- 458 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
908 – O SÖZ
Onur BİLGE
“İlaçlar etkiledi, gözlerim bulanık görüyor, zor oturuyorum. Senden çıkan sözlere bak! Hiç yakışıyor mu! Kaç defa anlatmaya yeltendim, her defasında konu dağıldı.” dedi Sadullah Bey. Gerçekten bitkin bir haldeydi. Bir süre sonra dedeyle helalleşti, izin istedi ve evine gitti.
Dedenin ısrarla anlatılmasını istediği konu neydi? Biz Kalime-i Tevhit dediğimiz “La İlahe İllallah!” sözünün anlamının ‘’Allah’tan başka tapılacak kimse yoktur!’’ olduğunu biliyorduk. “La İlahe” “İlahlar yok!” demektir. “İllallah” da “Yalnız Allah var!..” Tevhit, dinimizin temelidir! İhlasla “La ilahe illallah Muhammeden Rasulüllah!” demeyen, Müslüman olamaz! Bunu bilmeyen var mı!
“Dedeciğim, babaannem sürekli tevhit çekerdi. Doksan dokuz La İlahe İllallah, yüzüncüde La İlahe İllallah, Muhammeder Resulüllah derdi. Yetmiş bine tamamlayarak tevhit hatmi yapar, onun sevabını ölen yakınlarına armağan ederdi. Hatta hayatta oldukları halde çocukları ve torunları için de üçer defa yapıp bağışlamış. Yani benim için de... Olmasını çok istediğimiz şeyler için de yapar ve dua eder. Çoğu zaman da duası kabul olur.” dedi Türkân.
“Öyledir Türkân. Ona Hatm-i Tehlil denir.” dedi dede. Kelime-i Tevhît kalplerin pasını siler ve nurlandırır. “Allah’ı çokça zikreden erkekler ve Allah’ı çokça zikreden kadınlar, Allah bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” diyor Allah. Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur.” Amellerin en kıymetlisi zikrin en faziletlisi “Lâ ilâhe İllallah” tır. Onu çok tekrarlayarak imanımızı tazelemeliyiz.”
“O söz, cennetin anahtarıymış. İhlasla söyleyen, doksan dokuz beladan, sıkıntılardan kurtulur, haramlardan korunur, günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır, Allah’ın gazabından korunur, cennete girermiş.” dedi Mahir. “Günde yüz defa “La ilahe İllallah!” diyenin yüzü kıyamette dolunay gibi parlarmış.”
“Duyduğuma göre “Lâ İlâhe İllallah!” diyene “Kâfir!” diyen, kendisi kâfir olurmuş.” dedi Işıl. Birisi bana demişti de, orada bulunanlardan bir teyze söylemişti. Oradan aklımda kalmış.”
“Sevgili Peygamberimiz de: “Benim ve diğer Peygamberlerin en üstün zikri “La ilahe İllallah!” sözüdür. Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse halisane “Lâ ilâhe İllallah!” diyendir.” demiş.” Onun için ben aklıma geldikçe tekrarlar dururum.” dedi Neşe de.
Orçun: “Allah: “İzzetim, Celalim ve Rahmetim hakkı için “Lâ ilâhe İllallah!” diyen kimseyi ateşe koymayacağım!” diyor.” dedi.
“Ölüm halindekilere “La ilahe İllallah!” demesini telkin etmek gerekirmiş ama zorlamadan... Onları cennetle müjdelemek lazımmış. Şeytanın insana en yakın olduğu an o vakit olduğu için son sözü “La ilahe İllallah!” olanın, ruhu kolay çıkarmış ve o söz kıyamette ona nur olurmuş.” dedi Hasan. “Anneannem son nefesindeyken dayım onun başucuna oturdu ve alçak sesle mütemadiyen tekrarladı. Onun dili dönmese de mutlaka işitiyordu ve içinden tekrarlıyor ya da tasdik ediyordu. Yani İnşallah öyledir!”
“Öyle derler evlat! Son sözü "Lâ ilâhe İllallah!" olan, ruhunu kolay teslim eder ve o söz, kıyamet günü onun karşısına nur olarak gelir. Ölüm halindeki insana onu söylemesi tavsiye edilir. O cennetle müjdelenir.” diye onayladı dede ve ilave etti: “Ölüm anına kadar Allah’ı anmayan, o anda anmış neye yarar evladım! Her nimetini aldığımızda, her nefeste anmalıyız aslında. Her yarattığına baktığımızda hatırlamalıyız. Aksi halde derin gafletteyiz demektir! Zikir sadece dille değildir, bildiğin gibi. Aynı zamanda fikirledir. Tefekkürsüz zikir, tatsız tuzsuzdur. Zikrin tadı tefekkürle çıkar!”
“Dedeciğim! Neden Sadullah Bey’den ısrarla Tevhit hakkında konuşmasını istiyorsun? Bunca bilgi bizim için yeterli değil mi?” diye sordum.
“Kur’an’da, bize lazım olan her sorunun cevabı vardır, Semiray. Çok Peygamber hayatı anlatılmış, çok şeyden bahsedilmiştir. Ancak oradaki en önemli ve en hassas konu, üzerine şirk gölgesi düşmeyen imandır. Çünkü Tevhit yoksa, iman da yoktur! Bilerek ya da bilmeyerek şirk bulaşabilir inancımıza. Hatamızın nerede olduğunu bilemez, anlayamaz ve ona tövbe edip, gidişatımızı düzeltmezsek, kurtuluşumuz mümkün olamaz! Onun için ondan, tevhit konusunu en ince teferruatına kadar anlatmasını istiyorum. Bunu aylardır bekliyorum. Çünkü o, bu konuya hakim olduğunu söylüyor. Çeşitli kişilerin önüne diz çökmüş, yıllarını feda etmiş, kendi deyimiyle çok bedeller ödemiş ama ona en gerekeni, yani halis imanı elde etmiş. Ancak o, bunu uluorta söylemekten kaçınıyor. Belki anlatmayı benden çok daha fazla istiyor ama anlaşılamamaktan korkuyor. Hazmedemeyeceğimizi zannediyor. O konu çok ağır! Dediğine göre, bu zamana kadar inandığımız, doğru bildiğimiz şeylerin ne kadar yanlış olduğunu söyleyecek ve ispatlayacak. Yükleyeceği bilgileri taşıyabileceğimizden emin değil. O bunları belki kırk, belki elli yılda azar azar elde etmiş ve içine sindirmiş. Ben de ondan bir anda tamamını talep ediyorum. Onun için ne yapacağını, arzumu nasıl gerçekleştireceğini bilemiyor. Ne beni kırmak istiyor ne de anlatmaktan kaçmak... İki arada bir derede, şekeri çıkıyor, tansiyonu yükseliyor... İşte gördüğünüz gibi... Ben de suçluyum! Suçumu kabul ediyorum! Bu yaşıma kadar yan geldim yattım... Şimdi de kalktım: “Bana tevhidi anlat!” diye tutturdum! Aklım başıma giderayak geldi. O da bana: “Sen henüz birkaç aylık bebesin! Anne sütünden başka yiyeceği hazmedemezsin! Baklava börek senin neyine!” diyemiyor. “Şaşı şaşı...” diyor da “Kör!..” diyemiyor. İşte bütün mesele bu!”
“İnancından şüphen mi var dede! Sen de şirk yapıyorsan eğer, bizim halimiz harap demektir! Bizim bilmediğimiz neler olabilir acaba? Ben de merak etmeye başladım şimdi! Hem de kendi inancımdan şüpheye düştüm. Acaba bilerek ya da bilmeyerek şirk tuzağına düşmüş olabilir miyim?”
“İnşallah düşmemişsindir Semiray! Şirk, en büyük günahtır. Gizli şirk, imanı sezdirmeden zedeler. Tevhit, ikrarla sınırlı değildir. Allah’ın yalnızca yaratan olduğundan bahsedilmez Kur’an’da. O’nun varlığına ve birliğine inanmak yetmez, kendimizi kurtarabilmemiz için. Kur’an’da daha çok, doğru ve halis iman sahibi olmamız istenmektedir. Allah’ın emrettiği şekilde olabilmemiz için şeksiz ve şirksiz iman sahibi olmamız şarttır. Tevhidi bozan, gizli veya açık, küçük ya da büyük şirk unsurları üzerinde gerektiği kadar durmalıyız. İlim tahsil etmenin aslı budur! Her birimiz inancımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. Hangimiz imanımızdan kuşku duymayı aklımıza getiriyoruz? Kime sorsan: “Benim kalbim temiz! Kalbime bak sen kalbime!..” diyor. O kadar emin ki imanının kemale erdiğinden! Sanki cennetle müjdelenmiş mübarek! Halbuki biz, öncelikle geleneklere dayanan inançtan ve taklitçilikten kendimizi arıtmalıyız. Aksi halde doğru yolu bulmamız imkânsız!”
“Anladığım kadarıyla Sadullah Bey de geleneklere göre yaşamış. O da birilerini bulup, sohbetlerine katılmış. İşin aslını öğrenmek, kendi deyimiyle kemale ermek için çalışmış çabalamış. Ders almış, ders dinlemiş, ders yapmış. Elini açmış da avucuna koyuvermemişler ya ilmi! İlim, bir bilene gidilerek, sorularak öğrenilerek elde ediliyor. Bunun başka yolu olsaydı ve o yolu bilseydi, o yola baş koyar, istediği halis imanı oradan elde etmeye çalışırdı. Bu zamana kadar okuduğum kitaplardan ve tanıdığım kişilerden öğrendiğime göre bu iş bir bilene gitmeden olmuyor. Nasıl terk edilecek bu gelenek?”
“Rehberleri olanlar, en önemli konu olan iman bahsini araştırmaya bile gerek görmüyorlar, idrak ve tatbik tarzını ona bırakıyorlar. Tevhidin hakikatinden bihaber zikir çekiyorlar. Zikrin hakikâtini öğrenmek istiyorum. Bunu sırf kendim için değil, aslında hepimiz için istiyorum. Onun için cebelleşiyorum Sadullah Bey’le! Tabiri caizse yakasına yapışıyor, tehdit ediyorum! “Eğer biliyor da bildirmiyorsan ahrette iki elim on tırnağım yakanda!..” diyorum!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 908