- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATI ANLAMAK
Yaşam sizi dansa kaldırmaz. Evet yaşam insanı, kader kısmet nasip bireyi yani sizi durduk yerde dansa kaldırmaz. Peki, o zaman insan ne yapmalı, nasıl hareket etmeli ki mutluluğu bulsun, kişisel ve toplumsal tatmini yakalasın. Hayat insanı ne zaman güler yüzle karşılar. O na cömert davranır .Yaşamın bireyi dansa kaldırmamasının bir nedeni var mıdır, yok mudur. Hayatın bizi dansa kaldırmaması ne anlama geliyor, gelecekte başımıza nelerin geleceğini bilmediğimiz kadere razı mı olacağız. Bu durumda ne yapacağız . Tabii ki biz yaşamı, geleceğimizi dansa davet edeceğiz. Ancak geleceği, yarınları, nefes aldıkça sürdürmek zorunda olduğumuz en temel ihtiyaçlardan başlamak üzere ekonomik, sosyal ve kültürel hayatı, yaşamakla yükümlü kaldığımız bizim olan bizimle bütünleşen çevremizi, tüm olayları gidişatı ve maceraları dansa kaldırabilmek için, önce kaderle ve özümüzle dans etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Hatta öğrenmekte yetmiyor bunu hayatımıza tatbik ederek iyi bilmemiz çok iyi uygulamamız gerekiyor.
Yaşam sizi hiçbir zaman dansa kaldırmaz.Yanı başınızda bir su gibi akıp giden zamanı ve zamanın gerçeklerini oluşturan hayatın içinde varlığınızla ayakta kalabilmek ve mücadele edebilmek adına öncelik edimsel olanı mutlaka görüp kabullenmeniz gerekiyor.
Bir birey olarak içinde bulunduğumuz toplumsal yaşamı, uzaktan, dikenli tellerin ardındaki tribünlerden seyretmek yerine mutlaka sahaya inerek risk almalı, kendimize yer açmalı, bir başrol ve bir mevki kapmak için çaba sarf-etmeliyiz
Eylemlerimizle; yapacağımız sosyal, kültürel ve sportif aktivitelerle, hobilerimizle basit uygulama ve etkinliklerle, yazmak-okumak gibi meşgalelerle tek ve bizim olan kendi yaşamımızın alnımıza yazılmış yazgının senaristi olamasak ta veya yazarı olmasak ta bir editörü bir redaktörü olmalı, hayatımızın gözde bir başaktörü mutlaka olmalıyız.
İyi ve kaliteli yaşamak onurlu ve erdemli bir ömürde mutlu bir yolculuğu tamamlamak adına tarafınıza yüklenen sorumluluk ve vazifeleri tam ve layıkıyla yapmak üzere gerektiğinde lazım olacak içi dolu bir heybenin her zaman yanınızda bagajınızda bulunması gerekiyor.
Sabah yatağımızdan kalkıp dışarı çıkmak üzere gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra kapı eşiğinden sokağa adımımızı attığımız anda zorluklarla karşılaşırız. Bu mücadeleden galip çıkabilmek için heybemizde var-olan yani çeşitli eğitim ve formasyonlarla kişiliğimize, seciyemize, ruhumuza, kalbimize ve beynimize yerleştirdiğimiz bilgi ve birikimlere, önsezilere ihtiyaç duyduğumuzda bize lazım olacak iç dinamiklerimizi bizi biz yapan değerleri ahlaki ve insani değerleri özümüze kazandırdığımız fazilet ve benzeri tutum ve davranışları nerede nasıl kullanacağımızı bilmemiz gerekecek. Adalet, hakkaniyet, edep ve iffet, dürüstlük, vicdan, merhamet, sevgi ve saygı gibi vasıf ve sıfatlar yaşam içinde yerimizi, işimiz ise sosyal ve ekonomik kariyerimizi belirler.
Bu çerçevede sosyal, kültürel ve ekonomik ve ailevi yaşamın içinde problemlerin değil, çözümün bir ögesi, zamanın ve evrenin bir parçası olduğumuzun bilincine varmamız icap ediyor.. Şahsımızı, kişiliğimizi fark etmemiz, iç dünyamızı keşfetmemiz, keşifle birlikte zenginleştirmemiz sürekli bir çabayla düşüncelerimizi, bakış açımızı, derinleştirip genişletmemiz gerekiyor. Bir öz benlik ve öz kendilik, bir öz güven duygusunu mutlaka karakterimize inşa etmemiz ve şahsiyetimize kazımamız lazım. Sağlam bir öz geçmiş bilinciyle birlikte bir öz geleceği mutlaka planlayıp hedefleye bilmeliyiz.
Özellikle kendimize; not defterimizde sürekli randevu vermeyi ruhumuzla, kalbimizle buluşmayı bedenimizi eğitmeyi yeni alışkanlıklar kazandırmayı hedeflemeli ve gereken değeri vermeliyiz. En çok sevdiğiniz on kişinin içinde mutlaka sizde olmalısınız. Bu da kendinize, fikirlerinize, duygu ve düşüncelerinize verdiğiniz değer ve akabinde göstereceğiniz ilgi ve alaka ile gerçekleşir. Başkaları için gerçekleştirdiğimiz bazı değişim, yenilik ve gelişmeleri, aslında öncelikle kendimiz için yapmalıyız. Bunun yanı sıra pozitif bir stresle yaşama dört elle sarılmalıyız.
Yaşamımıza katacağımız pozitif gerilim (östres) ve heyecanlar bizi yaşamın içinde bir oyuncu, yaşam savaşçısı, kollektif yaşamın bir mütemmim cüz-i yapacaktır. Çünkü, olumlu enerjinin ve basıncın bedeninizde yaratacağı kimyasal dinamiklikle çoğu zaman farkına varamadığınız birçok güzelli
ği, özünüzle birlikte yeniden fark edeceksiniz. Sonuçta mutluluk ve yaşama bağlılık başarısı birlikte gelecektir.Kendimizi keşifle başlayan bu yolculuğun sonunda yapmak istediğimiz şeylere veya varmak istediğimiz ideallere ulaşma yolunda daha az güçlüklerle, engellerle karşılaşarak yolumuza devam ederiz. Ve sonuç olarak hedefe mutlu bir şekilde varmış oluruz. Bunu da başarabilmek için mutlaka ve mutlak surette yapacağımız her işte ve kararlarımızda yüreğimizle birlikte beynimizi ve beynimizle birlikte yüreğimizi de ortaya koymamız gerekecek. Öncelikle şu soruyu kendimize bir soralım.
Sıradan birisimi olacağız? Yoksa kendimizle yarışarak, özümüzü aşarak içimizde bir üst insan yaratma çaba ve gayretiyle sıra dışı yaşamak mı istiyoruz. Hal böyle iken içinde bulunduğumuz çevre ile birilikte hareket ettiğimizde sıra dışılığı yakalamanın da zorluğu hemen görülecektir.
Ancak yaşamın bize sunduğu her şey kutsal olup bu değerleri özümsediğimiz zaman yaşamdan farklı lezzet ve tatlar almamız mümkün. Lütfen, zorlama ile değil; isteyerek, gönüllü olarak kendinize hak ettiğiniz değeri veriniz. Öncelikle hayattan ne beklediğimizi bilelim ve bu beklentileri ortaya koyalım. Evvela, kendimizle hesaplaşıp yüzleştiğimizde hayatla doğru bir şekilde mücadele edebiliriz. Kendi eksik ve fazlalıkları-mızın farkında olduğumuz zaman bir taktik geliştirebiliriz.
Bir yaşam yönetiminden siyaset ve stratejisinden söz edebilmek için önce ortaya koyduğumuz tutum ve hedefleri, amaçlarımızı ve bizi bu amaçlara götürecek araçları, hayatımıza, günlük yaşamımıza tahvil etmeliyiz.
Çünkü; sorunlarla kendinizde var olan birikimle münhasıran mücadele edebilirsiniz. Sizde olmayan bir şeyi başkalarına vermeniz mümkün değildir. Ancak ruhunuzda, aklınızda ve yüreğinizde, deneyimleriniz de var olan bilgi ve birikimi, varsa aşkı ve sevgiyi, kendinize gösterdiğiniz saygıyı verebilirsiniz doğaya hayata ve topluma.
Bir yaşam bilgesi, bir simyacı olmak istiyorsak kainatın, yaşamın mantalitesini yani yaradılış sebebini ve amacı, yürek atölyemizde damıtmalı, demlendirmeli rafine ettikten sonra kendi akıl süzgecimizden geçirerek elde ettiğimiz sağlam bir dünya inancını ruhumuza yaşantımıza yansıtmalıyız. Kamil bir insan olmak, net şeffaf görüşlü doğru dürüst bir yaşam görüşüne sahip olmak, olabilmek insanın kendi düşüncelerine ahlakına endeksli bir işdir.
Yüreğinde cesareti ve özüne yüksek güveni olanlar ancak kendisinde var olan meziyetlerle, dünya dediğimiz sahnedeki orkestranın çeşitli enstrümanlarının çıkardığı o güzel notaların eşliğinde yaşamla; kimi vals, kimisi tango, kimileri çaça ya da tvist yapar. Bazısı semah, kolbastı, ata-barı; bazıları halay ya da misket, erik dalı oynar.Horon teper. Ama bir şekilde bildiği öğrendiği geliştirdiği yetenekle yaşamla dans etmiş, en iyi bildiği oyunla hayatını yönlendirme becerisini kazanmış hatta yazgısına yön vermiş olur.
Doğanın bize verdiği taşlarını mesela üst üste dizersek, bir biçimde hayatla aramıza kalın bir kale duvarı öreriz. Bunun adı kibirdir, aşağıyı beğenmemek, ayrımcılık yapmak kendini yukarılar da görmektir. Oysa o kayrakları, o çok değerli taşları üst üste koymak yerine bir kol gibi ileri uzatıp adım adım yan yana dizdiğimiz takdirde bir dostluk köprüsü kurarak bizi bekleyen yaşamın içine nüfuz etme fırsatını elde ederiz.
Bu sayede dirimin doğasında barındırdığı cevhere, ilahi dirlik ve düzene ve o dirimin kalbine, varlığın ruhuna dokunarak onun künyesine ulaşır, tanımış oluruz.
Ruh ve kalp buluşur akıl mantıkla ferasetle birleşip içsel anlaşma ve uzlaşma hatta teslimiyet sağlanınca Evrenin; ruhu aydınlatan sırlarını araştırıp ortaya çıkarmak, faydalanmak üzere; yaşamın gizemli yollarında her insan kendi ufku kadar keyifli bir gezinti yapar. Bu yolculukta kaderle varlık arasındaki ilintiye yaklaşmış veya uzaklaşmış oluruz.
Tanrının genlerinize kodladığı ve sizin geliştirdiğiniz beceri ve kabiliyet, akıl ve bilgilerle, melekelerinizle ustalıklarınızla yaşamla aranıza bir duvar mı örmek istiyorsunuz. Yoksa dokularınıza, hücrelerinize işlenmiş o kıymetli hasletleri, öz yapınızı doğru ve duyarlı bir şekilde kullanarak bir yarenlik, yoldaşlık köprüsü mü kurmak istersiniz. Bence yaşamın sunduğu seçenekleri olumlu bir şekilde değerlendirerek, farkına vararak hayata karşı özümüzü daima örgütlemeliyiz. Büyüme yerine geliştirmeyi, uygarlaşmayı; üretim yerine, verimli faydalı bir üretime kendimizi bükmeliyiz. Heybemizde bulunan ve bizleri insan yapan kavramları hayatımıza monte ederek mutlaka günlük davranışlarımızda alışkanlık haline getirmeli, saygın, soylu, sağlam bir duruşu, doğru ahlaklı bir şahsiyeti yaşam felsefemize yansıtmalıyız.
Her sabah gökyüzü ister berrak, isterse bulanık olsun dünya yerinde döndüğü sürece bazı zamanlar onu görmesek de mutlaka güneşin bir yerlerde doğduğunu hatırlamalı ve asla karamsarlığa düşmemeliyiz. Her şeye rağmen hayatın bir nehir gibi çağlayarak akıp gittiğini ve giden zamanı geri getiremeyeceğimizi bilmeli ve hayatımızı buna göre biçimlendirmeliyiz.
Yaşamın hiçbir zaman bizi dansa kaldırmayacağını bilmeliyiz. Dolayısıyla biz yaşamı içimizde varolan sevgiyle, tutkuyla, aşkla dansa kaldırmalı mutlu yaşama azminden hiçbir zaman vazgeçmemeliyiz.’’İnsan doğanın yazgısını kanayan bir yara gibi içinde duyup o acıyı çekmeli’’ der Alman düşünür Friedrich Nietzsche.
Mevsimlerden sonbaharı, kısaca güzü, yani bağ bozumu dönemini biraz daha geriye gidersem incir toplama zamanını ve aylardan Eylül’ü severim. Parklarda, çevrede, caddelere saçılmış, ağaç diplerine düşmüş ölü kuşlar görüyorum cansız kuşlar yüzlerce. Hazan rüzgarlarına verip sırtımı kuytu bir yolda yürüyorum.Dağın doruklarından yavaşça yükselen Güneş adeta göğsümü yırtıp kalbimi kanatıyor, atıyor beni geniş bir zamana.
Tehlikeli bir duygu patlaması bende, günün ilk ışıkları ruhumu parlatır arındırır tüm günahlardan hafiflerim ölü kuşlar gibi. Sadece bu değil, gizlendiği gecenin ardından ufukta tankızıllığı, sarı ve turuncu kıvılcımlarla derinlerden derin ama yumuşak ve aydınlık olarak kendini gösteren yaşam kaynağı ateş topu; olağanüstü görüntüsüyle, büyülü tansık bir sabahda bütün canlılara yaşama sevincini hatırlatırken gözlerimi kamaştırıyor. Kalbim zorlanıp, sarsılıyor. Baştan boya bedenimi titretiyor morötesi, ultraviyole parlak sıcak ışınlar. Gün doğumlarında ruhum abı-hayatı içmişcesine mutluluktan yeşile, yeşilden maviye kesmiş huzurlu bir esin akıyor içime. Geçmiş ve gelecek arasında bir yola düştüm. Gidip tekrar dönüyorum her seferde. Bir aşağıda diplerde, bazen de en yukarıda doruklarda hayatın sırtındayım.
Yerkürenin kabuğunda, insanlarla bir arada insanca yaşayabilmek, hayvanlarla yaşamaktan daha güvensiz ve tehlikeli, ustura ağzında yürümek gibi ölümcül. Ölü kuşlar, ölmüş kuşların faili elbette şüphesiz insansı yaratıklar, zevkleri uğruna doğal hayatı yok eden uygarlaşmamış, evrimleşme bilinci tekamül etmemiş sakıncalı insansı mahluklar en tehlikeli varlıklar..
Duymasam lakin duyuyorum.. kulaklar var.
Görmesem ama görüyorum..gözler var.
Düşünmesem mamafih ne var ki akıl zeka var, düşünmeden yapılmıyor güzel şeyler. Beynime kalbime gözlerime şiddetli bir acı saplanıp hayıflanıyorum, bolca sancı sıkıntı zekrederken doğaya gafil cühelâ.
Bir kaosun içinde anafora girmişcesine çalkalanıyor ruhum. Ülkemde neden, neden bunu hep bencilce bir egoyla yapıyor kul. İleri devrimi, değişimi, zeka ve kavrayışı, bilinç evrimini henüz tamamlamamış insan, olmuş mu BİREY yoksa; yıl 2021 teknoloji-bilgi çağında hatta biraz ileri gidersem uzay çağında hala düşünmeyen, sorgulamayan HAYVAN’mı âdemoğlu. Meydan okumak, direnmek lazım cehalete haksızlığa, hukuksuzluğa, göstermek lazım doğruyu güzeli cahil cühelaya.
Sistemi sorgulamak suç, kölelik mecburi.
Yaşasın kölelik ve kula kulluk yapmak.
Yaşasın yoksulluk. Çok yaşa Padişahım.
Beynimi kiraladım bir paket makarnaya.
Bir ağaçtan meyva toplarsın beslenirsin, gölgesinde serinlersin. Yakmak istersen ağaç odun olur ısınırsın. Okumak yazmak istersen kağıt kalem, kitap olur. Usta bir sanatçının elinde keman olur, saz olur, ney olur, ruha revan olur.Heykel olur, biblo olur, tesbih olur, kapı olur, pencere olur, ev olur, kuşlara yuva olur, fotosentez yapar oksijen verir, yağmur yağdırır hizmet eder acuna, insana, ama kıymet bilene tabiattan gereken dersi alana, insanda böyle bir ağaç gibi faydalı olabilmeli, eliyle fikriyle sahip çıkmalı yaşadığı topluma ve dünyaya. Yarattığı eserlere mührünü basan, imzasını bırakan TANRI’nın görkemli azametini tefekkür ediyorum, rüzgarın esintisi de güzel, hafif ve narince okşuyor tenimi, saçlarım uçuruyor. Tüm duygularım uçuşuyor sonsuzluğa masmavi gökyüzüne karışıyorum hissiyatımın en uç, en yüksek noktasından.Geldi yine bir şeyler şimdi size açıklayamam aniden düştüm doğal bir coşkunun içine hepsi o kadar. Evet, bu aralar kendimle; gizli ve açık, bir küs bir barışığım. Gel-gitler başladığında sorguluyorum hayatın içindeki yerimi önemimi varlığımın değersiz bir hiç olduğunu. Kalıcı bir fikir varsa kıymetli olan fikirdir, zihniyetdir, insanın gövdesi değil. Bedensel başarı ve güzellik geçicidir. Bununla beraber özüme saygılı davranırım her zaman. Bir emanetçi olarak görürüm bizzat bu canı ve bu bedeni. Ve ruhumun kostümü olan ete kemiğe bürünmüş varlığıma, görünüşüme, tinime özen gösteririm. Rolumü iyi oynamaya çalışırım. Lakin ruhu basit insanlar tarafından çok fazlaca örselenmiş, incitilmiştir naif ruhum. Kendi özünüzü, Arz’ın doğrudan dirlik ve insicamın asli bir unsuru olarak gördüğünüzde benliğinize olan saygınız daha da artar umarım. Kibirlenmek iyi bir şey değildir; makam ve mevkiler, güzellikler hep gelip geçicidir. Hiç kimse güzelliğine ve fiziğine ne de servetine, yazlığına, yalısına, evine, arabasına güvenmesin, bunlar sizlerin elinizde olan şeyler değil, elinizde kalıcı olmayan gelip geçen şeylerdir.. Hatta; anne ve baba, çocuk, kardeş, akraba ve arkadaşlarınız bir gün sizi terk edecek, belki de siz daha önce sevdiklerinizi, en çok değer verdiğiniz eşyalarınızı geride bırakıp gideceksiniz. Bundan dolayı yakınlarımızı, eşyaları falanları filanları her daim elde tutmak, yanımızda bulundurmak, ev ve arabamızı beraberimizde götürmemiz imkansız. Elimizde olan şeyler ise; başta sevgi olmak üzere süte maya katıp yoğurt yapan şuur, davranış ve huylar öztöre, insanı insan yapan değerler, bilinçdir.
Edep, fazilet, adalet, sevi saygı bu meziyetler bizim içimizde zaten var. Önemli olan bu değerleri karakter olarak ortaya çıkarmak ve hayata uygulamaktır. Ruh ve kalp güzelliği öncelikli olmalı, fiziki görünüm daha sonra gelir. İnsanın cebinin parayla, midesinin yiyecekle dolu olduğu kadar yürekleri ve kafaları da yararlı bilgilerle dolu olmalı, ruhları zengin, olgun, cesur ve çalışkan olmalı. Böyle kişiler benim gözümde ve gönlümde büyür her daima saygıyı hak eder. Soğuk bir kış gecesi mutlu bir geleceği düşlemeye başlamıştım ki ülkemin gerçekleri düştü önüme; antidemokrat, faşizan baskılarla üniversite kapılarına kelepçe vurulmuş, gençler joplanıyor, açlıktan insanca yaşam hakkından, hukuksuzluktan ötürü adalet, hürriyet ve özgürlük diye feryat figan ediyor toplum. Polis baskısıyla engelleniyor, kapanıyor kentin demokrasi meydanları sosyal uyarıya. Gösteri, kitlesel protesto suç, kamu vicdanı kanıyor. Toplumsal vicdanda sızı var, hissiyatlar, kalpler vurgun yer. Böyle bir günde akşam sahile indim konuştum dalgaların sesinde özümle. Özümü aradım. Rüzgarın okşamasında ayın şavkında sevgi vardı sevda vardı, barış, umut vardı. İçime aktı ruhuma doldu kainatta bir ritim yaşam muamması. Yalnız değilim durduğum yerde; göğsümdeki kalp, ağaçlar, yağmur ve ruhum ve de hayallerim benimle. Bende bir arayış bende bir yurtsama var. Fırtınalı bir sağanak bütün şiddetiyle kenti dövmekte. Gök yedi başlı ejderha gibi karanlığı aydınlatan kıvılcımlarını homurdanarak saçıyor gökten yere. Hava patlıyor doğa çıldırmış, toprak ana gebe, bulutlar ateş yüklü çakmak çakıyor kainat karanlık sarsılıyor o ilahi sesle. Korkuyla bakıyor gözler, orman uğulduyor dağ mağrur, dağ dimdik yıldırımlar düşüyor başına. İnsanoğlu aciz. Sahi böyle havalarda kuşlar ne yapar nereye saklanır. Evsiz, yalnız garipler, nerede yatar. Çocuklar soğuk gecelerde yatağa aç mı girer. Baba- ana ne yapar, eller yumruk dişler sıkılı günlerden geçiyor elemle dolu gönüller. Bu gece gitmek istesemde gidemem. Dört yanım duvar, dört yanımda karaçalılar, kara gölgeler, kara çarşafla örtülü zihinler, ne geleceğe nede geçmişe gidebilirim. Ne de başka bir yöreye..
Hıçkırıklarım..
Çığlıklarım..
Pişmanlıklarım ve umutlarım rüzgarların hoyrat hışırtısına karışır. Dikenler, çalılar her yanımı çizip kanatır. Hakikat insaf varsa ortaya çıkar. İnzivaya giren vicdanlar adaletle hükmünü verir. Hayatı içine, ciğerlerine ve yüreğine çekip, güzel bakıp, kin ve nefretten uzak yaşamak lazım. Kabından taşan inançlı, bilime hakikata dayanan hür düşünceyi hissederek saygıyla sahiplenmek içselleştirmek gerek. Zaman su gibi kayıp gidiyor gecenin koyu karanlığından sonrası hüzün ve yalnızlık, çelikten soğuk bir hançer gerçekler, saplanır en duygulu melodilerin ortasına. Ancak insan ne kadar temiz kabul etse de kendini, biraz bok kalmıştır içinde. Dağa vurdum denize attım rüzgara saldım ruhumu, mevsimler gelip geçti yıllar sarar iyileşir dedim yara, lakin eski hale gelmezmiş kırılan testi. Bilmiyorsan bilmediğin şeyleri, gökyüzüne bak gör, sonra çık bir dağa, ovaya, toprağa, dön ve denize bak, ormana bak, kuşlara, çiçeklere, böceklere, bak ağaçlara, derelere, yağmura, kara bak. Dön kendine bak. Gör bak, kör olma , sağır olma, lal olma ve düşün düşündüğün kadar varsın sorduğun, sorguladığın araştırdığın, deştiğin derinleştirdiğin, aradığın kadar varsın evrende. Ruhun aklın varsa, özüne yolculukta bulursun kendini.
Başımı çevirdim gökyüzüne, tepede yağlı boya bir tablo, yıldızlar çok parlak, ay büyüleyici, cazibeli bir gece daha geçip gidiyor ömrümüzden, coşkuyla mutlar, umutlar serperek ruhumuza.
İnsanlarda bir cümbüş
Gökte patlıyor Havai fişekler,
Hava da ölüp dökülüyor suçsuz Üveyikler.
Ahmet Sedat Kurt
Yer: Antalya, Türkiye
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.