- 637 Okunma
- 5 Yorum
- 7 Beğeni
Mor Bereli Kız..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İstanbul kararmıştı öğlen saatleri olmasına rağmen, rüzgâr acımasızca tokatlıyordu ona karşı yürüyenleri. Yağmur yağmakla, yağmamak arasında kalmış ve gökyüzü, çok sigara içen birinin uyumaya çalıştığındaki gibi hırıldıyordu. Bense hiç kulak asmadan bir ağacın altında onun yolunu gözlüyordum. O mor bereli kız gelecek miydi?
Havasına güven olmaz bu alabildiğine kalabalık şehrin, bir hafta kalmış olan bile anlayabilir bunu. O gün hatırı sayılır bir soğuk vardı. Sigaramın ucundaki ateşle ısıtıyordum parmaklarımı. Öyle 40 dakika boyunca bekledim. Sonunda geldi mor bereli kız. Burnu kızarmıştı ve hasta gibi bir hali vardı. Sol yanağıma hafif bir buse kondurup;
- Aslında gelmeyecektim, ama bir son belirlememiz gerekiyordu. Dedi.
- Hala hazırlayamadım bu duruma kendimi. Diye yanıtladım.
Bir bank bulup üzerine oturduk ve 5 dakika kadar konuşmadık. Hava fırtınalıydı ama içimde bir kasırga dönüyordu. Nasıl bitecekti bu yaşanmışlık? Bu kısa süreli ilişkide kendimi kaptırdığım anlar kadar, sinirlendiğim anlar da olmuştu. Beni sevdiğini söyleyip bir anda giden bir sürü sevgilim olmuştu. Belki bana hakaret ederek ayrılmaları ve alışageldiğim gibi her ulaşım yolunu kapatarak gitmeleri daha kolay olabilirdi kendi açımdan. Çünkü veda etmek ne demek bilmiyordum ve açıkçası bilmek de istemiyordum. Ben bunları düşünürken o morarmış ellerini ovuşturuyordu, sonra bana dönerek:
- Neden bu kadar ciddileştin, elle tutulur bir zaman geçmemişken henüz? Ne biliyorsun ki benim hakkımda, birbirimizin en sevdiği yemekleri bilmiyoruz. Sen bana evlenme teklifi ediyorsun daha 5.ci buluşmada?
- Sana hak veriyorum her kadının bu kadar çabuk ve karşısındakini tanımadan tepki göstermesi son derece olağan. Ben belki biraz eski kafalıyım. Elektriğimiz tutunca böyle cüretkâr oldum. Evlenip yavaş yavaş birbirimizi tanıyabileceğimizi düşündüm. Hata yaptığımı biliyorum, çünkü büyüyü bozdum.
Dedim.
Onun aklından geçenleri okuyabiliyordum. Çünkü bir kadının, erkeğe güvenmesi öyle filmlerdeki gibi bir anda olmuyordu. Benim iyi, kötü anımı, hayallerimi, sevdiğim-sevmediğim her şeyi bilmesi ve bütün bunların bir de aklına yatması gerekiyordu. Nihayetinde kendi duygularının da netleşmesi lazımdı. Dikkatimi çeken başka bir detay ise, gözlerinin sürekli dalıp gitmesiydi. Yakın zamanlarda duygusal anlamda büyük yıkımlar atlattığını sezebiliyordum. Ailesinden biraz bahsetmişti, babasının hiç rahat vermediğini, el kaldırmasa bile her şeyine karıştığını ve sindirmeye çalıştığını biliyordum.
Muhafazakâr bir ailede yetişmesine rağmen, benim uçuk düşüncelerimi saygıyla karşılıyordu. Yaratıcı hakkında konuşuyorduk, evren ve bunun gibi birçok konuda. Bazen fikirlerimiz çatışıyordu, bazen ise uzlaşabiliyorduk. Düşündüğüm bir diğer detay ise bu teklifimin üstte anlattıklarımın aksine aileler arası ideoloji farkından dolayı olduğuydu. Tabi soramazdım bunu, çünkü istemeden de olsa karşılıklı gururumuz incinebilirdi.
Önce gözlerini kaldırdı ve bana baktı. Ama hemen kaçırdı sonra:
- Güzel günler geçirmeyi hak ediyorsun, çünkü kendini tutamıyorsun, her şey ağzından pat pat dökülüyor. Bazen acıtsa, bazen kızdırsa, bazen güldürse de bu iyi bir şey. Sen belki her şeyi yaşamış gibi hissediyorsun, ama henüz kirlenmemişsin, çünkü çok safsın.
- Saf olduğumdan mı kaybediyorum sürekli, saf olduğumdan mı denemelerim, teşebbüslerim hep başarısız. Dedim
- Bu tarz düşünceler sana zarar verir, geçmişi unutmalısın ve hep ileriye bakmalısın. Zira geçmişten bir şey çıkmayacak artık, her şey çürür ve yok olur. Olasılıklar her zaman gelecektedir. Şimdi kaybetmiş olman, yarın kazanacağının habercisidir belki, olamaz mı?
Bu sözlere de hak vermemek elde değildi. Her zaman mantıklı konuşurdu zaten, çok okuduğundan diksiyonu da oldukça akıcıydı. Aslında hayatı ciddiye aldığında yapamayacağı bir şey yoktu.
- Sence bu kadar kolay vazgeçmen doğru mu? Diye sordum.
Bu soruyu bekliyor olmalıydı.
- Açıklama istiyorsun. Peki, öyleyse açıklayayım. Sana dediklerimin aksine bende geçmişimden kurtulamayan biriyim aslında. Uzun zamandır çıkış arıyordum, senle yazıştığımdan beri düşünmeye pek fırsat bulamıyordum ve bu bana iyi geliyordu. Ama iş birden ciddileştiğinde bu soruya karşı hazırlıksız olduğumu anladım. Her kadın kendisine evlenme teklif edildiğinde ne cevap vereceğini prova eder ayna karşısında çocuk yaşlardan itibaren. Evetler ya da hayırlar ihtimallerinde. Ben o provayı hiçbir zaman yapmamıştım. Korktum doğal olarak ve şimdi de gidiyorum işte. Yeterli mi?
Yetmesine yeterliydi bu cevap. Ama kabullenmek istemiyordum işte. Benim de en kötü huyum inadımdır sanırım. Burçlara inanmasam da oğlak burcu inadıyla meşhurdu. İçimdeki yangını boğmaya çalıştım bir müddet. Sonra da.
- Evet, yeterliydi cevabın. Peki, şimdi ne yapacaksın? Bir planın var mı?
- Bir kursa yazılmak istiyorum, sanatsal bir şey olmalı, tiyatro ya da dans olabilir. Kafamı meşgul tutmalı, kendimi ona adayabilmeliyim.
- Her şey gönlünce olsun. Dedim
Çok klişe bir laftı biliyordum ama gerçekten içimden geldiği için bunu söyledim. 1 saat nasıl olduğunu anlamadan geçmişti o bankta. Artık son sözlerin zamanıydı.
- Seni tanıdığım için o kadar memnunum ki. Ah bir girebilsen düşüncelerime, görebilsen seni koyduğum yeri. Unutmamaya yemin ediyorum seni. Dedim.
Ağır ağır kalktı banktan.
-Belki bir gün, yeniden. Hoşça kal.
Bu sefer sağ yanağıma bir buse kondurdu. Hızlı adımlarla uzaklaşıp gözden kayboldu.
Deneyememiştim yine ve yine çuvallamıştım. Kendime gelemedim belirli bir zaman. Tıraş olmayı bıraktım, yıkanmayı bıraktım, sudan başka bir şey koymuyordum ağzıma. 20 gün kadar bu böyle devam etti. Sonra fenalaştım. Dışarı çıktım saatlerce yürüdüm, en son bir kaldırıma çöktüm bacaklarımı toplayarak. Hiç kıpırdamadan öylece kalakaldım orada. Sesleri duyabiliyordum. Birileri toplanmıştı başımda, ambulansı aramaktan bahsediyorlardı. Ama kitlenmiştim kıpırdayamıyordum.
Göz kapaklarımı yavaş yavaş araladığımda beyaz floresan ışığı vurdu gözlerime. Etrafımı incelediğimde yine hareket edemiyordum. Ama bu sefer kitlendiğimden değil bağlı olmamdan kaynaklanıyordu, hareket edememem. Ellerim ve ayaklarım yatağa bağlanmıştı. Böylece zamanında babamın tecrübe ettiği deneyimi, bende tecrübe ediyordum. 21 gün hastanede kaldım, kaldığım sürece beynime 7 defa şok verildi. Oradaki herkesle ahbap oldum ve sözleştik çıkınca görüşmek için. Nitekim ömür boyu ilaç kullanmam tembih edildi doktorlar tarafından.
Eve döndüm, belki tekrar konuşma ümidiyle onu aradım telefon numarası kullanım dışıydı. Mail attım yine cevap alamadım. En sonunda akışına bıraktım her şeyi. Bir gün aklıma, ne plan yapacaksın diye sorduğumda verdiği cevap geldi. Kursa yazılıp tiyatro ya da dans öğrenip onlara yoğunlaşacağını söylemişti. O zaman ayrılığın heyecanıyla dikkatimi çekmeyen bir detayı hatırladım. Babası çok tutucu ve ona rahat vermeyen birisiydi. Nasıl yapacaktı bunları babası izin vermezse? Anlamıştım ki yalan söylemişti. Peki neden?
Yine ulaşmaya çalıştım ona. Elbette cevap alamadım hiçbir yoldan. Yine hasta olmam içten bile değildi. Ama kendimi bilgisayar oyunlarına vererek kandırabildim bir süre. Keşke bir ses verebilseydi, iyiyim demesi bile kâfiydi. İyi olduğunu duymaya ihtiyacım vardı. Bu sefer gerçekten onu kendi haline bırakacaktım zira. Hastaneye yatmadan önce onunla ilgili hissettiğim her şey çok güzeldi. Yani hayatı güzel gidiyor diye düşünüyordum. Fakat son zamanlarda içim içimi yemeye başlamıştı açıkçası.
Bir gün telefonuma tanımadığım bir numaradan bir mesaj geldi. Mesajda “Önemli lütfen şu yerde bulaşabilir miyiz” yazıyordu. Heyecanlandım tabi o sanarak. Adreste bildiğim bir yer olduğundan kabul ettim buluşma isteğini. Buluşma noktasına gittim ve söylenen numaradaki masaya oturdum. 5 dakika kadar beklemişken 15-16 yaşlarında bir çocuk karşıma oturdu. Beni biraz süzdükten sonra:
- Siz x isimli şahıs mısınız? Dedi
- Evet, o’yum, peki siz kimsiniz?
- Ben Selda hanımın küçük kardeşiyim
- Selda…
Yani mor bereli kız. Biraz tedirgin olup, heyecanım artmıştı. Selda neden kardeşini yollamıştı ki buluşmaya?
İsteğiniz nedir? Diye sordum
Çocuk güçlü görünmek istiyordu ama boynunu bükmüştü. Ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Derken başladı anlatmaya.
-İsminizi ablamın günlüğünden, numaranızı telefonundan buldum. Her şeyi detaylıca yazmış günlüğüne. Sizi bırakıp, arkasına dönüp bakmadığına kadar. Ablam uzun süredir tiroit kanseriydi. Hiçbir şey belli etmemek adına ve tabi ki kendini iyi hissetmek için peruk ve peruk taktığının anlaşılmaması için üzerine bere takardı. Ama ne yazık ki son zamanlarda çok acı çekiyordu kimyasal tedavi yüzünden. Geçen hafta düzinelerce uyku ilacını içmiş evde kimse yokken. Eve geldiğimizde onu yatakta kendinden geçmiş bir halde bulduk. Hastaneye kaldırdık ama çok geç kalmıştık. Ablamı kaybettik. Günlüğünü bunu neden yaptığını öğrenmek için karıştırdım. Size rastladım, bilmeniz doğru olur diye düşündüm.
Kanım donmuştu resmen. Her şeyin açıklaması, bana söylediği yalan, ayrılma sebebi. Hastalığıymış meğer. Nasıl bu kadar iyi gizlemişti hastalığını benden. Gözümden pıt diye bir damla düştü masaya.
- Ba başınız sağ olsun. Diyebildim
- Dostlar sağ olsun. Dedi ve bembeyaz bir günlük çıkarttı sırt çantasından.
- Bu sizin.
Kalktı, elimi sıktı ve yürüyüp gitti.
Günlüğü alıp eve koştum. Yaşama bakış açısından, hayallerinden bahsediyordu ilk başlarda. Onunla tanıştığımız tarih olan 6 Eylül tarihini buldum. Okudukça okuyup, ağladıkça ağladım. Beni sevmiş, bütün bastırdığı duygularını dökmüştü günlüğe.
Ayrıldığımız günün tarihine baktığımda uzun bir mektup çıktı karşıma. Şöyleydi.
“Saf çocuk, delikanlım
Kısa süre birlikte olmamıza rağmen, çok konuşarak telafi etmiştik her şeyi. Seni senden daha iyi tanıdığımı biliyorum artık. Seni neyin üzeceğini, nelere bozulduğunu biliyorum. Ben istemez miydin teklifini kabul etmeyi, o evlilik teklifi provasını kaç defa yaptım ben ayna karşısında, özür dilerim bu konuda da yalan söylediğim için sana. Ama evlenseydik çok uzun sürmeyecekti. Bana üzülecektin, bana acıyacaktın. Ben bunları kaldıramazdım. Sana söylediğim tiyatro ve dansa yöneleceğim konusunda babam aklına gelseydi. Bir karşı soruyla ne kadar zor duruma düşeceğimin farkındaydım. Ama seni tanıdığımdan, üstelemeyeceğini bildiğimden basit bir yalan söyledim sana. Ben sanıyorum ki fazla kalamayacağım bu dünyada, istemeden gitmektense, isteyerek gitmek en doğrusu. Bana söylediğin son sözler gururumu o kadar güzel okşadı ki. Ben de aynısı sana söylemek isterdim. Ama söyleseydim ayrılamazdım ki. Sen iyi bir insansın, sevgiliden çok benim çocukluk arkadaşımdın sanki. O derece saf geliyordun bana. Bana bir söz ver yolculuğa devam et, kazandığını göreceksin günün birinde.”
Böğürerek ağladım, ortalığı yıktım. Sakinleşemedim bir türlü. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Ama sözümü verdim ona. Yolculuğa devam edecektim. Bir yemin de etmiştim onu hiç unutmayacaktım. Hiç unutmadım.
Bu yaşananlardan sonrada kimseyi hayatıma almadım bir daha. Alsaydım kendimi kandırmaktan öteye gidemeyecektim. Onu yazdım şiirlerde, onu okudum şiirlerde. Bu elim olaydan daha çok, mor beresiyle bana gülümseyen kız olarak yaşatmayı, kendime görev edinmiştim...
Dip Not: Bu hikaye de okuyucular bir şeyi garipseyebilir. O da adını bile bilmediğim bir kıza nasıl evlenme teklifinde bulunmuştum. İnternette tanışmış olduğumuzdan söylememişti. Ben söylemiştim kendi adımı. Bir gün söyler diye umuyordum, kötü bir sonuçla öğrendim adını.
YORUMLAR
Hüznün iç dökümüne bir beğeninin çelişkisini yaşıyorum tuhaf duygular içinde...
Keşke hiç yaşanmasaydı bu yaşananlar keşke başka türlü olsaydı yazılanlar :(
Gerçek olmamasını diledim...Dip not ile bir kez daha gerçekliğe savrulunca daha başka söz bilemedim "keşke"den başka
Keşke be dostum, ah keşke...
cointreau
‘‘Ve bir şair dedi ki, "Bize Güzellikken söz et"
Ve o dedi ki:
Güzelliği nerede arayacaksınız ve o eğer yolunuz, rehberiniz değilse onu nerede bulacaksınız?’’
Belki de güzelliği gün doğumda, şafak sökerken aradık. Günbatımına kadar çok zaman var diyerek erteledikçe erteledik sevgileri.
Hep bir koşuşturma, sevgiyi görmek, hissetmek, hatta beslemek için zaman ayırmadık hatta günbatımı beklemedik bile.
Oysa sevginin dudakları susuzdur…
Su isteyen yanını unuttuk.
Yazınız sevgiye öyle bir su taşımış ki alevden yürekle büyülenerek ruhunu teslim etmiş.
Rehberi sevgi olanın yolu hep hüzünlü olur.
Sevgilerle
Ümmühan Yıldız tarafından 24.7.2021 22:22:19 zamanında düzenlenmiştir.
cointreau
İçten ve hüzün dolu bir anlatım ve de çok başarılı.
Beğeni ve de hüzün eşliğinde okudum.
Tüm yüreğimle tebrik ediyorum.
Selam ve saygılarımla dost yazarım
cointreau
Hüzünle beraber okuduk...kaleminiz kavi olsun çok begendim ne kadar üzgün olsam da çok etkiledi...