- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
873 – EL AYNI EL
Onur BİLGE
“Özür dilerim arkadaşım. Kendimi tutamadım. Hiç istemezdim böyle olmasını. Gereksiz yere seni üzdüm. Rahatsızlanmana sebep oldum.” dedi Define. Defalarca özür diledi. Sadullah Bey’in etrafında pervane oldu.
“Önemli değil azizim. Birisi taş atıp Behlül’ün kafasını yarmış. Kafasından kanlar akıyor. Bir başkası da Behlül’ün haline acımış bir ekmek vermiş. Behlül o haliyle eve gelmiş. Annesi: “Ne oldu sana yavrum, kim yardı kafanı?” diye sormuş. “Ekmeği veren...” demiş Behlül. “Oğlum ekmeği kim verdi?” “Kafamı yaran...”
“Ne ettiyse Allah mı etti sana? Yani onu mu demek istiyorsun?”
“Ben yine bir hata yaptım ama nerede ve hangisi? Galiba en başta... Virane çok mu önemliydi?
Ne gerek vardı ehliyetli olmadığım halde başkalarına İslamiyet gibi çok önemli bir konuda yorum yapmaya! Ehil olmadığım halde aranıza karışmaya, herkesin haklı olduğunu bile bile gereksiz tartışmaya zemin hazırlamaya... Kabahat bende...”
“Hayır hayır bütün suç benim! Kimse tamam değil zaten. Ne ben ne de sen, ne de bir başkası... Müminler birbirlerinin eksiklerini tamamlarlar. Biz de birbirimizi tamamlamaya çalışmalıyız.”
“Ben baştan sona eksiğim. Sorun da bu ya! Benimkisi, terecilere tere satmak gibi abesle iştigal...”
“Hiç mi fikir alışverişi yapmayacağız!”
“Bende olmayan şeyin nesini vereceğim! Senin cephede durum farklı... Amaçların, ideallerin, en güzeli hoşlandığın, sevdiğin ve başarılı bir ortamın var. Üstelik epey birikimin var. Kolayca varlarını sayabilirsin
ama ben hangi hastalıklı mazinin kabuklaşmış yarasıyla kime neyi ispatlayacağım! İnsanların zamanını, neden, ne adına, hangi hakla çalmaya devam edeceğim?”
“Anlaşılan çok fena kırılmışsın bana! Galiba ne yapsam affetmeyeceksin beni! Bu zamana kadar neler dedim ben sana! Anlayış gösterdin. Kızmadın. Bunda ne vardı! Arkadaşız biz. Hem de samimiyiz... Müsaade et de bu kadarcık olsun! Birazcık nazımız geçsin birbirimize!”
“Bana gerçek yerimi, kendi öz gerçeğimi, ait olduğum yeri hatırlattın. Hangi silahla nereye ateş ettiğini bilmiyorsun. Bu senin suçun değil. Tamamen benim gafletine düştüğüm iç alemimle ilgili... Herkes masum, kimseye söz söyleme hakkım yok!”
“Ben çok aceleciyim. Sana şımardım biraz. Bir de: “Ben de boş değilim herhalde!” diye hava attım , o kadar. Biliyorum, yanlış yaptım ama her zaman sana şımarmıyor muyum zaten? Yanında kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Bu sana olan saygımdan ve sevgimden... Fakat şimdi anlıyorum ki bir küçüğün bir yetişkinle arkadaşlığı çok zormuş!”
“Şımarıklık çocukça idi. Arı, duru, saf ve berrak...
Maalesef evet ama küçük olan sen değilsin. Kusura bakma! Kendi sorunlarımla ne seni, ne de buradaki arkadaşlarımızı üzmeye hakkım yok! Velev ki farkında olmadan silahlarını ateşleyip kurşun yağmuruna tutsalar bile...”
“Bazı şeyleri, içime sığdıramadığım için, inancımın verdiği heyecandan söyledim. Bilgi satmak amacıyla değil... Bilgilenmek istediğim doğrudur. Bilgiye doyacak gibi değilim! O kadar büyük bir açlık var ki içimde! Anlatılır gibi değil! Bir de bu zamana kadar dini bilgiler sandığımız safsatalar ve saçmalamalar var... Hem de azımsanmayacak çok! Yığınla! Onları ayıklamak mümkün mü bilmiyorum! Gerçeklerden çok kök salmışlar beyinlere... O kadar ki gerçeğin üstünü batıl sarmış. Gerçek görünmez hale gelmiş.
Ben ekmeğimi taştan çıkarırım! Antalya’da dükkânım vardı. Küçücüktü ama içine dünyalar sığıyordu. Çok çalıştım. Her işi yaptım. Yanıma gelen gençleri oya gibi işledim. Her bildiğimi onlara öğretmeye çalıştım. Onları istediğim gibi yetiştirebilmek için elimden geleni yaptım. Kendi çocuklarıma sözüm geçmedi. Önlerinde kalkan gibi duran anneleri vardı. Onları elimin emeğiyle büyütmüştüm. Çocuklarımı başkalarına ezdirmemek için annelerinin kahrını çektim! Kaç kere kötü gitti işim, kaç kere iş değiştirdim! Onları ve arzularını göz ardı etmedim.
Çocuklarım için dazıra dazır çalıştım. Onlar biraz büyüyünce de kendime dair ne varsa hepsinden vazgeçtim.
Şiirlerimin tamamını okuduğunda, hayatım hakkında çok şey öğrenmiş olacaksın. Şiir, insanın gerçeğidir. İçyüzüdür. Hayatıdır. Dedektiftir. Gerçeği bulur çıkarır, göz önüne serer. Ajandır. Gizli sırlarını deşifre eder.
Ben de senin gibi, varlık içinde dahi mahrum yaşamayı tercih ediyorum. Yunus, Taptuk’un kızıyla evlendiği gün evi terk ediyor. Nedeni sorulunca: “Malik iken mahrum olmayı tercih ettiğini söylüyor.” Bu da nefis eğitiminin bir, belki de son parçası...”
“Hayatımda varlıklıyı, iyi evlat yetiştirenleri, başarıdan başarıya koşanları, rakibim de düşmanım da olsalar, gerçi benim benden başka düşmanım olmadı ama kıskanmadığım gibi kendime etmediğim duaları onlar için etmişimdir. Benim derdim bu değil! Kendimden bahsetmeyi sevmiyorum. Ben kanalizasyon gibiyim. Her pisliği alır götürür, kamufle eder, hazmederim. Bundan yüksünmem. Herkes içini bana rahatça boşaltabilir. Demek ki Allah bana da böyle bir görev vermiş. Bu bile övünç duyacağım tek meziyetim olmasına rağmen, hakkım olmadığı halde sızdırıyorum. Sehvi secdesi de ağır oluyor.”
“Estağfurullah. Öyle deme! Tevazuun o kadarı çok fazla... “Toprak gibiyim!” de!”
“Lakin bu gerçek! “Estağfurullah!” deme! Kanalizasyonlar olmasa, insanların maddi hali ne olursa, batınları da böyledir.”
“Seni anlıyorum. İçinde bulunduğun dönem sebebiyle oldukça hassaslaşmış durumdasın. Kara gün kararıp kalmaz! Güneş var! Gün doğmadan neler doğar! Ben de çok zor şartlardan, savaşarak çıktım, bu halimle. Hele o zamanlar, ne bu kadar kendime güvenim vardı, ne de bu denli güçlüydüm. Şimdi hiç olmazsa iki yönden de güç sağlayabilmiş durumdayım. Buna da Hamdolsun!”
“Her halimiz için Hamdolsun!”
“Peki, hayatlarımızı biz mi takdir ettik! Allah böyle istemiş.”
“Bak! Her sorunun konuşulduğu bir makam vardır. Keşke bu sanatı da becerebilseydin! Yanlış yerde yanlış soru sorulursa ortada doğru kalmaz, çeker gider! Gitti bile!
Şu insanlar Allah’ın nesine âşıklar, anlayabildin mi? “Güzelliğine...” deme! Yarattıklarını herkes görüyor, hayran kalıyor! Bir insanlar değil belki bütün yaratıklar... Dağa bayıra, ağaca taşa toprağa... Ne bileyim... “Eşyaya...” diyelim... Tümüne... Mala mülke, servete, kadına erkeğe, çocuğa... Bunları beğenmeyen mi var! Sevmeyen mi var! O halde herkes Allah’ı seviyor. İbadet mi? Belki... Hepsi bu mu? Aşk neyine? Cemal’ine mi? Gören olmadı ki âşık olsun!
Kulluk burada başlıyor! Aşk da burada başlıyor! Buraya kadarki aşklar müsvedde... Senin yaptığını yapan milyarlarca insan var. Çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan, kendi geleceklerini kurmak için var güçleriyle hayata asılan, şan şöhret, kariyer, makam peşinde koşan...
Peki, diyelim ki sen Fenafillah’a doğru giden bir saliksin. Ne farkın var ötekilerden! Şahsını itham etmiyor, geneli anlatmak için yakın örnekleme yapıyorum. Benim derdim burada başlıyor! Aşkı nasıl oluyor?
Geçmişimi saysam ne olacak! Kime ne faydası var! Geçmişe mazi derler! "Üzerinden anmaya değmeyecek vakit geçmedi mi?" diyor Allah. Biliyorum bunlar gereksiz sözler... Benimkisi boşboğazlık...
Bu kadar gürültümden sonra sarıldığım konular da bahane... Bunlar da asılsız ve gereksiz sorular... Tevazu göstermediğimi anlayacak kadar arifsin. Ben buyum! Zamanını israf ettiğin adam bu! Hatta daha da aşağı! Yemin ederim ki öyle!
Cenabı Hakk’ın verdiği sıfatları yok saymak beni kurtarır mı bu densizlikten! Ağzımı açsam çarpar bir esmadan! Neyzen: "Yumruk yine o yumruk! Değiştiyse el değişti!" diyor. Başını ağrıttım. Affet!”
“Ne desem kızacaksın. Böyle zamanlarda ne desem ters anlaşılacak ya da hemen aksine bir cevabı gelecek. Ben ne kadar büyük bir suç işledim, bu kadar! Kaderim yine tecelli ediyor. Sen de “Bitti!” der gibisin kibarca. Fakat ben kırılmam, darılmam. Yapan da O, Yaptıran da...
Ben böyle olsun istedim. Yok olmak, yok sayılmak istedim. Tabi ki kimseye isteyerek bir kötülük yapmadım. Yapmam, yapamam da zaten. Fakat isteğimi gerçekleştirecekse, bir sebep bulmak zor mu! O’na her şey kolay! “Ol!..” desin, yeter!
Belki de tutunduğum her dal elimde kalacak.. Herkes geri çekilecek. Ya dövecek sövecek, ya kovacak ya da gidecek. O’nunla kalmamı istediği içindir. “Kal!..” desin yeter ki! Kalırım elbette!”
“Konuşacak şeyler kalmadı herhalde. Ben izin isteyeceğim.”
“Ne desem ne yapsam suç olacağı korkusu içindeyim!”
“Hayır! Suçtan ve suçludan geçtik.”
“Her ne yaptıysam, isteyerek değildi. Tekrar tekrar özür diliyorum.”
“Seni itham etmeye hakkım da yok. Af dilemesi gereken biri varsa o da dilini tutmayı beceremeyen, aslında her şeyi açığa vurmaması gereken ben... On kere iflas etmişsin, ne var bir defa da susuversen! Asılsız ve gereksiz sorular... Herkes biliyor neyin ne olacağını. Benim gibi aptal değiller ya!”
“Estağfurullah!”
“Haydi bana Eyvallah!”
“Şimdilik... Bizi bırakamazsın! Yine gelmelisin! Mutlaka! Her zaman! Yoksa bütün Viraneciler bir olur, kapına dayanırız!”
“Gelirim! Gelirim! Merak etme! Müminin mümine darılması yasaktır!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 873