- 608 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÇAR ÇAYI ÇOCUKLARI
Çar Çayının kirli suları Taşo köprüsünün altında birikir, küçük bir göletten daha küçük, etrafı siyah taşlarla çevrilidir. Çocukların eğlendikleri, çimdikleri gölet, bir ad koymuşlardı neydi hatırlayamadım. Bedrik oğlanın en sevdiği yer; Çar çayında çimdi, diğer çocuklar gibi, beraber büyüdüler.
Yaşı şu sıralarda altmışlara merdiven dayamış olabilir belki, ama hayatında pek değişen bir şeylerin olmadığı aşikârdır. Orada herkes herkesi tanır, Bedrik oğlan onlardan biri, gariban bir ailenin oğlu. Adı Bedri… Bilen vardır belki, hani, şu gariban oğlan, Dere mahallesinden. Adı üstünde Bedrik işte, namı diğer “Horozcu Bedo” derler.
Bir altmış boylarında; sıska, zayıf ve kirli… Sigarayı sigarayla yakar, eksik etmez izmariti incecik dudaklarının arasından. Sağ elinin orta ve işaret parmakları hep kirli sarıdır. Kirli dedik ya, saçları da kirli, yüzü de öyle. Yüzü kaç günde bir su görüyor bilinmez. Ufak gözleri kısık ve çapak bağlamış. Siyah düz saçları çok kirli, yapış yapış, alnına dökülünce istem dışı alışkın kirli parmakları tarak olur. Çar çayı çocuklarının üst başları kirlidir. Pantolonlarının diz üstü yırtıktır, birçok yerleri sökülmüştür. Rüzgardan değil, yerden sürünmekten paçavraya dönmüş giysileri eskimiş, güneşten yanan tenleri bakır rengidir. Gözlerinde çapak, tırnakları kirli, uzundur. Ellerin üstü, yarı çıplak kolları yara izleriyle doludur. Yara kabukları yerlerinden kopmuş. Bu çocuklar boya sandıkları taşırlar, avuçlarında kabarık nasırlar var.
Bedrik diyorum, namı diğer Horozcu Bedo…. Aynı pantolon giyer, sokaktan geçince paçalarındaki yağ lekeleri yirmi metreden göze çarpar.
Bazı insanlar hep çocuk kalırlar ya da çocuklaşırlar. Bedrik çocuklaşmamış, çocuk kalmıştı belki. Kimi insanlarda bilgi var, ama onu yaşatacak duygu yok. Bedrik öyle değil işte, bilgi yok olmasına yok da, bir köpek sevgisidir almış başını gitmiş, yüreği yanar görmeyince köprü altındaki enikleri. Boyu kısacık olabilir, ama adamda kocaman bir yürek var. Herkeste olmaz Bedrik’te olan yürek..
Ne de olsa “herkesin savaşı kendisinedir,” demişler. Bedrik oğlanın bir savaşı var mıydı, nerden bilecek?..
……
Annesi oğlan çocuk doğurduğu için çok sevinmişti belki, ama hayat Bedrik için o kadar merhametli davranmadı.
Evlerinin önünde, yontulması kolay kırmızı yası taşın üzerine oturttukları gün farkına varmışlardı. Ağlamak bir yana, hareketsiz, çevresine mat mat bakmıştı. İlk gördüğü evin köpeği oldu. Gözlerini ayırmadı uzun zaman eski bir at arabasının gölgesinde yatmakta olan köpekten. Çöplükte eşelenen horoz ötünce o tarafa bakmıştı, etrafında birkaç tavuk eşeleniyor, kurk tavuğun çevresinde küçük civcivler. Horoz yeniden ötmüştü, köpek, sokaktan geçen birinin arkasından ürümüştü, Bedrik oğlan onlara bakmıştı. Kuyruğunu sallayan köpeğe merakla bakarken, diğer yandan kırmızı ibikli horoza takılan gözlerini uzun zaman ayırmamıştı. Uzun uzun bakmıştı ikisine de, ağlamadan.
Bedrik oğlan konuşmazdı, dilsiz bildiler, ağladığına pek şahit olan da yok.
“Bu çocukta bir gariplik var.” Dediler. O kadar.
Kimi çocukların bebeklik süresi de, kucak çocuğu süresi de çabuk geçer. Çar çayı çocuklarının çocukluk süreleri Bedrik oğlanın çocukluğuna benzer, erken biter. Bedrik çocukluğundan beri Taşo köprüsü altında köpek eniklerini besler.
İnsanları sevdi mi, sanmıyorum.
……………….
Fazla durmadı. Okuldan sıkıntılı bir halde çıkarak, gelişi güzel hızlı adımlarla Ziyaret sokağını geçti, bir anda kendini Taşo köprüsü altında buldu. Çöplükten topladığı kartonları sırtlamıştı, Taşo köprüsü beton ayağına götürdü. Enikler titriyordu, hava çok soğuk. Kartonu iki kat yaptı, yağmurun almadığı dip köşeye serdi. Dört eniği incitmeden tek tek kartona yerleştirdi. Anaları ortalıkta görünmüyordu, belli ki acıkmışlar… Bedrik acıktığını hissetti.
“Böyle olmaz. Bunlar titreye titreye soğuktan geberecekler. Bir hal gelecek başlarına.” Bir çare bulmalı, üstlerini örtecek bir çul, çuval, battaniye parçası… acilen bulmalı. Montu kirli, eski, yırtık… düşünmeden çıkardı. Dört enik birbirine sokulmuşlar, üzerlerini örttü. Kendisi üşüdü, oralı olmadı.
Gözleri eniklerin küçük kulaklarında, dudaklarında anlamını bilmediği keyifli bir türkünün ezgileri ıslık olmuş, burnundan sigara dumanını havaya savurdu. Sigara da içmeye başlamıştı, bu küçük yaşında. Çar çayı çocukları sigara içmeyi erken yaşlarda alışırlar.
Akşama kadar sokaklarda dolaşıp durdu.
Ellerini cebinden çıkardı, ağzına götürdü, nefesiyle üst üste “hohlayarak” ısıtmaya çalıştı. Kulakları da üşümüştü. İki eliyle iki kulağının kepçelerini ovmaya başladı. Yerinde duramıyordu. Ayaklarından dizlerine kadar paçaları ıslanmıştı, bir sızıdır almış başını kaval kemiklerini kemiriyor. Sağ ayağını ayakkabıdan çıkardı, lastik ayakkabının arkası yırtılmıştı. Çorapları su içinde kalmış, ıslak, ayaklarına yapışmıştı. Kaldırımın kuru yerine bırakmıştı okul çantasını, üstüne oturdu, çoraplarını çıkarmaya çalıştı. Islak çoraplar ayağına yapışmış, inat ediyor, zorla çıkardı birini, sıktı. Diğerini de. İki ayağın başparmaklarını ovdu, ellerinin sıcaklığı ayaklarına geçti. Parmak uçları cansız gibi, hissetmedi, ovdu, sıktı.
Selimiye caminin taş minaresinden akşam ezanı okundu, sağ omuzun üzerinden minarenin yanan ışıklarına göz kırptı. Gecikmişti, okul çoktan dağılmış, kendisinden başka ortalıkta dolanan öğrenci yok. Acıkmıştı, üstelik üşüyordu. Sağından solundan, yanından yöresinden, önünden arkasından gelip gidenlerin farkında değildi. Onu fark etmişler miydi?..
Herkese yalan söylemişti. Annesine, babasına, öğretmenine, sınıf arkadaşlarına yalan konuşmuştu. Bedrik oğlan bu yaşta, bu kadar yalanı nereden buluyor, nasıl beceriyor? Yalan işte… Karanlık çökmek üzere, okul çoktan dağılmış, daha eve gidememişti. Korkuyordu. Eve gitmekten korkuyordu, yalan konuştuğu için öğretmenden korkuyordu. Bu küçük yaşta hayatı yalan ve korku üzerine kurulmuştu. Çar çayı çocukları yalan konuşuyor.
Suskundu. Konuştuğu zaman yalan konuşurdu. Soran da olmadı.
………………
Oturduğu ıslak kaldırım taşından kalktı kalkmasına da, nereden gideceğini kestirememişti. Biri görebilir, babası onu arıyordur muhakkak. Okul çantasını sırtına almamış, yarı sulu karların içinden sürükleyerek yerden çekiyordu. Kendi ağırlığından fazla eski bir kilim bulmuştu, bir evin balkonundan aşırmış demek daha doğru olur. Kalın bir iple sıkıca bağlamıştı. Çamaşır ipini de aynı balkonun demir şişlerinden kesmişti. Kilimi sırtına aldı, ıslanırsa olmaz… Çantasının ağırlığını taşıyamıyordu, ama yüreği Bedrik oğlanı taşıyordu.
Dere mahallesinde, Çar çayı kenarlarında, Taşo köprüsü altında ne kadar başıboş köpek varsa hepsini biliyordu. Hepsine ayrı ayrı adlar takmıştı. Köpekler de onu tanıyordu. O gün bir daha okula gitmedi, ömrü boyunca da… İlkokul üçten terk. Aklı yeni doğmuş yavrulardaydı, dört enik… gün boyu başlarından ayrılmamıştı.
Ayakları yeniden onu Taşo köprüsü altına sürükledi. İstemeden ayaklarına uydu, Çar çayına doğru yürüdü. Karanlık basmıştı. Ziyaret sokağını geçmeden karşıdan aksayarak gelen babasıyla karşılaştı. Babasının romatizmaları vardı, yürürken aksıyordu. Kaçamadı. Sokak dardı, nutku tutulmuştu, olduğu yerde dondu kaldı. Yılan karşısında kaskatı kesilen tavşan gibi kaldığının farkına vardı. Duyduğu, yaşadığı, bildiği bütün korku çeşitleri yüzünde toplandı, yalvaran gözlerle babasına baktı. Bir anda davranışları değişmişti, zehir gibi acı bir ifade oturmuştu yüzüne.
Beynini zonklayan bir ses vardı kulaklarında. Çok uzaklardan değil, Taşo köprüsü ötesinden geliyordu. Eniklerin ağlamaklı sesleri… Acıkmış olmalılar. Tüm bedeni, kulaklarına dolan bu acıklı sesle titriyordu.
Babasına bir yalan uydurmalıydı, ama nasıl? Sabahleyin ilk derste öğretmenine:
“Öğretmenim, annem çok hasta, ona bakacak kimse yok, bugün izin istiyorum.” Demiş, eniklerin yanına gitmek için çıkmıştı, sınıf arkadaşları Bedrik oğlana inanmasa da.
Babasına ne diyecek? Bir yalan şart. Edemedi… aklına söyleyecek yalan gelmedi.
“Baba, ben eniklerin yanına gidiyorum!...” Diyemedi. Kendinden umulmadık acayip bir bağırmayla yandan koşması bir oldu. Baba aksak, yetişmesi imkansız, sadece ardından bakmakla yetindi.
“Git oğlum, Bedrik, eniklerin yanına git…” Diyebildi ardından, hiç kızgın değildi sesi, üzgündü.
…………
Sokağın bütün köpekleri enikleriyle ardına takılırdı. O köpekleri, köpekler de onu tanırdı. Sonra büyüdü, hep çocuk kalacak değil ya!.. Bir sabah kendiliğinden terfi etti, sessiz ve gizlice. Neye mi? Horozcu işte… Horozcu Bedo dediler, yeni mesleği. Çar çayı yamacında kerpiçten tek gözlü, toprak damlı eski bir ev kiraladı. Döğüş horozunu orada besledi. Ne besleme ama!... Ceviz içi, üzümler, fındık içi, ne bulursa taşıdı. Dükkânlardan aşırdı tabi ki, en çok da babasının küçük mahalle bakkalından. Bedrik yemedi, ama horozu iyi besledi, yedikçe şişti kırmızı ibikli, sarı siyah tüylü Cano horoz. Adını Cano koymuştu. Döğüş horozu bu, beslenmez mi?
Çar çayı çocukları ardına düştüler, ama tek bir ceviz koparan olmadı.
“Keşke Bedo’nun horozu olsaydım!..” Demekten başka.
Bedrik; sağdan soldan aşırdığı çul, çaput, çuval, kilim, battaniye parçalarıyla kendine bir yatak yapmıştı, aynı odada horozuyla beraber kalıyordu. Nereden bulmuşsa bir de saç soba kurmuştu. Odunluklardan aşırabildiği kadar odun yığmıştı odanın bir köşesine. Soğuktan yana derdi kalmamıştı gayrı. Fırınlardan ekmek, bakkaldan yiyecek aşırıyordu. Bedrik ne çok şey aşırıyordu!... Yemedi yedirdi. Cano horoz yedikçe şişti, şiştikçe nefesten kesildi, ötmez oldu. Bir kış boyunca kerpiç evin içinde beslendi, iki horoz kadar kabarmıştı.
Martın sonlarına doğru, kar yeni yeni erimeye başlamışken sokaklar, yollar çamur içinde kalmıştı. Cano Horozu kucaklayarak Horozcular kahvesine getirmesi o günlere denk geldi.
Kimi horozcular vardır tilki gibi uyanık, ömürlerini horoz dövüşüyle geçirmişler. Hangi horoz dövüşür, hangisi nefesten kesilir, hangisi meydandan kaçar ruhları gibi bilirler, hem de ilk bakışta. Başına uşuştular görür görmez Cano horozun, bu kısmeti kim tepmek ister ki?.. Bedrik oğlanı kışkırtmaya çalıştılar. Zokayı yedi bizimki.
“Horozuna dövüştürürüz, kardaş, varsan gel meydana.”
“Yok, korkarım dersen o başka..”
“Eğer bu iri horoza güvenmiyorsan, var git.”
Bedrik oğlan dolduruşa gelmişti bir kere, kuralları önceden öğrenmişti zaten, kendi horozunun iriliğine güveniyordu. Hiç düşünmeden, küçük cüsseli bir horoz ile kapışmayı kabul etti. Meraklılar çoktan toplanmıştı. Yer açtılar, meydanda büyük bir halka oluştu.
Cano Horoz etrafına bir garip baktı, rakibinin farkında olmadı bile. Sahibinin kışkışlamasıyla Cano Horoza ilk darbeyi vurması bir oldu. Cano horoz yana sıçramak istedi, gövdesi götüremedi. İkinci darbe tam sağ gözünün üzerine geldi, afalladı, etrafında dört döndü, bir darbe daha yedi. Sersemlemişti. Bedrik oğlanın boğazı tıkanmış, gözleri dolmuştu. Son bir darbe daha geldi ve… Cano Horoz olduğu yere yığıldı, kaldı.
Bedrik, horozcular kahvehanesinden ağlayarak kaçmıştı. Nerede hata yaptığının farkına varmadı bile. Yemekten içmekten kesildi, yüzü sarardı, beş gün içinde anlamsız başıboş yürüdü. Bedrik oğlan için için ağladı, Taşo köprüsü altında, Çar çayı içinde Cano Horozu aradı.
Akşam güneşi tepelerin ardından kayboluncaya kadar gölgeler odanın kerpiç duvarlarında hareket etti. Gri bir karanlık saçlarından ayaklarının dibine doğru koyulaştı, gölgeler üzerinden hızlı kayarak her yer karanlığa kesildi. Kör ışıkta yüzü eski bir kösele gibi yıpranmış ve çizgiliydi. Koyu karanlık sokaklara erişti, odanın içi görünmez oldu, camsız pencereden şehrin semalarında dolanan kömür kokusu yükselerek burnuna çarptı. Kapının zırzasını kaldırdı, dışarı çıktı. Yokuş aşağı indi, Taşo köprüsü yamacını geçti. Her yere bir korku sinmişti.
Çar Çayı çocukları hikayeleri bitmez…
24 Ağustos 2021
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.