- 720 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
902 - MİRAÇ
Onur BİLGE
“Kandiliniz mübarek olsun gençler! Ayrıca senin de azizim... Mübarektir zaten kandillerimiz. Hepimize kut mut getirsin!” dedi Sadullah Bey. Öğle namazından sonra cami arkadaşlarıyla birlikte gittikleri bir sohbetten geldiğini söyledi ve bizim için uzun uzun dua etti. Teşekkür ettik hep beraber. Biz de onun için güzellikler diledik.
“Teşekkür ederim, kıymetli arkadaşım. Senin de yaptığın ve yapacağın ibadetlerle dualar kabul, bedeninle ruhun ebedi selamette olsun!” dedi dede.
Sadullah Bey, sayıklarcasına: “Üç harf tek hece, bir nokta... Elif, Şın, Kaf! “Aşk imiş her ne var âlemde ilim bir kıyl-ü kal imiş ancak.” denmiş. "İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı" demiş Hazret Ali. O nokta tevhit noktasıdır! Be’nin altındaki okta benim!” diyen de odur. O nokta gerçek birlik, dairenin merkezi, Vahdet’in sembolüdür. Kur’an’ın özü, özeti, bütün sırların merkezidir. İnsan da bir noktadan ibarettir kâinatta ama tüm sırlar ondadır.” dedikten sonra “Üstünlerin hukuku mu? Hukukun üstünlüğü mü? Sanırım bireyler arasında geçerli olan bir söylem...” diye sohbeti açtı. Dedeyle söyleşmeye başladılar.
“Hak, güçlünün!”
“Güç Hakk’ın! Kim “Güç benim!” diyorsa o şeytandır! Bu din ucuz değil! Bizim dükkânımız oyuncakçı dükkanı değil! Mukallit arayan papağan satıcısına gitsin! Zümrüdüanka’yı arayan bize gelsin!
“Biz kendimizi atalarımızın dini üzere bulduk!” diyenler hiç düşündüler mi acaba: “Ya atalarımız yanlış yoldaysa!” diye?
İnsan, halkın isteğiyle, Hakk’ın istediğini ne zaman ayırır da Hakk’ın istediğine tabi olursa o zaman fena olur. Halktan Hakk’a ne zaman ulaşır da senden benden geçerse o zaman baki olur. Hayat bir fırsattır, bir daha ele geçmez! Acilen itikadı düzeltmek gerekir.”
Bugün neden sessizsin azizim? Ben yoruldum, biraz da sen konuş! İlaçların tesiriyle fena halde uyku bastı! Uykumu kaçıracak şeyler sor! Bu da sakın ola ki, rüya ilmiyle olmaya!”
“Bilirsin cahilim ben, kıymetli arkadaşım. Senin karşında konuşmak ne haddime! Sen hem çok bilgili hem de çok zekisin! Bilgide cömert olmak, zekâyı da iktisatlı kullanmak lazım. Konuş da ilim alalım!”
“Yine kinayeli sözler... Sitemkâr ifadeler... Alınganlığın üstünde... Lütfen açık konuş benimle. Kusurumu yüzüme söyle, ben gücenmem.”
“Sen kibirlisin arkadaşım. Şeytan da öyle... Ortak özelliğiniz...”
“Senin gibi bir meleği ancak benim gibi bir şeytan dengeleyebilir azizim! Ben kibirliyim! Hem de nasıl!”
“Hem de nasıl!.. Küçük bir eleştiriyi veya şakayı dahi kaldıramayacak kadar kibirlisin. Uyku falan değil, sen sarhoş olmuşsun sohbetten. Şu anda zilzurna sarhoşsun!”
“Gerçi doğru değil ama sen yine öyle var say!”
“Orda burda fenalaşıyormuşsun. Yorgunluk uykusuzluk... Bir de az yiyormuşsun. Bu gidişle beynin jel haline gelecek Maazallah!”
“Öyle ya da böyle sona doğru gidiyoruz işte! “Atın ölümü arpadan olsun!” derler."
“Derler de iyi ederler! Sen bize lazımsın! Şöylesin böylesin ama sen bizimsin! Kıymetlimizsin!”
“Ölüm baş ucumda... Ne zaman muradı Hak vaki olursa, şükürler olsun! Kaygım yok! Şikâyetim de yok bundan. Yaşamak güzel ama ölüm de çirkin değil! Zaten vaktini ve yerini biz tayin etmiyoruz. Ecel ne bir saniye evvel, ne bir saniye sonra... Bizim kilometremiz doldu. Rabbim sizlere hayırlı ömürler versin gençler! Daha yapılacak işleriniz var! Benden beklentisi olan yok nasıl olsa! Ölürsem bu yolda öleyim!”
“Allah gecinden versin! Bu mübarek günde sağlıklı, mutlu, huzurlu ve uzun bir ömür sürmeni diliyorum. Soru istedin ya... Viranecilerin de benim de miraç konusunda soracaklarımız var.”
“Birer birer sorun ama biraz yavaş, tane tane... Not alacağım ve teker teker cevaplamaya çalışacağım. Siz de ben cevaplarken sözümü kesmeyin. Başka sorularınız veya açıklanmasını istediğiniz yerler varsa not edin, konuşmam bittiğinde söz alın lütfen.”
“Kendinden geçmeler, bayılmalar çeşitli nedenlerle olabiliyor. Bazıları beyinle ilgili bir rahatsızlık nedeniyle... Bazı bilinç kayıpları sara olarak nitelendiriliyor. Miraç olayı nasıl bir dünyadan kopma, gidip görüp gelme olayı acaba?” diye sordu Işıl. Mahir de:
“Tasavvufta rabıta gibi kendinden geçme hallerinden, uruçtan ve fetihten bahsediliyor. Tay-i zaman tay-i mekân gibi akıl almaz olaylar anlatılıyor. Bunların nasıl haller olduklarını yaşamadan bilmek imkânsız. Bizim bildiğimiz, kendinden geçerek bir yerlere gitmek, ancak uykuda, rüya âleminde mümkün... Miraç nasıl gerçekleşmiş acaba? Bedenen mi ruhen mi?” diye sordu.
“O, sıradan bir kendinden geçme, dünyadan kopma hali mi? Gerçi urucun nasıl olduğunu da o hali yaşamadığım için bilmiyorum ama miraç ona benziyor mu? Anladığım kadarıyla miraç, uruçtan sonra ulaşılan keşiften de daha derin yaşanan ve yalnız Peygamberimize has bir olay olsa gerek... Ancak aklımı karıştıran bir şey var. Allah, zamandan da mekândan da münezzehtir. Her an her yerde, hazır ve nazırdır. Şah damarımızdan daha yakındır. O, o kadar bizdeyken, bize bizden yakınken, merdivene ne gerek var ki? O, göklerde değil ki oraya çıkmak gereksin! O, belli bir yerde değil ki Ona gidilsin! Miraç, merdiven demekmiş. Burak’sa kanatlı bir at... Galiba Refref de öyle... Uçarak gidildiyse, merdiven niye? Basamaklardan kasıt ne? O kadar kısa sürede ne kadar çok yer dolaşılmış, neler gürülmüş, duyulmuş, öğrenilmiş! Nasıl bir zaman boyutuna geçilmiş? O gece Ümmühani’nin evinde, gecenin bir yerinde ne muhteşem bir olay gerçekleşmiş! Biliyorum ki herhangi bir insan için ve normal koşullarda inanılacak gibi değil ama o sıradan biri değil ve ben de miraç olayının bedenen ve ruhen gerçekleştiğine inanıyorum. Çünkü o, ne derse doğrudur!” dedim ben de. Orçun söz aldı ve:
“Atmosfer, çeşitli hava katmanlarından oluşuyor. Sıradan bir insanın, o hızla atmosferden geçerken sürtünme kuvveti nedeniyle yanmaması imkânsız... Yanmadan geçebilmek için koruyucu bir araca gereksinim var. Sevgili Peygamberimiz, herhangi bir insan değil. Onun için merdivene de araca da gerek yok. O Allah’ın korumasında... Ben de inanıyorum ki miraç olayı bedenen ve ruhen gerçekleşti. Ancak bunun nasıl olduğunu anlayabilmem için sahip olduğum akıl yeterli değil. O huzura, bir yere kadar Burak’la, sonrasında da Refref’le gittiğini biliyoruz. Ancak onların nasıl varlıklar olduğunu kavramam imkânsız. Canlı varlıklarsa, atmosfere rağmen nasıl canlı kalabildiler? Uzay aracı niteliğinde iseler, ne muazzam bir yapıdaydılar kim bilir! Ya yakıtları? O devirde bilinen yakıtlar belliydi. Aklımın sınırları çatırdıyor!" dedi. Dede de:
"Bu hadisenin tay-i zaman tay-i mekân olduğunu söyleyeceğim ama o zaman da Burak’la Refref’e ne gerek var ki! Sen ne diyorsun bu işe arkadaşım?" diye sordu.
"Hani müşrikler inanmamışlardı da ona Mescid-i Aksa hakkında sorular yöneltmişlerdi ya... O da o seyahat esnasında detaylara çok dikkat etmemişti de cevaplaması için ona Mescid-i Aksa’nın görüntüsü gönderilmişti ya... Bu olay, duru görüye benziyor. Bir farkla... Onda odaklanmak ve konsantrasyonu sağlamak gerekiyor, bunda anında yetişen İlahi yardım söz konusu... Öyle değil mi?" diye sordu Neşe de...
Daha pek çok benzer soru yöneltildi Sadullah Bey’e. O söylenenleri not etti. Nasıl cevaplayacağını merakla beklemeye başladık.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 902