- 371 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
950 .YILINDA MALAZGİRT ZAFERİ
M.NİHAT MALKOÇ
Millet olmak sanıldığı kadar kolay bir şey değildir. Bu belli bir süreci gerektirir. Devlet olabilirsiniz ama millet ol(a)mayabilirsiniz. Dünyada toplama devletlerin yanında, millet devletler de vardır. Bugünkü Türkiye, millet devletlerin en dikkate değer olanıdır. Fakat bu, Cumhuriyetle gerçekleşmiş bir durum değildir. Millet olma sürecimizi Göktürklere kadar götürebiliriz. Hatta biraz daha zorlarsanız daha da gerilere gidebilirsiniz.
Toplama devletler çözülmeye ve dağılmaya müsait bir sosyal yapıya sahiptirler. Oysa millet devletleri birbirine bağlayan, onları sımsıkı kenetleyen tarihî, sosyal ve kültürel bağlar vardır. Bu bağların kopması zannedildiği kadar kolay değildir. Bu çelikten bağlar dış mihrakların tasallutuyla zayıflasa, hatta kopsa da toplum önderleri tarafından belli bir süre sonra tamir edilebilirler. Yeter ki millet tarihini unutmasın, geçmişine sırt çevirmesin.
Türk milleti tarih içinde çok çetin dönemeçlerden geçmiştir. Fakat insanımız hiçbir zaman geçmişle bağlarını koparmamış, geleceğe yönelik olarak hep ümitvar olmuştur. Bunun da semeresini fazlasıyla görmüştür. Tam tarihten silindik, silineceğiz derken, esen rahmanî bir rüzgâr bizi tekrar zirveye taşımıştır. Allah, dinine ve davasına hizmet edenlerden rahmetini esirgemez, tarih boyunca da esirgememiştir; kanaatimiz odur ki bundan sonra da esirgemeyecektir. Türk milleti hep özgür ve bağımsız kalacaktır.
Türklerin Anadolu’ya açılışını ve bugünkü toprakları yurt edişini sağlayan vesile, Malazgirt ovasında yapılan, tarihe mal olmuş o dehşetli savaştır. Bu mühim savaş Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in ordusu arasında, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Doğu Anadolu’da, Muş’a bağlı Malazgirt Ovasında meydana gelmiştir. Bu muharebe, dinî, millî, siyasî, askerî neticeleri ve Türk-İslâm tarihinin en büyük zaferlerinden biri olması bakımından çok önemlidir. Çünkü bu savaş yepyeni bir dönemin başlangıcıdır. Anadolu’nun Müslümanlaşmasının ilk adımıdır.
Malazgirt Zaferi, Türk’ün maddî gücünün çok ötesinde, asıl manevî gücünün eseri ve tezahürüdür. Bu bir moral ve inanç savaşıydı. İnancı ve morali üstün olanlar, mübarek neticeyi belirlemiştir. Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın bu büyük zaferi aslında dünya tarihinde de bir dönüm noktası olmuştur. Bu aynı zamanda imanın küfre galebe çalmasının muhteşem bir yansımasıdır. Bu zafer Müslümanların kendini tüm dünyaya kabul ettirişinin zeminini hazırlamıştır. Bundan sonra Haçlılar daha fazla ortak hareket etme ve yekvücut olma ihtiyacı duymuştur. Fakat buna rağmen kaderleri hep hezimet olmuştur. İslam coğrafyasının her köşesinde Türk-İslam ordularının zaferi için hutbelerin okunduğu Malazgirt Meydan Muharebesi, Alparslan’ın şu tarihi konuşmasıyla başlamıştır:
“Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim. Bir er gibi savaşa gireceğim. Üzerimde sultanlık belirtisi hiçbir şey yoktur. Şehit olursam, üzerimdeki şu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır.”
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan atından inip secdeye kapandıktan sonra ellerini göğe doğru açarak “Ya Rabbi! Seni kendime vekil ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah’ım, niyetim halistir, bana yardım et” diye dua eder. Bu noktadan sonra bütün uzuvları savaşa motive olmuştur.
Yüce Mevla böyle inançlı ve kararlı bir kulunun duasını hiç geri çevirir mi? Elbette çevirmez, çevirmedi de!... Onun kararlı ve inançlı tutumu, kendisine tabi olan askerleri de heyecana sevketti. İçinde bir nebze korku ve telaş olanlar da mutmain oldu. Şüphe ve tereddütler izale edildi. Çünkü bu maddî olduğu kadar da psikolojik bir savaştı. Zira bu savaşın neticesi, zaferin sadece insan sayısıyla ve maddî güçle kazanılamayacağını göstermiştir. Çünkü tarihî kaynaklara göre Bizans’ın 200 bin kişilik ordusuna karşı, Selçuklu kuvvetleri 50 bin kadardı. Selçuklular karşılarındaki Bizans ordusunu dörtte bir oranındaki bir kuvvetle yenmesini bilmiştir. Bu azmin ve inancın zaferi değil de nedir?...
Malazgirt Zaferi, Türk-İslâm tarihinin eşsiz bir kazanımıdır. Bu zaferi tarih sayfalarına altın yaldızla işlesek yeridir. Çünkü Malazgirt Zaferi sonuçları itibarıyla hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Bu zaferle Anadolu kapıları Türklere ardına kadar açılmıştır. Müslümanlar için derin bir nefes alma zamanı gelmiştir. Bu hayırlı neticenin verdiği güçle ezikliğimizi üzerimizden attık. Artık Anadolu, ebediyen Türk ülkesi oldu. Bu zafer, Türklerin İslam dünyasındaki itibarını ve kredisini artırdı. O güne kadar basite alınan milletimize daha farklı bir gözle bakmaya başladılar. Yani bize bakış açıları değişti. Bu zaferden sonra bize geleceğin lider ülkesi(milleti) olarak bakmaya başladılar.
Kısacası bütün tarihçiler, Malazgirt’in bütün dünya tarihinde bir dönüm noktası teşkil ettiği fikrinde birleşmektedirler. Bu zaferle ve onun eşsiz kahramanlarıyla ne kadar övünsek azdır. Ne mutlu bize ki o güzel insanların torunları olma şerefini taşıyoruz. Fakat bu onurun ağırlığını kaldırabiliyor muyuz? Bu mevzuda bir kısım tereddütlerim yok değil. Gelin iş işten geçmeden, yozlaşmadan, daha çok bozulmadan o insanlara layık insanlar olmanın mücadelesini verelim. Malazgirt Zaferi’nin 950. yıldönümünü kutlarken sözlerimi destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun ‘Malazgirt Destanı’ adlı şiirinden aldığım bir bölümle neticelendirmek istiyorum:
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber
Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans’ın Türk’e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!..”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.