- 422 Okunma
- 10 Yorum
- 4 Beğeni
Çöküş 12
Sultanımız inkişafa dayalı işler yaptıkça, dedikoduların ardı arkası kesilmiyordu.Özellikle İttihat ve Terakki cemiyeti üyeleri; "Padişahın çok pinti ve yalnızca kendini düşünen bir hükümdar olduğunu " söyleyerek, halkı kışkırtma yolunu tasvip ediyorlardı. Lakin,Efendimiz bunlara pek kulak asmadığı gibi gülüp geçiyordu.
Yurtdışından gelen misafirlerinin ardı arkası kesilmiyordu. "1888’in yazı idi.Gelen habere göre önümüzde ki bahar Alman İmparatoru II.Wilhelm ve eşi Auguste Viktoria hem ziyaret hem tatil amaçlı saraya ziyarete geleceklermiş. Padişahımız bu ziyarete uygun olarak bir köşk yapılmasına karar verildi. Efendimiz, Şehzade Burhanettin’in şahsında, Reşat Ağa,mimarlar ve diğer kalfaları toplayıp,ismini Şale koyduğu köşkün yapımına hemen başlamamız gerektiğini söyledi. Bir iki günlük çalışma sonrası, köşkün yapılacağı yere karar verildi Sonrasında, köşkün mimari taslaklarını gece gündüz çalışarak hazırladılar.Ben de dosyalama işlerini bitirerek huzura uygun hale getirdim. Efendimiz her çalışma sonrası bizlere atiyye ve ihsanlar dağıtırdı.Padişaha ve devleti Ali Osmani’ye sadakatli olanlar bunların çoğunu almazdı.Lakin, ilgisi olsun olmasın her işe karışan iki yüzlü riyakarlar o kadar çoktu ki.Sırf bu yüzden zengin olanlar vardı.
Bu sıralar hiç saraydan ayrılmayan Ragıp Paşa’ da bunlardan biriydi.Efendimizin etrafından ayrılmaz,her dediğini yapar gibi görünür ama sadece aldığı atiyye ve ihsanlarla kesesini doldurur hiç bir işe bakmazdı. O da benim gibi saraya girişi alt kademelerden başlamış sadakati ve zekiliğiyle basamakları teker teker tırmanmıştı.Galatasaray idadisi akabinde Mülkiye’yi bitirdiği için yıllar içinde Başmabeyinciliğe kadar yükselmişti.
Ragıp’ın soyu Eğriboz’un köklü ailelerinden olan Sarıcazadelerden geliyordu. Padişahımızın ona yüz vermesinin sebebi bu durumdan kaynaklanıyordu.İşin ilginç tarafı ticarete yatkın birisiydi.Saraydan aldıklarını ticarete yatırıyordu.Gün içinde üç dört defa atiyye aldığı olurdu.Kendi serveti ve aldığı bu olağanüstü atiyyelerle Caddebostan’da yaptırdığı bina şato gibiydi. Ayrıca Kızı Tevhide için bile köşk yaptırtmıştı.Sonraları duyduk,Beşiktaş ve Nişantaş’ında bizim Yıldız Saray’ından daha debdebeli konaklarda yaşamaya başlamış.Üç beş tane de yalı almıştı.Şişli de Alman mimarlarına yaptırdığı hanlar tüm İstanbul’un ve saray’ın dilindeydi.Hatta bu hanlara Afrika,Rumeli ve Asya isimlerini vermiş. Efendimiz bu aileye birinci dereceden şefkat nişanı bile vermişti. Sebebini anlamakta zorlanıyordum.Böylesi riyakar bir adama bu iltifat nedendi? Kendisi yetmiyormuş gibi kardeşlerinin de rütbelerini arttırıyor zenginliklerine zenginlik katıyordu. Son yaptığı işe kadar bu böyle devam etti.Duyduk ki; Umurca’da (Kırklareli) içki Fabrikası kurmuş.Padişahımız bu olaya fevkalade sinirlendi ve sebebini sormak için Ragıp Paşa’yı derhal huzuruna çağırttı.Kendisi durumu anladığı için Efemdimizin huzuruna çıkmamak için çeşitli bahanelerle yurt dışlarına çıktığını uygun zamanda emire itaat edeceğini bildirmişti.
Olayın yatışması ve sürgüne gitme korkusuyla mevcut fabrikayı geçici olarak kapattırmıştı.Efendimizin çok yoğun işleri nedeniyle ortam kendiliğinden sakinleşince saray’a huzura çıkmıştı.Takip eden günlerde ise Efendimizi zevceleri,kerimeleri ve gelinleriyle davetten davete çağırtmıştı.Fevkalede işler yapıp karşısında ki insanı etkiliyordu.Asıl maksadı,içinde bulunduğu şatafatlı durumu göstermek ve saraya baskı kurmaktı.
Hiç unutmuyorum, Ramazan bayramıydı.Ragıp Paşa’nın haremi Kamile Hanım bizleri konaklarına davet etmişti.Şehzade Burhanettin Efendi zevceleri,şehzade Abdulkadir Efendi zevceleri,Reşat Ağa zevcesi ve kerimeleri...ve tabi ki en küçük kerimesi Nurbanu ile konağa gitmiştik. Konak, Yıldız Saray’ından daha süslüydü diyebilirim. Hele Kamile Hanım’ın giydiği kıyafeti görünce ağzımız açıkta kaldı.Hatta Nurbanu bu olağanüstü kıyafeti görünce bana doğru bakarak;"Bak! Elalem neler yapıyor" der gibiydi.Bu bakış beni biraz olsun cesaretlenderdi.Nurbanu’ya ilk defa bu kadar yakınlaşmıştım ve atılan bakışı görmüştüm.Koskocaman salonda, Avrupai tarzda verilen yemekte yanına oturma fırsatı buldum.Fırsatı ganimet bilerek son yazdığım mektubun akibetini sormak için eğildim ve hafifçe kulağına fısıldadım;
“Gönderdiğimiz mektuba niçin cevap vermediniz ?“
Kimselere çaktırmadan, iri badem gözleriyle bir bakış attı.Sonra,hafifçe eğilerek,işveli biraz da öfkeli bir şekilde cevap verdi;
“Cesaretin yok muydu gelip soracak?’” dedi.
Söyleyecek söz bulamadım ilk etapta, sonrasın da kendimi toparlayarak;
“Malumunuz,işlerimizin yoğunluğu hasebiyle gelemedik” diye cevap verdim.
Önüne eğdiği kafasını yemek boyunca hiç kaldırmadı.Kimseyle tek kelime dahi konuşmadı.Sonrasın da yemekler yendi ve kahve faslına geçildi.
Seramik fabrikası ve marangozhaneyi ziyaretim orada çalışanlara epey moral olmuştu. Sohbet esnasında bizim köylülerden bir genç cesaret ederek konuşmaya başladı;
"Efendim! İzniniz olursa bir arzuhalim var"
"Buyur, kızanım!"
"Efendim, dün bir ara İzzet paşa buraya teşrif ettiler!" dedi.
”Ya öyle mi, ne için gelmiş bir şey söyledi mi?"
“Sizin geldiğiniz saatlerde geldi.Üretim hakkında bilgi aldı.Sonra marangozhaneye geçtiler."dedi.
"Hımm,anlaşıldı" dedim.Moralim bozulmuştu.Bu hayra alamet değildi.Bu adam durup dururken böyle yerlere gelmez.Acep neden ki?...İçimde fırtınalar kopuyordu.Etrafa belli etmeden;
"Tabi ki, gelir,gezer koskocaman mabeyin katibi" diyerek ortamı yumuşattım.Sarayın bahçesinden hızlı adımlarla yürümeye başladım.Tam cümle kapıdan içeri girecektim ki;
"Selim Sabri Efendi, bakar mısınız?"
Sesin geldiği yöne baktığımda Arap İzzet Paşa ve Ragıp Paşa ayaküstü dikilmektelerdi.Sohbet esnasında beni görüp seslendiler belli ki diye düşündüm.
Onlara doğru ilerledim, elimi uzatarak ikisiyle de tokalaştım.Ragıp Paşa sakalını ovuşturarak;
"Muhterem! Ne kadar takdire şayan eserler meydana getiriyorsunuz?Sizi tebrik ederim." dedi.
Bu ifadenin iltifat mı,alay mı olduğunu pek kestiremedim.Her ikisini de pek sevmezdim ama yine de temkinli olmam gerekir…Biraz daha konuşmalarına izin vermeliydim.Sonra Arap İzzet Paşa söze karıştı.O da kıvırcık sakallarını sıvazlayarak söze başladı.
"Muhterem, yeni yaptırdığım köşke ait kapı, pencere, konsol ve teras aksamlarına bir el atar sanız bahtiyar olacağım. Hatta dün evveli görevinize ki münbit(verimli) yerlerinizi ziyaret ettim. Gerçekten gözlerime inanamadım.Böylesi hünerli insanların, emek harcayarak yapacağı ameliye pek kavi durur diye düşündüm.Bu yüzden mir’imle buluşup durumu sizinle de hemhal edelim dedik"
Son derece kendilerinden emin olarak konuşuyorlardı. Lakin, ağır konuşmanın nereye varacağını kestirmiştim.Bu iki Paşa bozuntusunun daha fazla lakırdı yapmasını göze alamazdım.Kendimi toparlayıp sinirlendiğimi belli etmeden sözlerime başladım;
"Görürüm ki, kıçlarınızdan arta kalan bitlerin doluştuğu sakallarınızı kaşırken,midenize biriktirdiğiniz saray artıklarını uygun yerinizden değil de artık ağzınızdan dışarı atar olmuşsunuz" Kıpkırmızı olan yüzleriyle biraz toparlanır gibi oldular.Sonra Ragıp Paşa elini havaya kaldırarak;
"Bre densiz! Sen ne konuştuğunun farkında mısın? Koskoca Mabeyin Baş katibine edilecek lakırdı mıdır bu? Sen ne demek istersin? Kaç kuruşluk adamsın sen?"
Kolunu havada yakalamıştım. Birbirimize sert bir şekilde bakıyorduk.Sözü biter bitmez konuşmaya başladım.
"Sizin yediğiniz herzeleri bilmeyen yoktur. Efendimizin iyilikseverliğini ve dahi soyunuza verdiği önemi hiçe sayarak debdebe içinde yaşamanızı anladık. Lakin,yüzüne ayrı arkasından ayrı çevirdiğiniz oyunları bilmeyen yoktur. Saray adına hiç bir şey yapmadığınız gibi burada canla başla çalışanları da aşağılar olmuşsunuz...Buradan aldığınız yemleri yiyip, yumurtaları ecnebilerin tarların da yumurtlarsınız bilmez miyiz?Ama sizlerin şaşaalı günlerinin sonu geldi artık!"
Sözümü bitirir bitirmez, havada tuttuğum elini hışımla aşağı bıraktım. İyice küplere binen Paşalar, arkalarına bakmadan gittiler. Son sürat makam odama geçtim.Bir iki dakika masamda oturdum ama yerim de duramıyordum.Bu konuyu bir an önce paylaşmam lazımdı.Derhal ayağa kalkıp,Burhanettin Efendimizin odasına girme karar verdim. Bedenim sinirden tirtir titriyordu.Kendimi toparlayıp kapıyı tıkladım.
“Buyrun”
"Essalamun aleyküm Şehzadem" diyerek kendilerini tazimle selamladım.
Elinde ki gazetesini sehpanın üzerine koydu. Kahvesini yudumladıktan sonra mukabele etti;
"Ve aleykümselam Selim Sabri, geç bakalım."dedi.
Bana dikkatlice bakınca konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
"Yüzün kıpkırmızı ve elin ayağında titriyor.Hayırdır!Önemli bir şey mi var?” dedi.
Olanları bir bir anlattım.
Kafasını öne arkaya salladı;
“Bak! Kızanım, şimdilik bu olayı unutalım tamam mı?” dedi.
Bayağı bir bozulmuştum ama yapacakta başka bir şey yoktu.Ellerini şaklatarak hizmetçisine bir adet kahve getirmesini emir buyurdu.Sonra iki elini ovuşturarak konuşmaya başladı;
“O iki servet düşkünü adamı boş ver,onlardan daha önemli bir konumuz var.Devlet’i Ali Osman’i hizmet bekler bizden.Dün akşam, Hünkarımız,Zeki Paşa ve ben bir karar aldık. Biliyorsun, Fransız İhtilali sonrası ortalık cadı kazanı gibi kaynar durur.Memleketimizin garbı(batısı) ve şarkı (doğusu) da yavaş yavaş kaynamaya başladı.Halklar kendi özgürlükleri için mücadeleye başlamışlar bile. Rumeli yakasında ki gayri müslim ulusçuluk hareketleri yetmezmiş gibi bir de o bölgede ki müslümanlar da ayrılıkçılık hareketine katılmışlar. Bu ulusçuluk hareketleri kısa süre içinde Hicaz (Arap yarımadası) ve Mısır vilayetlerini de sıçramış.Mısır ve Hicaz’daki müslümanların başlattıkları ayrılıkçılık hareketinin etkisi epey şiddetli olmuş.Saraya isyan ederlermiş.Bunun yanısıra İngiliz, Rus ve Ermeni komitacılarının kışkırtmaları sonucu "Şark ve Serhad İlleri"nde de ayaklanma başgöstermiş.Arnavut ve Makedon ayrılıkçıların başlattıkları ulusçuluk hareketi, daha sonra bölgede bulunan batı tarzı eğitim almış "mektepli subay"ları da etkisi altına almışlar bir de grup kurmuşlar adına Jöntürk Hareketi’ diyorlarmış…”
Biraz önce ki olayı büsbütün unutmuştum.Sonrasında şaşkınlığımı gizleyemeden ;
“Efendim siz ne buyurursunuz böyle?” dedim.
“Ya! Selim Sabri Efendi,biz nelerle uğraşıyoruz, el alem neler yapıyor?Derhal bunun önüne geçmek ,halklarımızı birlikte tutacak işler yapmamız lazım.”
"Peki Efendimiz! Nedir planınız?"
"Hünkarımız şarkta ve garpta Hamidiye alayları adı altında düzenli birlikler kurma kararı aldı.İbrahim Paşa,Kerim Paşa ve sen bu görev için adledildiniz"
Devamı Var