- 514 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
İKİ HAYAT
Ormanın eteğinde yeşilliğiyle göz kamaştıran güzel bir köydü İsaoğlu Köyü.Küçük bir köy olan İsaoğlu Köyü’nde çocuklar o gün de köyün tek okulunun önünde buluşmuşlar ne oynayacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı.Hep birinin söylediğini diğeri kabul etmez ve saatlerce ne oynayacaklarına karar vermezlerdi.O günde öyle oldu, karar vermekte zorlandılarsa da sonunda pikniğe gitmeye karar verdiler.
Pikniğe gittikleri yer köyün merasında çalılıkların arasında çimenlikli bir alandı. Çocuklara seksenli yılların güvenli alanları ve dostça komşuluğun birer armağanıydı bu rahat oyunlar ve de rahat vakit geçirmeler.Diledikleri yerde gezerler ve köylü her bir çocuğu kendi çocuğu gibi korur kollardı.
Dilek çimenlerin arasında çimen köküne benzer bir ot çıkarıp “Bakın ne buldum” dedi.Nazlı o sırada çimenliğin ortasına piknik yapmak için getirdikleri bisküvi,gofret,çekirdek gibi yiyecekleri koymak için örtü seriyordu.”Ne o?” dedi.Dilek “ bilmem ama çok değişik ve güzel değil mi?” deyince yanlarına gelen Menekşe “bakın ördeğe benziyor” dedi.Serpil de ”o zaman adı ördek olsun” dedi.Adı o günden sonra ördek oldu. Ondan sonra çimenlerin arasında baş kısmı ördeği anımsatan tüy gibi yüzeyi olan onların deyimleriyle ördeği arar oldular.Artık yeni eğlenceleri buydu.Buldukları ördekleri suda bekletip sonra da boyarlardı.Bunlardan süs yapıp üretmenin keyfini keşfetmişlerdi.Yılların ardından baktıklarında bunların çimenlerin kurumuş kökleri olabileceğinin farkına varacaklardı.
Nazlı yılların ardından o günleri anımsadığında yirmi iki yaşındaydı. Az sonra Londra’ya yüksek lisans için gidecekti.
Nazlı’nın hatırladığı çocukluk anıları babaannesinin köyündeki arkadaşlarıyla geçirdiği güzel tatil zamanlarındandı.Hiç unutmamıştı o günleri ve şimdi uzaklaştığı memleketten giderken uzun zamandır gitmediği köyünden daha da uzağa gitmek canını acıtıyordu.Gitmese de o köy onun anılarıyla doluydu ve bir gün mutlaka babaannesinin ölümünden sonra kapatılan evine uğrayacak yine o günleri yerinde anımsayacak tekrar yaşar gibi olacaktı.Çünkü mutluluğu tekrar iliklerinde hissedebilmek için hayatındaki en huzurlu yere ihtiyacı vardı.
O yirmi iki yaşında uçağa binmeyi beklerken bunları düşünüyordu.Yüksek lisans için ama en çokta dedesini,teyzesini bulmaya gidiyordu.Anneannesinin gençlik aşkı olan İngiliz Tom’ la evlenmesini,yaşadıkları büyük aşkı ayrı dinlerden olmalarından dolayı ailelerin istemediği halde iki aşığın aileleri ikna etmelerini ve iki çocukları olduğunu hep dinlemişti.Anneannesi ve dedesinin ayrılış nedeni anlaşmazlıktı.Ayrı kültürler ve ayrı dinler aynı eve girince sorunlar getirmiş ve ayrılmalarına neden olmuştu.Tom kızının birisini alıp tatile getirmek için gitmiş bir daha da dönmemişti.Nazlı’nın anneannesi Londra’ya gitmiş ama onları bulamamıştı.O zamanın şartlarıyla elinden çokta bir şey gelememişti.
Uçağa binmiş olan Nazlı babaannesini son gördüğü o anı anımsamış ve sessizce ağlamıştı.Nazlı’nın annesiyle babası da ayrılmıştı.Tatillerde babaannesine gelir babasını da görürdü. Babası Ankara’da çalışır tatillerde kızını görmeye annesine gelir birkaç gün kalır ve geri dönerdi.Buraya geliş sebebi en çok da babaannesinin yumuşak kalbinin sevgi dolu yanıydı. Babaannesi Nazlı’ya çok iyi davranır beraber inekleri otlatmaya uzakta olan büyük tarlalarına götürürlerdi.Orada ona anılarını köydeki insanları ve bildiği bütün hikayeleri anlatır eve geldiklerinde torununa güzel yemekler yapar ve birlikte yerlerdi.Gece şekerli yoğurt yerdi Nazlı.Babaannesini öyle seviyordu ki o ne dese yapıyor ne verirse yiyordu.Hayatındaki en mükemmel kişiydi babaannesi ve ona sevgisi sonsuzdu.En büyük korkusu babaannesinin ölmesiydi. Biricik babaannesinden ayrılırken hep bunu düşünür İstanbul’a gittiğinde babaannesini sık sık arardı.O zaman ev telefonu yoktu bu güzel köyde; bir tek bakkalda vardı ;herkes oradan konuşurdu.
Babaannesi üç yıl önce öldüğünde neyse ki yanındaydı.Cep telefonuyla ölümünden bir hafta önce babası aramış babaannesinin hastalandığını ve Nazlı’yı görmek istediğini söylemişti.Nazlı korkularla dualarla ve hasretle köye gelmişti.Babaannesi onu görünce çok sevinmiş hasret gidermişlerdi ama Nazlı geldikten iki gün sonra babaannesi fenalaşınca hastaneye kaldırmışlardı.Nazlı son kez babaannesini ölümünden bir gün önce yoğun bakımda görmüş kucaklamış ve çok yanında duramadan çıkarmışlardı.
Nazlı için Karadeniz’in bu güzel köyünde arkadaşlarıyla geçirdiği vakitlerde çok değerliydi.Dilek,Menekşe,Emel ve Serpil en iyi anlaştığı arkadaşlarıydı ve evleri birbirine çok yakındı.Yazları burada hep onlarla vakit geçirirdi.Akşama kadar saklambaç,yakan top,istop,evcilik,çizgi,kuyu taş gibi oyunlar oynarlardı.Nazlı bu arkadaşlarını en son babaannesinin cenazesinde görmüştü.Arada telefonlaşıyorlardı.Dilek’le ise İstanbul’da birkaç defa yüz yüze görüşmüşlerdi.Dilek öğretmen olmuş ve o sene İstanbul’a tayini çıkmıştı.Orada buluşup eskileri yad etmişlerdi.
Nazlı tamda bu anıları,babaannesini ve dostlarını düşündüğünde yirmi iki yaşında Londra’ya yüksek lisans ve geçmişi için gittiği uçaktaydı.Şimdi ise kırk bir yaşında evli iki çocuklu geçmişi ve geleceği için gittiği Londra’dan geleli seneler olmuştu.
Nazlı oğlu Kaan’ı okula göndermiş babaannesini özlemiş köydeki evden anı diye aldığı babaannesine ait eşyalara bakıyor gözleri doluyordu. Babaannesini yirmi bir sene önce kaybetmiş ama acısı hiç gitmemiş hatta özlemi daha da artmıştı.Az sonra misafirleri gelecekti ve bunun için hazırlıklarını son kez gözden geçirmesi gerekiyordu.Ama babaannesini öyle özlemişti ki ayakları onu yatak odasına sandığın başına getirdi .Bu sandıkta hatıra defterleri,günlükleri fotoğraf albümleri ve hatıra diye sakladığı bir sürü şey vardı.Gelecek misafirler de annesi,teyzesi anneannesi ve kuzeni olunca eskiler yağmur gibi yağdı belleğine.Babaannesinin kokusu çocukluğu ve hayatının en zor zamanları olan Londra yıllarını anımsayıp ağladıktan sonra gözlerini sildi,eşyaları kaldırıp mutfağa geçti.Büyük oğlu Alp okuldan gelmiş yiyecek bir şeyler olup olmadığını soruyordu.Anıların perdelerini aralamaktan oğlunun sözleriyle sıyrıldı.Oğlunun karnını doyurunca telefonla annesini aradı.Annesini n az sonra çıkacağız demesiyle salatayı hazırladı o sırada evleri iki sokak arkada olan annesi teyzesi ve kuzeni ve anneannesi kapının zilini çaldılar.
Yemeklerini yedikten sonra kahvelerini içerken biraz da iki saat öncesindeki anıların etkisiyle misafirleriyle yirmi iki yaşına geri döndü.
Nazlı’yı uçaktan indiğinde liseden beridir mektup arkadaşı olan Tiana karşılamıştı.Sonra Tiana’nın evine gitmişler ve ilk kez birbirlerini yakından gören iki arkadaş o gece sabaha kadar konuşmuşlardı.Yarınki gün arkadaşıyla Nazlı anneannesinden öğrendiği dedesinin ve teyzesinin isimlerini sosyal medyada sorgulamışlardı.Nazlı teyzesi Meryem Mary’e mesaj yazmış onları aradığını;anneannesinin her gün kızı için ağladığını ve çok acı çektiğini annesinin özlemle kardeşini aradığını yazmıştı.Cevap olarak başkasıyla karıştırıldığını aradıklarının kendisi olmadığı ayrıca annesinin de yanında olduğunun cevabı gelince çok üzülmüştü.Sosyal medyada başka Meryem Mary Johnssen yoktu. En son çare olarak anneannesinin son anda eline tutuşturduğu yıllar öncede kendisinin aradığı adrese gitmeye karar vermişlerdi.Yarınki gün adrese gittiklerinde oradan taşındıklarını öğrendiler.
Anneannesini üzmek istemiyordu ama o merak ve heyecanla geçmişi irdeleyince konuşmaya devam ettiler.Anneannesi anlatmasını yıllarca konuşmaya konuşmaya içinde yara olduğunu söyleyince teyzesinin kızı Anna anneannesine dedesiyle tanışmalarını sordu.
Anneannesi İstanbul ‘da konakta el bebek gül bebek büyütülmüş ailenin tek çocuğuydu.Liseyi bitirdiği yaz Marmaris’te kumsalda sarışın,atletik yapılı gözleri onda olan bir delikanlıyı fark etti.İlkin umursamadı yarın ki gün hatta sonraki bir hafta deniz gibi masmavi bakan hareketlerinden yardım sever olduğunu anladığı; olgun tavırlı bu gence kayıtsız kalamadı.Artık o da onu düşünüyordu.Bir sabah ekmek almaya giden Gülistan yolda Tom’la karşılaştı.Tom selam verdi o da ona selam verdi.Ama sonra bu yaptığından çok utandı.Marmaris’te ailesinin yazlığı vardı ve onu Koruoğulları’ nın kızı olarak herkes tanırdı. Birisi gördüyse onu hafif kız gibi görürlerse ailesine söylerlerse diye vesveseye başladı.O zaman Marmaris’te olan İstanbul’dan hala görüştükleri arkadaşı Nurşen’e durumu anlattı. Zaten birbirlerinden bir şey gizlemezlerdi.O da “ne var bunda zaten üniversiteye de göndermediler belki evlenirsiniz” dedi.Gülistan saçmalamamasını onun yabancı ve Hıristiyan olduğunu asla ailesinin evlenmelerine izin vermeyeceklerini söylediyse de yarın ki akşam arkadaşlarının doğum gününde Tom’u görünce her akıllı başlı şey tozla duman oldu.O masum ve içten bakan gözlerde kayboldu birbirlerinden başka kimse orada değildi adeta.Gülistan büyülenmiş gibiydi Ne zaman dansa başladılar o da bilmiyordu.onun kollarında mutlu olduğunu ve o anın hiç bitmemesini istedi.Bu efsun iyiydi ama eve gelince yine utandı ve pişman oldu.Ya onu hafif kız olarak gördüyse ya çok meraklı gibi davrandıysa diye düşünürken uyuya kalmıştı.Sabah uyandığında başucunda Nurşen vardı ve elinde bir mektup.Mektup Tom’dan geliyordu.Tom Gülistan hakkında her şeyi öğrenmişti.Gülistan’ın Robert Koleji mezunu olduğunu İngilizce bildiğini öğrenince de bu mektubu yazmaya karar verdiğini Nurşen hemen anlattı ve eline mektubu verip odadan çıktı.İşte büyük aşk böyle başlamıştı.
Gülistan sonra ailelerin öğrendiğini babasının onu odasına kilitlediğini,pencereden kaçtığını,intihara kalkıştığını anlattı.Tom ise ailesini ikna için çok uğraştı dil döktü.İki aileyi sevgilerine inandırmak ve kabul ettirmek için ikiside çok savaştılar.Sonuç olarak evlendiler.Ama ne Gülistan’ın ailesi ne de Tom’un ailesi çok içten istemediler bu evliliği.
Evlenince her şey çok güzeldi masal gibiydi adeta.Türkiye’de yaşıyorlar ama sık sık da Londra’ya gidiyorlardı.Kültür farkı evliliğin ilk yıllarında önemsiz görünüyordu ancak bu aşk aradaki farklılığa iki yıl dayandı .Tartışmalar başladı.Anlaşamıyorlardı.Birbirlerini kırmadan ayrılmaya karar verdiler.Tom ikiz kızlarını annelerine bıraktı.Tatillerde ve özleyince geliyor ve onları görüp gidiyordu.Kızlar yedi yaşına geldiğinde ara tatilde kızları Londra’ya tatil için götürmeye geldi.Ancak Nur Lisa çok hastaydı ve bu halde yola çıkmamasının daha iyi olacağına karar verdiler.Tom kızı Meryem Mary’i alıp gitti ve daha sonra getirmedi.
Gülistan Londra’ya aramaya gitmiş ancak adreste bulamamıştı.O günden sonra Nazlı kızını ve torununu getiresiye kadar her gün ağladı.Nazlı’da bu sadece ismini bildiği teyzesinin özlemini dolayısıyla ayrılığı kanıksayarak büyüdü.Onun büyümesinde emeği olan biricik anneannesinin yüzünü güldürmeyi çok istiyordu.Bunun için Londra’ya gitti.
Nazlı’nın annesiyle babası da anlaşmazlıktan ayrılmışlar ve anneannesiyle birlikte büyük dedesinin konağında yaşamaya başlamışlardı.Annesi iç mimardı,çalışıyordu.Çoğu zaman anneannesiyle kalır ve ondan teyzesini annesinin küçüklüğünü dinlerdi.Anneannesini çok seviyordu ama onda bir soğukluk vardı.İçindeki yılların özlemi onu donuk ve sevgisini göstermeyen birisi yapmıştı.Şimdi anneannesi dedesiyle tanışmalarını ve evlenmelerini anlatırken anneannesinin nasılda değiştiğini fark etti.Küçüklüğünden beridir görmediği kızına,torununa kavuşunca hayata dönmüş gibiydi.Eskiden ruh gibi gezer ,gülmez ,gerekmedikçe konuşmazdı.Konuştuğunda ise kızı ve Tom’dan bahsederdi.Bu da Nazlı’ya annesini ve onu sevmediğini düşündürürdü.Şimdi anlıyordu ki o sadece sevgisini gösteremezmiş çünkü şimdi hepsine içtenlikle sevgisini göstermekteydi.Kim bilir beklide onları sevmeyi içinde kalan yarım sevgiye ihanet sayıyordu.
En sonunda teyzesi “beni nasıl bulduğunu biliyorum ama yine anlatsana ben ne kadar şaşırmıştım seni karşımda görünce hatırlıyor musun?”dedi.
Nazlı teyzesine nasıl ulaştığını anlatmaya başladı.Nazlı ve arkadaşı Tiena adreste bulamayınca iz sürmeye devam ettiler.Bir gün Tiena Nazlı’ya dedektif bir arkadaşından yardım istediğini söyledi .Dedektif araştırırken Nazlı çok heyecanlıydı;haber bekliyordu.Zaman geçmek bilmezken iki ay sonra teyzesinin bir hastanede doktor olduğunu öğrendiğini haber verdi.Nazlı koşa koşa o hastaneye gitti. Teyzesini görünce ağlamaya başladı.Teyzesi Mary’de bir sorun olup olmadığını sorunca bildiği,hayatı boyunca dinlediği öyküyü anlattı.Mary o kişinin kendisi olduğunu söyleyince birbirlerine sarıldılar.Nazlı için teyzesinin anlattığı olaylardan üzücü olan ise dedesinin ölmüş olduğuydu.Yıllar önce babasıyla tatile geldiklerini ve oradan Türkiye’ye dönmeden bir gün önce babasının kalp krizi geçirdiğini ve öldüğünü söylemesi Nazlı’ya hayal kırıklığı yaratmıştı.Demek dedesi ölmüştü.Anneannesinin tek aşkı,onun hayallerinde yaşattığı dedesi artık yoktu.
Bunları anlatırken hepsi hüzünlendi.Nazlı çay hazırlamaya gitti.Döndüğündeherkes başka şeylerden bahsetmeye başlamış;az önceki konunun kasvetinden sıyrılmışlardı.O da konuyu açmak istemedi.Her halde dedesinin ölümünün üzücülüğü konuyu bitirmişti.Anneannesi de yıllarca Tom’u hem çok sevmiş hem çok kızmıştı ancak kızını ona getiremeden ölmüştü.Bunu öğrenmek acısını arttırıyordu.Masadakiler de bunu bildikleri için susmuşlardı. Çaylar bitince misafirleri gitti.Her gün yaptığı şeyleri yaptı.Hayat devam ediyordu ve aklında on dokuz sene önceki anılar belleğini doldurmaya devam ediyordu.
Teyzesinden öğrendiği kadarıyla Mary’yi babaannesi ve dedesi Türkiye’ye göndermemekle kalmayıp şehir değiştirmişlerdi.Mary’e Türkçe konuşmayı yasaklamışlardı.O da hayalinde odasındaki aynanın karşısında annesiyle Türkçe konuşurmuş.Zamanla annesini unutmamış ama çocuk işte olduğu yere bir süre sonra alışmış.Hep büyüyünce arayacağım dermiş kendi kendine.Fırsat olmamış ama yeğeni sonunda onu bulmuş.
Hastanede karşılaştıkları yarınki akşam teyzesi Nazlı’yı eşi ve kızı Anna ile tanıştırmış.Nazlı’nın yüksek lisansı bitince de Türkiye ‘ye beraber dönmüşlerdi.Orada annesine,kız kardeşine doyamayan Mary her yaz gelip beraber vakit geçirmişlerdi.Şimdi de o tatillerden biriydi.Yarın teyzesi ve kızı Londra’ya geri döneceklerdi.
Hayat sevdiklerimizden uzak olmanın insanın ruhunu emdiğini anneannesinden öğrenmişti.Artık hepsi canlı ve huzurluydu tek sıkıntısı babasına ve de en çok babaannesine özlemiydi.
Zaman ardından baktığında mı çabuk geçiyor.Yoksa yaşarken de öyle mi?Bunu bilemiyordu ama mutluluk zamanın hızla geçmesine neden oluyordu.Ama acılar zamanın yavaşladığını hissettiriyordu.Hayatta günlük telaşlardan başka sıkıntısı sadece babasından uzak yaşamak onu üzüyordu.Gençken ve hayatında yarım kalan hayatlar varken hiçbir şeyin kıymeti yok gibiydi.Sanki uzak olmak olağan bir şeymiş gibiydi. Ama artık öyle değildi.
Tabii ki babaannesine özlemi kalbinin yarası olarak sonsuza kadar gidecekti.O bu yarayı taşımaya alışmış ve bu duruma razı olmuştu.
Onun iki hayatı olmuştu;bir babaannesiyle huzuru yaşamış sonradan çaresi olmayan acıyı;ölümü öğrenmişti.Diğeri ise anneannesiyle özlemle, ayrılık acısıyla büyümüş ve şimdi sonu kavuşmak olan mutluluğu yaşıyordu.
ÇİĞDEM KARAİSMAİLOĞLU
EYLÜL/2021