- 522 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
AKSİLİK BU YA!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ala kargaların mısır koçanlarına dadandığı Temmuz sıcaklarının son günlerine denk geldi tüm olan bitenler. Büyük oğlan askere gitmesinin haftasında aksilikler peşini bırakmadı Zeytun Bacının. Daha oğlanın özlemini üzerinden atmamışken, önce kız kaçtı sevdiğiyle, onca zamandır sözleşmişler meğer.
“İsmail abisinin gitmesini beklemiş, hanım…” Öyle dediler köyün sokaklarında sırtını taş duvarlara yaslayıp sigara tüttüren kırçıl sakallı, şapkalı koca koca herifler, çeşme başında su sırasını bekleyen şom ağızlı kadınlar, gencecik gelinlerin gözlerinin içine baka baka hem de... Köyün kirli sokaklarında çirkin ve hayâsız diller çoğalmıştı.
“Sayılı günler çabuk geçer, oğlan askerden dönmesine döner de…”
“Kızı bulamasa!..”
“Bak haspaya hele, abisinin askere gitmesini beklermiş meğer.”
“Daha yaşı ne ki?”
“Onbeşine girmiş derler…”
“İsmail, bu…”
“Rahmetli babasına ne çok benzerdi.”
“Yiğit oğlan, kem gözlerden sak...
“Bacaklarını kırardı alimallah.”
“Olanla ölmüşe çare bulunmaz, derler. “
“Zeytun kadın düşünsün, gayri.”
“Düşünecek ne kaldı, kız gitti diyorum.”
“Sevdiğine…”
“İyi etmiş, kele bacım, sevdiğine…”
“Aklını şaşırdı köy milleti, çoluğu çocuğuyla.”
“Hele şuna, bir kıymık kaldı, neyleyecek şimdi?”
“Karnı çatlayasılar, isteselerdi ya!..”
“Cehenneme direk olasıca…”
“Derdini yanmayan, derman bulur mu hiç?”
“Zeytun kadın, zavallı…”
“Oh, olmuş…”
“Kendi başına iş tutan belayı savuşturamaz.”
“Onu bunu bilmem…”
“Bir akıldan, iki akıl iyidir.”
“Akılsız başının dikine giderse…”
“İşte böyle olur.”
“Ateş olmayan yerde…”
“Duman olmaz, ama bu çocukların sevdası da bitmez.”
Köylük yerdir, dedikodusu eksik olmaz, bir duyan bin katar da öyle... Olan Zeytun Bacıya oldu, şu aksilikler peşini bırakmadı, gitti.
İsmail’in askere gitmesini anlamıştı da, ablasının sevdiğine kaçmasına bir anlam verememişti, ortanca oğlana dokunmaz mı?.. Ortalıkta aylak ayak dolanıyor, tüm olup bitenlerden sonra. Kendini dağa bayıra vurmuştu, o dere senin bu yamaç benim misali. Kaç gündür kargaları gözüne kestirmiş, peşlerinde sürünmektedir.
Taşlı derenin girişinden itibaren yolun iki yakasında meşe koruları yükselmeye başlar. Koruların çevresinde otların uzunluğu diz boyudur, meşe ağaçların gölgeleri daha da sıklaşmıştı. Taşlı deresi korulukları öylesine sık meşelerden örülmüştür ki güneşi keser, ışık yapraklardan geçmez. Derenin yamacında toprağa sıkı bağlanmış alıç ağaçlarının çiçekleri çoktan dökülmüştü. Derenin kenarındaki boy atmış reyhanların, hıltanların kokusu birbirine karışmıştı. Ot çeken kağnı iniltileri kuş cıvıltılarına karışmıştı. Güzel bir gündü.
Köye geri döndü.
Mısır tarlasından kopan alakargalar, Adalar düzlüğün bitiminde yamaca tutunmuş cılız üç armut ağcın dallarına kondular. Kara tüylü bir kartalın gölgesi geçti üzerlerinden, telaşla havalandılar, fazla yükselmeden derenin öte yanında kalın gövdesi aşınmış başka bir ağaca kondular. Sesleri uzaktan duyuldu. Karga seslerinden ürken iki saksağan aceleyle uzaklaştılar.
Harmanlar düzlüğünün az ilerisinde, kimselere görünmeden, arkın yanı başında kavak ağacına çıkmış, ala kargaların yuvasından yeni palazlanmış iki yavruyu alırken ayağı tutmayınca koca ağaçtan yuvarlanmış. Bereket versin baş aşağı değil, dizlerinin üzerine düşünce ortasından kırılıvermiş kaval kemiği.
Hangisine yansın Zeytun Bacı? Evini, ocağını bırakıp askere giden yiğit oğluna mı, küçük yaşına rağmen kaçan kızına mı yoksa ayağı kırılan ortanca oğlana mı?
Aksiliklerin bu kadarı da… Ah, herifi sağ olaydı!..
Yine böyle sıcakların bastırdığı bir öğlen sonrası kara haber köye ulaşmıştı, küçük oğlan daha kundaktayken. Dalına yaslandığı yiğidi bi düşmüş harman bileziğinin orta yerine, yattığı yerden bir daha kalkmamış, gidiş o gidiş.
İbrahim’in ani ölümü köye tez yayılmıştı. Ölüm sebebini bilemediler, görenler:
“Burnundan sadece kan damladı.” Dediler.
“Birkaç damla…”
O gün bugün kara çatkısını çıkarmadı Zeytun Bacı. N’etmeli şimdi?
“Güzellerin kaderi zamansız açan güllere benzer, mutluluğu kısa sürer.” Derler. Daha doğduğu ilk gün kara gözlerine hayran kalmışlardı, nenesi kundaklarken:
“Zeytun gözlüm” demişti.
Erken büyüdü, günden güne serpildi, siyah saçları uzadı, rüzgârlarda savruldu, boyu uzadı reyhan dalı gibi. Bir yürüyüşü var köyün sokaklarında, bin asalet içinde. Tüm halaylarda başı o çekmiş endamıyla. İlla ki kara iri gözleri görenleri ta yürekten yakmış. Değeri bilinmemiş insanlar gördü, gözyaşları içinde tükenmiş sevdalara şahit oldu. Kara gözlü Zeytun Bacı bu topraklarda doğdu, yine bu topraklarda biçare kaldı.
Adı Zeytun kalmıştı. Ne ağalar gelmiş babasının kapısına dayanmış, ne beyler eşikleri aşındırmış, yine de Zeytun kimseye; “Eyvallah” deyip kaş altından bakmamış. Ancak, İbrahim’e yok diyememiş.
Zeytun Bacı kendini bildiğinden beri aç doyurmuş, çıplak giydirmiş, kapıya geleni boş çevirmemişti. Köyde sütü olmayana süt, yoğurdu olmayana yoğurt, çökelek vermeyi ihmal etmezdi. Tandıra ekmek vurduğu gün, sokakta oynayan çocukların eline tereyağı sürülmüş birer parça ekmek verir, aç köpeklerin önüne tandıra düşen topakları atardı. Çocuklar tereyağlı sıcak ekmek yemek için, Zeytun Bacı tandırı yakar yakmaz oyunlarını İbrahim’in evlerinin önündeki küçük meydana kurarlardı. Yaralı bir köpeğin, sırtı yağır bağlamış bir eşek ya da atın yaralarını temizler, yaptığı ilaçlarla tedavi ederdi. Köy yerinde makbul sayılan yiyecekleri kendi çocuklarından dahi saklar, kocası İbrahim mahcup olmasın diye misafirlere ikram ederdi. İbrahim’in odası yaz kış misafirden eksik olmazdı.
Evinin önü kalabalıktan geçilmiyordu. Ortanca oğlan küçük avluda yere oturtulmuş, kırık bacağı uzatılmıştı, sırtı sıvası dökülmüş taş duvara vermişlerdi halı yastık yerine. Arada bir acıya dayanmasa da elinde bir parça tandır çöreği kemirip duruyordu. Fakı Yusuf, dört tahta parçasını oğlanın sızlamalarına aldırmadan alışık elleriyle bağladı.
Zeytun Bacı, kurt izleri belli olan bir meşe kütüğüne oturmuştu. Bir eli çenesindeydi, diziyle destek yapmıştı, yavaştan uğunuyordu. Sinirli tavırları etrafındakileri de tedirgin etmişti. Sakinleşmesi için bakır ibrikle ellerine su döktüler, yüzünü yıkadı, beyaz leçeğiyle gözlerinin nemini sildi.
“La havle …” çekti, boynunu ıslattı, şeytanın kör gözüne lanet getirdi. Yüzünden damlayan su damlacıkları basma entarisini ve göğsünü ıslatmıştı.
“Sizlere demiştim komşular; ne zaman olursa kem gözler peşimi bırakmayacak. İşte oldu... Önce dalım koparıldı, çocuklarım öksüz kaldılar. Kıza ne demeli, kaçmanın günü müydü? İsmail’imin haftasında hem de…” Durdu etrafına baktı, bacağı sarılı oğlanı gösterdi.
“Ya, şu başımın belası?.. “ Beyaz leçeğiyle bir daha nemli gözlerini sildi.
“Şimdi, dalına yaslandığım herifim sağ olaydı!..”
05 Ağustos 2021
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Mehmet hocamı ne zaman okusam elim boş dönmüyorum sayfadan. Hep yüreği güzel insanları, hep samimi ve içten insanları ve hep hayatın güzelliklerini kaleme alıyorsunuz sevgili hocam.
Saygılar.
Mehmet Burhan AKIN
Mesleğimiz gereği diyelim; doğanın enerjisi içinde insanlarla haşir neşir olmak ve onlardan aldıklarımızı toplum ile paylaşmak oldu kazancımız, belki.
İnsanlara yön vermeye çalışan büyüklerin - Hz. Muhammed, M. Kemal Atatürk - kişiliklerinde insan sevgisi ön planda gördüm. Esinlendim, diyelim.
Saygılarımla Efendim.
Anadolu’nun gül kurusu anaları, gözünde ışığı, yüreğinde telaşesi.
Köyde her ne kadar kadınların yaşamı zor gözükse de; eşlerine ve çocuklarına duyduğu sevgi hep bahardır. Bu yüzden güçlü aynı zamanda narindirler.
‘‘Zeytun Bacı kendini bildiğinden beri aç doyurmuş, çıplak giydirmiş, kapıya geleni boş çevirmemişti.’’
Yazınız o kadar tanıdık ki , annemi görüyorum. Kendi çocuklarının rızkı için gece gündüz demeden çalışırken, etrafındaki yoksullarında annesi oluşunu hayranlıkla izlerdim
Ve bizlere öğüdüdür,
Babaanneniz bana duasıdır bilin ve yaşadığınız sürece sizde uygulayın.
'' Bir elinize dolsun, diğer elinizden taşsın ''
Saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Kendi hayatlarını çocuklarına adayan annelerin ellerinden hürmetle öperiz. Onlar, saçlarını süpürge edip bizleri topluma kazandırdılar... hatıralarını yaşatmayı görev bildik, elimizden geldikçe.
Duyarlı kalemlerden çok şeyler almaktayım, heybem dolacak mı, bilmem?
Saygılarımla Efendim.
Hani derler ya "geldi mi üst üste geliyor" diye. Gerçekten de öyle.
Tüm dertler de garibanları buluyor nedense.
Güzeldi hocam var ol.
Selam ve saygılarımla sağlıklı günler diliyorum.
Mehmet Burhan AKIN
Teşekkür ederim, yorumunuz çok değerli oldu.
Saygılarımla Efendim.
Üstadım, Zeytun kadının güzelliği ile var olmaya çalıştığı zalim şartlar arasındaki çelişkiyi görmemek, hissetmemek ve bundan dolayı özelde Anadolu kadınının kaderi olarak bilip içselleştirdiği toplumsal ve kültürel çıkmazları anlamamak mümkün değil...
Daha başka bir ifadeyle: Her okuyucu, kendinde var olan ve/veya sahip olmak istediği bir güzelliğin/estetiğin bulunduğu toplumsal/kültürel şartlarla kuşatılmışlığını anlayabiliyor; güzellik/estetik illa ki fiziksel olmayabilir, manevi, insani, ahlaki de olabilir... Zeytun kadına sırf dişiliği için bakmayacağımıza göre...
Selam ve saygılarımla.
Mehmet Burhan AKIN
Buyurduğunuz gibi yazıda; Zeytun Bacının fiziki güzelliğinden ziyade ruh güzelliği ön plana çıkarılmıştır.
".......... Zeytun Bacı kendini bildiğinden beri aç doyurmuş, çıplak giydirmiş, kapıya geleni boş çevirmemişti."
Cümlesi ile başlayan paragrafta tüm özellikleri belirtilmiştir. Fiziki güzelliğini tamamlayan merhametli yanı, acıma duygusu, yardımlaşma ve misafirperver kişiliği ile tüm çilekeş Anadolu kadınlarının ortak özellikleri anlatılmak istenmiştir.
Saygılarımla Efendim.
Acılarda yazılacak. Ama böyle güzel yazılacaksa tabii...
O yöresel söylemler.
O deyimlerle süslemeler.
O doğanın güzel tasvirleri.
Sayın Hocam.
Sizi okumak tadına doyulmaz bir zevk benim için.
Teşekkürler...
Selam ve Saygıyla.
Mehmet Burhan AKIN
Çok teşekkür ederim Sayın Komutanım.
Sadece yazılması gerekenleri karalamaya çalışıyoruz, meslek gereği mi desek... insanlarla haşir neşir olmak bir nebze de olsa yüreğimizi soğutur diyelim. Sevdik bir kere doğayı, insanı ve de toplumu, hizmetçisi olduk, adadık ömrümüzü, yeminliyiz... var olduğumuz müddetçe.
Saygılarımla Efendim.