- 632 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
888 - AŞKA DAİR
Onur BİLGE
Konu aşk olur da bizimkiler sadece dinlemede kalırlar mı! En çok sevdikleri, en meraklı ve en dertli oldukları konu... Üstelik dünyalara değişmedikleri, süründürse de öldürse de asla vazgeçemeyecekleri en tatlı, en huzur verici, kıyasıya mutlu edici muhteşem bir duygu...
“Aşk nasıl bir büyü, anlayamıyorum! Bir kızı seviyorum. Onu aklımdan çıkaramıyorum. Uzaklaştığım anda ona yaklaşmak, dokunmak arzusuyla dolmaya başladığım halde yakınına yaklaşamıyorum. Tezatlar içindeyim.” dedi Tarık.
Çekingen bir köy çocuğuydu. Aile desteğiyle değil, Kapalıçarşı’da, küçük bir el tezgâhında iğne iplik, lastik falan satarak okul harçlığını çıkaran bir arkadaşımızdı. Kendisine saygısı o kadar fazlaydı ki biz de ister istemez saygı duyuyorduk ona. Üstü başı yıpranmıştı, yüksek cirolar yapan dükkânların arasında, boynuna astığı tablayla ayaktaydı ama öylesine mağrur bir duruşu vardı ki! Annesine babasına bile avuç açmamanın haklı gururu içindeydi. Bence onu o yapan en büyük özelliği de oydu.
O özelliklerdi onu özel ve güzel yapan. Üstelik çok yakışıklıydı. O kadar ağırbaşlı, ciddi ve kendinden emin olmasına rağmen sevgi dolu, sevimli biriydi. O kız onu görmemiş, hayran kalmamış mıydı? Ondaki onu fark edememiş miydi?
“Duygularından mı utanıyorsun oğlum!” dedi Ahmet, elindeki askıyla çayları dağıtırken. “Bu yaşa gelmişsin, bu ne sıkılganlık! Ben olsaydım, gider konuşur, duygularımı açıklardım. En azından onunla arkadaşlık etmek istediğimi söylerdim. Öyle de yaptım zaten. İnanmazsan Duygu’ya sor!” diye hava attı ona.
Sonra herkes aşk hakkındaki düşüncelerini sıralamaya başladı. Aşk demek, biraz hüzün, biraz sevinç, yoğun romantizm demekti. Bazıları için melankoli, bazıları için çılgınlık, bazıları için mutluluk, bazıları için dayanılmaz ıstırap... Herkeste farklı farklı hüküm sürüyor, zamana göre hareket ederek pençesini geçirdiği insanları çeşitli duygularda gezindiriyor, çoğu zaman canlarından bezdiriyordu.
“Âşık olmak duygularımızı sevilenin avuçlarına bırakmak, ona biat etmektir. Kalbi ona raptetmek, beyni ona tashis etmektir. Her an düşünerek rabıta yapmak, onun egemenliği altına girmek demektir.” dedi Mahir.
Ondan da böyle bir tanım beklenirdi zaten. Aramızda en sofumuz oydu. Doğuştan mutasavvıftı mübarek!
“Bu taparcasına bağlılık, beynin salgıladığı oksitosin nedeniyledir.” diye güldü İhsan. Bazıları da ona katıldı. Gülüşmeler ve fısıldaşmalar başladı. Onun huyuydu sohbeti sulandırmak ve bulandırmak. Hiç şaşırmadım.
"Aşk bence sağlıklı bir yakınlık, sevgi ve ilgi değildir. Bu, çevredeki kişi sayısını teke indirgemek demektir ki insanı sosyal hayattan uzaklaştırıp ıssızlaştırır. Giderek benliğine el koyarak onu ruh hastası haline getirir.” dedi Orçun.
Bu sözler, onun neden karşı cinse karşı mesefeli olmayı tercih ettiğini anlatmaya yetti. Oysa nişanlıydı. Nişanlısı Balıkesir’deydi. Acaba onu o değil de ailesi mi seçmişti? Bir mantık evliliği mi yapacaktı?
”Aşk, fedakârlık gerektirir. Öyle ki insan kendi mutluluğundan çok onun mutluluğunu sağlamak için elinden geleni seve seve yapar.” dedi Halit, Neşe’ye bakarak.
Gözleriyle, ona duygularını aktarmaya, söylediklerini onaylatmaya çalışıyor gibiydi. Kızcağızın annesini kalp krizi nedeniyle aniden kaybettiğinde acımayla başlayan yakınlaşmaları artarak devam ediyordu. O zamandan beri onu teselli ediyor, onunla arkadaşlık ediyor, karakalem resimlerini yapıp, kendisine armağan ediyordu. Burnuma yanık kokuları geliyordu.
“Aşk, dünyanın en yüce duygularındandır ama beraberken... Ayrılık, mecnun eder insanı! Ne tadı kalır ne de tuzu aşkın. Ben bu yaşta yaşlandım ayrılıktan. Bezdim sevgilimden uzakta kalmaktan.” diye yakındı Mehmet.
“Ben de âşığım. Hem de ölesiye! Fakat tam tersine, hiçbir şikayetim yok ayrı kalmaktan. Gözümden uzakta olsa da gönlümden gidesi değil!” dedi Define de.
Bir an için Islak Kız’ı kasdettiğini sandım ama anında yanıldığımı anladım. Gözleri buğulanmıştı. O, Allah’tan bahsediyordu. Büyük aşkından bahsediyor olsaydı, gözlerinin içi güler, kendisi de gülümserdi. Bu gülümseyişten, hayatla da kendisiyle de dalga tiği anlaşılırdı. İkisi de aşktı aşk olmasına ama biri süfliydi gülümseten, diğeri ulviydi ağlatan. Biri yüzeyseldi, ne kadar derin olsa da... Diğeri anlatılır gibi değildi! Yeraltı suları gibiydi. O kadar büyük, o kadar coşkun akan, o kadar büyük bir debiyle gürül gürül akan ve derinliklerde durmaksızın çağlayan ama sesi hiç mi hiç duyulmayan... Bir Allah âşığı vardı aramızda, Sevgili’sini andığı an sessiz sessiz ağlayan...
***
Onur BİLGE - 888