- 640 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
877 - APAÇIK
Onur BİLGE
“Şekerim sabah altmış yediydi. Öğleden sonra üç yüz seksen beş olmuş. Hemen müdahale ettim. Şimdi normale yakın... Demek ki iyi bir fırtına esmiş! Deli fişek! Nerden çıktın karşıma! Ne güzel kendimce avunup gidiyordum. Yine geceleri uyuyamazdım, ağrılarımla, can sıkıntımla sabaha kadar evin içinde gezinir dururdum ama vaktin nasıl geçtiğini bile anlamazdım. Dizlerim ayrı ağrırdı, kolum, omzum ayrı... Başka sıkıntım olmazdı. Şimdi yanına gelmeden duramıyorum. Burası çekiyor beni. E, hayat bu değil mi! Ne zaman nerde neyin olacağı belli olmuyor. Artık irademe de karşı koyamaz olmuşum. Bak, işte yine Virane’deyim.” dedi Sadullah Bey. Define’nin ağzı kulaklarına varıyordu. Ne diyeceğini bilemiyor, lafları geveleyip duruyordu.
“Sensiz olur mu arkadaşım! Sen bensiz, ben sensiz olabilir miyiz! Bir aradayken olur öyle şeyler. Tabak çatal da çarpar birbirine. Engellenemez şangırtısı tıngırtısı...”
“Yeteri kadar saçmaladım değil mi? Bakıyorum da zatıâlinizin keyfine diyecek yok! Acıyan bana acısın! Sen kenara çekilince gürültünün hepsi bana kaldı. Tabak, sevdiği deriyi yerden yere vururmuş! Ondan mı saldırıyorsun? Bilmem intikam mı alıyorsun? Ben sana dün bazı şeyler söyledim ama veda etmedim. Susarsın tabii... Susarsın. Nasıl olsa susan kârlı çıkıyor!”
“Ne diyeyim? Ne desem, kızıyorsun!”
“Kızmayacağım. Aslında öfkem kendime… Kime ne yapabilirim ki! Ali kıran baş kesen miyim!”
“Senin çocuklarından biri kendi kendini yese bitirse, keyif mi olursunuz?”
“Kimsenin acısından keyif almadım ki! Aksine, elimden gelirse acılarını yüklenirim.”
“Kul tövbe etse, Allah sevinir mi?”
“Dün, bir müddet bu konuları açmama ricasında bulundum. Nasuh tövbesini çok sevdiğini biliyorum.”
“Demek ki seviniyor. O halde üzülüyor da...”
“Evet üzülüyor da...”
“Kur’an’ı bir nur olarak, insanın mutluğu için indirdi. Bulmaca çözdürtmek, akıllılara sınıf geçirtmek, aptalları cehenneme atmak, yakmak için değil..."
“Haklısın. Kaldı ki haksız olduğunu bir defa bile telaffuz etmedim.”
“Bir kulu, Kur’an’ın bir, bir kaç veya pek çok ayeti için kendini yiyip bitirirken Allah onun kendisini harap etmesinden hoşlanır mı! “Dünya hayatını asla yaşama! İntikam al kendinden! Ez kendini, üz kendini! Mahvet o bedeni!” demez. Bunların nedeni, çevrendeki bazı ukalalar... Bir şey olamayıp, böyle şeylerle milletin kafasını alt üst ederek, kendilerini yukarılarda bir yerlerde göstermeye çalışanlar...”
“Baş ukala benim!”
“Estağfurullah! Sözüm meclisten dışarı... “Biz size ayetlerimizi apaçık indirdik.” Allah sözünü hiçe sayarak, bilgiçlik yapan, dikkat çekerek egosunu tatmin etme yolunu seçen adamlar... “Apaçık bir kitapta bildirdik.” demiyor mu! Kendini bu duruma neden getiriyorsun? Apaçık olanı neden karmakarışık görenlere inanıp, “Nasıl anlamalıyım?” diye aklınızı zorluyor, ruhunu cendereye sokuyorsun?
“Tekrar rica ediyorum, Allah aşkına bir müddet bu konuları açmayalım!”
“O zaman kendini yiyip bitirmekten vazgeç! Kendini de Allah’ı da üzme! Bu dünyada vasat bir hayat sürdük. Orada sadece ateşten kurtulsak da yeter. Çok düşünüp, çok bilip de: "Allah’ım, ben şu kadar kafa patlattım, bu kadar anladım, oraya değil, buraya koy beni..." mi diyeceğiz! Cennetliklerin amellerini yaparak cehenneme gidenler, cehennemliklerin amellerini işleyerek cenneti kazananlar da olacak. Neticede, Allah’ın diledikleri niyetlerine ve geliştirdikleri kişiliklerine göre kazananlardan olacak. Allah, akıl vermediğine: "Neden anlayamadın?" demez. Zalim değildir. Herkese ne kadar akıl ve idrak verdiyse, o o kadar sorumludur. Ne yapacağız, kapalı ayetlerin anlamlarının yedi kat derini sular seller gibi içip de? Feriştah mı olacağız! Öğrenmeye, anlamaya çalışalım ama kendimizi paralamayalım! Kendisini harap etme konusunda Peygamber Efendimiz uyarılmadı mı!”
“O zaman benim aklıma müdahale hakkını nerden alıyorsun?”
“Kelime-i şahadet, namaz, oruç, zekât, hac. Elinden geldiği kadar nafileler... Yeter! Bu kadar üzülmene tahammül edemiyorum!”
“En doğrusunu Allah bilir.”
“Allah, kuluna zulmetmiyor. Taşıyamayacağı yükü yüklemiyor. O zaman? Omuzlarına Uludağ’ı mı yükledi! Rahat ol! Üzülme! Peygamber değiliz. O bile hem görevini yaptı, hem normal hayatını yaşamaya devam etti. Aile hayatı da oldu, spor da yaptı, ziyaretler de, savaşlar da... Çileli de olsa yaşadı. Benim işim, yüzünü dünyaya döndürmekti. Bunları işim gereği söyledim. Sen de ısrarla, sadece ahrete bakmaya devam ettin. Bunun bir normali vardır.”
“Ameliyatın getirdiği rahatsızlıklar bunlar. Altı aydır o sebeple evdeyim. Çalışmaya altı yaşında başladım. Şu halimle hâlâ çalışırım. Allah güç verdiği sürece, dünya için ahireti, ahiret için dünyayı terk edenlerden olmadım. Biraz toparlanayım, çalışmaya başlayacağım. Yine birilerinin bıraktığı borç mirasını ödemeye devam edeceğim. Bizim mesaimiz en az on dört saattir. Dikkatini çekerim! Nicedir gece uykularım yok. O halimle bile canımı dişime takmasını bilirim. Oturmak istesem hayat bırakmaz, hayat bıraksa müteşebbisler bırakmaz! Ben kime, neye ne gerekiyorsa, elimden geldiğince koştururum. Galiba ben sana kendimi yanlış tanıttım. Belki düşüncelerimi, yaşadıklarımı ifade edecek cümleleri doğru kuramadım. İşe başlarsam, her sınıf insanla ve onların işleriyle aşlarıyla uğraşmaktan kendimi düşünmeye vaktim kalmaz.
Sana söylediklerimi geri çekiyorum. Belki de sen hiç birine inanmadın. Dediklerinden bu sonuca vardım. Unut söylediklerimi. Yeter ki dostluğumuz bozumasın! Mazim öyleymiş ya da böyleymiş, hiç önemli değil. Zaten kimse kimsenin umurunda değil! Bana kafa dengi bir arkadaş lazımdı. Onu bulduran Allah’a hamdolsun! Bu devirde arkadaş çok, dost bulmak kolay değil. Herkesle sohbet yapılamıyor. Benim iyiliğimi düşündüğünü biliyorum. Seni anlıyorum. Anlatmasan da hissediyorum ve çok seviyorum.”
“Sevgi karşılıklı... Sana bütün kalbimle inanıyorum. Ancak içinde bulunduğun duruma üzülüyorum. Bir de ben yük oluyorum! Tabii ki ilim en önemli! İlimsiz ibadet, ibadetsiz ilim olmaz ama dediğim gibi... Allah öyle istiyor.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 877
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.