- 758 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
876 – BUNUN ADI AŞK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Bu iki ihtiyar, hem birbirlerini görmeden, söyleşmeden edemiyorlar hem de birbirlerine girmeden rahat edemiyorlar. Onlar konuşurken ya da didişirken bize seyretmek düşüyor. Arkadaşlar nasıl takip ediyorlar bilmiyorum ama ben tek sözcük kaçırmamak için olağanüstü bir çaba sarf ediyorum. Steno bilmiyorum. Ancak kendimce oluşturduğum bir alfabeye sahip sayılırım.
“İlmi ledundan bahsettin. Miraç konusunda ilk defa bir ortak noktamız oldu. Şimdi sormayayım mı kendi kendime: “Hangi akıl, hangi aşk, hangi zevkle?” diye! Sana sormuştum: “Aşktan sonra ne gelir?” diye. “Aşk bitince her şey biter!” demiştin.” diye konuya girdi Sadullah Bey. Define de çatıra çatır laf yetiştirmeye devam etti.
“Bende öyle olur.”
“Oysa aşktan sonra vuslat ve o vuslatın getirdiği zevk var.”
“Ben onu hiç yaşamadım ve gerek de değil. Sadece Allah aşkı için gerekli.”
“Allah aşkından gerektiği kadar zevk alıyor musun?”
“Tabii ki! Başka zevkim mi var!”
“Daha ne inkâr edip duruyorsun o zaman! Sana başka zevkten mi bahsettim! Yoksa alınganlık mı?”
“Benim aşklarım saymakla bitmez de... Onlar da kastedildi sandım.”
“Biz günlerdir neye kafa patlattık ki! Seni neden o kadar sabırla dinledim ki! İbadetin kendisi aşksa, neticesi zevk değil mi! Benim de o tarakta bezim yok. Neden onu kastedeyim ki! Tensel ilişkiler yerin dibine batsın! Onlar, hayvanlar âleminde de var. Farkımız ne? Aslında senin, benim hiç bir düşünceme ihtiyacın yok. Bunu net olarak anladım. Bu konuda yollarımız ayrılma noktasına geldi. Yapabileceğim dostluğa ihtiyacın olursa, gerekirse canımı bile verebilirim ama İlahi mevzular kapandı artık.”
“Ben seninle neden uğraştım? Bilgi satmak gibi bir derdim olmadı. Her zaman cahili oynadım.”
“Benim iyiliğim için uğraştın. Biliyorum.”
“Mutlu olmanı, gülümsemeni istedim.”
“Allah ilminin sayısınca senden razı olsun! Gülüyorum kendime, ağlıyorum yine kendime...”
“Sen babasın. Yavrun veya torunun senin gibi bir hayat sürseydi, bir de ağrılar, sızılar içinde, böyle uykusuz tüneksiz... İçin rahat olur muydu! Benim de değil. Sen benim yakın dostumsun! Gevezeliğim, haddimi aşmam sana yardım edebilme çabamın sonucu...”
“Gülüyorum... Çünkü herkesten önce halime ben güleyim ki sonrakiler haklı çıksın! Ağlıyorum... Çünkü ağlanacak haldeyim.”
“Ben, elimden geldiğince sana bildiğim güzellikleri göstermek istedim. Birazcık tebessüm ettirebilmek için, bin dereden su getirdim.”
“Farkında olmadığımı mı sanıyorsun! Senden helallik istemiyor muyum!”
“Şimdi sana, benim aptal hikayelerimden birini daha anlatacağım. Lütfen, aşklarımı dinlerken gösterdiğin sabrı göster.”
"O aşklar gibi binlerce aşkın olsa usanmadan, üstelik zevkle dinlerim! Ancak Allah aşkında tavizkar olamam! Kalbime hükmeden O!”
“Bir hastane odasında iki hasta yan yana yatıyor. İkisi de yatalak... Birisi pencere kenarında. Diğeri hiç bir şey göremiyor. Pencere yanındaki her gün, sabahtan akşama kadar ara ara dışarıya bakıyor ve arkadaşına, yani yan tarafta yatan hastaya dışarda olup bitenleri anlatıyor.
“Bugün aşağısı cıvıl cıvıl!.. Çocuklar, ellerinde balonlarla, toplarla, iplerle gelmişler, çimenler üzerinde oynuyorlar. Sevgililer birbirlerine sarılmışlar, konuşuyor, gülüşüyorlar. Satıcılar, ziyaretçiler... Ağaçlar çiçek açtı, biliyor musun? Gökyüzü pırıl pırıl!..” gibi her zaman farklı ve çok güzel şeyler söylüyor.
Camdan uzakta olan her gün ona yalvarıyor: "Ne olur, ben o yatağa geçeyim!.." "Olmaz!" diyor, öteki. Her gün dışarıda olanı biteni, cıvıl cıvıl yaşanan hayatı yanındakine anlatmaya devam ediyor. O da onları görebilmek için can atıyor!
Günler, haftalar, aylar geçiyor. Artık diğerinin canına yetiyor, sadece soğuk ve soluk yüzlü hastane duvarlarını seyretmek. Bir gün, arkadaşını hayata bağlayan fişi çekiyor! Hikâye bu ya! ""Olur mu hiç!" deme! Farz et yani... Kıssadan hisse...
O ölünce hemşireye: "Benim yatağımı camın yanına geçirir misin?" diyor. Hemen istediğini yapıyorlar. Heyecanla başını uzatıyor, bakıyor ki, yan binanın kara, kapkara yüzü!.. Başka hiçbir şey yok görünen! Sen de benim fişimi çektin!"
“Benim yüzüm kapkara... Senin yüzün nur saçıyor. Fişini çekmedim. Allah için tartıştık. Hepsi bu! Bu tartışmanın galibi sensin. Sevinmelisin! Üzülme! Demek ki bunları yaşamak mukaddermiş. Olacakmış, oldu! Ne söylesek nafile!”
“Benim sana anlattıklarım deli saçmasıydı. Ağustos böceği zırıltısı... Fakat biliyor musun, o yılın en sıcak zamanında delirmeyi önler, dimağı uyanık tutarmış onun zırıltısı.”
“Bir yol arkadaşlığına başladık. Yol emiri gerekliydi.”
“Ego öne çıktı. Allah için arkadaşlık etmemişiz demek ki!”
“Benim egom öne çıktı. Her yerde her zaman olduğu gibi... Kısa zamana çok şeyler sığdı. Ömrüm oldukça unutamayacağım günler yaşadık Virane Kafe’de. Aşklarını anlattın, sırlarını söyledin.”
“Ben her şeyimi herkese rahatça anlatabilen biriyim. Kimseden saklım gizlim yok! Kimseye verilecek hesabım da yok! Yalnız Allah’a... O’ndan utanmadan yaptığımı ettiğimi kimden utanarak çekinerek saklayacağım! Şiirlerimden anlaşılmıyor mu olanı biteni, duygu ve düşüncelerimi ne denli açıklıkla gözler önüne serdiğim! İfşa etmediğim sırrım mı kalmış!”
“Allah için arkadaşlık edemedik. İkimiz de gayret ettik ama ortak paydada buluşamadık. Şu ana kadar pek çok şiirini okudum. İfşa edilenlerden haberdarım. Hatta notlar aldım. Kendimce yorumlamaya çalıştım. Tek tek yorumlamayı da düşünüyordum. Daha önce de söylemiştim.”
“Haydi üzme, yorma kendini! Bakkal, dükkânındakini satar. Bende de bunlar vardı. Bende akıl yok, sen fikir arıyorsun!”
“Alacak param yok! Takyanus’un parası da sende geçmez! Ben yine hiçbir şeysiz kadım. Sen nasıl olsa onlara müşteri bulursun.”
“Ben, hiçbir şey değilim zaten... Bir şey olmak isterdim. Belki de çok iyi bir şey... Lakin olmadı, olamadı. "Nasip kısmet meselesi..." diyeyim de suçu üstümden atayım! Bilmeni isterim ki benim senden başka ve daha yakın akranım yoktu.”
“Aşkın pazarında canlar satılır. Satarım bu canı alan bulunmaz!”
“Çekil aradan da Allah’ı göreyim!”
“Senin gibi iyi bir insanın, her zaman iyi bir arkadaşı bulunur. Kâbe’ye gidip, tavaf ettiği halde Allah’ı göremeyen körler de var!”
“Peygamberimiz de yanılırmış demek ki! O da bizi değerli arkadaşlar sandı. Bilse ki içlerimizde ne canavarlar gizli! Her fırsatta dışarıya çıkıp, birbirleriyle boylaşıyorlar...”
“Allah’ı görmeme hiçbir şey mani olamaz! Bir emanetin vardı. İnşallah onu yapacağım! İtikafa girmek... Müsterih ol! Bana kalsa Uludağ’da bir kovuğa gireceğim. Orada inzivaya çekileceğim.”
“Ya kavga yapma ihtiyacı? Aksi bir ihtiyarsın! Kabul et!”
“Haksız olan sen değilsin ki! Kavgadan kaçarım. Kendimle kavgam yeter! Zaten yıllardır kaçıyorum. Kaçağım ben. Bir kendimden kaçamadım!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 876