi üstünde JAS_AY yazılı bir binaya getirdi. Güzel bir kahvaltıdan sonra Edebiyat ve Sanat Enstitüsüne gittik. Saat:10.00’da etkinlik başlayacaktı çünkü. Salon dopdoluydu ve gelenlerin sıcak ilgisiyle karşılaşmıştık. Salonun duvarlarında Kazakça yazılmış yazılar ve yine Arap alfabesiyle yazılmış hat sanatları örnekleri vardı. Bu hat sanatlarının sahibi Akmeyir Kerim’miş. Onunla da tanıştık. O, Uygur’muş. Oturumu yöneten Prof Dr. İslam Jemeney’di. Kazakça ve Türkçe konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Belki sözcükler tane tane söylense daha iyi anlaşacağız, ama konuşmada ne yaparsanız yapın, bunu sağlayamıyorsunuz. Konuşmalarımız Türkçeden Kazakçaya, Kazakçadan da Türkçeye çevrilmek zorunda kalınıldı. Bu durumlarda bize en büyük desteği Prof Dr. İslam Jemeney ve Prof. Dr. Zübeyde Şadkam verdi. Prof Dr. İslam Jemeney, bu etkinliğin düzenlenmesinde Arslan Bayır’la birlikte etkin rol oynadı. Her ikisine de teşekkür ederiz.
Akşam yemeği için sabahki kaldığımız yere tekrar geldik. Burası akupunkturla sağlık hizmeti veren bir sağlık merkeziydi. Bu tıp merkezinin sahibi de tıp doktoru Prof. Dr. Jesan Zekeyuli’ydi. Buranın üst katı misafirhaneydi ve biz orada kalıyorduk. Akşam yemeğini Prof Dr. Jesan Zekeyuli verdi. Akşam yemeği sekizdeydi. Salona geçtik. Yemekte bizlerin yanı sıra, eski ve yeni milletvekilleri, öğretim üyeleri, tıp doktorları, üniversite öğrencileri de vardı. Yemekte yok yoktu. At etinden tutun da koyun etine kadar her şey vardı. Yine bol bol kuruyemiş (ceviz, badem, siyak çekirdeksiz kuru üzüm, kuru kayısı) vardı. Özellikle bunu söylememin nedeni, vücudu soğuğa karşı dirençli tutmak için kuruyemiş yemek iyiymiş. Bu nedenle daha sonraki günlerde de her öğünde kuruyemiş yiyorduk. Yine hemen her öğünde çay içiyorduk. Sonra her yemekten önce de sonra dua etmek vardı. Dua öyle uzun uzadıya ve Arapça sözlerle değildi. “Allah soframıza bereket versin. Allah sağlık versin. Amin.” Konuşmalar yapıldı. Konuşmalar daha çok Türk-Kazak Halklarının kardeşliği üzerineydi. Orada bulunan hemen herkes bu konuda ve misafirperverlik üzerine konuştu. Yemekte bir ara Kazak müziği örnekleri akordeon ile çalındı, biz de keyifle dinledik. Bize Arslan Bayır, İlhan Soytürk ve bana, geleneksel Kazak giysisi giydirilmesi de ilginçti.
Almatı’nın bir yanında Ala Tau denen dağ silsilesi uzanıyordu. Tanrı Dağları’na gitmek istedik, ancak kar yağışı nedeniyle gidemedik. Kış Sporları Merkezine kadar gittik, sonra geri döndük.
Yine, hemşerim Prof. Dr.Ahmet Dağduran Adana’dan ta buralara kadar gelmiş, burada yaşıyormuş. Başkanı olduğu Türk Halkları Medeniyeti Vakfı’nı ve kendisini ziyaret ettik. Hem o hem ben bir Adanalı görmenin mutluluğunu yaşadık.
Kazak kültürünü daha yakından tanımak için Kazakların yaptığı ürünlerin satıldığı yerleri görmek istedik. Kazak ürünlerini satıldığı yere gittik. Kazak kültürünü yansıtan el işlemesi ürünleri almayı tercih ettik. Ama benim burada daha çok ilgimi çeken yaşlı bir Kazak kadınının “kurut” adıyla söylediği kurutulmuş bir çeşit peynir türü yiyecekler satmasıydı. Bir Kazak köylü kadını ile bizim Anadolu’daki köylü kadınlarını karşılaştırmak bakımından bu, benim için iyi bir örnek oldu. Giyiminden davranışlarına kadar birçok özelliği birbirinin aynıydı. Hatta hem bu Kazak köylü kadınını hem bizim Anadolu’daki Türk köylü kadını bir araya getirin, bunlar bizden daha iyi anlaşırlar. Bundan emindim.
Ben daha çok kardeş olan Kazaklara hem gelenek göreneklerimiz bakımından hem de dil bakımından farklılıklarımızı ve benzerliklerimizi gözlemlemeye çalışıyordum. Bu nedenle de sık sık Kazaklarla konuşmaya çalıştım. Çoğu zaman zor olsa da kimi zaman o kadar zor olmadı. Yalnız, ses özellikleri bakımından değişmelere dikkat etmek gerekiyordu: t/d değişimi (tuman/duman), k/g değişimi (küneş/güneş) gibi ve yine Kazakçada bulunan, ama Türkçede olmayan “J” sesi. Ayrıca telaffuz (söyleyiş) farklılıkları. Yine hem normal konuşmaların çabuk söylenmesi hem de kişilerin aksan (ses) gibi söyleyiş özellikleri de eklenince buna, anlaşma zorlaşıyordu. Yoksa sözcükler dikkatle söylendiğinde anlaşmak hiç de zor değildi. Hatta bir süre orada kalınacak olunsa çok daha kolay anlaşılırdı. Şimdi kimi sözcükleri örnek vererek söylediğimizde durum daha iyi anlaşılacaktır. Önce Kazakçasını sonra Türkçesini yazarak belirteyim: “Kar/kar”, ”tuman/duman”, “ayaz/ayaz”, “Alatau/Aladağ”, “bolmak/olmak”, “kurutmak/kurutmak”, “konak/konuk”, “hayırlı kiç/hayırlı geceler”. Şimdi gelelim sayılara: Sadece Kazakçasını yazacağım: bir, yki, üç, tört, beş… Yani sayılar aynı. Onlarda bir sıkıntı yok.
Atayurt’tan bir avuç toprak götürmek istediğimizi, ama her tarafın kar olduğunu, bu nedenle de alamadığımızı söylediğimizde, tanımadığımız bir Kazak’ın hemen bir kürek dolusu toprağı getirip bize vermesi, bizi hem sevindirdi hem de duygulandırdı.
Kazakistan’da, Atayurt’ta geçirdiğimiz bu birkaç gün bize az geldi, keşke daha uzun süre kalabilseydik; çünkü orada kendimizi bulmuştuk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.