Beklenmeyen Misafir
Küçük bebekler gibi sereserpe uzanmıştı ince çarşafın altında. Gece boyunca, gözüne uyku girmemiş ve sıcaktan kıvranıp durmuştu.
Sabah ezanını ninni dinler gibi dinledi Nure. Oldum olası hep sevmişti bu ezanı. Ninni miydi, ağıt mıydı... Yüreği dağlanıyordu. Hüznünden ağlayası geliyordu. Ama ne hikmetse, ezan biter bitmez, hüznü de anında son buluyordu.
Nure, ortası çökmüş yatağında doğruldu. Gerindi. Gerindikçe gerinesi geliyordu, havadaki kolları ve yumruk olmuş elleriyle. Derin bir esnemeyle ağzı yayıldı adamakkıllı “aaah” diye de sonlandırdı esnemesini. Sesi, saatlerdir duvarlara sinen sessizliğin kasvetini yardı. Tuz-buz etti...
Dolanırden evin içinde, uçmasını yeni öğrenmiş bir serçe gibi zığ-zıp zıplıyordu koca gövdesiyle ve kendi kendine söyleniyordu. Dört gözlü dairesinin boşlukları onun sesiyle çınlıyordu.
Sabahın bu serinliğinde, özenle hazırladığı kahvaltısını yaptı Nure. Dışardan duyulan araba seslerini, radyodan yükselen sanat müziği bastırıyordu. Müziğe odaklanmış olmasa da, mütemadiyen eşlik ediyordu. Tıpkı kurulmuş bir saat zili gibiydi. Eğitim almış bir koro üyesi edasıyla, ne zaman sesini yükseltip nakaratlara eşlik edeceğini iyi biliyordu.
Banyoya girdi. Uzun süre orada oyalandı. Çıktığında, saçı başı çekidüzene girmiş; gözleri biraz daha dinçleşmişti. kumral teni, sürdüğü yağlı kremden ışıldıyordu.
Hemen yemek yapma telaşına girdi. Komşusu Meloş (Melek) ikindi vakti gelecek ve birlikte türk kahvesi içeceklerdi. Ama daha Meloş gelmeden “şu dolmamı da yapayım. Evde yemek bulunsun, ne olur ne olmaz. Ondan sonra rahat rahat otururuz”diyerek, ikna etmişti kendini.
Eli hızlıydı Nure’nin. Şipşak dolduruverdi dolmasını. Neşesi de yerindeydi bugün. Şimdi, bir yandan yemekle uğraşıyor, bir yandan da radyoya “... ne-dir, aşk ne-dir, bil-me-ye-cek-sin aaaaah” diye eşlik ediyordu.
Bu arada, mutfakta ısı derecesi arttıkça, Nure soyunuyordu. Az önce tişörtünü çıkarması hararetini dindirmemişti. Çareyi, yeni bir fanilada buldu. Akşama kadar daha kimbilir kaş tane kıyafet kirlilerin arasına atılacaktı. “Bu cehennemin içine ...” diye söyleniyordu. Kapı ve pencerin açık olması da hiç fayda etmiyordu.
Nure işini bitirmiş henüz gölge olan balkonda keyifle siğarasını dumanlıyordu. Birden kapı zilini duydu. Nure,“aha! Meloş geldi” diye fırladı yerinden. Halbuki daha çok erkendi. “Sürpriz mi yapacaksın kııız?” dedi sevinçten ve koşup bir gömlek alıp çarçabuk geçirdi kollarından. Mercekten bakmadan kapının anahtarını çevirdi. “Geldim geldim!” diyerek, keyifli keyifli, açtı dış kapıyı. Tam “Meloooş” diyecekti ki, sevinçten gergin dudakları bir anda pozisyon değiştirdi. Dudakları büzüşüp zamklandı birbirine.
Karşısında Mısto duruyordu. Terden ıslanmış yüzü ve kısık gözleriyle iki büklüm karşısındaydı. Ağır ter kokusu üzerine pompalanmış gibi geri adım attı Nure.
Sonunda, “Mustafa, sen misin? Gel!" diyebildi.
Nure’nin şaşkınlığına şaşıran Mısto, “abla niye, bişey mi oldu?” derken, Nure’nin düşmüş suratını inceliyordu. Sırtındaki ağır çantayı, ıkınarak omuzlarından sıyırıp, yere bıraktı. Ayakkabılarını çıkarırken yan yan Nure’yi süzüyordu. Nure, asık suratıyla, Mısto’yu peşine takıp salona geçti. Mısto’nun oflayıp puflamaları, onda merak uyandırmıştı bile. “Dur bakalım bugünkü derdi ne bunun. Zaten derdin olunca gelirsin, bilmez miyim” diye düşünürken, Mısto’nun kirli çoraplarına takılmıştı gözleri. Mısto Nure’ye bakmadan elindeki mendille habire yüzündeki terleri kurutuyordu. Hızla hal-hatır ritualini atlattı ve homurdanark “şu ellerimi bi yıkıyayım” dedi ve banyoya yöneldi. Nure, “hele şükür, bu sefer akıl etti” dedi kinayeli. Sesli söylemişti bu cümleyi.
“ Eyvah! Duydu mu acaba?” diye düşündüyse de, oralı olmaz bir tavırla doğrulttu sırtını oturduğu koltuğunda. Ellerini inceledi; tırnaklarını tırnakladı.
Sonra, kollarını göğsünde birbirine sıkı sıkı kenetliyerek Mısto’yu bekledi. Nure kıpırdamadan oturuyordu. Gözleri dalmıştı. Birden afalladı. Kalktı yerinden. El yıkamadan dönmeyen Mısto’nun tuhaflığını anlamak üzere banyonun olduğu koridora yöneldi. Ayak uçlarına basarak kapıya yaklaştı. İçerden gelen sese kulak kabarttı. Ne garip! Sadece musluktan akan su sesi geliyordu. “Bu nasıl el yıkama!” diye söylenerek balkona geçti.
Nure’nin kafasında sorular filizlenmeye başlamıştı artık. Sıkıntılı sıkıntılı sağa sola bakındı. Kah oturdu, kah kalktı ve yine içeriye geçti. Koridordan yine ayak uçlarına basarak geçti. Hala o su sesiydi duyulan. Bekledi. Bekledi. Sıkılmaya başladı Nure. Sabırsızlandı. Yine başını dayadı kapıya ; Ağzı bir karış açık, nefesini tutarak, kabarttı kulaklarını. Tın yok Mısto’dan.
Halla halla! Ne halt karıştırıyor bu şeytan ya... Bu ödük herhalde benim tuvaletime sıçacak, diyerek mutfağa döndü Nure. Orada yine oyalandı. Ne yaptığını bilmeden, stresli stresli gidip geldi evin boşkuğunda. Öfkesinden homurdanıyordu. Bir de onun arkasından temizlik yapacaktı. Of-puf etti. Yine, bir ileri bir geri gidip gelmeye başladı koridorda. Ama Mısto’dan ıkınma mıkınma duyulmuyordu!
Nure’nin öfkesi yerini güşlü bir korkuya bıraktı. “Çağırsam mı acaba! Ama ayıp olmaz mı, ya! Sabret anam, halla halla!” diyerek, kendi kendini teskin etmeye çalıştı. Bir kaç volta daha attı salonda; koridorda ve mutfakta. Dayanamadı. Sokuldu banyonun kapısına:
“Mustafa, iyi misin?” Cevap alamadı. Bu kez başını banyonun kapısına dayadı. Dinledi. Kalbinin atışını duydu. Küt küt küt! Nefesi sıklaştı. Göğsü daraldı, sıkıştı!
“Mustafa! Ya, sen iyi misin? Ses versene?” dedi Nure. Sesini yükseltmişti bu kez. Yok! Yine ses yoktu. Kapıya vurmaya başladı. Önce tık tık’ladı parmağıyla; bekledi. Bu kez elliyle vurdu dang dang dang!
Mustafa! Mustafa! Sen bayıldın mı yoksa? Allahım bu ne ya!, derken sesi titriyordu Nure’nin.
Balkona fırladı Nure. Gövdesinin yarısını korkuluktan aşağıya sarkıttı. Meloş! Meloooş! Aralıksız bağırıyordu. Melooooş! Daha cevap almadan, can havliyle geri döndü. Banyonun kapısını tam vuracaktı ki birden, “cııır” diye açıldı kapı. Mısto, Nure’nin karşısında; dipdiri duruyordu. “ N’oluyor yao! Ya, abla sen niye paniklendin yine?”
Nure, koridorun orta yerine, bir çuval gibi, yığıldı sıkışmış kalbiyle.
Mısto’nun eli-ayağı birbirine dolandı. “Abla, abla!” Nure’yı sarsıp durmaya başladı...
Dış kapının arkasında Meloş’un bağırtısı geliyordu. “Nuran abla! Nuran abla, kapıyı aç!”
Mısto, şok olmuş halde Nure’nin koca gövdesinin üstüne eğilmiş “abla! ya n’oldu? Ben şimdi ne b.. yiyecem” diyordu ağlamaklı sesiyle. Dış kapının arkasındaki sesler çoğalmış. Meloş habire bağırıyor ve kapıya vuruyordu.
Mısto, sararmış suratı ve canavar görmüş gibi büyümüş gözlerini yerde yatan Nure’den ayıramadan, dış kapıyı açmaya çalışıyordu...
Heidi Korkmaz, 30/8-21 Sthlm
YORUMLAR
Tüya
Selamlar, sevgiler.
Alt-üst oldum doğrusu...
Olan sevecen Nure'ye mi oldu?
Hayat, acı bir yanılsama mı?
Güzel düğüm atmış yazar, doğrusu...
Gizli, sinmiş olarak Türkiyenin doğusu sinmiş...
Tütüyor...
Çok saygımla.
Tüya
Sıcak eşliğiniz için çok teşekkür ederim, değerli üstadım.
Baki selamlar, saygılar.
deniz_tayanç1
Sorunlar çözmek içindir, illa...
Doğu, gündoğusu içimde...
Çok saygımla.