- 342 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
STRATONİKİEA V
"Bazen Kanatlar altında çıkıp kendi geleceğinize gitmek zorundasınızdır."
Prens çok zaman geçmeden birkaç gün iyileşmişti. Kral Selevkos onun odasına ziyaretine bile gelmiyordu. Sarayda soğuk rüzgarlar esiyor ben ise bir an önce duvarlarının arasında adeta boğulduğum sarayın içinden çıkmak için can atıyordum. Prens iyileştikten sonra babasının yanına giderek onunla konuşmak istemişti fakat babası yani Kral Selevkos onu kabul etmedi. Bir haberci göndererek bizim sarayı ve imparatorluğu terk etmemizi istedi. Antiokhos ise fazla seçeneği olmadığından bunu kabul ederek benimde hazırlanmamı isteyip ertesi gün kızım Phila’yı da Kral Selevkos’a bırakarak ayrılmıştık. İçimde kanayan yara kızım Phila’dan ayrılmaktı. Çok üzülmüştüm bırakamayacağımı söylediğimde bana Ashima onun bizimle gelmesinin iyi olmayacağını Kral Selevkos’un onun babası olduğunu bu sebepten Phila’yo almamızın söz konusu bile olamayacağını söylemişti. Ben ise her şeye rağmen onu bırakamazdım. Lakin Antiokhos ile aramızda artık Kral Selevkos değil kızı yani kızım Phila vardı. Antiokhos aşkı için babasına karşı gelmiş ondan vazgeçmişti, bende onun için kızım Phila’dan. Yani mutluluğa giden yolda fedakârlıklar şarttı. Bunun ağır bedelini ikimizde ödeyerek oradan ayrıldık. İkimiz yalnız olarak hayatın bize neler getireceğinden habersiz bilinmezliğe doğru bir yolculuğa çıkmıştık. Yol boyunca pek konuşmadık, gözlerimden akacak yaşlara engel olmak istesem de bu çok zordu. Antiokhos bunu biliyordu. Ama hiç üzerime gelmiyordu, teselli bile etmek için girişimde bulunmuyordu. Bende onun içinin paramparça olduğunun farkındaydım, dokunsam dökülecek gözyaşlarını hissedebiliyordum. Ama ne o nede ben bir birimizle fazla konuşmadan kâh Kral Selevkos’un kentlerinde misafir olup dinlenerek, kâh at üstünde veya yaya yürüyerek varacağımız yere ulaşmıştık. Bizim geleceğimizi haber alan Antiokhos’un yakın dostları bizi büyük bir sevinçle karşılamıştı. Biz gelmeden yasak aşk hikâyemiz buralara kadar gelmişti. Bu sebepten Kral Selevkos’u seven halk bize düşman gibi davranıyordu. Kim bilebilirdi ki aşkı yaşamadan, onun okunun nerede nasıl kendisini bulabileceğini. Kim bilebilirdi ki aşk için Kral olan babasının karşısında durup onu hayal kırıklığına uğratmanın acısını veyahut minicik evladını bırakmanın yüreğinde çınlayan feryadının acısını. İşte bilmeden yargılıyorlardı. Benim için ise onlar kurtlanmış, çatırdayan bir tahta parçası gibi ahlak kavramının arkasına sığınmış sadece bilmedikleri bir konuda yorum yapan cahillerden ibaretti.
Antiokhos’un yakın arkadaşı olarak gördüğü halkın soylularından birisi tarafından misafir olarak kabul etmemizin akabinde bize güzel bir misafirhane hazırlayıp orada istediğimiz kadar kalacağımızı söyleyen Mirlace, Antiokhos’tan daha yaşlı bir adamdı. Antiokhos onu benimle tanıştırırken bir emekli general, kolunu savaşta kaybettikten sonra Selevkos tarafından yüklü bir ücretle ödüllendirilip kabuğuna çekilmişti. Güvenilir bir tipe benzemese de onu Antiokhos’dan daha iyi tanımıyordum ve bu tip adamlar her daim böyle tuhaf bir görüntüye sahipti. Gece geç saatlerde odamıza çekildiğimizde, Antiokhos derin bir uykuya dalmıştı, lakin yaşadıklarımız bir imparatoru karşımıza alıp ölümün kıyısından dönmek ve bu bedel karşısında Phila’yı beklide ölene kadar göremeyecek olmam beni kahrediyordu. Uyumak benim için gerçekten çok zordu yastığa başımı koyduğumda gözlerimi kapayınca bu tür düşünceler kafamı meşgul edip duruyordu. Neden bedel ödemek zorunda kalmıştık, neden Prens Babasından önce beni bulmamıştı, Neden Kral Selevkos yaşına göre birisi ile evlenmek yerine veya oğlu için beni düşünmek yerine benim hayatımı alt üst etmişti, neden kızımı bana bırakmayıp bu acıyı bana çektiriyordu, neden, neden, neden. Diyerek kendi kendime gelişen olayları sorgularken suçlayacağım Tanrılar, yine sığınağım olacaklardı. Gözümü açarak öylece gözlerimi dikip ayı arkasına alan ağacın, duvara yansıyan gölgesine bakarken, birden görüntünün önünden bir şey geçmişti, sonra birkaç gölge daha, hemen Antiokhos’u uyandırdım. Antiokhos daha ne olduğunu anlamadan içeriye kapıdan ve pencereden 5 adam girmişti karanlıkta kim olduklarını anlamadan Antiokhos’un kılıcı duvarda asılıydı ulaşamazdı, lakin yanı başında duran hançerini alarak onlarla bir mücadeleye girmişti. Ellerinde ki kılıçlarla odanın içinde manevra yapamayarak, kılıçlarını kah duvara kah bir birlerine vuruyorlardı. Her şey çok ani olmuştu. Kapının önüne yığılan bir ceset dışarıdakilerin içeri girmesine engel olmuştu Antiokhos beni kolumdan tutup pencereden dışarı çıkarmıştı. Avluda bulunan çıkışta önümüze çıkan iki kişi kılıcıyla bizi karşılamıştı. Beni bir kenara bırakarak eliyle beklememi işaret ettikten sonra, hakkında söylendiğinden daha iyi bir savaşçı ve sanki bunun için eğitilmiş olduğunu, iki kılıçlı adamı göz açıp kapayana kadar yerle bir ederek göstermişti. Avlunun çıkışında ki kapı açıktı ve oradan temkinli bir şekilde çıktık. Az ilerde bekleyen atlardan birisine binerek oradan uzaklaştık. Biraz koşturmadan sonra kimsenin arkamızdan gelmediğini görünce biraz yavaşladık. Sabahın ilk ışıkları ile bir dere kenarında durmuştuk. Prens elini yüzünü yıkadıktan sonra bana baktı. Bende ona baktım sol kolundan kan aktığını görünce bir anda adeta şok olmuştum. Hemen kolunu tutup kanayan yarayı temizleyip sarmamız gerektiğini söylediğimde, "önemli bir şey değil" dedi. lakin bir hayli kan kaybetmişti. Hemen yarayı açığa çıkarıp temizledikten sonra güzelce sardım. Antiokhos, "biliyorum bu Kral Selevkos’un işi" dediğinde, ona "hayır, bizi öldürecek olsaydı, şehirden bir adım bile atmadan bunu yapabilirdi," dediğimde, bana baktı ve gülümsedi, "kral Selevkos’u benim kadar iyi tanımadığın besbelli," diyerek gülümsedi ve devam etti. "O öyle bir plan yapar ki, halk onu evlat katili olarak bilmemesi için bu işi bir arbede gibi planlamıştır," dedi. Ben ise onun gerçekten böyle bir şey yapabileceğine inanamıyordum. "peki kolsuz olan silah arkadaşın?" prens gülümseyerek "bu tür insanları sen bilemezsin, para ve unvan için beni değil Kral Selevkos’a bile yanlış yaparlar," dedi. bir ağacın altında böylece dururken, Antiokhos boylu boyunca uzandı ve benim ellerimden tuttu. Bende onun yanına uzanarak gözlerimi kapadım ne kadar zaman geçti bilmiyorum lakin bazı sesler duyarak irkilmiştim. Antiokhos’u uyandırarak durumu söyleyecektim ki, başımıza onlarca asker üşüştü. Bütün bunlar, Antiokhos’un yanında ki kamayı kınından çıkarmasına bile aman vermeden oluvermişti. Lakin bu askerlerde dikkatimi çeken bir husus vardı. Miğferlerinde ve kıyafetlerinde babamın arması vardı. Bu askerler babama hizmet ediyorlardı. Onlara Kral Demetrios’un kızı olduğumu söylediğimde buna ihtimal vermeselerde. Gerçek olma ihtimalinide göz önünde bulundurarak bizi kibarca İpsos’a götüreceklerini ve Kralın huzuruna çıkaracaklarını söylediler. Antiokhos bundan huzursuz olsada ben bu duruma sevinmiştim. Antiokhos’un yarası derindi ve gideceğimiz yeri bile bilmiyordum. Belki Antiokhos’un bir planı vardı lakin bunu benimle paylaşmamıştı. Ben ise bir muammaya yolculuk yaparken yaralı olan Antiokhos ile bütün tehlikelere açık bir şekilde yola devam ediyordum. Şimdi babamın yanına gidiyordum ve onun bana yaptığı haksızlığın hesabını ona sorarak, beni attığı ateşin içinden tekrar bir hayat bulduğumu ve evlat olarak onun yardımını isteyecektim. Belki yardım etmeyecek, belki Selevkos’un düşmanlığından korktuğu için bizi kovacaktı. Lakin şansımızı denememiz gerekiyordu. Bu şekilde ne Antiokhos bir prens nede ben bir prenses değildik. Yolunu kaybetmiş iki bahtsızdık. Yolda giderken Antiokhos kaybettiği kan ve yorgunluk sebebiyle bayılmıştı. Askerlere durmalarını ve yarasını pansuman etmem gerektiğini söylesemde durmak için zamanları olmadığını söylediler. Ben ise "kumandan" dedim. atın üzerinde sırtı geride kafası ileride giden asker bana döndü ve sırıtarak, "buyurun prensesim" dedi. Ben sert bir ses tonu ile, "size durmanız için yalvarmamı mı istiyorsunuz. Duracaksınız dediysem duracaksınız ve bize yardım edeceksiniz, ben Kralınızın kızıyım, eğer dediklerimi yapmazsanız krala bunun cevabını verirsiniz," dediğimde Kumandan dediğim pis pis sırıtan asker diğer askerlere dur ihtarı vererek benim atımın yanına atı ile gelerek, atımın eğerinden tutup dişlerini sıkarak "prenses olduğun konusu henüz kanıtsız, fakat diyelim öyle. Peki ya sizi burada öldürüp leşinizi kargalara bırakırsam, kargalar Kral Demetrios’a benim aleyhimde şahitlik yapar mı?" diyerek elinde ki eyerini elinden savuruverdi. Bende ona "bizi sağ salim götürürseniz babamın sizi ödüllendirmesi için ikna edebilirim, dediğimde yine pis bir şekilde sırıtıp, "bu daha ikna ediciydi, ama benim için yersiz ve hedefine ulaşıldığında unutulacak bir söz" dedi. Gerçekten ikna edilmesi çok zor bir adamdı. Lakin artık ben çaresizlik içine düştüğümde bir göletin kenarında dur ihtarı verdi. Askerler durdu ve bende Antiokhos’un yarasını tekrar temizleyip sardım. Lakin bu koşullarda gerçekten hayatı tetkike içerisindeydi. Ona herhangi bir şey olursa benimde yaşamama hiç gerek yoktu. İkimizin de canı sağ ve birlikte olduğumuz sürece mutlu olabilirdik. Birimizden birisi ölürse diğeri için hayat çok acı olacaktı.
YORUMLAR
Renkler duygulara tekabül eden.
Sıradanlıksa kimisi için fazlasıyla yoran.
Sevginin öznesi iken insan ve en çok da sevdiğini özlerken hatta yanında bile özlem gideremediği...
Farklı bir tadı vardı yazınızın.
Yüreğiniz dert görmesin.
Selam ve saygılarımla.
mavitükenmez
Okumanız ve yorum yapmanız ziyadesiyle güzeldi üstadem
Sagolun
Saygılarımla