- 805 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
864 – TUR DAĞINDA MUSA
Onur BİLGE
Biz konuşulanları sabırla dinliyor, onlardan oldukça faydalanıyorduk ama Sadullah Bey’in rüyasını da çok merak ediyorduk. Dede bir konu açtı, rüyasını boğazına tıktı! Orçun daha fazla sabredemedi:
“Dede, neden sıkıştırıp duruyorsun Sadullah Amca’yı! Müsaade et de rüyasını anlatsın!” dedi tatlı tatlı.
“Müsaade onun! Anlat lütfen sevgili arkadaşım! Dinliyoruz.” dedi dede. “Allah hayırlara çıkarsın İnşallah!”
“Hayrın karşı gelsin azizim! Rüyanın aklı yok! Bir bakarsın buradasın, bir de bakarsın ki dünyanın bir ucunda... Bir bakarsın bu gündesin, bir de bakarsın ki asırlar öncesinde...”
“Rüyaların görülmediğine, gösterildiğine inanan bir insanım. Mutlaka boş değildir! Mesaj niteliğindedir! Anlat bakalım!”
“Rüyamda birbirine çok yakın iki dağın eteğindeyim. O kadar yakınlar ki aralarındaki vadi karşıdan fark edilmiyor bile. Bizim Uludağ gibi kucak kucağalar... Yönüm dağa dönük. Hangi dağ olduğunu bilmiyorum. Boyları eşit değil. Biri daha uzun ama çok fazla yüksek değiller. Çok engebeli de değiller. Üstlerinde ağaçlar falan da yok. Eteklerinde olabilir. Belki de vadide...
Vakit gece ama mehtaplı bir gece... Öyle kapkaranlık, zindan gibi değil... Her şey rahatça seçilebiliyor. Dağa doğru bakıyorum. Benim sağ tarafıma düşen kısımda, daha alçak olan dağın ortasında az meyilli, neredeyse düz sayılacak bir yer var. Orası dikkatimi çekiyor. Bakıyorum, bir ateş yanıyor. Duman yükseliyor.
Ateşin etrafında üç adam çömelmiş, ısınıyor gibiler. Belki de sohbet ediyorlar. İkisinin bana arkası dönük, bir tam karşımda... Ateş söner gibi oluyor. Karşımda olan biraz doğruluyor. Elinde bir değnek var. Üç dört karış uzunluğunda... İşaret parmağım kadardır kalınlığı... “Ateşi onunla karıştıracak, sönmemesi için...” diye düşünüyorum. Çünkü biz bahçeyi temizlediğimiz zaman, çıkan yaprakları bir yere toplar yakarız. Anız yakmak derler ya ona... Ateş söneceğinde, dumana boğulduğunda, bir değnekle karıştırarak hava almasını sağlarız ya... O da öyle yapacak sandım. Fakat öyle yapmadı. Değneğini ateşin bir metre kadar üstünde şöyle bir çember çizer gibi salladı, ateş birden alevlendi! Neredeyse değneğin gezindiği yere kadar... Şaşırdım kaldım!
Sonra iyice doğruldu ve daha yüksekçe olan dağa doğru birkaç adım attı. Üç dört adım ya attı ya atmadı, her yerden birden gelen, geldiği yön kestirilemeyen, her yeri kaplayan bir erkek sesiyle, anons yapılırcasına, takdim edilircesine:
“Tur Dağı’nda Musa!..” dendi. Asa hâlâ sağ elindeydi. Hayretle, daha dikkatli bir şekilde bakarak:
“Elindeki âsâ!..” dedim.
Hazreti Musa Aleyhisselam, tam karşımda, Tuva Vadisi denilen yerdeydi. Yönü bana dönüktü. Ayaktaydı. Yürümüyor, duruyordu. Elindeki değneğin ucuyla yine bir çember çizdi ve yok oldu!..
O anda, kan ter içinde, şaşkın bir vaziyette uyandım! O kadar büyük bir zatı görür de insan nasıl olursa öyleydim! Ben kimim, onlar kim! Üstelik ben neredeydim!
“Ya diğerleri kimdi?” diye düşünmeden edemedim. “Olsa olsa kardeşi Harun’la Hızır Aleyhisselamdır.” diye düşündüm. Bu rüya bana neden gösterildi, bilmiyorum.
Düşünüyorum da... Her zamankinden fazla ibadet de etmiyordum. Yalnız epeydir Ayet-el Kürsü’yü ezberlemeye çalışıyor, anlamıyla beraber öğrenmeye gayret ediyordum. En çok da orada geçen Kayyum sıfatını seviyor, anlamını şu kıt aklıma sığdıramıyordum! Belki o çok büyük ayetin hürmetine bu rüya bana lutfedilmiştir. Sizler nasıl tabir edersiniz? Neye işaret acaba? Ne dersiniz?”
Bu nasıl bir rüyaydı! Hepimiz en az onun kadar şaşkındık! Kur’an’ın bir çok yerinde tekrar tekrar Musa Aleyhisselam’dan bahsedilir ve onunla ilgili kıssalar anlatılır. Bölüm bölüm sunulan hayat kesitleri, ancak Kur’an’ın tamamı okunduğu zaman parçalar birbirini tamamlar ve Hazreti Musa’nın hayatı, ilginç serüvenleriyle birlikte bir bütün halinde ortaya çıkar.
“Musa, Sudan Gelen demektir.” dedi Define. Onun hayatı suda başlar, su ona zarar vermez. Kızıldeniz bile ona ve ondan yana olanlara saygıyla geçit verir. O ve âsasıyla yapabildiği olağanüstü olaylar gösterilmiş sana. Âsası Firavun’un sihirbazlarının göz aldatmacası olarak ortaya çıkardıkları yılanları yutmamış mıydı! Allah ona: “Asanı yere bırak!” diye emretmemiş miydi! Samimi söylemek gerekirse seni kıskandım! Keşke böyle bir rüyayı ben görseydim! Ya da ben de görsem!”
“İnşallah görürsün azizim! Dilerim ki Allah böyle rüyaları bütün müminlere göstersin! Onun doğumu da, doğduğu yılda doğan bütün erkek bebekler için ölüm emri çıktığı ve hepsi öldürüldükleri halde Firavun için en tehlikeli, asıl korkulacak olanın sağ kalmış olması da , üstelik kâbusu olduğu adamın kucağında büyümesi ve günü geldiğinde karşısına dikilmesi de insanı hayretler içinde bırakan müthiş bir olay!”
“Peygamberken Peygamber, belli bir yere gelebilmek için on yıl Şuayb Aleyhisselam’ın koyunları güttü. Ona hizmet etti. Öyle kolayca oluvermek yok! Öyleyken kendisini yeterli göremedi. Dileği kabul edilerek kardeşi Harun kendisine yardımcı olarak verildi. Yetmedi Hızır’dan bir şeyler öğrendi.”
“Demek ki bazı şeyler bazılarına bildiriliyor, bazılarına da Peygamber bile olsa bildirilmiyor! Allah, kimin neyi ne kadar bilmesi gerekiyorsa onu ona o kadar bildiriyor. Hani herkes her şeyi bilmek istiyor ya... Keramete ermek falan... Ne işine yarayacak ya da onunla dinine ne kadar fayda sağlayacaksa... Bazıları da kendilerine hiçbir şey bildirilmediği halde remil atıyorlar! Demek ki bir şeyler bilmek için makam da yetmiyormuş! Her şeyde, her iş ve oluşta olduğu gibi mutlaka Allah’ın dilemesi gerekiyormuş!”
“Ayet-el Kürsü’de açık açık bildiriliyor ya zaten! “O’nun ilminden hiçbir şeyi, dilediği müstesna, kimse bilgisi içine sığdıramaz!” buyruluyor ya...”
“Sonra “Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir...” deniyor.”
“Burada bahsi geçen onlardan kasıt galiba bizleriz. Yani insanlar... Peki, ya önlerinde ve arkalarında olanlar nedir? Bu konuda ne düşünüyorsun arkadaşım?”
“Azizim. Ben, bana bildirilmeyeni bilecek değilim. Bilgim de aklım da kıttır ama bana kalırsa bizden öncekilerin başlarına gelenler ve bizden sonrakilerin başlarına gelecekler olsa gerek. Asırlar önce olanları, Allah bildirmeseydi kim bilebilirdi! Gelecekte olacakları da O haber veriyor. Kıssadan hisse kapmamız ve ayağımızı denk almamız için arkamızda olanlardan, yani geçmişte kalanlardan, Peygamberlerin başlarından geçenleri O’ndan öğrendik. Bizim için en önemli olan önümüze çıkacak büyük olayları, mesela cennet ve cehennem hakkındaki bilgileri de O’ndan aldık. Geçmişten de gelecekten de, yüzde yüz gerçek olan haberleri O’ndan başka kim bilirdi de kim bildirebilirdi! Her olmuş ve olacağı, gerçek anlamda ve birebir bir O bilebilir! Benden ancak bu kadar... Yanlış bir şey dediysem, Allah affetsin! Aslını O bilir.”
“Tur Dağı ve Musa Aleyhisselam... Tuva Vadisi... Dağda yakılan ateş... Ailesiyle giderken yolunu kaybetmiş. Dağda bir ateş görmüş “Orada biri var mutlaka...” diye düşünmüş olacak ki yanına gidip yol sormak istemiş. Ayrılıp tek başına ilerlemiş ve ateşin olduğu yere gitmiş.”
“Demek ki neymiş? Orada bir ateş varsa, onu yakan biri biri de varmış. Gökyüzünde bir güneş var, asırlardır yanmakta... Gözlünün gördüğü, gözsüzün ısısını hissettiği... O zaman onu yakan bir Zat var! İşte bu kadar basit! Durum böyleyken, özellikle şu gençler, aksine nasıl inandırılıyor, nasıl kandırılıyorlar anlayamıyorum! Onları kullanabilmek için yapmayacakları yok! Kendiliğinden olan ne var Allah’tan başka! Her şey O’nunla var, O’na bağlı ve O’na dayalı... ”
“Kayyum sıfatından bahsetmiştin ya arkadaşım... O, anlatıla anlatıla bitirilecek gibi değil! Hangi tarafından alsak, akıllara durgunluk! Allah ne uyur ne uyuklar! Yeri göğü, kâinatı her an kontrolünde tutar. Yarattığı her şeye ve her yere hâkimdir. Aralıksız, dilediğince hükmeder. Değil izin vermedikçe şefaat etmek, karşısında kimse ağız açamaz! Tek söz sahibi O’dur. Yüceler yücesidir. İlmi sonsuzdur. Tek koruyucumuzdur. Öyle ve o kadar ki Allah’ın emri üzerine, takdire şayan bir teslimiyetle annesi bebeği bir sepetin içinde denize bırakıveriyor ama ona hiçbir şey olmuyor! Kâinattaki her şey O’nun kontrolündedir. O kadar ki bırakılan sepet kontrollü bir şekilde, üstünde gideceği adres yazılı olan bir paket gibi gitmesi gereken yere vasıl oluyor. Kur’an’da ve gözümüzün aldığı her yer ve her şeyde o kadar hayret ender hayret uyandıran olaylar ve oluşlar var ki aklımın halen başımda kalmasına şaşıyorum!”
Görüyordum ki Sadullah Bey’in son zamanlarda ezberlemek amacıyla okuduğu ayet, görmüş olduğu bu rüyaya nakış nakış işlenmiş. Anlattıklarını hayalimde canlandırdım. Çok ilginç bir zaman yolculuğu yaparak asırlar öncesine gittim. Onunla beraber Tur Dağının karşısına... Yanında durdum. Karşısında gördüklerini gördüm, duyduğunu duydum, dediğini dedim. Bu hazzı bana yaşattığı için ona teşekkür ettim.
Hazreti Musa, Kur’an’da kendisinden en çok bahsedilen bir Peygamber. Bu yazı burada biter ama o da onun üzerinden bizlere verilen mesajlar da bitmez. Bu rüyanın tabiri bile kolay kolay bitmez.
Unuttuklarımdan sorumlu değilim. Aklımda kalanlar bunlar! Bu geceyi de bahsedilenleri nakletmekle geçirdim. Bana hayırlı sabahlar!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 864