- 525 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
911 – GECELER HARCANMAZ
Onur BİLGE
Maç iki kırk beş dakika, yorumu saatlerce, bazen günlerde... Onun gibi sohbet yarım saat, bilemedin bir saat ama dillendilen ya da beyinlerde dolaniı duran sorular bitecek gibi değil...
Yine bir sohbet sonrasında sorularını sormak için can atan arkadaşlar, her zamanki cıvıltılı heyecan... Birkaç cümleyle anlatılan konuların kilitli kalan kapılarının soru anahtarlarıyla birar birer açılması, içlerindeki güzelliklerin etrafa saçılması...
Dikkat kesilerek, çıt çıkarmadan, tıp oynar gibi hareketsiz, heykellere dönüşmüş vaziyette duran gençlerin normal hallerini almaları, konuşma yasağının kalkmasıyla başlayan fısıltılar, baştan sona heyecan içinde geçen söz alma yarışı... Bir anlamda, soru cevap tarzında yapılan sohbet açıklaması...
Önce Neşe atıldı. Sadullah Bey’e “İnsanı olgunlaştıran nedir?” diye sordu.
“Çiçekleri, yaprakları renklendiren, meyveleri olgunlaştıran güneş, insanı olgunlaştıransa, öncelikle bilgidir. Yani bilgi kaynağı...
Bilgi, bilgeden elde edilir. Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay ama önceden böyle değildi. Matbaa icat edilmiş olsa bile kullanımı ve yaygınlaşması asırlarca sürdü. Okuma yazma seferberliği neticesinde okur yazarlık oranının artması, kitap basım ve dağılımı, maalesef yakın zamanlara kadar arzu edilen seviyede gerçekleşemedi.
Eskiden bir bilene varılırdı. Merak edilenler ona sorulurdu. Her yolcu, emin bir yol aramak ve bulmak zorundaydı. Aksi halde yanlış yollara sapma ihtimali büyüktü. O nedenle aydın kişilerin etrafında gruplaşmalar olurdu.
Matbu eserler, yakın tarihe kadar yoktu. Elden ele dolaşan, elyazması kitaplardı. Bilgi daha çok, bilenin bilmeyene sohbetlerle aktarmasıyla edinilirdi.
Bilgi gün ışığı gibiydi insan için. Kâmil insan da güneş kadar lazımdı. İnsan kemale erebilmek için bir rehber şahsiyete muhtaçtı.”
“İnsan ne zaman olgunlaşır?” diye sordu Mahir. Aslında cevabını gayet iyi biliyor olmalıydı. Bilmeyenlerin de öğrenmesi için sormuş olabilirdi.
“İnsanın olgunlaşması, öncelikle Allah’a kopmaz bir bağla bağlanmasıyla başlar. Yalnız O’na itibar eder, emirlerini yerine getirir, yasaklarından sakınır, nafilelerle O’na doğru yolculuğa çıkar. Tevhidi kavradığında, fiilleri sahibine teslim ettiğinde, sıfatları idrak edebildiği kadar öğrendiğinde olgunlaşır. Ancak kimse ne kadar ilerlediğini bilemez. Olgunlaştığını da kendisi tam anlamıyla fark edemez. Onu ancak o yollardan geçerek kemale eren, Allah’a ulaşan, maddi ve manevi varlığını O’nda eritip yok eden biri anlayabilir. Bostan ne bilsin olgunlaştığını! Onu ancak bostancı bilir.” diye cevapladı Sadullah Bey.
“Burada bahsedilen aylar ve kutsal geceler, insanın ruh dünyasında meydana gelen safhalar, kutlamalar da yaptığı aşamalar sonucunda aldığı ödüller olsa gerek.” diyerek anladığını özetledi Mahir.
“Fiiller ve sıfatlar üzerinde düşünerek gerçeği idrak eder. Yani o zamana kadar kendisinin ya da başkalarının yaptıklarının ettiklerinin aslında Allah’a ait olduğunu anlar. Bu, onun Cemal görmeye başlaması demektir.” diye tamamladı Define. “
“Nasıl yani?” dedi Işıl.
“Bir şey yapabilmek için öncelikle hayatta olmak, belli bir yaşa ulaştırılmak, güç kuvvet sahibi olmak, o fırsatı bulabilmek ve o iş için izin alabilmek gibi bir takım şartlarn sağlanması gerekir. Bütün bunlar Allah’ın yaratması, yaşatması, yetiştirmesi, güç, fırsat ve izin vermesiyle gerçekleşebilir. Kimse kendisini yaratmadığı gibi Allah’tan bağımsız parmağını bile kıpırdatamaz! “Ben yaptım!” demek bile sakıncalıdır. Şirktir! Ne yapıldıysa o, ona yaptırılmıştır. Bilmem anlatabildim mi?”
“Anladım dedeciğim. Teşekkür ederim ama bir katil birini öldüreceğinde, onu aslında o değil de Allah mı öldürmüş oluyor? Allah kötü şeylerin yapılmasını men ettiği halde yapana yardımcı olacak değil ya! Aptalca bir soru oldu belki ama inan ki aklım karıştı! Allah’ım, beni affet!”
“Kim ne yapmak istiyorsa, kadere uygunsa, ona o iş kolaylaştırılır. Allah’ın kötü şeylerin yapılmasına rızası yoktur, kadere paralelse, izni vardır. Kötülük yapan, bir süreye kadar şeytan gibi özgür ve izinlidir. Sürenin sonunda onu çok kuvvetli bir azap beklemektedir!”
“Bu sohbette altı çizilecek iki sözcük var bence.” dedim. “Geceler harcanmaz!” Ben de geceleri elimden geldiği kadar en yararlı biçimde değerlendirmeye çalışanlardanım. Ders çalışırım, yazarım, okurum, düşünürüm... Zaten boş durmayı sevmem. Mutlaka bir şeyler yapacağım, bir şeylerle meşgul olacağım. Annem: “Çalışmak da ibadettir!” der.”
“Aklı olan geceleri uykuyla ya da boş işlerle geçirmez Semiray. Gecelerin her anı çok değerlidir. Efendimize, gecenin hiç değilse bir bölümde ibadet etmesi emredilmiştir. Özellikle sabaha yakın zamanlarda insan Allah’a daha da yakındır. Onun için yalnızca kandil geceleri ibadetle geçirilmez. Bir o geceler değildir nurlu olan. İhya edilen her gece nurlandırılmıştır. Allah bize, bütün gecelerimizin kandillerini yakmayı, maddi manevi karanlıklarımızı aydınlatmayı nasip etsin! Âmin!” dedi Sadullah Bey. O duaya herles “Âmin!..” dedi.
“Âşıklar geceyi iple çekerlermiş. Gece sakin sessiz, sevgiliyle baş başa kalınan zamanlarmış. Özellikle çöl ikliminin hüküm sürdüğü yerlerde gün boyu güneşin yakıcı tesiri altında bunalan insanlar, akşamüstü güneşinin batmasıyla nefes almaya başlarlarmış. O nedenle “Ya leyl! Ya leyl!..” derler, bu serinliğe olan hasretlerini “Ey gece! Ey gece!..” diye şiirlerinde şarkılarında dile getirirlermiş. Arabın yaleylisi denilen buymuş.” dedi Mahir.
“Gece yolculuğu, zikirle ve fikirle olur. Kur’an’da namaz da salat, yani zikir olarak geçer. Zikir, sözün defalarca tekrarı demektir. Ritmik hareketlerle tekrarlanan sözler, bir süre sonra transa geçirir insanı. Yakınlık arttıkça kavrayış, inanç ve güven artar. Alış kuvvetlenir. Ruha huzur ve sükûn, içe ferahlık gelir. Mutluluk tamamlanır.” dedi Sadullah Bey.
“İnşirah Suresi’nin sırları açılması... Burası açıklamaya muhtaç bence. O sırlar, ruha ferahlık gelmesi mi? Duyduğuma göre iç ve iş sıkıntısı için o sure çok okunmalıymış.” dedi Orçun.
“Sorunun cevabı içinde zaten Orçun.” diye geçiştirdi Sadullah Bey. “O sureye sonra bakarız İnşallah!” diye eklemeyi de ihmal etmedi.
Her ne kadar meal okuyor olsak da ayetler hakkında konuşmak kadar zevk aldığım başka bir sohbet yok desem, yalan söylemiş sayılmam herhalde. Onlar, matruşka gibi açtıkça açılabilen, yayıldıkça yayılan, anlamına dalınca derinleştikçe derinleşen en değerli, en güzel, eşsiz sözler!
Sıranın o sureye gelmesini iple çekiyorum!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 911